Bizleri yoktan var eden, sayýsýz nimetler bahþeden Yüce Allah’a karþý kulluk görevlerimizin baþýnda O’na iman etmek gelir. Makbul bir imanýn en temel özelliði ise þüpheden uzak ve samimi bir iman olmasýdýr. Sahabe-i kiramdan Temim ed-Dari þöyle anlatýyor: “Hz. Peygamber (s.a.s.), ‘Din samimiyettir.’ buyurdu. Biz, ‘Kime karþý (samimiyet)?’ deyince ‘Allah’a, kitabýna, resulüne, Müslümanlarýn idarecilerine ve bütün Müslümanlara.’ buyurdu.” (Müslim, Ýman, 95.) “Güvende olmak, korkmamak, emniyette olmak” gibi anlamlarý bulunan “emn” kökünden gelen iman kelimesi (Ýbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “emn” md.) Allah’a inanmakla birlikte O’na güvenmeyi de ifade etmektedir. Güvenmek ise tevekkül ve teslimiyeti içermektedir.
Her hâl ve þartta Allah’a dayanýp güvenmek, imandaki samimiyetin bir gereðidir. Bu samimiyet sadece baþýmýz sýkýþtýðýnda, dara düþtüðümüzde O’nu hatýrlamanýn çok ötesindedir. Böyle bir iman samimiyetten uzak olduðu gibi ayet-i kerimenin de ifadesiyle (Yunus, 10/12.) menfaate dayalý bir imandýr. Zira günlük ha[1]yatýmýzda Allah’a imanýmýzýn izleri yoksa sadece sýkýntý ve dert anýnda O’nu hatýrlýyor, bu hâlden kurtulunca O’nu hatýr[1]lamayý, O’na þükretmeyi terk ediyorsak (Taberi, Camiu’l-Beyan, 15/36-37.) bu samimi bir iman olmadýðý gibi tevekkül eksikliðinin de bir göstergesidir. (Ýbn Atiyye, el-Muharrerü’l-Veciz, 3/109.) Oysa asýl “marifet, makbul olan iman ve kulluk, iyi ve kötü, zararlý ve faydalý, geniþ ve dar, acý ve tatlý her durumda Allah’ý hatýrlamak, ibadet, dua, tövbe, hamd, þükür gibi davranýþlarla O’na yönelmektir.” (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.3 s.88.)
“Yine insanlar içinde kimileri vardýr ki Allah’a þartlý olarak kulluk eder, öyle ki kendisine bir iyilik denk gelirse bundan pek memnun olur ama baþýna bir imtihan sýkýntýsý gelse he[1]men yüz çevirir. Böyleleri dünyasýný da ahiretini de yitirmiþtir ve apaçýk hüsran iþte budur.” (Hac, 22/11.) mealindeki ayetinde vurguladýðý üzere, samimiyetten uzak ve menfaate dayalý bir iman sonuç itibarýyla sahibini kurtaramayacaktýr. Allah’a kulluðu dünya hayatýndaki rahatlýk þartýna baðlayan bir iman; her þey yolunda olduðu sürece Allah’a kulluk etmekten memnun olup bir imtihana maruz kalýndýðýnda hemen yüz çevirmeyle sonuçlanan, pamuk ipliðine baðlý bir imandýr. (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.3 s.718.) Yüce Allah’ý âdeta imtihan edercesine; þayet istediklerini kendisine verirse O’nun ilah olduðunu kabul edip iman etmeye, aksi durumda ise O’nun uluhiyetinden þüphe duymaya dayalý, menfaat þartýna baðlý bir imanýn hüsranla sonuçlanacaðý ortadadýr. Oysa hakiki iman, varlýkta da yoklukta da her hâlde Yüce Allah’a inanmayý, güvenmeyi, teslimiyeti ve kulluðu gerektirir. Bu ise Yüce Allah’ý hakiki anlamda tanýyýp bilmekle doðrudan alakalýdýr. Zira Rabbini tanýyan kendini tanýyacak, O’nun ilahlýðýný idrak ettiði gibi kendi kulluðunun da idrakinde olacak, böylece her hâl ve þartta kulluk ve ibadete devam edecektir. (Matüridi, Te’vilatü Ehli’s-Sünne, 7/395.) Oysa menfaate dayalý bir iman, þüphe ve endiþe içerir; dinin kalbi ve merkezinde deðil kýyýsýnda köþesindedir. Karar kýlmamýþ, sükûn bulmamýþ, mutmain olmamýþtýr. Týpký zafer kokusu alan bir askerin saðlam ve dik durup aksi durumda korkup kaçmasý gibidir. (Zemahþeri, el-Keþþaf, 3/146.)
Allah’a þükrümüzün ifadesi olarak “elhamdülillah” veya “þükürler olsun” derken bunu sadece dil alýþkanlýðý olarak söylüyorsak, bu ifadeler dilimizden dökülürken kalbimizin bir köþesinde ufak da olsa bir tereddüt, bir soru iþareti varsa Yüce Allah’a teslimiyetimizde eksiklik var demektir. Oysa imanýmýzýn þüpheden arýnmýþ, kâmil ve daim olmasý esastýr. Bu baðlamda, “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiði kitaba ve daha önce indirdiði kitaba iman edin…” (Nisa, 4/136.) mealindeki ayet, ayný zamanda neye nasýl inanmamýz gerektiðini de öðreten, bizleri hakiki imana çaðýran bu yönde bir çaðrýdýr bizlere. (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.2 s.160.) Öyle ki þeksiz, samimi bir iman her hâl ve þartta Allah’a güvenebilmeyi, O’na teslim olabilmeyi gerektirir. “Her hâl ve þartta Allah’a hamdolsun.” diyebiliyor[1]sak ve bunu içimizden gelerek bütün benliðimizle söyleyebiliyorsak bu hâl, imanýmýzdaki samimiyetin, Allah’a güvenip teslimiyet içerisinde olabilmenin ifadesi olacaktýr.
Günlük hayatýn karmaþasý içerisinde oradan oraya savrulurken, bir türlü yetiþemediðimiz dünyanýn peþinden koþtururken endiþelerin, kaygýlarýn, korkularýn pençesine kaptýrýveriyoruz kendimizi çoðu zaman. Çalýþmak, çabalamak, sorumluluk sahibi olmak elbette ki sünnetullahýn gereðidir. Tembellik, miskinlik, hazýrcýlýk ise Müslümana yakýþan davranýþlar deðildir. Ýþte bu noktada bize düþen, samimi bir imana sahip olmaktýr. Bu iman güvenmeyi, sorumluluk ve teslimiyeti gerektirir. Verilene þükretmeyi, verilmeyene sabretmeyi, “olanda hayýr olduðunu” idrak edebilmeyi gerektirir. Bu, “Allah’a tevekkül ettim.” (Hud, 11/56.), “O ne güzel dost, ne güzel yardýmcýdýr.” (Enfal, 8/40.), “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” (Âl-i Ýmran, 3/173.)
diyebilmektir. Þeytanýn bizi fakirlikle korkutmasýna (Bakara, 2/268.) kanmamaktýr. Bazý imkânlara eriþemememin de bir imtihan vesilesi olabileceðinin (Bakara, 2/155.) þuurunda olabilmektir. Bir musibetle karþýlaþýldýðýnda ise “Doðrusu biz Allah’a aidiz ve kuþkusuz O’na döneceðiz.” (Bakara, 2/156.) mealindeki ayetin mesajýna uygun bir duruþa sahip olabilmektir. Yunus Emre’nin, “Ne varlýða sevinirim, ne yokluða yerinirim.” sözünün manasýna vâkýf olabilmektir. Yüce Allah’ýn; iman edip dünya ve ahiret için faydalý iþler yapanlarýn karþýlýðýný mutlaka alacaklarýna, asla haksýzlýða uðramayacaklarýna dair vadine (Taha, 20/112.) gönülden teslim olabilmektir. Bu ise hiç þüphesiz, imanýmýzdaki samimiyet yanýnda dünyaya verdiðimiz deðer ve ona yüklediðimiz anlamla doðrudan alakalýdýr.
Hakiki iman, varlýkta da yoklukta da her hâlde Yüce Allah’a inanmayý, güvenmeyi, teslimiyeti ve kulluðu gerektirir. Bu ise Yüce Allah’ý hakiki anlamda
|