Þikâyet ve memnuniyetsizliðin artýk sýradanlaþtýðý ve insanlarýn hâlinden sürekli þekva ettiði zamanlardayýz. Sufiler, þükür nimeti deðil nimeti vereni görmektir, derler ama çoðu insan ne nimeti de nimeti vereni görebilecek idraktedir. Þairin “Ol mahiler ki derya içindedir deryayý bilmezler.” misali Hak Teâlâ’nýn nimetlerine gark olduðu hâlde bundan gafil olmak nankörlük deðil de nedir peki? Rabbimizin nimetlerini saymaya kalkýþsak sayýsýz nimetlerini anmaya gücümüz yetmezken bunlarý görememek ne büyük gaflet! Oysa insanýn sahip olduðunu sandýðý her þey Rabbimizin lütfu kereminden bahþettikleridir. Agâh olan anlar ki yerlerde ve göklerde olan ne varsa O’na (c.c.) aittir.
Ýnsanlarýn verilen sayýsýz nimetlere karþý þükür etmeyip gaflete dalmasýnýn iki sebebi olduðunu söylüyor Ýmam Gazali. Birincisi; insanlar cehaletleri sebebiyle umuma ait olan ve kendilerini de selamete erdiren þeyleri nimetten saymazlar. Ancak bu nimetlerden bir süre mahrum kaldýklarýnda kýymetinin farkýna varýrlar. Mesela gözleri gören biri gözün þükrünü eda edemez. Ancak kör olduðunda gözün kýymetini anlar, þayet görmesi iade edilirse þükreder, onu nimet bilir. Doðru olan ise devamlý gören gözü için þükretmektir. Ýkinci husus ise insanlarýn sadece kendilerine özel olarak verilen servet ve benzeri maddi þeyleri nimet olarak görmeleridir. Bu konudaki gafletleri ise ancak verilen servetin azlýk ve çokluðuna göre þükretmeleridir. Yani çok olursa þükrederler, az olursa þikâyet ederler. Biraz tefekkür etseler, Hak Teâlâ’nýn baþkasýna vermeyip de sadece onlara mahsus verdiði nice nimetleri görür ve devamlý þükür hâlinde olurlar. Bunlarýn baþýnda akýl, ilim ve ahlak gelir.
Ýnsanýn nimetlerin kýymetini bilip minnet ve þükranla Rabbine yönelmesi için öncelikle bu nimetlerin farkýnda olmasý gerekir. Ýhya’da hikâye edildiði üzere bir gün Ýbn Semmak, Abbasi halifelerinden birinin huzuruna vardý. O sýrada elinde bir bardak su olan halife ondan öðüt istedi. Ýbn Semmak: “Þiddetli susuzluða yakalandýðýn vakit, bütün servetine karþýlýk bu suyu isteseler ne yapardýn?” diye sordu, Halife: “Bütün servetimi verir bu suyu alýrdým.” deyince o, “Öyleyse bir bardak su deðerinde olan servetinle ne böbürlenip durursun.” dedi. “Söyleyin bakalým, suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akarsu getirir?” (Mülk, 67/30.) ayeti üzerinde düþünsek, içtiðimiz bir bardak suyun ne büyük nimet olduðunu daha iyi anlayabiliriz belki.
Velhasýl þikâyet etmeye hayâ edecek kadar çok nimetle kuþatýldýk, Yüce Rabbimiz her kuluna sonsuz hazinesinden nice nimetler ve ihsanlarla her an ikramda bulunurken þükrü eda etmemek hem cehalet hem de gaflettir. Oysa Yüce Rabbimiz, elinde olan nimete rýza gösterip þükür edenlere nimetlerini ziyadeleþtireceði müjdesini veriyor. (Ýbrahim, 14/7.) Þükür nimeti artýrýr, þükürsüzlük onu elden çýkarýr. Þükreden kendi iyiliði için þükretmiþ olur, nimete karþý nankörlük eden ise bilmeli ki Rabbimizin hiçbir þeye ihtiyacý yoktur, lütuf ve kerem sahibidir. (Neml, 27/40.)
Ýnsanoðlu fýtrat olarak kendisine küçük bir iyilikte bulunana hemen mukabelede bulunmak ister. O iyiliðin karþýlýðýnda ya iyilik ve ihsanda bulunur ya da teþekkür eder. Bu övgüye deðer güzel bir haslettir ki Hz. Peygamber (s.a.s.) insanlara teþekkür etmeyenin Allah’a da þükretmeyeceðini buyurmuþtur. (Tirmizi, Birr, 35.) Yüce Rabbimize þükretmek de kulluðumuzun bir gereðidir. Þükrü samimi bir þekilde eda edebilmek için öncelikle bizlere bahþedilen nimetleri görmemiz, bunlar üzerinde tefekkür etmemiz ve neticede Kuþeyrî’nin tabiriyle derin bir saygýyla nimet sahibinin iyiliðini anmamýz gerekir.
Þükretmek sadece dil ile “elhamdülillah, çok þükür” demekten ibaret deðildir. Ýmam-ý Gazali her nimetin þükrünün kendi cinsiyle olacaðýný söylüyor: “Aklýn þükrü, onunla Allah Teâlâ’yý tanýmaya çalýþmaktýr. Kalbin þükrü onunla Allah Teâlâ’yý sevmektir. Gözlerin þükrü eþyaya ibret ve tefekkür nazarýyla bakmak ve eserde müessiri, sanatta sânii, nimette münimi, fiilde fâili görmektir. Dilin þükrü Allah Teâlâ’yý zikretmek, nasihat etmek ve doðru konuþmaktýr. Kulaklarýn þükrü Allah Teâlâ’nýn emir ve fermaný olan Kur’an’ý dinlemek, nasihat ve doðru söze kulak vermektir. Ellerin, ayaklarýn, diðer organlarýn ve nimetlerin þükürleri de bunlarý kendi veriliþ gayeleri istikametinde çalýþtýrmak ve kullanmaktýr.” (Gazali, Dinde Kýrk Prensip Ýmam Gazali’nin Risaleleri, Hikmet Neþriyat, Ýstanbul 2004, s. 385.)
Nimeti deðil nimeti vereni görebilmek, bunlar üzerinde tefekkür edip þükrünü eda edebilmek de þükre vesile bir durumdur. En büyük nimet þükür edebilmektir, der gönül ehli. Çünkü hem nimetlerin asýl sahibi olan Hak Teâlâ’yý anarýz hem de þükrederek kalbimizin kasvetini giderir gönlümüzü huzurla doldururuz. Kendini baþkalarýyla kýyaslamadan elindeki nimete kanaat edebilmek de þükürdür. Hz. Peygamber (s.a.s.) “Þükrünü eda edeceðiniz az mal, þükrünü eda edemeyeceðiniz çok maldan hayýrlýdýr.” buyuruyor. Rabbimizin verdiklerine az çok demeden kanaat etmek ilahi takdire razý olmaktýr. Bu sebeple ehl-i dil, “Elhamdülillah ala külli hâl” yani “Her hâlimize hamdolsun.” sözünü vird-i zeban etmiþlerdir. Her ne hâlde olursak olalým her zaman için þükredecek öyle çok nimete sahibiz ki. Sadece bir nefeste dahi þükrü gerektiren iki nimet vardýr. Her nefes almada oksijeni içimize çekiyor, her nefes vermede karbondioksidi dýþarý veriyoruz. Eðer nefes alamasak oksijensizlikten, veremesek de karbondioksit zehirlenmesinden ölürüz. Nefes alýp verdiðimiz her an Rabbimizin nimetlerine mazhar oluyoruz.
Hz. Mevlana þükür nimetin canýdýr, derken; Ýmam Gazali þükrün, ibadetin özü ve ruhu olduðunu söyler. Rabbimize kulluðumuzun güzel bir ifadesi olan þükür ayný zamanda zikir ve duadýr. Hz. Peygamber (s.a.s.) zikirlerin en faziletlisinin “elhamdülillah” olduðunu haber vermiþtir. (Ýbni Mace, Edeb, 55.) Allah Teâlâ’ya gönülden yönelenler hem darlýkta hem varlýkta O’na hamdederler. Bu hususta Sevgili Peygamberimizin duasýyla Rabbimizden yardým isteyerek bitirelim: “Allah’ým! Seni anýp zikretmek, nimetlerine þükretmek, sana en güzel þekilde kulluk etmek için bana yardým eyle!” (Ebu Davud, Vitir, 26.)
Dr. Lamia LEVENT ABUL / DÝYANET AYLIK DERGÝ
|