Istýlahta adâlet; itidal, istikâmet ve hakka meyletmektir. Fukahâ/Ýslam müçtehitleri ýstýlahýnda âdil; büyük günahlardan sakýnan, küçük günahlara devam etmeyen, sevabý galip olan ve yolda bir þey yemek ve bevletmek gibi küçük düþürücü fiillerden sakýnana denir. (2)
Adâlet, bireysel ve sosyal yapýlanmada birlik ve düzeni, hakkaniyet ve eþitlik prensiplerine uygun yaþamayý saðlayan erdem, davranýþ ve hüküm vermede istikâmeti yani doðruluðu takip etmek, kim haklýysa onun lehine hüküm vermek, zengin-fakir, mü’min-kafir, dost-düþman herkesi eþit kýlmak, sosyal yapýda denge kurmak gibi manalara gelir. (3)
Adâlet, erdem, istikâmeti takip etmek ve her konuda ifrat ve tefrite düþmemektir. Ýþte bu üç temel özellik, büyük zatta büyükçe görülür. Ya bu zat en büyük zat olursa elbette bu üç özellik de en büyük zatta en güzel þekilde görülür. Mü’min, insanýn üstünüdür, muttakî mü’min, mü’minin üstünüdür. Veliler, muttakîlerin üstünüdür, peygamberler velilerin üstünüdür. Bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) ise bütün peygamberlerin üstünü olduðuna göre elbette adâlette ve adâleti uygulamada en üstün zattýr.
Hz. Peygamber (s.a.s.), ilk mü’min, (4) Kur'ân-ý Kerîm’in ilk muhatabý, (5) insanlýðýn kurtuluþu için vahiyle uyarma emrini alan, (6) gündüz teblið ile meþgul ol ama geceleyin kalk, sýrf Rabbinle Kur’ân tilaveti ve gece namazý ile meþgul ol emrini alan, (7) Ýslâm davasýnýn mutlak lideri olan kimsedir. (8)
Ýslâm’ýn bütünü, iman, ibadet, ahlâk ve ahkâmdan ibarettir. Ahkâm, þu dört temel üzerine kurulmuþtur: Adâlet, eþitlik, kolaylýk ve maslahattýr.
Hz. Muhammed (s.a.s.), Allah’a karþý adâleti, emrettiklerine tutunmak ve yasaklarýndan sakýnmakla gösteren; nefsine karþý adâleti, tâatleri artýrmak ve þüphelerden korunmak ve evlayý bile terk edince kendisini günahkâr sayan bir anlayýþla gösteren ve halka karþý adâleti de halka yönelik tutum ve davranýþlarda insaflý olmakla gösteren, örneklikte en kâmil, en mükemmel ve en mükemmil bir zattýr.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Adâlet Anlayýþý
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in adâlet anlayýþýný anlamak için ilk kaynak Kur'ân-ý Kerîm’e ve þu hadîs-i þerîflere bakmak gerekir. Çünkü Kur'ân-ý Kerîm, ilk kaynaktýr, hadîs-i þerîfler ise Kur’ân’ýn ya kavlî ya fiilî beyaný ya da Kur’ân’ýn sustuðu konularda hüküm koyan ve hüküm belirten ikinci derecede kaynaktýr. Kur'ân-ý Kerîm’in anlaþýlmasý açýsýndan, Sünnet’in Kur’ân’a ihtiyacýndan daha çok Kur’ân’ýn Sünnete yani hadîse ihtiyacý daha çoktur. Zaten hadîs-i þerîfleri de tayin eden Kur'ân-ý Kerîm’dir. Ýþte bundan dolayý önce Kur'ân-ý Kerîm’e sonra da Hadîs-i Þerîflere müracaat ediyoruz:
1. Adâletin emredilmiþ olmasý
Þu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, adâleti herkese özellikle ilk olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’e sonra her mü’mine özellikle de Hz. Peygamber’e varis olan âlimlere ve âmirlere emretmiþtir:
“Þüphesiz ki Allah adâleti, ihsaný, akrabaya vermeyi emreder.” (9)
Diðer âyetlerde ise adâlet hakkýnda þöyle buyurmuþtur:
“De ki: Rabbim adâleti emretti.” (10]
“(Hüküm vermek, þâhitlik etmek veya herhangi bir konuda görüþ belirtmek üzere) konuþacaðýnýz zaman, yakýnlarýnýz(ýn aleyhine) bile olsa âdil olun.” (11)
2. Anlaþmazlýklarda; ýslâhý, adâletle gerçekleþtirmenin emredilmiþ olmasý
Þu âyette ise, mü’min fertler arasý, cemaatler ve ülkeler arasý anlaþmazlýklarda huzurun tesisi için hâkim bir güç bulundurup barýþtýrmak, barýþmayana savaþ açmak ve neticede Allah’ýn emrine uyup teslim olana adâleti uygulayarak sulhü temin etme emredilmiþtir:
“Mü’minlerden iki gurup eðer birbirleriyle çarpýþýrlarsa onlarýn aralarýný ýslah ed(ip düzelt)in. Eðer onlarýn biri diðerine saldýrýrsa Allah’ýn emrine dönünceye kadar saldýran tarafla savaþýn. Eðer (Allah’ýn emrine) dönerse(ler) ikisinin arasýný adâletle düzeltin ve adâletli olun! Çünkü Allah adâletli olanlarý sever.” (12)
3. Allah’ýn, adâletle hükmedenlere kýymet vermesi:
“Þüphesiz ki, adâletle iþ görenler, Allah katýnda nurdan minberler üzerinde Rahmân’ýn saðýnda olacaklardýr. O’nun her iki eli saðdýr. Bunlar, hükümlerinde, ailesine karþý ve velâyeti/idaresi altýnda bulunanlar hakkýnda âdil davrananlardýr.” (13)
4. Âdil devlet baþkanýnýn, Allah Teâlâ’nýn Arþýnýn altýnda gölgelenecek yedi kiþiden ve cennetliklerden biri olmasý:
“Yedi sýnýf insan vardýr ki, Allah onlarý kendi (arþýnýn) gölgesinden baþka hiçbir gölge bulunmayan (kýyamet) gün(ün)de (arþýnýn) gölgesinde gölgelendirecektir. (Bunlar): Âdil devlet baþkaný, Allah’a ibadet ede ede yetiþen genç, kalbi mescitlere baðlý olan, Allah için birbirlerini seven, O’nun için bir araya gelip O’nun için birbirinden ayrýlan iki kimse, kendisini mevki sahibi güzel bir kadýn (fenalýða) davet ettiði halde ‘ben Allah’tan korkarým’ diyen adam, sol elinin verdiðini sað eli duymayacak derecede gizli sadaka veren ve tenhada Allah’ý zikrederek gözleri boþalan kimselerdir.” (14)
“Cennetlikler üç gruptur: Âdil ve baþarýlý devlet baþkaný, yakýnlarýna ve Müslümanlara karþý merhametli ve yufka yürekli olan kiþi, ailesi kalabalýk olduðu halde haram kazançtan sakýnýp kimseden bir þey istemeyen adamdýr. (15)
5. Düþmanlara bile adâletle muamele edilmesinin emredilmiþ olmasý ve adâletin takvadan sayýlmasý
“Ey iman edenler! Allah için hakký ayakta tutanlar, adâletle þahitlik eden kimseler olun! Bir topluluða olan kininiz sizi adâletsizliðe sürüklemesin. Âdil olun! Çünkü o (adâlet) takvaya daha yakýn olandýr. Allah’tan korkun! Þüphesiz Allah, bütün yaptýklarýnýzdan haberdardýr.” (16)
6. Ýnsanlar arasýnda adâletle muamele etmenin sadaka olmasý:
“Her insanýn bedenindeki ekleminin faydalarýna karþý (þükretmesi ) kendi üzerine bir sadakadýr. Güneþin doðmakta olduðu her gün insanlar arasýnda adâlet yapmasý büyük bir sadakadýr.” (17)
7. Kýyamet günü Allah’a insanlarýn en sevimlisi ve en yakýnýnýn âdil devlet baþkaný olmasý:
“Ýnsanlarýn, kýyamet gününde Allah’a en sevimli olan ve konum bakýmýndan onlarýn O’na (Allah’a) en yakýn olaný âdil devlet baþkanýdýr. Ýnsanlarýn, kýyamet gününde Allah’a en sevimsizi ve konum bakýmýndan en uzaðý (rahmetten en mahrum olaný) zâlim devlet baþkanýdýr.” (18)
Hz. Peygamber (S.A.S.)’in, Sosyal Dengeyi Saðlamadaki Adâleti Uygulamasý
Sosyal denge ancak adâletle saðlanýr. Saðlam ve gerçek manada adâlet ise ancak insaný yaratanýn insan için koyduðu itikâdî ve amelî esaslara uyularak saðlanýr. Ýþte bundan dolayý Rabbimiz Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz’e ve onun þahsýnda ümmetin idarecilerine ve her bir mü’mine þöyle buyurmuþtur:
“Bundan dolayý sen (tevhid dini üzerinde anlaþmaya) davet et ve emrolunduðun gibi istikâmet üzere ol, onlarýn hevâlarýna uyma ve de ki: Ben Allah’ýn indirdiði bütün kitaplara inandým ve aranýzda adâlet yapmakla emrolundum.” (19)
Âyet-i kerîmeyi tahlil ettiðimiz zaman þunlarý görmemiz mümkündür:
a) Allah Teâlâ’nýn gerçek rab ve gerçek ve yegâne hak ilah olduðunu kabul, batýlý reddedip hakký kabul etmeye ve hayatý Allah’ýn kanunlarýna göre tanzim etmeyi kabule davet
b) Dinin âmiri yani emredeni, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e, Kur’ân’ýn dýþýnda öðreten de Allah Teâlâ olduðuna göre; Allah neyi emretmiþse saptýrýcý tevile yönelmeden, nefsin hevâsýna uymadan uygulamak, neyi yasaklamýþsa ondan sakýnmak manasýnda istikamet üzere olmak
c) Allah Teâlâ’nýn kanunlarýnýn dýþýna uymak hevâya uymak demektir. Hevâya uymak, bir bakýma hevâyý ilah edinmektir ki amelî þirk demektir. Hevâya uymak, Allah’ýn yolundan sapmak ve þeytanýn yoluna uymak demektir. Hevâya uymak, tek olan hak yoldan sapýp bâtýl yollara ayrýlmak ve dünya ve âhiret huzursuz olmaktýr.
Hz. Peygamber (S.A.S.)’in, Herkesi Kanun Önünde Eþit Tutmasý
Hz. Âiþe (r.anhâ)’den:
Hýrsýzlýk eden Mahzûm’lu kadýnýn hali Kureyþ’i üzmüþ ve bunun hakkýnda Rasûlullah (s.a.s.) ile kim konuþacak?, demiþlerdi. (Bazýlarý): Buna kim cesaret edebilir! Ancak Rasûlullah (s.a.s.)’ýn sevdiði Üsâme olabilir, dediler. Bunun üzerine onunla Üsâme konuþtu. Rasûlullah (s.a.s.):
“Allah’ýn hadlerinden bir had hakkýnda þefaat mi ediyorsun?” buyurmuþ. Sonra ayaða kalkýp hitap ederek þunlarý söylemiþtir:
“Ey insanlar! Sizden öncekileri (Allah) ancak þunun için helâk etmiþtir: Onlar aralarýndan þerefli biri hýrsýzlýk ederse onu býrakýrlar, zayýf olan birisi çalarsa ona haddi tatbik ederlerdi. Allah’a yemin olsun ki, Muhammed’in kýzý Fâtýma bile hýrsýzlýk etseydi mutlaka elini keserdim!”
Bundan sonra emir buyurmuþ ve hýrsýzlýk eden o kadýnýn eli kesilmiþtir.
Hz. Âiþe (r.anhâ) þöyle demiþtir:
–“Sonralarý kadýn güzelce tövbe etti ve evlendi. Bu iþten sonra bana gelir, ben de onun ihtiyacýný Rasûlullah (s.a.s.)’a arz ederdim.” (20)
Adâletin bir manasý eþit kýlmaktýr. Eðer kanun önünde, itibarlý olan ile itibarlý olmayan arasýnda eþitlik yoksa orada adâletten bahsetmek mümkün deðildir. Orada zulüm, kanunlarýn hâkimiyetini bozma, fitne ve fesada davetiye çýkarma var demektir.
Ýnsanlara düþen, adâletin uygulanmasýný hep birlikte saðlamaktýr. Eðer memlekette, idarecide, adliyede adâlet yok ise memleket binasýnýn temeline dinamit konmuþ demektir. Bu duruma göz yummak zulme rýza göstermek demektir ki, bu da zulümdür.
Mevzu edilen hadîs-i þerîfi tahlil ettiðimiz zaman þunlarý görürüz:
a) Rasûlullah’ýn þahsýnda; devlet baþkaný ve hâkimlik sýfatlarýný görüyoruz. Þöyle ki, önce Hz. Peygamber (s.a.s.) bir nasihatçi, bir davetçi olarak adâletin önemini, adâletin uygulanmamasýndaki felaketi akýllara, ruhlara, imanlara arz ediyor, önce akýllarý ikna ediyor. Ýsrâiloðullarýný helâk eden sebeplerden birisi, adâletin uygulanmamasýdýr. Siz de ayný durumdasýnýz. Sakýnýn! Böyle duruma düþmeyin, demek istiyor.
b) Hz. Peygamber (s.a.s.), devlet baþkaný olarak meseleyi ele alýyor. Artýk adâlet uygulanacaktýr. Millet üzerinde devlet baþkaný, hâkimdir, kanun/hukuk hâkimiyeti devam etmektedir. Her konuda örneklik sergilendiði gibi bu konuda da örneklik sergilenmiþ yani had uygulanmýþtýr.
c) Rasûlullah (s.a.s.), Allah’ýn emrini tatbik etmemede yani adâletsizlik yapmada, zulme boyun eðmede þefaatin kabul edilmeyeceðini göstermiþtir. Þefaat ancak adâletin uygulanmasýnda söz konusu olur.
d) Hz. Üsâme (r.a.), burada hata etmiþtir, hataya alet olmuþtur. Zâhire bakýlýrsa bu böyledir. Fakat sahâbeyi buna, Üsame’nin, Hz. Peygamber (s.a.s.) yanýnda kýymetli olduðunu bilmeleri sevk etmiþtir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) yanýnda kýymetli bir zatýn böyle önemli bir yanlýþý yapmasý nasýl tasavvur edilebilir, diye bir soru sorulursa buna þöyle cevap verilebilir: Büyük adam demek hata etmeyen adam demek deðildir. Belki az hata eden adam, demektir. Çünkü o kiþi masum deðildir. O hata ederse bir diðeri onu uyarýr. Zira Ýslâm âlimleri, genel itibariyle masumdur. Þöyle ki, bir âlim hata ederse diðer âlim onu düzeltir.Zaten Allah Teâlâ bir insaný ve bir kavmi severse, o insana ve o kavme hatalarýný gösterir. Bu kimseler avamdan da olabilir havastan da..
Ayrýca, Hz. Üsâme (r.a.), Hz. Peygamber(s.a.s.)’in þeriat hadleri hakkýndaki tavizsizliðini bildiðinden ve kabul etmeyeceðini tahmin ettiðinden dolayý þefaat etmeyi kabul etmiþ olabilir.
e) Hadîs-i þerîfte, Hz. Âiþe (r.anhâ)’nin o kadýn hakkýnda hüsn-i þehâdette bulunduðu görülüyor. Çünkü tövbe etmiþ, tövbesinde de durmuþtur. Bu yüzden Hz. Âiþe, onun Peygamber ailesiyle alâka kurduðunu, hatta ihtiyaçlarýný Peygamber’e bizzat kendisinin arz ettiðini ifade etmiþtir.
Bugün, Hz. Peygamber (S.A.S.)’de Tecellî Eden Adâlet Nasýl Gerçekleþebilir?
a. Adâletin gerçekleþmesi için Ýslâmî esas ve prensiplerinin kânûn-i esâsî olmasý,
b. Adâleti uygulayacak olan hâkimin Ýslâm’ý ve Ýslâm’daki muhâkeme usûlünü iyi bilmesi ve müttakî olmasý,
c. Ýki tarafý iyice dinlemeden hüküm vermemesidir.
Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi Yemen’e kâdî olarak tayin edince:
“Ýki kiþi sana hüküm için müracaat ettiklerinde diðerinin konuþmasýný dinlemeden birincisinin lehine hüküm verme ki, nasýl hüküm vereceðini (öbürünü dinledikten sonra) anlayacaksýn” buyurdu. (21)
Bu hadîs-i þerîf, iki kiþi arasýnda hüküm verecek herkes için bir ölçüdür. Herhangi birisi hakkýnda bir þey iddia edene karþý diðer tarafý dinlemeden sana, sen haklýsýn diyemem deyip mutlaka iki tarafý dinleme yoluna gitmelidir. Onun için “tek tarafý dinleyerek verilen karar doðru olsa bile hiçbir zaman âdil olamaz” denmiþtir.
Ayrýca Hz. Peygamber (s.a.s.), hüküm verirken iki tarafýn ifadelerine göre hüküm verirdi. Zâhire bakardý, iþin iç yüzüne göre hüküm vermezdi. Hz Peygamber (s.a.s.) bu konuda þöyle buyurmuþtur:
“Ben, insanlarýn ne kalplerini açmaya memurum ne de karýnlarýný yarmaya!” (22)
Bu hadîs-i þerîfin þerhinde Ýmam Nevevî þöyle demiþtir:
“Bunun manasý yani ben zahirle hükmetmekle emrolundum, sýrlarý ancak Allah gözetir.” (23)
Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)’den sonra hâkimler bu nübüvvet nûruna sahip olamadýklarýndan meselelerin hakikatini göremezler diye iki tarafýn ifadelerine, isbat ve yeminlerine göre hüküm vermeleri gerekecek olduðundan Hz. Peygamber (s.a.s.) de zâhire göre hüküm veriyordu. Þüphesiz Hz. Peygamber (s.a.s.) de kendisine gösterilmeyince göremiyor ve bildirilmeyince bilemiyordu.
Hz. Peygamber iþte bu gerçekler ýþýðýnda þöyle söylemiþtir:
“Ben ancak bir beþerim, bana gerçekten davacýlar geliyor. Olabilir ki bazýlarý bazýlarýndan daha güzel konuþur da ben onu (doðru söyleyen) zannederim ve lehine hüküm vermiþ olabilirim. Her kime bir müslümanýn hakkýný hükmetmiþsem bu ancak ateþten bir parçadýr. Onu (isterse ) üzerine alsýn yahut (dilerse) terk etsin.” (24)
Adalet Olmazsa Ne Olur?
Buna, Vehb b. Münebbih (r.a.)’in þu sözü güzel bir cevaptýr: “Topluluklarý idare edenler, adaletten ayrýlýp zulüm ve haksýzlýk yaptýklarý zaman; Allah o ülkede bereketini azaltýr, her þeyde bir noksanlýk ve darlýk baþ gösterir.”
Elbette ki adalet deyince hem Allah’a hem nefsimize hem de halka karþý adaletin tecellisi gerekir. Allah’a karþý âdil olmak, emrettiklerine tutunmakla ve yasaklarýndan sakýnmakla; nefsine karþý âdil olmak, tâatleri artýrmakla ve þüphelerden korunmakla ve halka karþý âdil olmak da halka yönelik tutum ve davranýþlarda insaflý olmakla tecellî eder.
Vahiy mektebinin en büyük talebelerinden birisi olan Hz. Ömer (r.a.), “adâlet, mülkün temelidir” der. Adâlet, mülkün yani hâkimiyetin, otoritenin temelidir. Binanýn saðlamlýðý, temelinin saðlamlýlýðýna baðlýdýr. Toplum binasýnýn saðlamlýðý da fertler arasýnda, âilede âile fertleri arasýnda, fertlerin devletle, devletin fertlerle, âmirlerin memurlarý ile olan iliþkilerinde ve mahkemelerde verilen hâkimlerin kararlarýnda olan adâletin tecellisine baðlýdýr. Ve yine Hz. Ömer (r.a.) þöye demiþtir:
“Huzuruna gelen herkese hürmet edip eþit muamele yap. Ta ki zayýf, senin adaletinden ümitsizliðe düþmesin. Kuvvetli de haketmediði bir nimeti elde etme hayaline kapýlmasýn.”
O vahiy mektebinin mümtaz talebelerinden olan Hz. Ali (r.a.) de þöyle demiþtir:
“Dost ve düþmanýnýza adaletle muamele edin!”
Arap atasözü olarak söylenen þu söz de manidardýr:
“Âbidin ibadeti, nefsini; âdilin adaleti âlemi ýslah eder.”
“Bir devlette adalet olur da hakimler hakka uyarsa, büyükler gibi küçükler de rahat yaþar” sözü de manidardýr.
Dipnot
(1)- Sa’dî, Ebû Ceyb, el-Kâmûsu’l-Fýkhî, s. 243-244; Cürcânî, et-Ta’rîfât, s.147.
(2)- Cürcânî, a.g.e., s. 147.
(3)- Çaðrýcý, Mustafa, “Adâlet” mad., Diyanet Ýslam Ansiklopedisi, I, 341.
(4)- Bkara sûresi (2), 285.
(5)- Alak sûresi (96), 1-5; Müddessir (74),
(6)- Müddessir sûresi (74), 1-10.
(7)- Müzzemmil sûresi (73), 1-8.
(8)- Nisâ sûresi (4), 59; Nur sûresi (24), 56; Teðâbün sûresi (64), 12; Ahzâb sûresi (33), 21.
(9)- Nahl sûresi (16), 90.
(10)- A’râf sûresi (7), 29.
(11)- En’âm sûresi (6), 152.
(12)- Hucurât sûresi (49), 9.
(13)- Müslim, Ýmâre, 18; Nesâî, Âdâbü’l-Kudât, 1; Ahmed, II, 160.
(14)- Buhâri, Ezan, 36; Müslim, Zekât, 91; Tirmizî, Cennet, 2, Deavât, 128; Ýbn Mâce, Sýyâm, 48; Ahmed, II, 305, 439, 444, 445.
(15)- Müslim, Cennet, 63.
(16)- Mâide sûresi (5), 8.
(17)- Buhârî, Sulh, 11.a
|