Bu iþtihalardan tümü ile soyutlanmasý hâlinde insanýn yaþamasý mümkün olmayacaðýna göre, bir orta yol olarak, kâinata hâkim olan nizam ilkesini beþerî hayata da uygulamak tek seçenek olarak kalmaktadýr. Ýþte vahyin, zulmün karþýsýna adaleti, þiddetin karþýsýna barýþý, aþýrýnýn karþýsýna vasatý, hýrsýn karþýsýna kanaati… koyup her bir ikilemin ortalamasýný “itidal” genellemesi ile öne çýkarmasý buraya dayanýyor. Hayatýn her alanýnda devrede tutulmasý gereken bu itidal çaðrýsý, mülk edinme arzusu söz konusu olunca daha geniþ ve derin bir önem kazanýyor. Çünkü hayatýn her alaný bir þekilde sahip olma eðilimi ile baðlantýlýdýr. Bu da fýtri bir durumdur.
Fýtrat dini olan Ýslam meþru olan her türlü kazanç yolunu teþvik eder. “Eþyada asýl olan helal oluþtur” hükmü genel geçer bir ilke olarak uygulanýr. Mülkiyet ve tasarruf hakký her türlü saldýrýdan korunmuþtur. Bununla birlikte dünyanýn imarý yolunda faal, çevre ile barýþýk, üretim ve mal edinmede dengeli bir toplum öngörür. Buna baðlý olarak, imkânlarýn sýnýrlý olduðu durumlarda sergilenecek tutum kanaattir. Kanaat, fizyolojik nitelikli olan ihtiyaçlar ile psikolojik nitelikli olan arzu ve iþtihalarýn birbirinden ayrýþtýrýldýðý, ihtiyaçlarýn karþýlanabildiði yerde arzu ve isteklerin sýnýrlandýrýlmasý hâlidir.
Ýslami bakýþ açýsýyla, mal sahibi olan kiþi gerçekte o malýn sahibi deðil, emanetçisidir. Malýn gerçek sahibi Allah’týr. (Nur, 24/33.) O sebeple emanetçi, elindeki emanet üzerinde onu verenin isteði yönünde tasarruf etmek durumundadýr. Böyle davranmadýðý hâllerde emanetçi kendini mülkiyet vehmine kaptýrmýþ olur. Hâlbuki mülk sahibi, “Onlarýn mallarýnda; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak vardýr.” (Zariat, 51/19; Meâric, 70/24-25.) diyor. Bu haklarýn, zekât ve sadaka adý ile ayrýlýp sahiplerine verilmesi gerekli. Þartlarýný taþýdýðý hâlde bu haklardan temizlenmeyen maddi birikim, meþruiyet kazanmamýþ servet anlamýnda özel bir kullanýmla “kenz” adý ile yaftalanmaktadýr. Bu özelliði ile kenz, dünyevi iktidar ve hâkimiyet hýrsýný tatmin etme aracýdýr. Malýn kenz olmaktan çýkmasý ancak zekâtýnýn ödenmesi ve hâkimiyet aracý olarak görülmemesi ile mümkün olmaktadýr. (bak. Buhari, Zekât, 4.) Hakký ödenen mal, vahyin kontrolünde tutulmuþ olacaðýndan, elinde bulunduraný da fiilen ayný etki alanýnda tutar ve insanýn güç ve iktidar ihtirasýný törpüler. Onu, kendi iþtihalarýnýn mahkûmu olmaktan kurtarýr. “Onlarý arýndýrmak ve temize çýkarmak için mallarýndan sadaka al” (Tevbe, 9/103.) ayeti, mali ibadetlerin sadece malý temizlemekle kalmayýp insanýn ruh dünyasýnda da ayný etkiyi gösterdiðine iþaret etmektedir.
Bir bilgi anlamýnda deðil ama kiþisel duygu ve algý olarak söyleyelim ki maddi birikimleri ifade için kullanýlan “varlýk” kelimesi, “kenz”/“servet” yanýnda daha sýcak ve insani bir anlam etkisine sahip. Hakkýný vermeyip yýðdýðýnýz mal “kenz” olurken meþru yoldan kazanýlmýþ hakký ödenerek durulanmýþ mal “varlýk” oluyor. Bir malýn Ýslam nazarýnda mal ola bilmesi için onun “mütekavvim” yani dinin bizatihi deðer atfettiði bir þey olmasý, alkollü içki, domuz ve ölü hayvan eti yahut çalýntý mal gibi elde edilmesi yasaklanmýþ bir þey olmamasý gerekir. Demek ki malýn mal oluþu, onun maddi yönünden önce dinin o þey hakkýnda getirdiði deðer yargýsý ile ilgilidir. Bunun temelinde de, boþuna yaratýlmamýþ olan insanýn (Mü’minûn, 23/115.) baþýboþ býrakýlmadýðý, eþyaya atfedilecek deðer konusunda bile ilahî ilkelerin muhatabý olduðu gerçeðinin yer aldýðýný söyleyebiliriz.
Mal sahibi olan insanýn, bu yapýcý anlamý ile “varlýk” algýsýnýn devam ettiðini gösteren önemli bir husus da harcama disiplinidir. Kazanýrken gözetilen meþruluk ilkesinin harcarken de gözetilmesi gerekir. Bu da savurganlýk ve cimrilik etme aþýrýlýklarýndan kaçýnýlmasý gereðine iþaret ediyor.
Sahip olduklarý konusunda insana yöneltilen en belirgin uyarý dünya ve dünyalýklarýn geçiciliði uyarýsýdýr. Bu uyarý, sahip olunan maddi deðerlere “araz” (Nisa, 4/94.) ve “metâ” (Nisa, 4/77.) gibi geçicilik ifade eden kelimelerle atýf yapmak þeklinde veya “Yeryüzünde bulunan her canlý/her þey yok olacaktýr” (Rahman, 55/26.) þeklinde açýk ifadelerle yapýlýr. Gerçekte bu uyarýlar insanýn, tüm geçiciliðine raðmen dünyalýklar karþýsýnda takýndýðý “kalýcý tavrý”ný besleyen gaflet hâline de iþaret eder.
Malýn “kenz”e dönüþtürülmesinin ne gibi sonuçlar doðurabileceði Karun kýssasýnda çarpýcý bir örnek olarak sunulur. (Kasas, 28/76-83.) Kýssanýn “kenz”lere sahip azgýn kahramaný olan Kârun, kudretine aldanýp Allah’ý unutan insan tipini temsil ediyor. Maddi gücünün “kenz”e dönüþmesinden sakýnan “varlýk”lý insan ise ona bu imkâný saðlayan Allah’ý hiç unutmaz. Hiçbir kazanç getirici faaliyet onu Allah’ý hatýrlamaktan, bedenî, kalbî ve mali görevlerinden alýkoymaz. (Nur, 24/37.) Mutlak malik ile emanetçi arasýna giren dünya ve maddi deðerler onun dünyasýndan kovulmuþtur.
Ýnsan deðerini bizatihi insan oluþundan alýr. Maddi imkânlar ve zenginlik diðer bütün nimetler gibi sadece, hayat mektebinin imtihan konularýdýr. (Teðâbün, 64/15.) “Kiþinin kendi deðerini bir eþyaya, sahip olduðu maddi varlýklara baðlayarak tarif etmesi en büyük yoksulluktur” Ruhi bir yoksulluktur, bir zaaftýr bu. Kur’an’ýn Mekkeli müþriklerin yaklaþýmý üzerinden reddettiði “tekâsür”/zenginlikle ve çoklukla övünme hastalýðý bu ruh zaafýnýn tipik bir örneðini oluþturur. Tam da burada Hz. Peygamber’in psikoterapi niteliðindeki þu uyarýsýný hatýrlatmak gerekiyor: “Zenginlik çok mal ile olmaz. Gerçek zenginlik gönül zenginliðidir.” (Ebû Dâvûd, Zühd, 9.) Gönül zenginleri yiyip tükettikleri, giyip eskittikleri yahut sadaka olarak verdiklerinden baþkasýna sahip olmadýklarýný (Müslim, Mukaddime, 53.) bilen insanlardýr.
Maddi deðerler sadece insanýn varlýðýný sürdürebilmesi, yine maddi olan ihtiyaçlarýný gidermesi için vardýr. (Nisa 4/5.) Bu sebeple ihtiyaçlarýn tatmin edilememesi mutsuzluk sebebidir. Fakat ihtiyaçtan fazla olan her þeyi de “ruhsal bünye” reddeder. Onun için “rahatlýk eþittir mutluluk” formülü gerçeði ifade etmiyor. Tam aksine gereðinden fazla olunca “rahatlýk insana batar.” Özellikle iç savunma mekanizmamýz hasar görür. Ruhumuzu baskýlayan harici etkenler karþýsýnda kendimizi çaresiz hissederiz. Maddi olan hiçbir þeyin bizi rahatlatmadýðý “çekilmez” bir hayata çatarýz. Böyle olunca da Kanuni Sultan Süleyman’ýn “Bütün dünya benim olsa gamým geçmez nedendir bu” þeklindeki sorusu cevap arar durur.
Sahip olduklarýmýza, vereni (Allah’ý) hatýrda tutarak baktýðýmýzda “mal” (çoluk çocuk, makam, kudret ve diðer bütün deðerlerimiz) “nimet”e dönüþür. Bu noktada þükür ve nankörlük yöneliþleri ön plana çýkar. Nimetlerden yararlanma sürecinde onlarý verenin akýlda tutulmasý insaný nimetleri inkâr konumuna düþmekten korur.
Kur’an ve sünnetin, dünyalýklar karþýsýnda takýnacaðýmýz temel tutum için ruhumuza üflediði mesaj, “var”ýn varlýðý ile yokluðunun gerçekte bir olduðu, yokluða mahkûm olan yerine mutlak var olana bel baðlamak gerektiðidir. Bu mesaj ýþýðýnda insana düþen þey, Yunus’un dediði gibi “Ne varlýða sevinirim, Ne yokluða yerinirim” diyebilecek ufku yakalamaya çalýþmak olmalýdýr. Beþerî yapýmýzýn bu noktaya ulaþtýrýlabilmesi yolunda önümüz aydýnlatýlýyor. Önemli olan o yola koyulup baþarma azmini göstermek. Bu azmin sergilenemediði durumlarda insana, kontrolsüz iþtihalarýnýn etkisiyle, hep isteyen ve asla tatmin olmayan eðilimleri hâkim olur. Sahip olduklarýný hep yok sayar; gözü sahip olmadýklarýnda kalýr. Bu ruh hâlindeki insanýn en ciddi problemi yetecek kadarýna sahip olduðunu görememektir. Nebevi uyarý yapýlacak iþi gösteriyor: “Sizden aþaðýdakilere bakýn, üstünüzde olanlara bakmayýn. Böyle yapmak Allah’ýn verdiði nimetleri küçük görememeniz için uygun olan tutumdur.” (Ebu Davud, Zühd, 9.)
Pek çoðumuz zengin olanýn mutlu olacaðýný düþünürüz. Doðru, ama gönül zengini olmak þartýyla. |