Tevhid ve risalet
Kendisinden ayrý herhangi bir ilah olmadýðýný ilim yaparak öðrenmemizi emreden Allah (c.c.), eþsiz ve benzersizliðini yarattýðý kevnî ayetleri üzerinden biz kullarýna tanýtmýþtýr. Böylece insan, rabbini tanýdýkça sever; sevdikçe saygý duymak ister. Kelime-i tevhidin birinci kýsmýnýn yaþandýðý bu aþamayý ikinci kýsým takip eder; nitekim bu noktada nebevi risalet devreye girmektedir. Ýnsanýn, Allah’ý tanýyýp sevmesi sonrasýnda O’na nasýl saygý göstereceðini bilme arzusu kaçýnýlmaz olur. Bu baðlamda Hz. Ýbrahim’in þu sözü dikkat çekicidir: “Beni yaratan, iþte O bana yolumu gösterir.” (Þuara, 26/78.) Bu süreçte böylesi bir beklenti (Allah’tan hidayet beklentisi) doðal ve zorunlu bir beklentidir. Kiþinin Cenab-ý Hakk’ý nasýl hoþnut edebileceði, O’nun kendisinden neleri beklediði ve nelerden uzak durmasýný istediði ve neticede kendisine neler vadettiði; tüm bunlar ancak vahiy üzerinden öðrenilebilir. Sözgelimi Hz. Âdem’in Allah’a asi olmasý ve böylece cennetten çýkarýlýp yeryüzüne indirilmesi sonrasýnda Cenab-ý Hak’tan öðrendikleri sayesinde tövbesi kabul olmuþtur. Allah buyurdu ki: “Derken Âdem, rabbinden bazý kelimeleri edindi de böylece Allah onun tövbesini kabul etti.” Böylece ilk insan, Allah’a nasýl tövbe edip kendisini baðýþlatacaðýný yine Allah’tan öðrenmiþ oldu.
Ýnsanoðlu, varlýk zemininde rabbini tanýmaya ve O’ndan gayrý bir ilah bulunmadýðýný anlamaya muvaffak olabilir (tevhid); ancak hayatýn anlamýný ve bu anlam kapsamýnda Allah’a nasýl kulluk edeceðini ve öldükten sonra kendisini nasýl bir sonucun beklediðini kendi kendine bilemez. Bu sebeple risalet üzerinden gelen ilahi iletiþime kesinlikle ihtiyaç duyar. Gökleri ve yeri yaratan Allah’ýn (c.c.) biz insanlarý muhatap almasý, bize konuþmasý ve elçisini göndermek suretiyle bize dinimizi öðretmesi bu açýdan bakýldýðýnda paha biçilmez deðerdedir. Zira varlýðýný, yarattýklarýný görerek ve inceleyerek tüm kalbimizle akledip fark ettiðimiz Yüce Yaratýcý ile hiçbir iletiþim kuramamak biz insanlar açýsýndan tam bir yalnýzlýk ve çaresizlik olurdu. Bu yüzden risalet, beþerin dünyasýna inen Allah’ýn bir ipi ve ilahi bir rahmetidir. Bakýnýz Cenab-ý Hak, Resulüllah’ý gönderirken nasýl tarif ediyor: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107.) Böyle bakýldýðýnda görülecektir ki risalet, kelime-i tevhidin bir ilavesi deðil doðal bir sonucu ve zorunlu/ayrýlmaz bir parçasýdýr.
Yaradan’ý bilip risaleti inkâr etmek
Varlýk âlemini incelemek suretiyle sadece Yaradan’ýn varlýðýný tanýmak ancak sonra O’nunla hiçbir iletiþim arzu etmemek, hatta bunu imkânsýz saymak ve kendisine karþý hiçbir minnet ve sorumluluk duymamak (Deizm) saðlýklý bir muhakeme ve makul bir sonuç deðildir. Bu durum, olsa olsa kiþinin buyruk altýna girmekten bile bile kaçýnmasý olarak açýklanabilir. Çünkü makul olan Hz. Ýbrahim’in dediði gibi yarattýðýna göre bana yolumu illaki gösterecektir, anlayýþýdýr. Var eden kudretin yarattýðý biz insanlara aramýzdan birini göndererek mesaj iletmesini ve böylece bize hayatýn anlamýný ve sorumluluðunu öðretmesini yadýrgamanýn anlaþýlýr bir tarafý yoktur. Nitekim Cenab-ý Hak bu durumu Kur’an-ý Kerim’de birçok kere konu etmiþ ve bu yadýrgayýþýn mantýksal olarak yersizliðini gözler önüne sermiþtir: “Sizi uyarmasý ve sizin de Allah’a karþý gelmekten sakýnýp rahmete ulaþmanýz için, içinizden bir adam aracýlýðý ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öðüt) gelmesine þaþtýnýz mý?” (Araf, 7/63.) Bu yaklaþýmýn, insanlar için tabir edilen “aðzý var dili yok” misali “bir tanrým olsun ama hiçbir sözü, etkisi ve yetkisi olmasýn”dan öte bir þey olmadýðý ve herhangi bir anlam ifade etmediði izahtan varestedir.
Yahudilerin Hz. Muhammed’in (s.a.s.) risaletini tanýmamalarý
Tevhid olduktan sonra risalete iman etmemek sakýncasýz olsaydý herhalde bu durum Yahudiler için de geçerli olurdu. Nitekim onlar Hz. uhammed’in (s.a.s.) risaleti kendilerine ula þýnca onu kabul etmeyip yalanladýlar. Onlarýn bu davranýþýný bakýnýz Allah (c.c.) nasýl küfür olarak niteledi: “Onlara Allah katýndan ellerindekini (Tevrat) doðrulayan bir kitap gelince, daha önce kâfirlere karþý zafer isteyip dururken iþte þimdi bilip tanýdýklarý (Kur’an) kendilerine ulaþýnca onu inkâr ettiler. Allah’ýn laneti böyle kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara, 2/89.) Öte yandan, varlýðý inceleyerek Yaradan’ý bilip bunun doðal sonucu olarak bir arayýþ içerisinde olan ancak henüz hak risalet ile karþýlaþmamýþ bulunan kimseleri Yüce Allah’ýn esirgeyeceðini ve onlara hakký mutlaka ulaþtýracaðýný unutmamak gerekir. Nitekim Allah (c.c.) buyuruyor ki: “Þayet Allah onlarda bir hayýr bilseydi onlara da kesinlikle iþittirirdi!” (Enfal, 8/23.)
Peygamberin risaletine nasýl þahit olunur?
Evrendeki ayetleri okuyarak tek bir ilahtan gayrý herhangi bir ilah bulunmadýðý gerçeðine (tevhid) tanýk olan hayýrlý kimselerin hidayet arayýþý Cenab-ý Hakk’ýn güvencesinde hak risalet ile sonuçlanýr. Nitekim böyle kimseler, Yüce Allah’ýn Hz. Muhammed’e (s.a.s.) indirdiði bu Kur’an-ý Kerim’i duyduklarý vakit, onun Allah’tan hak olduðunu anlarlar. Cenab-ý Hak buyurdu ki: “Kendilerine ilim verilenler sana rabbinden in dirilenin hak olduðunu görürler.” (Sebe, 34/6.) Ýþte bu görüþ risalete þehadettir. Kulun, mesajýn sahibinin Allah olduðunu görmesi, mesajý getiren elçinin doðru sözlü olduðunu anlamasýyla eþ deðerdir. Dolayýsýyla peygambere þehadet, risalete tanýklýk ile ancak mümkündür. Bu itibarla peygamberlere þehadet onlarýn getirdikleri din üzerinden sonuçlandýrýlýr. Nitekim vaktiyle Salih Peygambere (a.s.) iman etmiþ kimselere, onun peygamberliðini nasýl bilebildikleri sorulduðunda: “Biz onunla gönderilenlere iman ettik.” (Araf, 7/75.) þeklinde cevap vermiþlerdir. Allah’tan gayrý bir ilah olmadýðý gerçeðine (tevhid) tanýklýk nasýl ilim ile oluyorsa risalete tanýklýk da ancak araþtýrarak/öðrenerek ve böylece kalbin tasdik etmesiyle olur. Bakýnýz Allah (c.c.) bu durumu nasýl izah ediyor: “Bir de kendilerine ilim verilenler, onun rabbinden hak olduðunu bilsinler de ona iman etsinler; böylece kalpleri güven ve tatmine kavuþsun.” (Hac, 22/54.) Kâfirler Hz. Muhammed’e (s.a.s.) “Sen resul deðilsin.” diyerek inkâr ettiklerinde Cenab-ý Hak resulünü ilim sahipleri üzerinden þöyle teselli etmiþtir: “Onlara de ki: Aramýzda tanýk olarak bana, Allah ve kendisinde kitabýn ilmi bulunanlar yeter!” (Rad, 13/43.) Bir baþka ayette ise Yüce Allah kâfirlere karþý sadece kendisinin þahit olarak yeteceðini bildirdi: “Þahit olarak Allah yeter! Muhammed Allah’ýn resulüdür!” (Fetih, 48/28-29.) Sonuç olarak peygamberin getirdiklerini okuyarak ve anlayarak kiþinin Ýslam’ýn anahtarý mesabesindeki kelime-i þehadeti fiilen gerçekleþtirmesi beklenir. Bu sürecin tam bir farkýndalýk ile yaþanmasý gerektiði, Resulüllah’ýn ayetteki çaðrýsýnda da aynen yer almýþtýr: “De ki: Ýþte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah’a çaðýrýrýz…” (Yusuf, 12/108.)
Risalet ilahi bir öðretidir:
özgün ve mükemmeldir
Allah’ýn, vahiy kanallarýyla ilham, perde ardýndan ve Cibrîl-i Emin ile (Þura, 42/51.) peygamberine indirdiði risalet kâmil manada bir dindir; yani eksiltme yahut artýrma kabul etmez. Bu yönüyle risalet, ilahi vasfý itibarýyla özgündür aynen muhafaza edilir ve yaþanmaya çalýþýlýr. Hayatýn deðiþen araçlarý ile deðiþime uðramaz; çünkü bunlardan arýnýk/steril bir hâlde indirilmiþtir. Tarihsel veya yöresel olmayan evrensel öðretisi son derece olaðanüstü ve mucizevidir. Ýncelediði takdirde beþere; “Ýþte bu Kur’an ancak Allah’ýn kelamýdýr.” dedirten yaný da bu insan üstü üslup ve içeriðinden kaynaklanmaktadýr. Nitekim Allah (c.c.) bir benzerinin yaratýlmýþ varlýklar tarafýndan yapýlamayacaðýný þöyle bildirmiþtir: “De ki: Ýnsanlar ve cinler bu Kur’an’ýn bir benzerini yapmak üzere toplansalar; birbirlerine destek olsalar da yapamazlar!” (Ýsra, 17/88.) Kur’an’ýn uygulamasý ve risaletin bir beþer üzerindeki somut karþýlýðý olan Resulüllah’ýn sünneti de 23 yýlda vahyin yönetiminde/ gözetiminde yaþanmýþ ve Yüce Yaradan tarafýndan övülerek örnek gösterilmiþtir: “Muhakkak ki sen muazzam bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4.)
Peygamber de Allah’ýn kuludur
Resulüllah’ýn Kur’an’dan bir sureyi öðretir gibi namazda okunmak üzere öðrettiði kelime-i þehadette, Allah’ýn elçisine þehadet ederken ‘abduhu’ denilmek suretiyle onun önce kulluðu dile getirilmektedir. (Buhari, Ýstizan, 5821.) Bu öncelik onun beþer olduðu gerçeðinin hiçbir zaman unutulmamasý için yapýlan kalýcý bir vurgudur. Bu hususa dikkat edilmesi ve hiçbir zaman peygamberin ilahlaþtýrýlmamasý gerekir. Nitekim Allah’ýn elçisi de bizim gibi bir beþerdir. Ayeti kerimede þöyle denmektedir: “Ben de sizin gibi bir beþerim…” (Kehf, 18/110.) Binaenaleyh, onun beþer üstü bir varlýk olduðunu ihsas ettiren ve ona ezelî bir mahiyet atfedip böylece tüm varlýklarýn aslýnda onun hatýrýna yaratýldýðýný ifade eden yaklaþýmlar doðru deðildir. Bu baðlamda dile getirilen ve levlake hadisi diye bilinen rivayetin Resulüllah’a ulaþan sahih bir isnadý bulunmamaktadýr. (Saðani, Mevzuat, c.1,59.) Öte yandan Allah (c.c.) insanlarý ve cinleri ancak kendisine kulluk etsinler diye yarattýðýný zaten haber vermektedir. (Zariyat, 51/56.) Netice itibarýyla Hz. Muhammed (s.a.s.), Allah’ýn yarattýðý bir kulu ve âlemlere rahmet olarak gönderdiði resulüdür. Bizatihi onun öðrettiði þekliyle risalete þehadetin çerçevesi böyledir.
Nübüvvetin son duraðý: Hz. Muhammed (s.a.s.)
Allah’tan haber getirenlerin (nübüvvet) sonuncusu Sevgili eygamberimizdir. Böylece kýyamete kadar sürecek Ýslam dini insanlýða indirilip öðretilmiþ ve artýk vahiy son bulmuþtur. Nebiler arasýndan seçilen ve ümmetlere gönderilen resuller de (Nahl, 16/36.) doðal olarak böylece sonlanmýþtýr. Dolayýsýyla Hz. Muhammed (s.a.s.), son nebi olduðu için ayný zamanda son resuldür; çünkü Allah’tan haber almak (nübüvvet) artýk onunla mühürlenmiþ bulunmaktadýr. Allah (c.c.) onu, ahir zaman ümmetine (son ümmet) kýyamete kadar göndermiþtir. Nitekim Allah (c.c.) buyurdu ki: “Muhammed, içinizden herhangi bir adamýn babasý deðildir; o ancak Allah’ýn Resulü ve nebilerin sonuncusudur.” (Ahzab, 33/40.) Allah’tan haber almadýðý hâlde yani nübüvveti olmaksýzýn bir kimsenin risaletle görevlendirilmesi düþünülemez; makul deðildir. Zira görevlendirme bilgisinin dahi o kiþiye ulaþtýrýlabilmesi için Allah’tan haber alabiliyor (nübüvvet) olmasý gerekir. Binaenaleyh, Resulüllah’tan sonra peygamberlik, resullük veya nebilik iddiasýnda bulunmak yahut hangi isim altýnda olursa olsun neticede Allah’tan bilgi aldýðý vehmini insanlara ihsas ettirmek doðru deðildir. Zira umumu ilgilendiren vahye dayalý dinî bilgilerin tamamý, Sevgili Peygamberimiz’in risaleti ile birlikte kemale ermiþ ve tamamlanmýþtýr. (Maide, 5/3.) Bu bakýmdan kelime-i þehadeti ikrar ayný zamanda bu gerçeði (nübüvvetin son bulmasý) Sevgili Peygamberimiz özelinde ikrardýr.
Resul’e þehadette bilinçsiz taklit
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) risalet çaðrýsýna basiretle karþýlýk vermeyip (Ahzab, 33/40.) bilinçsizce ve kalbin tasdikinden uzak bir þekilde, salt toplumu taklit ederek sadece dille þehadette bulunarak karþýlýk vermek on derece tehlikelidir. Zira diliyle ikrar ettiðini, kalbiyle de tasdik etmek, tahkik-i iman seviyesine çýkarmaktýr. Benzer þekilde Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadisinde; kiþi kabrine konulduðunda arkadaþlarý ile ailesi geriye dönüp gittikleri zamanki ölü onlarýn yürürken çýkardýklarý ayakkabýlarýnýn seslerini bile muhakkak iþitir ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona: “Þu Muhammed adlý kimse hakkýnda ne der idin?” diye sorarlar. Bu soruya muhatap olan mümin kul: “Onun Allah’ýn kulu ve resulü olduðuna þehadet ederim.” der. Bunun üzerine melekler: “Cehennemdeki oturacak yerine bak! Allah bu azap yerini senin için cennetten bir makama tebdil etti.” derler de o mümin kul cehennem ve cennetteki o iki yerini beraberce görür. Münafýk veya kâfir olan kula ayný soru sorulunca, o da: “Ben onun hakkýnda kendim bir þey bilmiyorum. Ýnsanlar onun için ne söylüyorlardýysa ben de onu söylerdim.” diye cevap verir. Bunun üzerine ona: “Sen anlamadýn ve sen uymadýn!” denir ve ona demirden okmaklarla öyle bir vuruþ vurulur ki derhal þiddetli bir sayha ile baðýrýr. Bu baðýrýþý, insan ve cinlerden baþka bu ölüye yakýn olan herkes tarafýndan iþitilir. (Buhari, Cenaiz, 128.) Nitekim münafýklar Resulüllah’a gelip biz senin Allah’ýn resulü olduðuna þehadet ediyoruz, dediklerinde Allah da onlarýn yalancý olduklarýna þehadet ederek karþýlýk vermiþtir. (Münafikun, 63/1.)
Risalete uyan hidayete kavuþur
Ýnsanoðlu, kelime-i tevhid neticesinde tanýyýp sevdiði rabbiyle risalet sayesinde saðlam bir bað kurmuþ olur. Var eden kudretin, hayatý hangi anlam üzere yarattýðýný vahiy üzerinden öðrenme fýrsatý bulur. Bu anlamý gerçekleþtirebilmek için Yaradan’ýn kendisine neleri emredip neleri yasakladýðýný bilir. Bu sorumluluklarý nasýl yaþayacaðýna dair bir muallime ve somut bir örnekliðe (resul) kavuþmuþ olur. Risalet, tevhidin teoriden pratiðe geçmesi gibi inancýn hayata aksetmesidir. Böylece kelime-i tevhid, mahsullerini (amel-i salihler) vermeye baþlar. Kul, kalbindeki imaný hayatýndaki takva ile taçlandýrýr. Ebedî saadetin kapýsý Allah’ýn bu muazzam rahmeti (risalet) sayesinde aralanýr. Risaletin tamamlandýðýna dair inen son ayetlerde Cenab-ý Hak kendisini hoþnut edecek dini artýk kullarýna indirip öðrettiðini þöyle bildirmiþtir: “Bugün size dininizi mükemmel eyledim ve üzerinize olan nimetimi tamamladým ve sizin için din olarak Ýslam’dan hoþnut oldum.” (Maide, 5/3.) Son olarak unutulmamalýdýr ki ahir zaman ümmeti itibarýyla son nebi ve son resul olan Sevgili Peygamberimiz’e (s.a.s.) tabi olmak, hidayetin yegâne vesilesidir. Nitekim âlemlerin rabbi þöyle buyurmuþtur: “Ona tabi olun ki böylelikle hidayet bulasýnýz.” (Araf, 7/158.) Ona ya raþýr bir ümmet olmak ümidiyle salat ve selam olsun!
Prof. Dr. Halis AYDEMÝR / Diyanet Aylýk Dergi
|