Zulme maruz kaldýðý, harem-i ismetine el uzatýldýðý, kutsalýnýn çiðnendiði, kutsiyetinin yok edildiði, onurunun ayaklar altýna alýndýðý, deðerlerine dil uzatýldýðý; inançlarýnýn yaþanmasýna mani olunduðu için yurdundan, sýlasýndan, ailesinden, alýþkanlýklarýndan uzaklaþarak “muhacir konumuna düþen insanlar, Ýslam nokta-i nazarýndan son derece deðerli kabul edilmiþlerdir. Onlarýn bu hicretleri Kur’an tarafýndan Allah’a yapýlan bir yolculuk olarak tesmiye edilmiþ ve onlara her iki cihanda da üstün bir derece, yüce bir mertebe mükâfat olarak vaat edilmiþtir. Nitekim Kur’an-ý Kerim Ýslam tarihinin ilk muhacirlerinin çýktýklarý kutsal yolculuklarýný makbul gördüðünü ifade etmek amacýyla þöyle demektedir.
“Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülen veya ölenlere, Allah elbette güzel bir rýzýk verecektir. Rýzýk verenlerin en hayýrlýsý yalnýz Allah’týr. O onlarý hoþnut olacaklarý bir yere koyacaktýr. Þüphesiz Allah bilendir, halimdir.” (Hac, 22/58-59.)
Tarihî bir olgu olarak “muhacir ve ensar” kavramlarý Hz.Peygamber’in Medine’ye hicret etmesiyle baþlayan ve Mekke’nin fethiyle biten zaman diliminde kutlu yurda yani Medine’ye göç edenler ile onlara kucak açan yiðit insanlara verilen bir isim olsa da günümüzde bu ilk kutlu müjdeyle müþerref olanlarýnkine benzeyen onlarca hadise yaþanmaktadýr. Arakan’da onurlarý ayaklar altýna alýnmasýn diye kaçanlar veya zorla yurtlarýndan sökülüp atýlanlar; Bosna’da Müslüman olduklarý için yakýlan binlerce akrabasýný geride býrakmak zorunda kalanlar; Mýsýr’da tek amaçlarý Müslüman gibi yaþamak olduðu için meydanlarda kurþuna dizilenlerin yakýný olduklarýndan dolayý derdest edileceklerini bildiklerinden sýlalarýndan uzaklaþanlar, Çeçenistan’da Müslüman onurunu korumaya çabaladýklarý için yok edilenlerin hatýralarýný yaþatmak amacýyla dünyanýn muhtelif yerlerine daðýlanlar; Çin’in Uygur bölgesinde Ýslam’ý temsil ettikleri için dar aðaçlarýna çekilenleri anlatmak amacýyla yurtlarýný terk edenler; Suriye’de zulme dur demek istedikleri için her gün binlercesi öldürülenlerin arkada kalanlarýndan yaþam mücadelesi verenler… Evet bütün bunlarýn tamamýnýn o ilk muhacirlere verilen kutlu muþtudan nasiplenmeyeceklerini kim bilebilir? Ya bunlara kucak açan, kol kanat geren, yurt saðlayan, kendi evlerinde aðýrlayan, onur ve iffetlerini muhafaza eden, harem-i ismetini en kutsi deðerlerden biri olarak kabul eden, býrak yan bakmayý onu kendi harem-i ismetlerinden ayýrmaksýzýn mücadele edenlerin ilk ensar nesline verilen muþtudan nasiplenmeyeceklerini kim bilebilir?
Kur’an ilk ensar nesli üzerinden her dönem o kutlu hatýrayý yeniden inþa edenlere hitaben þöyle demektedir:
“Onlardan önce oraya [Medine] ve imana yerleþmiþ olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler; onlara verilenlere içlerinde bir arzu duymazlar, kendileri zorluk içerisinde bulunsalar bile onlarý kendilerinden önce tutarlar. Kim nefsinin cimriliðinden korunursa, iþte onlar kurtuluþa ulaþanlardýr. Onlardan sonra gelenler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmýþ olan kardeþlerimizi baðýþla; kalbimizde müminlere karþý kin býrakma. Rabbimiz! Þüphesiz sen çok þefkatlisin. Çok merhametlisin derler.” (Haþir, 59/9-10.)
“Ýslam’ý ilk önce kabul eden muhacirler ve ensar ile iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razý olmuþ; onlar da O’ndan razý olmuþlardýr. Allah onlara içinden ýrmaklar akan ve içinde ebedî kalacaklarý cennetler hazýrlamýþtýr. Ýþte bu büyük baþarýdýr.” (Tevbe,9/100.)
Kur’an, bu iki kýymete þayan insaný birbirlerinin velileri olarak tesmiye etmektedir. Hatta bunlarý birbirinin mütemmim cüzü olarak görmektedir.
“Ýnanýp hicret eden; canlarý ve mallarýyla Allah yolunda cihat edenlerle onlarý barýndýrýp yardým edenler, iþte bunlar birbirlerinin velileridirler…” (Enfal, 8/72.)
Ülkemiz son zamanlarda sadece Ýslam aleminin muhtelif yerlerinde zulme maruz kalan, kan ve göz yaþý ile boðuþan insanlarýn sýðýnaðý olmadý. Ayný zamanda dünyanýn birçok yerinde yardýma muhtaç insanlarýn yarasýný sarmak için harekete geçti. Asya, Afrika, hatta Avrupa ve Amerika kýtasýnda birçok maðdur bu merhamete mazhar oldu. Birçok yardým kuruluþumuz bu hayýrlarý hem topladýlar, hem yerine daðýttýlar. Ýnsanlýk onurunu korumakla kalmadýlar, Rabbimizin huzuruna vardýðýmýzda bu yapýlanlarla taçlanmamýzý da saðladýlar.
Yurt içine gelince ülkemizde birçok mülteciyi barýndýrmaktayýz. Dünyanýn deðiþik yerinde baský görenler ülkemize, onun onurlu ve vakur, çilekeþ ve merhametli halkýna ve onlarýn temsil ettiði devasa geçmiþe ve tarihe sýðýnýyor. Bu da bizi ensar konumuna yükseltiyor. Peki, ensar olmak neyi icap ettiriyor? Kanaatimce bunlara kucak açmak kadar bu onuru zedelemeden götürmektir aslýnda “ensar” sýfatýnýn hak edilmesini saðlayan. Bunlardan faydalanmak deðil onlarla her þeyimizi paylaþmaktýr aslýnda ensar olmayý gerektiren. Onlarýn harem-i ismetine göz dikmek, ondan faydalanmak deðil onu korumaktýr “ensar” olmayý icap ettiren.
Abdurrahman b. Avf ile ensar kardeþini hatýrlayalým. Medine’ye hicret eden muhacir kardeþine bir ensar olarak:
-“Ýþte malým, yarýsýný al” Abdurrahman’ýn buna cevabý en az bu teklif kadar yüce ve onurluydu:
- “Malýn sana mübarek olsun. Sen bana [geçimimi saðlayacaðým] pazarýn yolunu göster.”
Ýþte ensar olmak bunu gerektiriyor, bunu icap ettiriyor. Gelen muhacire sofrasýný, ocaðýný açmak kadar ona geçimini saðlayacak olanaklar da saðlamayý gerektiriyor. Bunu saðlayanlarý Hz. Peygamber insanlýðýn yüz aký olarak deðerlendiriyor ve onlar hakkýnda þöyle diyor:
“Ensar’ý sevenlerin mükâfatý Allah tarafýndan sevilmektir. Ensar’dan nefret edenlerin cezasý ise Allah’ýn buðzuna uðramaktýr.” (Buhari, Menakýp, 4.) “Dünyanýn en deðerli ve makbul insanlarý Ensar’dýr. Allah’ým sen onlarý ve nesillerini koru.” (Müslim, Fezailu’s-sahabe, 172-180.) Kaldý ki dinimiz bize sýðýnanlarýn Müslüman olmasýna da bakmamamýzý, mazlumun dininin ve ýrkýnýn sorgulanamayacaðýný, onlarý himaye etmemizi bizden istemektedir. Nitekim yüce Rabbimiz Kur’an’da þöyle buyurmaktadýr:
“Ey Muhammed! Eðer müþriklerden biri sana sýðýnmak isterse, onu himayene al ki, Allah’ýn sözünü dinlesin. Sonra onu güvende olacaðý yere ulaþtýr. Çünkü onlar bilmeyen bir topluluktur. (Tevbe,9/6.)
Yani bize sýðýnmak zorunda kalan insanlarýn dinleri ne olursa olsun himaye edilmeleri icap etmekte ve þayet varsa yanlýþlarý onlara doðru yolu gösterip yanlýþlarýný gidermemizi bize emretmektedir. Dahasý, bize sýðýnanlarý kategorize edip dýþlamamýzý, ötekileþtirmemizi, toplu olarak suçlu ilan etmemizi ve onlarý kaderlerine terk etmemizi yasaklamaktadýr. Zaten Peygamber Efendimizin uygulamalarý da aynen böyle olmuþtur. Nitekim o bir kurban bayramý arifesinde Medine’ye gelen muhacirleri korumak amacýyla orada yaþayan Müslümanlara:
“Sizden her kim kurban keserse bayramýn üçüncü gecesinden sonra evinde kurban etinden bir þey býrakmasýn.” (Ýmam Malik, Udhiye, 2135, 2136; Buhari, Udhiye, 1886; ayrýca bkz. Ýbn Kayyým el-Cevziyye, II, 318.) demiþtir. Böylece onlarý sorumluluklarýný müdrik olmaya davet etmiþtir. Kuþkusuz “muhacir” olmak bir sorumluluk gerektirdiði gibi “ensar” olmak da sorumluluk icap ettirir. Ensar, kendine sýðýnmakta olan muhacirleri gereði gibi aðýrlamalý ve onlara madden ve manen kucak açmalýdýr.
Kendilerine kucak açýlan muhacirler de, onlarý baðýrlarýna basan, yaþamlarýnýn bir parçasý hâline getiren ensara karþý kardeþlik hukukuna uygun davranmalýdýrlar. Aslýnda ümmet olmak da bunu gerektirmiyor mu? Hz. Peygamber Ýslam ümmetinden bahsederken onlarý bir yapýnýn taþlarýna benzeterek her iki kitlenin de sorumluluðunu yerine getirmesi gerektiðini söylemiþ olmuyor mu? Öyleyse bu yapý taþlarýnýn birbirlerine karþý sorumluluklarýnýn olduðunu, birlikte bir aileyi teþkil ettiklerini idrak etmeliler ve bu idrakin esasý içerisinde bir vücudun azalarý olarak davranmalýlar.
Prof. Dr. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ
|