Ramazan birlik ve birlikteliktir
Ramazan, birliðin ve bütünlüðün canlý, sýcak ve heyecanlý yaþandýðý ayýn adýdýr. Bu ayda birlikte acýkýlýr ve birlikte doyulur. Hislerimiz birlikte, hissediþlerimiz birliktedir. Yine bu ayda herkesin yüzünde oruç açar, nefesi oruç kokar, sözleri oruç üzerine olur. Gönülden gönüle yol açýlýr bu ayda. Gözlerde ýþýltý, içte derin bir ferahlýk doðar. Duygular samimi, davranýþlar hakikidir.
Çocuk hâlimizi bir hatýrlayalým; nasýl da cývýl cývýldýk ramazanlarda. Büyüklerimizle sahura kalkar, gözlerimizi ovuþturarak anne, baba, dede, nine ve bilumum aile fertleriyle sofraya oturur, birlikteliðin getirdiði bereket ve iþtah ile yer, içer kalkardýk. Yani birlikte uyur, birlikte uyanýrdýk. Akþam oldu mu annemizin piþirdiði çörekleri kapar, damlara koþar, müezzinin ezaný ile birlikte oruçlarýmýzý açardýk. Ezanýn bitmesiyle eve koþar, birlikte sofranýn baþýna dizilirdik. Birlikte yer, birlikte içerdik. Dedemizin, babamýzýn veya amcamýzýn elinden tutar, birlikte teravihe giderdik. Onlar namaz kýlar, biz arkada kýkýrdaþýrdýk. Arada bir sert bakýþlara hedef olurduk ama asla bu birliktelikten sýkýlmaz, þikâyet etmezdik. Kýsaca bu birliktelikle ramazanýn tevhit iklimi hepimizi kuþatýrdý, zihinlerimizin derinliklerine iþlerdi.
Bu tevhit, insanlýk tarihinde ilk insan Hz. Âdem ile baþlayýp son peygamber Muhammed Mustafa (s.a.s.) ile sona eren Allah elçilerinin getirdiði ilkenin adýydý. Her unutulduðunda yeni bir elçi gönderilmiþ ve son peygamberle birlikte unutulmamak üzere bu ilke zihinlere kazýnmýþtýr. O rahmet peygamberinin tevhit mücadelesi ve serüveni öncekilerin benzeriydi. Yüce Allah’ýn yirmi beþ peygamberi Kur’an’da örnek olarak göstermesi bu yüzden olsa gerektir.
Son tevhit mücadelesinin önderi Hz. Muhammed Mustafa’dýr (s.a.s.)
Bundan on dört asýr önceydi. Bir gün o yüce insan çýktý ve “Allah birdir” dedi. Taþa, topraða, aðaca tapmaya alýþmýþ insanlar bunu anlamadý. Hâlbuki o yeni bir þey getirmiyordu. Ýlk insan Hz. Âdem’den, Hz. Ýbrahim’den, Hz. Musa’dan ve Hz. Ýsa’dan beri var olan bir ilkeyi hatýrlatýyordu: “Ben ilk defa ortaya çýkmýþ türedi bir peygamber deðilim. Bana ve size gelecekte nasýl bir muamelede bulunulacaðýný bilemem. Ben ancak bana vahiy olarak gelen bilgiye tabi olurum. Ben sadece bir uyarýcýyým.” diyordu zaten. (Ahkâf, 46/9.)
O zamanlar her kabile, hatta her kiþi kendi putuna taptýðý için bir diðerini bilmezdi. Belki müþrik Araplarýn tek þansý atalarý Hz. Ýbrahim ve Hz. Ýsmail’den kalma Kâbe idi. Kâbe onlarý buluþturuyor, birleþtiriyor ve etrafýnda halkalar hâlinde döndürüyordu. Hayatlarýnda birlikteliði saðlayan bir tek bu tevhit izi kalmýþtý. Ancak onlar bu temiz mekâný da putlarla kirletmiþlerdi. Ýþte yüce peygamber “Allah bir” diye haykýrýrken Kâbe’nin birliðinden Allah’ýn birliðine iþaret ediyordu. Kalpleri taptýklarý putlar gibi taþlaþmýþ olan bu topluluk bir de o yüce insanla mücadele ediyordu. Onun bunlara sözü ise; “Sizin ve babalarýnýzýn koyduðu isimden baþka bir gerçekliði olmayan, tanrý olduklarýna dair Allah’ýn size bir belge ve bilgi indirmediði bu putlar hakkýnda mý benimle mücadele ediyorsunuz? Siz de bekleyin ben de bekleyeyim, bakalým kim haklý çýkacak!” olmuþtur. (Araf, 7/71.)
Medine’ye gitti, orada baþta Yahudiler olmak üzere bütün ehlikitaba: “Ey ehlikitap! Bizimle sizi hak ve adalet üzere kýlacak bir kelimede buluþalým: Allah’tan baþkasýna kulluk etmeyelim. O’na hiçbir þeyi ortak koþmayalým. Bazýmýz bazýmýzý Allah’ýn karþýsýnda rabler edinmesin. Eðer bu apaçýk gerçeði görmez de yüz çevirirseniz biliniz ki bizler Müslümanýz.” diye seslenmiþti. (Âl-i Ýmran, 3/64.)
Ýþte bu þekilde “biz Müslümanýz” diyen sahabiler onun etrafýnda birleþtiler ve tek yürek oldular. Namazlarý birlikte, oruçlarý birlikte, haclarý birlikteydi. Hep birlikte Kâbe’ye yöneliyorlar ve hep birlikte el açýp Rablerine yalvarýyorlardý. Birlikte sahur yapýp birlikte oruç açýyorlardý. Birlikte üzülüp birlikte seviniyorlardý. Çünkü bu topluluk önderlerinin izinde akrabalarýný koruyup gözeten, zayýf ve düþkünlere destek çýkan, yoksulu giydiren, misafire ikram eden ve darda kalmýþ, belaya uðramýþ kimselere yardým eli uzatan ve hayatta asla yalan söylemeyen, hýyanet etmeyen, riya ve iki yüzlülüðe pirim vermeyen gerçek hak dostlarýydýlar.
Aralarýnda bir sorun çýktýðýnda derhal Hz. Peygamber’e iletirler, o da bu sorunlarý çözer, birliði ve bütünlüðü yok edecek, tefrikaya meydan verecek bir olgu ve olaya fýrsat tanýmazdý. Dýrar mescidi örneðinde olduðu gibi fitne çýkarmak için mescit yapýlmasýna bile izin verilmezdi. Çünkü mescitler birliðin, beraberliðin ve bir arada olmanýn adýydý. Bunu istismar ederek fitne aracýna dönüþtürmek isteyenlerin hevesleri kursaklarýnda kalýrdý. Ýslam’ýn mabedini, ibadetlerini ve þiarlarýný birlik ve bütünlüðü bozma aracý hâline getirenler önce Hz. Peygamber’i ve bütün sahabileri karþýlarýnda bulurlardý.
O gün bugüne örnektir
Ýlahî mesajý getiren ve teblið eden Hz. Peygamber ve onun ilk þahitleri olan sahabiler ile yeniden ve güçlü bir irtibat kurmak, dinî açýdan tutarlý, toplumsal açýdan ise hemen karþýlýk bulabilecek bir çözümdür. Zaten dinin birleþtirici tevhit binasý dört topluluk eliyle kurulmuþtur. Bu dört topluluk; Hz. Peygamber, sahabiler, tabiler ve tebe-i tabilerdir. Bu gerçeðe Peygamber Efendimiz: “En hayýrlý nesil benim zamanýnda yaþayanlar, sonra onlarý takip edenler, sonra onlarý takip edenlerdir.” (bk. Buhari, Þehadat, 9; Müslim, Fedailu’s-sahabe, 212.) diye iþaret etmiþtir. Bu üç nesil, birliðin, beraberliðin ve ittifakýn çok güzel örneklerini sergilemiþlerdir. Aralarýndaki ihtilaflarý sükûnet ve suhulet içinde çözmeye çalýþmýþlardýr. Ama hiçbir ihtilafý kan davasýna ve din-iman meselesine dönüþtürmemiþlerdir.
Çünkü ihtilaflarýn sadece fikir düzeyinde kalmasý bir çeþitlilik ve zenginlik olarak olumlu bir geliþmedir. Ancak bunun kin, nefret ve fitne aracý hâline getirilmesi, toplumlarýn parçalayan ve içten içe çürüten bir zehre dönüþmesi demektir. Dün ve bugün Ýslam toplumunun yegâne problemi fikir düzeyindeki ihtilaflarýn toplumsal, siyasi ve askerî düzeye taþýnarak bir zulüm aracý hâline dönüþtürülmesidir. Bu iki yolla gerçekleþmektedir: Birincisi her düþünce sahibini tek bir doðru etrafýnda birleþtirmeye kalkýþmak, ikincisi ise bazý düþünceleri zararlý sayarak onlarý yok etmeye çalýþmaktýr. Her iki yol da güncel deyimle bir toplum mühendisliði çalýþmasýdýr. Bir diðer deyiþle; fertleri ve toplumlarý tepeden dizayn etme giriþimidir. Bu da toplumda gerilimlere yol açmakta ve insanlarý korku ve paniðe sürüklemektedir. Ýslam toplumunun bugünkü çýkmazý veya en büyük problemi tam bu korku ve panik hâlidir.
Birlik sünnet üzere yaþamaktýr
Ýslam toplumlarýnýn tek çýkýþ yolu Hz. Peygamber’den baþlayýp sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin eliyle devam eden vefakâr âlimler eliyle bu günlere gelen sünnet üzere olmak ve yaþamaktýr. Ehlisünnet velcemaat, iþte bu yaþamanýn adýdýr. Çünkü sünnet, Hz. Peygamber ve sahabesinin Ýslam’ý yaþama ve yaþatma biçimine tabi olmayý, cemaat ise Ýslam’ýn baþlangýcýndan bugüne bu yol ve yöntem üzerinde bulunan Müslüman ana kitleyi ifade etmektedir. Bu anlamýyla ehlisünnet, Müslümanlarýn en geniþ manada toparlayýcý ana bünyesini oluþturmaktadýr. Onun tarihteki misyonu bu olmuþtur ve bugün de bu özelliðini ve vazifesini devam ettirmektedir. Bu yol ve yöntem Müslümanlarýn bir arada, barýþ ve sükûnet içinde yaþamasýnýn da tek teminatýdýr.
Ehlisünnet “Müminler kardeþtirler.” ilkesi çerçevesinde sadece kendileri gibi düþüneni deðil, bazý görüþ ayrýlýklarý dolayýsýyla ana kitlenin dýþýnda kalmýþ Müslümanlarý da kucaklamýþ, onlarý da içine alacak geniþ bir ehlikýble þemsiyesi açmýþtýr. Buna göre Kâbe’yi kýble bilen bütün Müslümanlar Ýslam çerçevesi içinde, iman þemsiyesi altýndadýr. Hiçbir Müslüman görüþ, düþünce veya tavrý dolayýsýyla dýþlanamaz. Bunu da “Ehlikýble tekfir olunamaz.” yani Kâbe’yi kýble kabul eden hiçbir Müslüman Ýslam dýþýnda sayýlamaz ilkesi ile tayin ve tespit etmiþtir. Mehmet Fevzi’nin getirdiði tarif ise ehlikýbleyi biraz daha netleþtirmektedir. Ona göre; ehlikýble, Kâbe’nin kýble olduðunu kabul ve ikrarda bulunan kiþilere verilen genel addýr. Bu tarifini, “Yüzünü Mescid-i Haram’a çevir.” (Bakara, 2/114.) ayetine dayandýrýr. Her ne kadar ehlikýbleden olan bazý kimseler unutma, ihmal veya emre uymama þeklinde namazý terk etmiþ olsalar bile bu, onlarý ehlikýble olmaktan çýkarmaz. (Mehmet Fevzi, Cemal ale’l-Celal, s. 11.)
Öte yandan ehlisünnet, bütün insanlýðý da kucaklamýþ, inananlarý yani Allah’ýn emrine ve Hz. Peygamber’in davetine icabet edenleri ümmet-i icabe (Ýslam’a girmiþ olanlar) halkasý ile kuþatýcý bir çerçeve çizerken henüz inanmamýþ olanlara da ümmet-i da’ve (davete hazýr topluluk) penceresini açmýþ, onlara sürekli bir kurtuluþ ipi uzatmýþtýr. Çünkü inanmýþ olanlar kurtuluþa ermiþtir, inanmamýþ olanlar ise kurtuluþ için davet bekleyenlerdir. Zira Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) bütün insanlýða gönderilmiþ son uyarýcýdýr.
Bu anlayýþ ve düþünce bizi kuþattýðý sürece hem Müslümanlarýn hem de bütün insanlýðýn huzur ve kurtuluþu mümkün hâle gelir. Nitekim etrafýmýza baktýðýmýzda her yýl olduðu gibi bu yýlki ramazan ikliminde, gönülden birlik ve bütünleþmenin adý olan tevhit yaþanýyor. “Ey inananlar, sizden öncekilere farz kýlýndýðý gibi oruç size de farz kýlýndý.” (Bakara, 2/183.) ilahî emri, tam da tarihin derinliklerinden gelen bu gerçeði dile getiriyor. Yine bu ayda kadýn, erkek, zengin ve fakir herkes birlikte acýkmanýn ve birlikte doymanýn bir aylýðýna provasýný yapýyor. Zaten ötekini anlamanýn adýdýr oruç. Bir baþka deyiþle kendini ötekinin yerine koyarak ötekileþtirmeden vaz geçip birlikten diriliðe ermektir, kýsacasý gönüllü ve gönülden birlikte yaþamadýr ramazanda oruç.
DÝYANET AYLIK DERGÝ / Prof. Dr. Caðfer KARADAÞ
|