Kur’an; inkârcýlarýn, ya da Hak’tan gelen ‘hakikat’ konusunda þüphe içinde olanlarýn bu tavrýný ‘þikâk’ kavramý ile anlatýyor. Bu kavramý daha iyi anlamak için bunun sözlük anlamýna ve Kur’an’daki kullanýlýþlarýna bakalým.
Sözlükte ‘Þikak’
‘Þikâk’ýn aslý olan ‘þek-ka’ fiili ve türevleri Kur’an’da yirmisekiz âyette yer alýyor.
‘Þek-ka’ sözlükte, bir þeyde meydana gelen yarýlma ve parçalanmadýr. Arapça’da “þekaktuhu bi-nýsfeyn-onu ikiye ayýrdým” denilir.
Bu fiil arkasýndan gelen tümlece göre, bir þeyi yarmak, yeri sürmek, sabahýn belirmesi, azý diþlerinin çýkmasý, karþý gelmek, isyan etmek, cemaatten ayrýlmak, iþin birine güç gelmesi, birine zahmet/meþakket vermek gibi anlamlara gelir.
Bu kökten gelen ‘þâk-ka’ fiili ve bunun masdarý olan ‘þikâk ve müþakka’, dostluðu yarýp düþmanlýk etmek, muhalefet etmek, ters düþmek demektir.
Araplar “þakka’l asa beyneke ve beynehu-Seninle onun arasýnda asa yarýldý, yani seninle onun arasýndaki birlik bozuldu, araya ayrýlýk girdi” derler.
‘te-þak-ka”, biribirine muhalefet etme, düþmanlýk yapmak,
‘in-þak-ka’, ‘þekka’ fiilinin beþ harfli kalýbý olup bölünüp parçalanmak demektir. Bu sabah için kullanýlýrsa ‘fecrin zuhur etmesi’ anlamýndadýr.
‘iþ-ti-kâk’, Arapça sarf kurallarýna uyarak kelimeden kelime türetmek demektir. Bu þekilde türeyen kelimelere ‘müþtâkk’ denir.
‘þek-ka’ kökünden gelen ‘þýkk’, bir þeyin parçasý, yarýsý, zorluk, yarýlmýþ olan parça,yarýk demektir. Buradan hareketle “târe fülânün mine’l-ðadabi þikâken-Falanca kiþi öfkeden (sanki) yarýlýp uçtu” denilir.
‘þýkk’ bir âyette zorluk anlamýnda kullanýlýyor: “(O yük hayvanlarý) kendinizi sýkýntýya (þýkký’l-enfüsi) sokmadan ulaþamayacaðýnýz nice mekanlara yüklerinizi taþýrlar…” (Nahl 16/7)
Ayný kökten gelen ‘meþekkat’, zahmet, güçlük veya sýkýntý, nefse ve bedene ulaþan mecalsizlik, gevþeklik veya güçsüzlük (inkisâr) anlamýndadýr.
‘þakk (çoðulu þukûk)’; güçlük, parçalanma, yarýk, bir þeyin yarýsý demektir. “bi-yedihi’þ-þukûk-eldeki yarýklar, çatlaklar” demektir.[1]
‘þukkah’, bir þeyin yarýsý, uzaklýk, uzak mesafe demektir. Kur’an, Tebûk Seferine zorlu, sýkýntýlý ve aþýrý meþakketli oluþundan dolayý katýlmayan münafýklarýn halini þöyle anlatýyor:
“Eðer yakýn bir menfeat ve kolay bir sefer olsaydý, tereddütsüz senin ardýna takýlýrlardý. Fakat bu meþekkatli/zor (þukkah) yolculuk onlara pek uzun geldi…” (Tevbe 9/42)[2]
Kur’an’da varlýktaki ve oluþtaki pek çok yarýlma, ayrýlma, parçalanma olayý ‘þikak’ fiili ile anlatýlýyor. Bitkilerve meyveler bir þakk (yarýlma) olayýndan sonra þekillendiði gibi, kýyâmetin kopuþu da bir þakk (yarýlma ve ayrýlma) olayýdýr.
Allah (c.c.) þöyle buyuruyor:
“Ýnsanoðlu yediklerine baksýn. Elbet suyu tarifsiz bir cömertlikle Biz indirmekteyiz. Sonra topraðý tarifsiz bir incelikle Biz yarmaktayýz (þekakna’l-arda þekkan). Derken orada tohumlar yetiþtirmekteyiz.” (Abese, 80/26)
Kâinattaki ve kýyâmet saatinde gökte ve yerde olabilecek yarýlma/ayrýlma olayý þikâkýn olumlu anlamýdýr ve tabii bir olaydýr. Kur’an kýyâmette gökyüzünün yarýlacaðýný haber veriyor: “Ýþte o gün gökyüzü bulutlarý ile yarýlacak (teþekkaku’l-semâ) ve melekler bölük bölük indirileceklerdir.”(Furkan 25/25)
“Ýþte o zaman, olmasý beklenen o (büyük olay) olup bitmiþ olacak. Ve gök parçalanmýþ olacak (ünþekkat’i’s-semâu). Zira O gün tüm direncini yitirmiþ olacak.”(Hakka, 69/15-16)
“Semâ’ terimi, burada, gök veya gökleri gösterir: yani, görünür gökyüzü veya mecazî anlamýyla ‘semâ’ yahut ‘evren’ kavramýnda ifadesini bulan kozmik sistemlerin bütünü . Onun ‘parçalanmasý’, muhtemelen, kozmik sistemin toplu olarak çöküþünü ifade eden bir mecazdýr.”[3]
“Ve gök yarýlýnca, göz alýcý kýrmýzýlýkta açýlmýþ bir gül gibi olduðu (görülecek).”(Rahman 55/37) Yada “yað gibi eriyerek kýpkýrmýzý bir gülü andýracak.” [4]
“Gökyüzü þerha þerha yarýldýðýnda (ünþakkat) yani Rabbine kulak verdiðinde ve sonuç alýndýðýnda”. (Ýnþikâk 84/1) Ya da “yarýlma emrine boyun eðdiðinde.” Kýyâmete iliþkin tüm haberler meçhul ya da mutâvaat kalýbýyla gelir. Yani faile deðil fiile dikkat çekilir.”[5]
Kýyâmet saatinde yer de þakk þakk olacak, yani yarýlýp parçalanacak:“Yer ayaklarýnýn altýndan kayýp paramparça (teþekkaku’l-ardu) olduðu gün (her þey) son sür’attir. Ýþte bu akýl sýr ermez bir toparlanýþtýr, bizim için çok kolay olacaktýr.” (Kaf, 50/44)
Kur’an Ay’ýn yarýlmasýndan bahsediyor: “Son Saat yaklaþacak ve ay yarýlacak (ve’n-þekka’l-kamer). (Veya Son Saat yaklaþtý ve Ay yarýldý).” (Kamer, 54/1)
Bir görüþe göre Ay kýyâmet yaklaþtýðý zaman yarýlacak, parça parça olacak. Burada her ne kadar geçmiþ zaman kalýbý kullanýlsa da, Kur’an, kýyâmet ve ahiret ilgili haberler çok kesin olduðu için onlarý genelde mazi (geçmiþ zaman) kalýbý ile anlatýyor.
Bir görüþe göre ise bu âyette bahsedilen Ay’ýn yarýlmasý olayý Peygamber döneminde gerçekleþti. Bir baþka görüþe göre bu âyet “iþ, mesela açýklýða kavuþtu” manasýndadýr. [6]
84. sûrenin adý Ýnþikâk’týr. Bu da ‘þikâk’ kökünün beþli kalýbýdýr ve manasý” yarýlmak, ayrýlmak, parçalanmak’ demektir.
Kavram Olarak Þikâk
‘Þikâk’ isim olarak yedi âyette yer alýyor.
Yukarýda geçtiði gibi ‘þikâk ve müþakka’, bütünden ayrýlýp muhalafete geçmek, düþmanlýk etmek ve ayrýldýðý bütüne ters düþmektir.
Tevhid’ten/birlikten ayrýlmayý da bu kelimeler ifade ediyor.
Ýnsanlardan bazýlarý ‘þakk’ý/þikâk’ý, olumlu tarafýndan koparýp Yaratýcý-yaratýlan arasý olmasý gereken ahengi/iliþkiyi zedelemek için kullanarak olumsuz bir biçime sokarlar.
Tevhid, içiçe daireler halinde Allah’ýn birliðinden insanýn kendi içindeki birliðe doðru gider. Bu birliklerin her boyut ve dairede parçalanmasý ‘þýkâk’ olduðu gibi, boyut ve dairelerin birbiriyle ahenginin bozulmasý da bir ‘þikâk’týr.”
Þikâkýn meydana getirdiði huzursuzluk, (yukarýda geçtiði gibi) ayný kökten türeyen ‘þýkk ve meþakkat’ kelimeleriylede anlatýlýyor. Bu da kendi yanlýþ tercihi sebebiyle insana gelip çatan ruhsal veya bedensel periþanlýk, bunalým ve düþ kýrýklýðýdýr.
Kur’an, tevhidî parçalanmanýn sonucu olan þirki, aslýnda bir ‘þakk’ olayý olarak görmektedir. (Nahl, 16/27) Bu bakýmdan þirk anlamýndaki ‘þikâk’ insanýn giriþtiði zulümlerin en büyüðüdür. Kur’an, Allah’a karþý þikâký en uzak düþürücü illet olarak gösterip bu illeti benimseyenleri en zalim kiþler diye tanýtýr.[7]
Allah’a karþý þikâk insaný boþ bir gurura ve eriþmezlik, aþýlmazlýk, yenilmezlik kuruntusuna götürür. “Sâd. Þeref ve itibar kaynaðý olan Kur’an þâhit olsun. Ama nerede! Ýnkârda direnenler (akletmek yerine) yersiz bir gurura ve tarifsiz bir nefrete (þikâk) gömülmüþlerdir.” (Sâd 38/2)
Kitap ehli olsun, baþka insanlar olsun; Allah’ýn indirdiði deðerlere, O’nun emrettiði ve razý olacaðý þekilde inanmak durumundadýrlar. Eksik ve iþine geldiði gibi, Kitab’a uyarak deðil, kitabýna uydurarak inanmak, Allah katýnda geçerli deðildir. Þu âyet baþta kitap ehli olmak üzere bütün insanlara bu gerçeði duyuruyor. Eðer iþlerine geldiði inanýp sonra da ilâhi deðerlere inandýklarýný iddia etseler de onlarýn bu yaptýklarý bir þikâk’týr, yani Tevhid’ten kopuþ, hakka muhalefet, gerçekten ayrýlma ve doðru yoldan sapmadýr.
“Eðer onlar sizin inandýðýnýz gibi inanýrlarsa, iþte asýl o zaman doðru yola girmiþ olurlar. Yok eðer bundan kaçýnýrlarsa, o zaman o þikak’a (ayrýlýk, kopuþ, muhalefete) düþmüþ olur. Onlara karþý, (tam zamanýnda) Allah sana yetecektir. Zira O’dur içinizden geçen dilekleri iþiten, niyetlerinizi ayrýntýsýyla bilir.” (Bakara, 2/137)
Þuayb (a.s.) kavminin kendisine uymamasýný, kendisinden ayrýlýp gitmelerini veya kendisine muhalefet etmelerini ‘þikâk’ kelimesi ile anlatýyor.
“Dahasý ey kavmim, benimle yollarýnýzý ayýrmanýz (þikâki) sakýn sizi günahta ýsrarýnýza yol açmasýn! Yoksa Nûh kavminin, Hûd kavminin, ya da Sâlih kavminin baþýna gelenlerin benzeri sizin de baþýnýza gelebilir. Kaldý ki Lût kavmi sizden pek uzakta sayýlmaz.” (Hûd, 11/89)
Türkçe mealler bu âyetteki ‘þikâkî’ ifadesini genelde “bana olan düþmanlýðýnýz”, “bana karþý geliþiniz”, “bana muhalif olmanýz” þeklinde çeviriyorlar.
Þuayb (a.s.) onlara “Ey kavmim, bana düþman olmanýz, bana muhalefet etmeniz, beni þiddetle yalanmanýz, baþýnýza diðer azgýn kavimlerin baþýna gelen belâyý getirir” demiþti.[8]
Kur’an, karý-kocanýn bozuþmasý sebebiyle ailenin parçalanmasýný da ‘þikâk’ kelimesi ile anlatýyor. Her ne kadar Ýslâmda boþanma haram deðilse de istenmeyen, toplumsal ahenge ve aile birliðine darbe vuran bir bozulmadýr, bir kopuþ ve çatlaklýktýr.
“Þayet evli bir çiftin aralarýnýn açýlmasýndan (þikâk) endiþe ederseniz, erkeðin ve kadýnýn ailelerinden birer hakem tayin edin. Eðer iki taraf da anlaþmazlýðý gidermek isterse, Allah onlarý uzlaþtýrýr…” (Nisâ, 4/35)
Boþanmanýn þikâk olmaktan çýkabilmesi için, taraflarýn çok haklý ve yerinde sebepleri olmasý gerekir.[9]
Uzak Bir Muhalefet/Kopuþ (Þikâku’n-baîd)
Bu ifade Kur’an’da üç yerde geçiyor.
Ehl-i kitaptan bazýlarý Allah’ýn indirdiði kitabýn bir bölümünü, özellikle Son Elçi ile ilgili bilgileri gizlediler. Dinî metinleri gerçek anlam ve amacýndan saptýracak þekilde yorumladýlar. Hak dini kendi çýkarlarýna uygun hale getirerek halktan asýl gerçeði gizlediler. Allah (c.c.) onlarý arýndýrmayacak. Böyleleri azabý hak edenlerdir.
“Onlar, doðru yol karþýlýðýnda sapýklýðý, maðfiret karþýlýðýnda azabý satýn almýþ kimselerdir. Ateþe ne kadar da dayanýklý imiþler.” (Bakara, 2/174-175)
Allah’ýn kitabýna, onun maksatlarýna uygun olarak yaklaþmayanlar, onu hayatý inþa etme amacýyla deðil dünyalýk çýkarý, baþkalarýna hükmetme kasdýyla yaklaþanlar dünyada hidâyet yerine sapýklýðý (dalâleti), Âhirette ise baðýþlanma ve kurtuluþ yerine azabý tercih etmiþ olurlar. Onlar cehennem ateþine bu kadar mý dayanýklýdýrlar ki böylesine aðýr günahlarý iþlemeye cesaret edebiliyorlar? [10]
“Ýþte bu sebeple Allah, ilâhi kelâmý hakikati ortaya çýkarmak için indirdi. Onlarsa Kitap üzerinde anlaþmazlýða düþerek, haktan hayli uzaklaþtýlar (lefi-þikaký’n-baid) (Ya da derin bir açmaza düþtüler).” (Bakara, 2/176)
“Lafzen, “ilâhi kelâm hakkýnda karþýt görüþler taþýyanlar” -yani, onun bazý bölümlerini gizleyerek veya reddederek yahut onun ilahî kaynaklý olduðunu tamamen inkâr ederek.”[11]
Semâvî kitaplarý ve haber verdikleri gerçekleri anlama amacýyla yapýlan iyi niyetli çabalarda farklý görüþlerin, farklý yorumlarýn olmasý normaldir. Ancak her ne sebeple olursa olsun Allah’ýn âyetlerini gerçeðe aykýrý yorumlamak, kasýtlý olarak onlarý amacýndan saptýrmak bu âyette ‘þikâk’ diye niteleniyor. Bu da hem âyetlere karþý muhalefeti, hem de bütünden (Tevhid’ten) kopmayý ifade eder.Burada ‘þikâk’, düþmanlýk duygularýyla ayrýlýkçýlýk yapmak, doðru yolda olanlarla ihtilafa düþmek, inatlaþmak, (hakla) tartýþmak, haktan sapmak þeklinde tefsir ediliyor. [12]
O halde Kur’an (veya diðer semâvî kitaplar) yorumlanýrken hedef onu hayatý inþa etmek için anlamak olmalý; ama ayrýlýk (tefrika) çýkarmak, kendi görüþüne ona dayatmak, dünyalýk bir çýkar elde etmek olmamalýdýr.
Allah (c.c.) Kur’an’ý insanlara sabit bir gerçeklik ve inandýrýcý delillerle indirdi. Ancak bazýlarý Hak’tan gelen bu gerçeði gizledirler ve tahrif ettiler. Dahasý kendilerine indirilen vahiy üzerinde ihtilaf ettiler. Bir kýsmýna inandýlar bir kýsmýný inkâr ettiler. Ya da onu sihir veya masal diye nitelendirdiler. Böylece haktan, doðrudan ve hidâyetten ayrýlýp gittiler.[13]
“Ne zaman insana nimetimizi bahþetsek yüz çevirir ve yan çizer. Ne zaman da baþýna bir musibet gelse, baþlar yalvar yakar uzun uzadýya dualar okumaya.
De ki: Ne dersiniz, eðer o (Kur'an), Allah tarafýndan ise, siz de onu inkâr etmiþseniz o zaman (haktan) uzak bir ayrýlýða (þikâký’n-baîd) düþenden daha sapýk kim vardýr?” (Fussilet, 41/52)
Kur’an þüphesiz Allah katýndan olmasýna raðmen müþrikler onu yalanladýlar, inkâr ettiler. Böyle yapanlar kesinlikle sapýklýða düþer, haktan uzaklaþýr, hakikate yabancýlaþýrlar.[14]
Buradaki ‘fi-þikâký’l-baîd’i kesin bir çatýþma içine girmek’ þeklinde de anlamak mümkün. Kalpleri Kur’an’a karþý kapalý olan (Fussilet, 41/5), Kur’an okunurken baþkalarýný gürültü yapmaya çaðýran, böylece onun sesini/etkisi kýsmayý (Fussilet 41/26) amaçlayan inatçý inkârcýlar hakikatle yersiz bir çatýþmaya girerler ve ona muhalefet ederler. [15]
Kur’an, peygamberlerin Allah’tan vahiy almalarýna raðmen sonuçta insan olduklarýný vurguluyor. Onlara beþerüstü nitelikler verilmesini doðru bulmuyor. Hac sûresi 52. âyette geçtiðine göre insan olmalarý dolaysýyla onlarýn aklýna, kendi görevlerine aykýrý olmayan düþünceler ve arzular düþebilir.
Þeytan onlarýn insan olmalarýndan faydalanarak zihinleri yanlýþ þeyler telkin etmeye çalýþýr. Ancak Allah (c.c.) onlarý görevleri açýsýndan þeytanî vesveselere karþý korur. Þeytanýn çabalarýný boþa çýkarýr. Âyetlerini elçilerin kalbine saðlamca yerleþtirir. Zira Allah’ýn el-Alîmdir (her þeyi bilendir), el-Hakîmdir (her iþini hikmetle yapandýr). Arkasýndan da þöyle buyuruyor:
“(Allah, þeytanýn böyle yapmasýna müsaade eder ki) kalplerinde hastalýk olanlar ve kalpleri katýlaþanlar için, þeytanýn kattýðý þeyi bir deneme (vesilesi) yapsýn. Zalimler, gerçekten (haktan) oldukça uzak bir ayrýlýk içindedirler (fi-þikâký’n-baîd).” (Hac, 22/53)
Hem Peygamber zamanýndaki müþrikler, hem de daha sonradan Allah’a þirk koþarak zalim olanlar, hak davete sýrt dönmekle kalmayýp düþmanlýk besleyenler uzak bir sapýklýðýn, Allah’a þiddetle muhalefet içindedirler ve haktan çok uzaktadýrlar.”[16]
Buradaki “fi-þikâk’i’n-baîd”i, Türkçe mealler; “uzak bir þikâk içindeler”, “derin bir ayrýlýk içindedirler”, “þiddetli bir muhalefet ve düþmanlýk içindedirler”, “(hakdan) uzak bir ayrýlýk (ve muhalefet) içindedirler”, “derin bir yanýlgý içindedirler”, “geri dönülmez bir ayrýlýk ve kopuþ içindedirler”, “derin bir cepheleþme içine girerler”, “derin bir yabancýlaþma” þeklinde çevirdiler.
Þikâk içine giren kimse bütünden ayrýldýðý için hem derin bir kopuþa düþer hem de bütüne, yani Tevhidi bütünlüðe yabancýlaþýr. Bu da sonunda onu kendisiyle kavgalý konumuna düþürür. M.Ýslâmoðlu ‘þikâk’a niçin ‘yabancýlaþma’ manasýný verdiðinin gerekçesini þöyle açýklýyor: “Lafzen, ‘derin bir kopuþ’. Bu kopuþun sahibi kendine kýyan bir zalimdir. Þikâk’ýn ‘muhalefet, karþýtlýk’ anlamý göz önüne alýnýrsa ‘yabancýlaþma’ en uygun karþýlýk gibi göründü. Zaten kelimenin semantik seyri de bizi ‘kendisiyle kavgalý’ manasýna ulaþtýrýr.”[17]
Kalplerinde hastalýk bulunanlar ve hak davete karþý inat edenler, hakikat karþýsýnda uyuþmazlýk halindedirler. Aralarýnda ve kendi iç dünyalarýnda dengesizlik ve baðdaþmazlýk vardýr. Sonuçta tevhidî bütünlükten kopup ayrýlýða düþenleri böyle bir sonuç bekler.
Bu âyete göre zalimler, yani hakký inkâr edenler ve Allah’a þirk koþarak iftira edenler “uzak bir ayrýlýk içindedirler”. Allah’a ve Rasûlüne karþý muhalefet, isyan ve hidâyetin zýddý bir konumdadýrlar. Onlar inandýklarý, yaptýklarý ve söyledikleriyle onlardan uzaklaþýyorlar. Allah’ýn emrine, onlarý inanç, amel, söz, tasavvur ve idrak olarak davet ettiði þeylere karþý gelmenin O’na ciddi bir muhalefet/isyan olduðunu tasavvur edemiyorlar.[18]
Bu saplantý ve muhalefet ile zulüm arasýnda bir iliþki vardýr. Öyleyse þikâkýn en beterine yuvarlanmýþ kiþiler zalimlerin ta kendileridir. Zalimler hem kendilerine, hem hakikate, hem de etkiledikleri kimselere haksýzlýk yaparlar.
Kur’an, zalimlerin uzak bir muhalefet/kopuþ/ayrýlýk içine düþtüklerini söyledikten sonra þöyle buyuruyor: “Ve ta ki kendilerine ilim verilenler, bunun Rablerinden gelen hak olduðunu bilip ona iman etsinler ve onunla kalpleri rahat ve huzur bulsun. Muhakkak Allah iman edenleri doðru yola iletir.” (Hac, 22/54)
Dipnot
(1). Ýbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru Mektebetu’l-Hilâl, Beyrur thr. 8/111-112
(2). Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. Ýstanbul 1986, s: 387-388
(3). Esed, M. Kur’an Mesajý, Ýþaret Yay. Ýstanbul 1996, 3/1182
(4). Ýslâmoðlu, M. Hayat Kitabý Kur’an, Düþün Yay. Ýstanbul 2008, 2/1071
(5).Ýslâmoðlu, M. Hayat Kitabý Kur’an, 2/1237
(6). Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 387
(7). Öztürk, Y. N. Ýslâmda Büyük Günahlar, Yeni Boyut Yay. Ýstanbul 1994, s: 52-53
(8). Zuhayli. V. et-Tefsiru’l-Vecîz, Daru’l-Fikr, Dimeþk 1416, s: 233
(9). Öztürk, Y. N. Ýslamda Büyük Günahlar, s: 53
(10). Heyet, Kur’an Yolu, DÝB Yay. Ankara 2003, 1/168
(11). Esed, M. Kur’an Mesajý, 1/47
(12). Heyet, Kur’an Yolu, 1/168
(13). Zuhayli, V. et-Tefsiru’l-Veciz, s: 27
(14). Zuhayli, V. et-Tefsiru’l-Veciz, s: 483
(15). Heyet, Kur’an Yolu, 4/621
(16). Mükâtil B. Süleymen, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2003, 2/387. Tefsiru’l-Hâzin, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2010, 3/263. Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru Ýbni Hazm, Beyrut 1425-2004, 2/2119.Taberî, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye Beyrut 2005, Tefsir 9/179
(17). Ýslâmoðlu, M. Hayat Kitabý Kur’an, 1/652
(18). el-Cazâirî, Ebu Bekr, Eyseru’t-Tefâsir, Mektebetu’l-Asriyye, Sayda-Beyrut 2012-1433, 3/1116
Yazar: Hüseyin Kerim ECE / Vuslat Dergisi
|