Kur’an; inkârcıların, ya da Hak’tan gelen ‘hakikat’ konusunda şüphe içinde olanların bu tavrını ‘şikâk’ kavramı ile anlatıyor. Bu kavramı daha iyi anlamak için bunun sözlük anlamına ve Kur’an’daki kullanılışlarına bakalım.
Sözlükte ‘Şikak’
‘Şikâk’ın aslı olan ‘şek-ka’ fiili ve türevleri Kur’an’da yirmisekiz âyette yer alıyor.
‘Şek-ka’ sözlükte, bir şeyde meydana gelen yarılma ve parçalanmadır. Arapça’da “şekaktuhu bi-nısfeyn-onu ikiye ayırdım” denilir.
Bu fiil arkasından gelen tümlece göre, bir şeyi yarmak, yeri sürmek, sabahın belirmesi, azı dişlerinin çıkması, karşı gelmek, isyan etmek, cemaatten ayrılmak, işin birine güç gelmesi, birine zahmet/meşakket vermek gibi anlamlara gelir.
Bu kökten gelen ‘şâk-ka’ fiili ve bunun masdarı olan ‘şikâk ve müşakka’, dostluğu yarıp düşmanlık etmek, muhalefet etmek, ters düşmek demektir.
Araplar “şakka’l asa beyneke ve beynehu-Seninle onun arasında asa yarıldı, yani seninle onun arasındaki birlik bozuldu, araya ayrılık girdi” derler.
‘te-şak-ka”, biribirine muhalefet etme, düşmanlık yapmak,
‘in-şak-ka’, ‘şekka’ fiilinin beş harfli kalıbı olup bölünüp parçalanmak demektir. Bu sabah için kullanılırsa ‘fecrin zuhur etmesi’ anlamındadır.
‘iş-ti-kâk’, Arapça sarf kurallarına uyarak kelimeden kelime türetmek demektir. Bu şekilde türeyen kelimelere ‘müştâkk’ denir.
‘şek-ka’ kökünden gelen ‘şıkk’, bir şeyin parçası, yarısı, zorluk, yarılmış olan parça,yarık demektir. Buradan hareketle “târe fülânün mine’l-ğadabi şikâken-Falanca kişi öfkeden (sanki) yarılıp uçtu” denilir.
‘şıkk’ bir âyette zorluk anlamında kullanılıyor: “(O yük hayvanları) kendinizi sıkıntıya (şıkkı’l-enfüsi) sokmadan ulaşamayacağınız nice mekanlara yüklerinizi taşırlar…” (Nahl 16/7)
Aynı kökten gelen ‘meşekkat’, zahmet, güçlük veya sıkıntı, nefse ve bedene ulaşan mecalsizlik, gevşeklik veya güçsüzlük (inkisâr) anlamındadır.
‘şakk (çoğulu şukûk)’; güçlük, parçalanma, yarık, bir şeyin yarısı demektir. “bi-yedihi’ş-şukûk-eldeki yarıklar, çatlaklar” demektir.[1]
‘şukkah’, bir şeyin yarısı, uzaklık, uzak mesafe demektir. Kur’an, Tebûk Seferine zorlu, sıkıntılı ve aşırı meşakketli oluşundan dolayı katılmayan münafıkların halini şöyle anlatıyor:
“Eğer yakın bir menfeat ve kolay bir sefer olsaydı, tereddütsüz senin ardına takılırlardı. Fakat bu meşekkatli/zor (şukkah) yolculuk onlara pek uzun geldi…” (Tevbe 9/42)[2]
Kur’an’da varlıktaki ve oluştaki pek çok yarılma, ayrılma, parçalanma olayı ‘şikak’ fiili ile anlatılıyor. Bitkilerve meyveler bir şakk (yarılma) olayından sonra şekillendiği gibi, kıyâmetin kopuşu da bir şakk (yarılma ve ayrılma) olayıdır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“İnsanoğlu yediklerine baksın. Elbet suyu tarifsiz bir cömertlikle Biz indirmekteyiz. Sonra toprağı tarifsiz bir incelikle Biz yarmaktayız (şekakna’l-arda şekkan). Derken orada tohumlar yetiştirmekteyiz.” (Abese, 80/26)
Kâinattaki ve kıyâmet saatinde gökte ve yerde olabilecek yarılma/ayrılma olayı şikâkın olumlu anlamıdır ve tabii bir olaydır. Kur’an kıyâmette gökyüzünün yarılacağını haber veriyor: “İşte o gün gökyüzü bulutları ile yarılacak (teşekkaku’l-semâ) ve melekler bölük bölük indirileceklerdir.”(Furkan 25/25)
“İşte o zaman, olması beklenen o (büyük olay) olup bitmiş olacak. Ve gök parçalanmış olacak (ünşekkat’i’s-semâu). Zira O gün tüm direncini yitirmiş olacak.”(Hakka, 69/15-16)
“Semâ’ terimi, burada, gök veya gökleri gösterir: yani, görünür gökyüzü veya mecazî anlamıyla ‘semâ’ yahut ‘evren’ kavramında ifadesini bulan kozmik sistemlerin bütünü . Onun ‘parçalanması’, muhtemelen, kozmik sistemin toplu olarak çöküşünü ifade eden bir mecazdır.”[3]
“Ve gök yarılınca, göz alıcı kırmızılıkta açılmış bir gül gibi olduğu (görülecek).”(Rahman 55/37) Yada “yağ gibi eriyerek kıpkırmızı bir gülü andıracak.” [4]
“Gökyüzü şerha şerha yarıldığında (ünşakkat) yani Rabbine kulak verdiğinde ve sonuç alındığında”. (İnşikâk 84/1) Ya da “yarılma emrine boyun eğdiğinde.” Kıyâmete ilişkin tüm haberler meçhul ya da mutâvaat kalıbıyla gelir. Yani faile değil fiile dikkat çekilir.”[5]
Kıyâmet saatinde yer de şakk şakk olacak, yani yarılıp parçalanacak:“Yer ayaklarının altından kayıp paramparça (teşekkaku’l-ardu) olduğu gün (her şey) son sür’attir. İşte bu akıl sır ermez bir toparlanıştır, bizim için çok kolay olacaktır.” (Kaf, 50/44)
Kur’an Ay’ın yarılmasından bahsediyor: “Son Saat yaklaşacak ve ay yarılacak (ve’n-şekka’l-kamer). (Veya Son Saat yaklaştı ve Ay yarıldı).” (Kamer, 54/1)
Bir görüşe göre Ay kıyâmet yaklaştığı zaman yarılacak, parça parça olacak. Burada her ne kadar geçmiş zaman kalıbı kullanılsa da, Kur’an, kıyâmet ve ahiret ilgili haberler çok kesin olduğu için onları genelde mazi (geçmiş zaman) kalıbı ile anlatıyor.
Bir görüşe göre ise bu âyette bahsedilen Ay’ın yarılması olayı Peygamber döneminde gerçekleşti. Bir başka görüşe göre bu âyet “iş, mesela açıklığa kavuştu” manasındadır. [6]
84. sûrenin adı İnşikâk’tır. Bu da ‘şikâk’ kökünün beşli kalıbıdır ve manası” yarılmak, ayrılmak, parçalanmak’ demektir.
Kavram Olarak Şikâk
‘Şikâk’ isim olarak yedi âyette yer alıyor.
Yukarıda geçtiği gibi ‘şikâk ve müşakka’, bütünden ayrılıp muhalafete geçmek, düşmanlık etmek ve ayrıldığı bütüne ters düşmektir.
Tevhid’ten/birlikten ayrılmayı da bu kelimeler ifade ediyor.
İnsanlardan bazıları ‘şakk’ı/şikâk’ı, olumlu tarafından koparıp Yaratıcı-yaratılan arası olması gereken ahengi/ilişkiyi zedelemek için kullanarak olumsuz bir biçime sokarlar.
Tevhid, içiçe daireler halinde Allah’ın birliğinden insanın kendi içindeki birliğe doğru gider. Bu birliklerin her boyut ve dairede parçalanması ‘şıkâk’ olduğu gibi, boyut ve dairelerin birbiriyle ahenginin bozulması da bir ‘şikâk’tır.”
Şikâkın meydana getirdiği huzursuzluk, (yukarıda geçtiği gibi) aynı kökten türeyen ‘şıkk ve meşakkat’ kelimeleriylede anlatılıyor. Bu da kendi yanlış tercihi sebebiyle insana gelip çatan ruhsal veya bedensel perişanlık, bunalım ve düş kırıklığıdır.
Kur’an, tevhidî parçalanmanın sonucu olan şirki, aslında bir ‘şakk’ olayı olarak görmektedir. (Nahl, 16/27) Bu bakımdan şirk anlamındaki ‘şikâk’ insanın giriştiği zulümlerin en büyüğüdür. Kur’an, Allah’a karşı şikâkı en uzak düşürücü illet olarak gösterip bu illeti benimseyenleri en zalim kişler diye tanıtır.[7]
Allah’a karşı şikâk insanı boş bir gurura ve erişmezlik, aşılmazlık, yenilmezlik kuruntusuna götürür. “Sâd. Şeref ve itibar kaynağı olan Kur’an şâhit olsun. Ama nerede! İnkârda direnenler (akletmek yerine) yersiz bir gurura ve tarifsiz bir nefrete (şikâk) gömülmüşlerdir.” (Sâd 38/2)
Kitap ehli olsun, başka insanlar olsun; Allah’ın indirdiği değerlere, O’nun emrettiği ve razı olacağı şekilde inanmak durumundadırlar. Eksik ve işine geldiği gibi, Kitab’a uyarak değil, kitabına uydurarak inanmak, Allah katında geçerli değildir. Şu âyet başta kitap ehli olmak üzere bütün insanlara bu gerçeği duyuruyor. Eğer işlerine geldiği inanıp sonra da ilâhi değerlere inandıklarını iddia etseler de onların bu yaptıkları bir şikâk’tır, yani Tevhid’ten kopuş, hakka muhalefet, gerçekten ayrılma ve doğru yoldan sapmadır.
“Eğer onlar sizin inandığınız gibi inanırlarsa, işte asıl o zaman doğru yola girmiş olurlar. Yok eğer bundan kaçınırlarsa, o zaman o şikak’a (ayrılık, kopuş, muhalefete) düşmüş olur. Onlara karşı, (tam zamanında) Allah sana yetecektir. Zira O’dur içinizden geçen dilekleri işiten, niyetlerinizi ayrıntısıyla bilir.” (Bakara, 2/137)
Şuayb (a.s.) kavminin kendisine uymamasını, kendisinden ayrılıp gitmelerini veya kendisine muhalefet etmelerini ‘şikâk’ kelimesi ile anlatıyor.
“Dahası ey kavmim, benimle yollarınızı ayırmanız (şikâki) sakın sizi günahta ısrarınıza yol açmasın! Yoksa Nûh kavminin, Hûd kavminin, ya da Sâlih kavminin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelebilir. Kaldı ki Lût kavmi sizden pek uzakta sayılmaz.” (Hûd, 11/89)
Türkçe mealler bu âyetteki ‘şikâkî’ ifadesini genelde “bana olan düşmanlığınız”, “bana karşı gelişiniz”, “bana muhalif olmanız” şeklinde çeviriyorlar.
Şuayb (a.s.) onlara “Ey kavmim, bana düşman olmanız, bana muhalefet etmeniz, beni şiddetle yalanmanız, başınıza diğer azgın kavimlerin başına gelen belâyı getirir” demişti.[8]
Kur’an, karı-kocanın bozuşması sebebiyle ailenin parçalanmasını da ‘şikâk’ kelimesi ile anlatıyor. Her ne kadar İslâmda boşanma haram değilse de istenmeyen, toplumsal ahenge ve aile birliğine darbe vuran bir bozulmadır, bir kopuş ve çatlaklıktır.
“Şayet evli bir çiftin aralarının açılmasından (şikâk) endişe ederseniz, erkeğin ve kadının ailelerinden birer hakem tayin edin. Eğer iki taraf da anlaşmazlığı gidermek isterse, Allah onları uzlaştırır…” (Nisâ, 4/35)
Boşanmanın şikâk olmaktan çıkabilmesi için, tarafların çok haklı ve yerinde sebepleri olması gerekir.[9]
Uzak Bir Muhalefet/Kopuş (Şikâku’n-baîd)
Bu ifade Kur’an’da üç yerde geçiyor.
Ehl-i kitaptan bazıları Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü, özellikle Son Elçi ile ilgili bilgileri gizlediler. Dinî metinleri gerçek anlam ve amacından saptıracak şekilde yorumladılar. Hak dini kendi çıkarlarına uygun hale getirerek halktan asıl gerçeği gizlediler. Allah (c.c.) onları arındırmayacak. Böyleleri azabı hak edenlerdir.
“Onlar, doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfiret karşılığında azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklı imişler.” (Bakara, 2/174-175)
Allah’ın kitabına, onun maksatlarına uygun olarak yaklaşmayanlar, onu hayatı inşa etme amacıyla değil dünyalık çıkarı, başkalarına hükmetme kasdıyla yaklaşanlar dünyada hidâyet yerine sapıklığı (dalâleti), Âhirette ise bağışlanma ve kurtuluş yerine azabı tercih etmiş olurlar. Onlar cehennem ateşine bu kadar mı dayanıklıdırlar ki böylesine ağır günahları işlemeye cesaret edebiliyorlar? [10]
“İşte bu sebeple Allah, ilâhi kelâmı hakikati ortaya çıkarmak için indirdi. Onlarsa Kitap üzerinde anlaşmazlığa düşerek, haktan hayli uzaklaştılar (lefi-şikakı’n-baid) (Ya da derin bir açmaza düştüler).” (Bakara, 2/176)
“Lafzen, “ilâhi kelâm hakkında karşıt görüşler taşıyanlar” -yani, onun bazı bölümlerini gizleyerek veya reddederek yahut onun ilahî kaynaklı olduğunu tamamen inkâr ederek.”[11]
Semâvî kitapları ve haber verdikleri gerçekleri anlama amacıyla yapılan iyi niyetli çabalarda farklı görüşlerin, farklı yorumların olması normaldir. Ancak her ne sebeple olursa olsun Allah’ın âyetlerini gerçeğe aykırı yorumlamak, kasıtlı olarak onları amacından saptırmak bu âyette ‘şikâk’ diye niteleniyor. Bu da hem âyetlere karşı muhalefeti, hem de bütünden (Tevhid’ten) kopmayı ifade eder.Burada ‘şikâk’, düşmanlık duygularıyla ayrılıkçılık yapmak, doğru yolda olanlarla ihtilafa düşmek, inatlaşmak, (hakla) tartışmak, haktan sapmak şeklinde tefsir ediliyor. [12]
O halde Kur’an (veya diğer semâvî kitaplar) yorumlanırken hedef onu hayatı inşa etmek için anlamak olmalı; ama ayrılık (tefrika) çıkarmak, kendi görüşüne ona dayatmak, dünyalık bir çıkar elde etmek olmamalıdır.
Allah (c.c.) Kur’an’ı insanlara sabit bir gerçeklik ve inandırıcı delillerle indirdi. Ancak bazıları Hak’tan gelen bu gerçeği gizledirler ve tahrif ettiler. Dahası kendilerine indirilen vahiy üzerinde ihtilaf ettiler. Bir kısmına inandılar bir kısmını inkâr ettiler. Ya da onu sihir veya masal diye nitelendirdiler. Böylece haktan, doğrudan ve hidâyetten ayrılıp gittiler.[13]
“Ne zaman insana nimetimizi bahşetsek yüz çevirir ve yan çizer. Ne zaman da başına bir musibet gelse, başlar yalvar yakar uzun uzadıya dualar okumaya.
De ki: Ne dersiniz, eğer o (Kur'an), Allah tarafından ise, siz de onu inkâr etmişseniz o zaman (haktan) uzak bir ayrılığa (şikâkı’n-baîd) düşenden daha sapık kim vardır?” (Fussilet, 41/52)
Kur’an şüphesiz Allah katından olmasına rağmen müşrikler onu yalanladılar, inkâr ettiler. Böyle yapanlar kesinlikle sapıklığa düşer, haktan uzaklaşır, hakikate yabancılaşırlar.[14]
Buradaki ‘fi-şikâkı’l-baîd’i kesin bir çatışma içine girmek’ şeklinde de anlamak mümkün. Kalpleri Kur’an’a karşı kapalı olan (Fussilet, 41/5), Kur’an okunurken başkalarını gürültü yapmaya çağıran, böylece onun sesini/etkisi kısmayı (Fussilet 41/26) amaçlayan inatçı inkârcılar hakikatle yersiz bir çatışmaya girerler ve ona muhalefet ederler. [15]
Kur’an, peygamberlerin Allah’tan vahiy almalarına rağmen sonuçta insan olduklarını vurguluyor. Onlara beşerüstü nitelikler verilmesini doğru bulmuyor. Hac sûresi 52. âyette geçtiğine göre insan olmaları dolaysıyla onların aklına, kendi görevlerine aykırı olmayan düşünceler ve arzular düşebilir.
Şeytan onların insan olmalarından faydalanarak zihinleri yanlış şeyler telkin etmeye çalışır. Ancak Allah (c.c.) onları görevleri açısından şeytanî vesveselere karşı korur. Şeytanın çabalarını boşa çıkarır. Âyetlerini elçilerin kalbine sağlamca yerleştirir. Zira Allah’ın el-Alîmdir (her şeyi bilendir), el-Hakîmdir (her işini hikmetle yapandır). Arkasından da şöyle buyuruyor:
“(Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme (vesilesi) yapsın. Zalimler, gerçekten (haktan) oldukça uzak bir ayrılık içindedirler (fi-şikâkı’n-baîd).” (Hac, 22/53)
Hem Peygamber zamanındaki müşrikler, hem de daha sonradan Allah’a şirk koşarak zalim olanlar, hak davete sırt dönmekle kalmayıp düşmanlık besleyenler uzak bir sapıklığın, Allah’a şiddetle muhalefet içindedirler ve haktan çok uzaktadırlar.”[16]
Buradaki “fi-şikâk’i’n-baîd”i, Türkçe mealler; “uzak bir şikâk içindeler”, “derin bir ayrılık içindedirler”, “şiddetli bir muhalefet ve düşmanlık içindedirler”, “(hakdan) uzak bir ayrılık (ve muhalefet) içindedirler”, “derin bir yanılgı içindedirler”, “geri dönülmez bir ayrılık ve kopuş içindedirler”, “derin bir cepheleşme içine girerler”, “derin bir yabancılaşma” şeklinde çevirdiler.
Şikâk içine giren kimse bütünden ayrıldığı için hem derin bir kopuşa düşer hem de bütüne, yani Tevhidi bütünlüğe yabancılaşır. Bu da sonunda onu kendisiyle kavgalı konumuna düşürür. M.İslâmoğlu ‘şikâk’a niçin ‘yabancılaşma’ manasını verdiğinin gerekçesini şöyle açıklıyor: “Lafzen, ‘derin bir kopuş’. Bu kopuşun sahibi kendine kıyan bir zalimdir. Şikâk’ın ‘muhalefet, karşıtlık’ anlamı göz önüne alınırsa ‘yabancılaşma’ en uygun karşılık gibi göründü. Zaten kelimenin semantik seyri de bizi ‘kendisiyle kavgalı’ manasına ulaştırır.”[17]
Kalplerinde hastalık bulunanlar ve hak davete karşı inat edenler, hakikat karşısında uyuşmazlık halindedirler. Aralarında ve kendi iç dünyalarında dengesizlik ve bağdaşmazlık vardır. Sonuçta tevhidî bütünlükten kopup ayrılığa düşenleri böyle bir sonuç bekler.
Bu âyete göre zalimler, yani hakkı inkâr edenler ve Allah’a şirk koşarak iftira edenler “uzak bir ayrılık içindedirler”. Allah’a ve Rasûlüne karşı muhalefet, isyan ve hidâyetin zıddı bir konumdadırlar. Onlar inandıkları, yaptıkları ve söyledikleriyle onlardan uzaklaşıyorlar. Allah’ın emrine, onları inanç, amel, söz, tasavvur ve idrak olarak davet ettiği şeylere karşı gelmenin O’na ciddi bir muhalefet/isyan olduğunu tasavvur edemiyorlar.[18]
Bu saplantı ve muhalefet ile zulüm arasında bir ilişki vardır. Öyleyse şikâkın en beterine yuvarlanmış kişiler zalimlerin ta kendileridir. Zalimler hem kendilerine, hem hakikate, hem de etkiledikleri kimselere haksızlık yaparlar.
Kur’an, zalimlerin uzak bir muhalefet/kopuş/ayrılık içine düştüklerini söyledikten sonra şöyle buyuruyor: “Ve ta ki kendilerine ilim verilenler, bunun Rablerinden gelen hak olduğunu bilip ona iman etsinler ve onunla kalpleri rahat ve huzur bulsun. Muhakkak Allah iman edenleri doğru yola iletir.” (Hac, 22/54)
Dipnot
(1). İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru Mektebetu’l-Hilâl, Beyrur thr. 8/111-112
(2). Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s: 387-388
(3). Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 3/1182
(4). İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1071
(5).İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1237
(6). Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 387
(7). Öztürk, Y. N. İslâmda Büyük Günahlar, Yeni Boyut Yay. İstanbul 1994, s: 52-53
(8). Zuhayli. V. et-Tefsiru’l-Vecîz, Daru’l-Fikr, Dimeşk 1416, s: 233
(9). Öztürk, Y. N. İslamda Büyük Günahlar, s: 53
(10). Heyet, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2003, 1/168
(11). Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/47
(12). Heyet, Kur’an Yolu, 1/168
(13). Zuhayli, V. et-Tefsiru’l-Veciz, s: 27
(14). Zuhayli, V. et-Tefsiru’l-Veciz, s: 483
(15). Heyet, Kur’an Yolu, 4/621
(16). Mükâtil B. Süleymen, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2003, 2/387. Tefsiru’l-Hâzin, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 2010, 3/263. Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru İbni Hazm, Beyrut 1425-2004, 2/2119.Taberî, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye Beyrut 2005, Tefsir 9/179
(17). İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/652
(18). el-Cazâirî, Ebu Bekr, Eyseru’t-Tefâsir, Mektebetu’l-Asriyye, Sayda-Beyrut 2012-1433, 3/1116
Yazar: Hüseyin Kerim ECE / Vuslat Dergisi