“Ýhsan”, yapýlmasý gereken þeyi yüksek bir bilinçle ve güzel bir þekilde yerine getirmek, baþkasýna iyilikte bulunmak, Allah’a ibadet ve kulluk, her iþi en güzel þekilde, önemine binaen hakkýyla ve layýk olduðu þekliyle ifa etmek anlamlarýna gelmektedir. Yapýlan bir iþin ihsan mertebesine eriþebilmesi için kiþinin öncelikle, farkýndalýk sahibi olmasý ve onu itina ile en iyi, en uygun ve en güzel þekilde yerine getirmesi gerekmektedir.
Hz. Ali’nin “Kiþinin deðeri, iþindeki ihsanýyla ölçülür!” (Ýsfahani, Müfredat, 399.) buyurduðu nakledilir. Onun bu yaklaþýmý bizatihi insanýn ve amellerinin deðerinin, ortaya koyacaðý anlamlý, ölçülü, güzel davranýþlarla deðer kazanacaðýna iþarettir. Yine ihsanýn, amellerdeki ihlas ve murakabe yani Allah’ýn insanlarý görüp gözetmesi anlamýna geldiði de söylenmiþtir.
Murakabe, denetlemek, gözetlemek, kontrol etmek, devamlý olarak gayeyi düþünmek, korku, gözaltýnda bulundurmak, kendi iç âlemine bakmak, dalýp kendinden geçmek (el-Cürcânî, Ta’rifât, s. 236; Râgýb el-Ýsfahani, el-Müfredât, s. 201.) manalarýna gelmektedir. Tasavvufi literatürde ise; kötülüklerden kalbini korumak için kiþinin nefsini kontrol altýnda bulundurmasý (otokontrol) ve devamlý surette kalp ile Allah’a bakmak olarak nitelendirilmekte, “Kulun murakabesi kalbinde ve gönlünde bulunan þeylere Allah’ýn muttali olduðunu bilip yakinen kavramasýdýr. Bu suretle kul kalbini Allah’ýn zikrinden alýkoyan þeylere karþý murakabe eder.” (Serrâc, el-Lüma’, s. 82.) þeklinde de tarif edilmektedir.
Kur’an-ý Kerim’de de murakabeye iþaret eden ayet-i kerimeler mevcuttur. Kur’an’ýn ifadelerine göre, “…Þüphesiz Allah her þeyi gözetleyendir (murakabe edendir).” (Ahzab, 33/52.) Ýnsanýn sürekli murakabe altýnda olduðu, “Ýnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanýnda (yaptýklarýný) gözetleyen (ve kaydeden) hazýr bir melek bulunmasýn.” (Kaf, 50/18.), “Hâlbuki üzerinizde muhakkak bekçiler, deðerli yazýcýlar vardýr. Onlar yapmakta olduklarýnýzý bilirler.” (Ýnfitar, 82/10-12.) þeklinde dile getirilmekte, “Allah’ýn, içlerinde gizlediklerini ve fýsýltýlarýný bildiðini ve Allah’ýn gaybleri çok iyi bilen olduðunu bilmediler mi?” (Tevbe, 9/78.) ayetiyle de Allah’ýn kulun gizli açýk her þeyinden haberdar ve onlarý bilen olduðu üzerinde durulmaktadýr. Bir baþka ayette de; “O Allah’ýn, her þeyi gördüðünü bilmiyor mu?” (Alak, 96/14.) buyurulmaktadýr.
Yine Kur’an-ý Kerim’de “Yaratan bilmez mi? O, en gizli þeyleri bilir, (her þeyden) hakkýyla haberdardýr.” (Mülk, 67/14.) “Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olaný da.” (Taha, 20/7.) “Hiçbir sýrrýnýz gizli kalmaz.” (Hakka, 69/18. ) gibi ayetlerde hep bu ilahi murakabe ve tarassut üzerinde durulmaktadýr. “Nerede olsanýz, O sizinle beraberdir.” (Hadid, 57/4.), “Göklerdeki ve yerdeki her þeyi Allah’ýn bildiðini görmüyor musun?” (Mücadele, 58/7.) gibi birçok ayette ayný þekilde Cenab-ý Hakk’ýn murakabesi vurgulanmakta ve her þeyden haberdar olan, her zaman ve her yerde yapýlanlara þahit ve murakýp olan Allah’a samimi bir þekilde kulluk ve ibadet edilmesi gereðine iþaret edilmektedir.
Hz. Peygamber, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i þerifte “Allah’a sanki O’nu görüyormuþ gibi kulluk et! Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor!” buyurmaktadýr. (Buhari, Ýman, 37; Müslim, Ýman, 1; Tirmizi, Ýman, 4.) Ýslam düþüncesinde önemli bir yeri haiz olan bu hadis-i þerif mutasavvýflar tarafýndan “ihsan” mertebesine ve murakabeye iþaret olarak deðerlendirilmektedir. (Kuþeyrî, er-Risâle., s. 189. ) Bu itibarla ihsaný tarif eden bu hadisin ilk kýsmý kulun Allah’ý murakabesinden, ikinci kýsmý, Allah’ýn kulu murakabesinden bahsetmektedir denilir. Buna göre kulun Hakk’ýn rýzasýný gözetmesi, yani kulun Hak için murakabesi ve Hakk’ýn kulunu denetlemesi ve murakabe etmesi olmak üzere iki tür murakabeden bahsedilmektedir.
Kur’an-ý Kerim ve sünnet-i seniyyedeki bu anlayýþý Hz. Mevlâna da Mesnevi’de þu ifadelerle dile getirmektedir: “Cenab-ý Hak görüþü her an seni uyarýcý olsun diye, kendisine ‘Basîr/Gören’ dedi. Çirkin ve kötü sözlerden dudaklarýný kapatasýn diye, kendisine ‘Semî’/Ýþiten’ dedi. Korkasýn da fesat çýkarmayasýn, bozgunculuða ait þeyler düþünmeyesin diye, Allah kendisine ‘Alîm/Bilen’ dedi.” (Mevlâna Celaleddin Rumi, Mesnevi, c. IV, b. 215-217.)
Murakabe tasavvuf ehli tarafýndan bu ikili tasnif dýþýnda bir baþka deðerlendirmeye göre üç kýsýmda ele alýnmaktadýr ki, (Serrâc, a.g.e., s. 82-83.) bunlarýn birincisi, Allah’ýn insanýn iç dünyasýna muttali olduðunu idrak ederek gönle sahip çýkmak þeklindeki müptedilerin murakabesidir. Ýkincisi, kulun Hakk’ýn dýþýnda her þeyden fâni olarak Hakk’ý Hak ile murakabe etmesidir ki bu da adap, efal ve ahlak itibarýyla Allah Resulü’ne tabi olanlarýn, mutavassýtlarýn murakabesi olarak kabul edilmektedir. Üçüncüsü ise murakabe ile gönüllerini Allah’a baðlayan has kullarýn murakabesidir. “Sübhân’ýn huzurunda gönüllerinizi koruyun ki sonra gönüllerinizden geçen kötü düþüncelerden dolayý utanmayasýnýz. Çünkü O; halis sütün içindeki siyah kýl gibi bütün gizli þeyleri, düþünceleri, her þeyi görür.” (Mesnevi, I, 252-253 (b. 3144-45).) diyen Mevlâna bu mertebeye iþaret etmektedir.
Ýhsan, kiþinin kulluk ve ibadet görevlerini yerine getirirken Allah’ýn kendisini gördüðü, davranýþlarýný gözetlediði bilincinde olmasýdýr. Bu mertebeye eren ve ihsan bilincine sahip olanlar, “Allah, her an beni görmektedir, her yaptýðýmý bilmektedir, benim kalbimden geçenlerden dahi haberdardýr.” duygusuna sahip olacaktýr. Bazý insanlar sorumlu olduklarý þeyleri sadece sorumluluktan kurtulmak için yapar. Gerçek ihsana ulaþanlar, muhsinler ise her türlü harekât ve davranýþlarýný, Allah’ýn kendilerini görüp murakabe ettiðinin farkýnda olarak ihlas ve samimiyetle yerine getirirler.
Binaenaleyh “ihsan” insana düþüncede derinlik, incelik ve hassasiyet duygusu kazandýrýr. Onu saflaþtýrýp arýndýrýr ve her an Cenab-ý Hakk’ýn huzurunda olma duygusu ile kemâle erdirir. Bütün amellerin, ihlas ve samimiyetle en iyi þekilde yerine getirilmesini saðlar. Öyle ki ihlas ve ihsan arasýnda önemli bir baðlantý da ortaya çýkar. “Ýhlas kul ile Allah arasýnda öyle bir sýrdýr ki; melek onu bilmez ki sevap yazsýn; þeytan ona muttali olamaz ki ifsat etsin; nefis onu fark edemez ki kendisine meylettirsin!” diyen Cüneyd-i Baðdadi de bu hakikate iþaret etmekte, kulluðun en güzel kývamý olan bu mertebenin Allah ile kul arasýnda hususi bir iliþkiye delalet ettiðini dile getirmektedir.
Kur’an-ý Kerim’de ihsan ile hareket edenlere “muhsin” denilmekte ve bunlarýn güzel hasletlerinden sitayiþle bahsedilmektedir. “Ýyiliðin (ihsanýn) karþýlýðý, yalnýz iyiliktir (ihsandýr).” (Rahman, 55/60. ) Ýhsan, sadece Allah’ýn huzurunda, kulluk ve ibadetlerde deðil ayný zamanda beþerî iliþkilerde ve bütün varlýklar karþýsýnda geçerli olan ahlaki bir davranýþ ve erdemdir. Resulüllah (s.a.s.); ‘Ýnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparýz, zulmederlerse biz de zulmederiz.’ diyen zayýf karakterli kimseler olmayýn. Bilakis, iyilik yaptýklarýnda insanlara iyilikle karþýlýk vermeyi, kötülük yaptýklarýnda ise onlara zulmetmemeyi alýþkanlýk hâline getirin.” (Tirmizi, Birr, 63.) buyurmuþtur. Binaenaleyh insanlarýn muaþeret esaslarý çerçevesindeki davranýþlarýnýn ihsan boyutuna ulaþabilmesi için amaç ve gayenin sadece Allah rýzasý olmasý gerekir. Bu itibarla herkesin hayýr, þer yaptýðýnýn karþýlýðýný göreceði anlayýþýyla insanýn kendisini sürekli kontrol ve murakabe ile muhafaza etmesi ve karþýlýðýnda hidayet ve doðrulukla Allah katýnda hüsn-i muamele ve hüsn-i kabule mazhariyeti temin etmesi, daima dikkat edilmesi gereken bir husustur.
Çünkü “Allah her iþte ihsaný (güzel davranmayý) emretmiþtir!” Bu hadis-i þeriften de anlaþýlacaðý üzere nebevî bir iþarete ittibaen her þeyde ihsan üzere hareket etmek gerekir. Niyetlerimizde, vakitlerimizde ve hâllerimizde ihsan üzere olmayý gözetmek durumundayýz. Mesela niyetlerde ihsan üzere olmak niyeti halis kýlmak, ihlaslý bir gönülden samimi niyetlere kapý aralamayý; vakitlerimizde olan ihsan her vakitte huzur-i ilahide olmak bilinci ile müþahede üzere olmayý; ahval ve davranýþlarýmýzda olan ihsan ise içinde bulunduðumuz hâlin þeri ahkâmýný gözetmek, ona riayet etmek ve onun sadece Allah’ýn bir lütuf ve ihsaný olduðunu bilmektir.
Neticede ihsan, gerek kulluk ve ibadetlerin ve gerekse bütün davranýþlarýn Allah rýzasý gözetilerek, ihlas ve samimiyetle, karþýlýk beklemeksizin, en güzel þekliyle ifasý demektir. Ýnsanýn yaratýcýsý ve kâinatla bütünleþmesi ve üst düzey bir varlýk bilinci ile hareket etmesi, Allah, kâinat ve insan arasýndaki iliþkiyi doðru okuyup deðerlendirmesidir. Bütün amel ve fiillerimizin anlamlý olmasý ve bir deðer taþýmasýnýn, fert ve cemiyet için faydalý olmasýnýn yolu da budur. Çünkü Cenab-ý Hakk’a kul olmak yaratýlýþ gayesini idrak etmiþ bir kimse için en yüce mertebedir. Hz. Mevlâna bu hakikati ne güzel ifade eder: “Kul oldum ben! Sadece senin kulun oldum! Kulluk vazifemi hakkýyla ifa edemediðim için mahcubiyetimden baþýmý önüme eðdim. Bir köle azat edilince sevinir, mutlu olur. Ben ise sana kul oldum diye seviniyorum!”
Kulluðun en güzel kývamý olarak baþlýklandýrdýðýmýz “ihsan” kavramý çerçevesinde Kur’an-ý Kerim ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in örnek ahlaký ve anlayýþýný, selef-i salihinin bu husustaki anlayýþ ve yaklaþýmlarýný satýrlara döktüðümüz bu ifadelerimizi Mevlevi Esrar Dede’nin þu þaheser dizeleriyle itmam edelim:
“Matlubunu canan edene aþk olsun!
Her zerrede seyran edene aþk olsun!
Maksut olan bildiðine ermektir,
Ýmanýný ihsan edene aþk olsun!”
Prof. Dr. Safi ARPAGUÞ
|