Cemaatle namaz aslýnda bir toplumun Müslüman kimliðini oluþturur / yansýtýr. Çünkü cemaatle namaz kýlýnmasý için (asrýsaadette olduðu gibi) sade mescitler inþa edilir, güzel ezanlar okunur, takva sahibi ve Ýslam’ý iyi bilen insanlar Müslümanlara imamlýk yaparlar. Günlük beþ vakit düzenli namaz ile Müslümanlarda tevhit inancý, kulluk þuuru ve yüksek ahlaki bir seviye oluþur. Bu bilince ulaþmak için asrýsaadetteki namaz bilincini anlamak ve yaþamak gerekir.
Mekke günlerinde namaz
Hz. Peygamber’e Mekke’de ilk inen ayetlerde Kur'an'ý teblið ile birlikte namaz da emredilmiþti. “Ey örtülere bürünen (peygamber)! Kalk ve uyar-teblið et! Rabbinin en büyük olduðunu ilan et/tekbir getir! Elbiseni/öz benliðini temiz tut! Pisliklerden-putlardan uzak dur! Yaptýðýn iyiliði gözünde büyütme-baþa kakma! Rabbin için sabret-diren!’” (Müddessir, 74/1-6.) Bu ayetler indiðinde Peygamberimiz ayaða kalktý ve “Allahü ekber” dedi. Yanýnda bulunan Hatice annemiz de “Allahü ekber” dedi. (Vâhidi, et-Tefsiru'l-Basît, 2/361; Kurtubi, el-Cami' li-Ahkami'l-Kur'ân, 19/49.) Bundan sonra Allah’ýn emriyle namazdaki her rüknün/bölümün baþlangýcýnda tekbir getirilmeye baþlandý: Kýyamda, rükûda ve secdelerde… Artýk her evde “Allahü ekber” sesleri duyuluyor, dalga dalga bütün Mekke þehrine yayýlýyordu. Çünkü “Allahü ekber” lafzý tüm dünyaya bir çaðrý idi. Allah en büyüktür, sözü; sanki La ilahe illallah (Allah’tan baþka ilah-rab yoktur.) sözünü/ahdini teyit ediyordu.
Hz. Peygamber ve sahabe-i kiram Mekke’de münferit olarak namazlarýný kýlýyorlardý çünkü can güvenlikleri yoktu. Mekkeli müþrikler, onlarýn münferit namaz kýlmalarýna bile tahammül edemiyor, Kâbe’de tek baþýna namaz kýlan Hz. Peygamber’e zaman zaman zorluk çýkartýyor ve onu engelliyorlardý: Allah Teala bunu þöyle anlatýr: “Görüyor musun o yasakçýyý, namaz kýlan bir kulu (peygamberi) engelleyeni; ya o namaz kýlan haklý/hak üzereyse ya (insanlara) takvayý (sorumluluk bilincini) emrediyorsa/anlatýyorsa...” (Alak, 96/9-12.)
Bu baskýlar sebebiyle Müslümanlar, o dönemde býrakýn beraber (cemaatle) namaz kýlmayý, tek baþýna/münferit namaz kýlmakta bile zorlanýyorlardý. Herkes gizlice kendi evinde veya baþka bir köþede namazlarýný kýlýyor, bazen de Daru’l-Erkam’da Hz. Peygamber, sahabe-i kiramla toplandýklarý zaman (cemaatle) namaz kýlabiliyorlardý. Bu baský ve iþkence günleri 13 yýl devam etti.
Sonra hicret günleri baþladý. Hicret; Ýslam’ý özgürce yaþamak ve yeni bir medeniyet kurmak için evini-yaþadýðý topraklarý terk etmek ve yeryüzünün bir baþka bölgesine Allah için göç etmekti. Allah Rasulü bunu þöyle anlatýr: “Kimin hicreti (yolculuðu) Allah ve Rasulüne ise bu hicreti ile Allah ve Rasulüne ulaþýr. Kimin de hicreti, bir dünyalýk elde etmek ya da bir kadýnla evlenmek için ise o da hicret ettiði þeye ulaþýr.” (Buhari, Bed’ül-vahy, 1; Müslim, Ýmaret, 155 (1907).)
Medine’de Hz. Peygamber ve cemaatle namaz
Medine’ye hicretten sonra, Hz. Peygamber’in yaptýðý ilk iþ, þehrin merkezine bir mescit inþa etmek oldu. Böylece Müslümanlarýn gelip rahatça ve huzur içinde beraberce (cemaatle) namaz kýlabilecekleri, dinin fýkhýný ve sünneti öðrenebilecekleri özel bir mekân yapýldý ve buraya da mescit denildi.
Yeryüzünde inþa edilen ilk mescit Mekke’deki Mescid-i Haram yani Kâbe’dir. Diðer bölgelerdeki mescitler de sanki Kâbe’nin/Mescid-i Haram’ýn yeryüzündeki birer þubeleri gibidir. Bunun sembolü olarak Allah’ýn emriyle bütün mescitlerin yönleri Kâbe’ye dönük olarak inþa edilmiþtir ve Müslümanlar namaz kýlarken de bu yöne dönmektedirler. Bu þekilde âdeta bir vahdet, ümmet birliði/bilinci oluþmakta ve Kâbe’nin, tevhidin sembolü olduðu bütün dünyaya ilan edilmektedir.
Namaz kýlmak bir kimliktir
Asrýsaadette namazýn önemli bir fonksiyonu vardý ve sahabeye kimlik veren bir ibadet misyonu taþýyordu. Bu nedenle risaletin ilk günlerinden itibaren Mekke’de Hz. Peygamber ve sahabenin günlük namazlarý devam ediyor ve düzenli olarak her gün; sabah, akþam ve gece namazlarýný kýlýp Allah’a dua ediyorlar, O’ndan yardým istiyorlar, sonra da müþriklere tebliðe devam edip onlardan gelen saldýrýlara karþý direniyorlar ve sabrediyorlardý.
Miraç Gecesi Allah, günlük beþ vakit namazý emretti. Ertesi gün Cebrail geldi ve Hz. Peygamber'e iki gün süreyle beþ vakit namazýn baþlangýç ve efdal vakitlerini öðretti. (bk. Ahmed b. Hanbel, 3/330-331; Ebû Dâvûd, Salât, 2, (393); Tirmizi, Salât 1 (150).) O günden itibaren günlük beþ vakit namaz kýlmak Müslümanlarýn önemli bir kimliði ve varoluþ sebebi hâline geldi.
Cemaatle kýlýnan namaz, kâmil/mükemmel bir edadýr
Namaz bizim için önemli bir ibadettir ve âdeta gözümüzün nurudur. Biz bu ibadeti ve eðitimi Hz. Peygamber’den öðrendik. Onun gibi namaz kýlar, onun gibi Allah’a yaklaþmaya ve Allah’ýn temiz ve salih bir kulu olmaya çalýþýrýz.
Namaz ibadetinin edasý iki kýsýmdýr: Kâmil ve nakýs eda. Farz namazlarý cemaatle kýlmak kâmil edadýr ve asýldýr. Cemaate katýlmayýp farzlarý tek baþýna kýlmak ise nakýs edadýr.
Yeryüzünün en kýymetli yerleri mescitlerdir. Çünkü mescitler bir anlamda yeryüzünün cennet bahçeleridir. Bu kutsal mekânlardaki namazlar, zikirler, dualar, sohbetler, hutbeler, salavat ve tespihler ile Allah’a kulluk ve kurbiyetin zirvesine ulaþýlýr. Bu açýdan mescitler, insanlarýn Allah’a en yakýn olduðu yerlerdir. Kur’an’da þöyle buyurulur: “Mescitler Allah’ýndýr, Allah’tan baþkasýna sakýn dua (kulluk) etmeyin.” (Cin, 72/18.)
Ýmamlýk Nebevi bir emanettir
Cemaatle namazýn en efdal olaný, ilk safta eda edilenidir. Ýmama yakýn olmak, kýlýnan namazýn ecrini ve sevabýný artýrýr. Çünkü mihrap Hz. Peygamber’in makamýdýr, oraya geçip insanlara namaz kýldýran imam da bir anlamda Hz. Peygamber’in temsilcisi ve vârisi olmaktadýr ve bu açýdan hakkýn hadimi misyonunu yüklenmektedir. Bu nedenle imam olan kiþi yüce bir makamdadýr ve onu kimse geçemez, kimse onun yanýna duramaz. Diðer insanlar onun arkasýnda saf tutup tekbir komutlarýyla namaz kýlarlar. Âdeta onlarýn namazý, imamýn namazýna bitiþmiþ/yapýþmýþ ve tek namaz olmuþtur. “Ýmam (cemaatin namazýndan) sorumludur/garantördür.” hadisinden de bunu anlarýz. (bk. Ahmed, II/49; Ebu Davud, Salat 32 (517); Tirmizi, Salat, 153 (207).) Bu sebeple namazýn rükünlerini tam yerine getirmeyen kiþinin imamlýk yapmasý doðru olmaz çünkü cemaat adýna, imam o kadar mükemmel bir namaz kýldýrýr ki, âdeta bu o namazýn makbul olduðunu/olacaðýný gösterir. Ayrýca imam, namazda cemaat adýna Allah’a söz verir: “Biz ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardým isteriz.” (Fatiha, 1/5.) Sonra cemaat adýna Allah’a dua eder; “Bizi doðru yola ilet-doðru yolda tut (ya Rabbi!).” (Fatiha, 1/6.)
Hz. Peygamber cemaatle namaz kýlmaya çok önem verirdi. Bu nedenle hastalandýðý birkaç gün hariç, farz namazlarýn hepsini cemaatle kýlmýþtý. Savaþta bile, saldýrýlar durduðunda ve imkân bulduðunda namazlarý (salat-i havf þeklinde) cemaatle kýldýrýrdý. Medine’de de her zaman kendisi imam olur ve insanlara namaz kýldýrýrdý. Kuba gibi diðer yerlerdeki mescitlerde de bazý sahabiler namaz kýldýrýyordu. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Ammar b. Yasir, Ebu Seleme, Zeyd ve Amir b. Rebia’nýn içinde bulunduðu ilk muhacirler Kuba’da imamlýk yapmýþlardý. (Buhari, Ahkâm 25.) Kur’an’ý en iyi bilenlerden kurra ifadesi ile bahsedilmekte ve bu kelime ile âlimler kastedilmektedir. Çünkü Peygamberimiz vefat etmeden önce (baþka Kur’an hafýzlarý olduðu hâlde) Hz. Ebu Bekir’e imamlýk görevini vermiþti. Bu uygulamadan; ilim yanýnda fazilet, saygýnlýk ve toplumsal kabulün de önemli olduðu anlaþýlmaktadýr. (Merðýnanî, Hidaye, 1/55-56.)
Hz. Peygamber ölen Müslümanlarýn cenaze namazlarýný da bizzat kýldýrmak isterdi. Þöyle derdi: "Þüphesiz bu kabir, içinde yatan için karanlýkla doludur. Allah cenaze namazý kýlmam nedeniyle onlarýn kabirlerini nurlandýrýr." (Müslim, Cenâiz, 71 (956).) Hatta bir keresinde mescidi süpüren ve temizleyen kadýn vefat etmiþ ancak sahabe, meþgul etmesin diye Hz. Peygamber'e haber vermemiþ, kendileri cenaze namazýný kýlýp defnetmiþlerdi. Daha sonra Rasulüllah onu sordu. "Öldü." dediler. Rasulüllah: "Bana haber vermeniz gerekmez miydi? Onun kabrini gösterin." dedi ve gösterdiler. Orada Rasulüllah cenaze namazýný kýldý. (Buhari, Cenâiz, 65; Müslim, Cenâiz, 71 (956).)
Mescitler birer ilim merkezidir
Hz. Peygamber döneminden itibaren Mescid-i Nebi ve diðer mescitler Kur'an ve sünnet fýkhýnýn öðrenildiði yerler olmuþtu. Hz. Peygamber her gün gruplar hâlinde gelen Müslüman erkek ve kadýnlara Kur'an'ý aktarýr ve onun nasýl yaþanacaðýný öðretirdi. Ayrýca, mescide sýðýnmýþ ve orada kalan fakir sahabiler Ashab-ý Suffe kültürünü oluþturmuþlardý. Bu sahabiler nöbetleþe Hz. Peygamber'in yanýnda bulunmak, ondan bir þeyler öðrenmek ve ona hizmet/yardým etmek için âdeta yarýþýyorlardý. Bu nedenle nöbete/sýraya dayalý bir sistem kurmuþlardý; her gün bir grup, Hz. Peygamber'in yanýnda kalýr, diðerleri ise gün boyu çarþý ve pazarda çalýþýr, akþam mescide geldiklerinde kazandýklarý parayý ortaya koyarlar ve dileyen ihtiyacý kadar ondan alýrdý. Çalýþan kiþiler, diðerlerine Hz. Peygamber'in yanýnda yaþananlarý, duyduklarý sözleri ve öðrendikleri fýkhý/ahkâmý sorarlardý. Bu þekilde hepsi hem sýrayla çalýþýr hem de yeni Kur'an ve sünnet fýkhýndan haberdar olurdu. Aslýnda sadece fakirler deðil, Abdullah b. Ömer gibi bazý genç sahabiler de bu eðitime katýlmak ve istifade etmek için bazen mescitte kalýrlardý.
Hz. Peygamber'in vefatýndan sonra da mescitlerin ilim merkezi özelliði devam etti. Genç sahabiler, yaþý büyük tecrübeli-âlim sahabilere gördüklerini/yaþadýklarýný sorarlar; sünneti ve fýkhý öðrenmeye çalýþýrlardý. Bu nedenle genç sahabilerden bize çok sayýda hadis ve bilgi nakledilmiþtir. (bk. Oral, Rýfat, Büluðu'l-Meram Þerhi, I/14.)
Medine dýþýndaki diðer þehirlere giden ya da görevlendirilen âlim-fakih sahabiler mescitleri birer ilim merkezi hâline getirmiþlerdi. Mesela, Hz. Ömer tarafýndan Kufe'ye görevlendirilen fakih sahabi Abdullah b. Mes'ud; Kur'an ve sünnetin fýkhýný en iyi bilenlerdendi. Mescitte her gün ilmî dersleri; konuþmalarý, müzakereleri ve analizleri devam ediyordu. Yýllar sonra Hz. Ali; Kufe'ye geldiði zaman her tarafta ilim adamlarý görünce: "Allah Abdullah b. Mes'ud'a rahmet eylesin, Kufe'yi ilimle doldurmuþ." demiþti. (Kevseri, Fýkhu Ehli'l-Irak ve Hadisühüm, 29-30; bk. Nasbu'r-Raye mukaddimesi.) O günlerden sonra Kufe þehri Ýslam tarihinde (dil-
edebiyat, hadis, fýkýh ve diðer ilmî çalýþmalarda) hep mektep/ekol olmuþtu. Mescitlerdeki ilmî çalýþmalar devam etti. Yýllar sonra Ýmam Ebu Hanife, bütün derslerini mescitte verdi ve yüzlerce talebe yetiþtirdi, fýkýhta ekol/mektep olduðunu ispat etti. Çünkü Ýslam fýkhýný ilk defa bütünüyle öðrencilerine aktarmýþ ve bunlar da öðrencisi Ýmam Muhammed tarafýndan kaydedilmiþ ve “el-Asl” isimli o dev külliya oluþturulmuþtu. Bu eser, Ýslam tarihinde bütün konularý içine alan ilk fýkýh kitabýydý. Diðer þehirlerdeki müçtehitler de ilmî çalýþmalarýný ve eðitimlerini hep mescitlerde yaptýlar. Bu þekilde iki güzel sonuç ortaya çýktý: 1- Eðitim yeri mescit olduðu için öðrenciler abdestli olarak derslere katýlýyorlar ve ezan okunduðunda namazlarýný cemaatle vaktinde kýlýyorlardý. 2- Ýsteyen herkes Ýmam Ebu Hanife'nin ya da diðer müçtehitlerin derslerine katýlýyor ve yüksek ilmi çalýþmalar yaygýn bir eðitimle toplumun bütün katmanlarýna kolayca ulaþýyordu.
Mescitlerde cemaatle namaz kýlmak ve takva sahibi imam olup topluma kýlavuzluk yapmak bize intikal eden iki nebevi sünnettir. Bir baþka ifade ile bunlar birer kimliktir. Bu nedenle imam olan kiþi Hz. Peygamber'in misyonunu yüklendiðinin farkýnda olmalý (ki o tek baþýna bütün dünyayý ve tarihi deðiþtirmiþti); onun gibi davranmalý ve takva sahibi olmalýdýr. Bunun sonucunda: 1- Ýnsanlara karþý sempatik ve güler yüzlü olmalý, onlarla konuþmalý ve sorularýna/sorunlarýna cevap vermeli, sorunlarýyla ilgilenmeli ve sorunlarýný çözmeye çalýþmalý, 2- Fedakârca davranmalý ve görevinin bilincinde olmalý, 3- Namazý güzel kýldýrmalý (tadil-i erkâna dikkat etmeli) ve Kur’an’ý güzel okumalý, 4- Saflarýn düzgün ve sýký olmasýna dikkat etmelidir. Çünkü Peygamberimiz omuzlara dokunarak saflarý düzeltirdi. (Müslim, Salat 122.), 5- Ayrýca mescitlerde ilmî sohbetler ve ders halkalarý oluþturmalýdýr.
Unutulmamalýdýr ki imamlýk; nebevi bir hizmettir, peygamber makamýdýr. Ýmamlar bir nevi Hz. Peygamber’in camideki temsilcileridir / vârisleridir. Cemaatteki namaz ve ahlak bilinci, takva sahibi imamlarýn çoðalmasýyla toplumun bütün katmanlarýna yayýlýr ve Asrýsaadetin güzellikleri her asýrda ve dönemde yeniden yaþanýr.
Rýfat ORAL | Diyanet Aylýk Dergi
|