Ýslam’ýn asli kaynaklarý
Ýslam bilginleri, dinleri hak ve batýl olarak ikiye ayýrdýktan sonra hak dini “akýl sahibi insanlarý kendi tercihleriyle bizzat hayýrlý olan ve peygamber tarafýndan teblið edilen þeylere sevk eden ilahi kurallar bütünü” olarak tanýmlamaktadýrlar. (Bekir Topaloðlu & Ýlyas Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüðü, s. 79.) Bu duruma göre batýl dinler de ilahi kaynaða ve peygamberlerin tebliðine dayanmayýp bazý kiþi veya toplumlarýn uydurarak din kisvesi ile ortaya attýðý inanç ve ritüellerden oluþmaktadýr. Hak dinin tanýmýnda öne çýkan hususlardan biri, onun ilahi kaynaklý oluþu yani vahiy yoluyla bir peygambere gönderilmiþ ve bu peygamber tarafýndan da insanlara teblið edilmiþ olmasýdýr. Dolayýsýyla hak din ile batýl dinleri birbirinden ayýran önemli faktörlerden biri kaynak meselesidir.
Türkçede kaynak “suyun çýktýðý yer (menba), pýnar, kaynarca; araþtýrmalarda fikrin ilk çýkýþ yeri, yararlanýlan belge” anlamlarýna gelmektedir. Dinin kaynaðý denildiðinde ise söz konusu dinin çýkýþ yeri, menþei, dayanaðý kastedilir ve onun hak dinlerde olduðu gibi ilahi kaynaða mý yoksa batýl dinlerdeki gibi beþerî kaynaklara mý dayandýðý ifade edilmek istenir. Söz konusu din Ýslam olunca, onun kaynaðýnýn ilahi olduðu ve Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafýndan teblið edildiði, izahý gereksiz olan açýk bir husustur.
Yazýmýzýn baþlýðýnda geçen “asli” ifadesine gelince bu, olmazsa olmaz kabul edilen ana kaynaklarý ifade eder. Ýslam dininin asli kaynaklarý ilahi olan yani Allah tarafýndan gönderilmiþ bulunan kaynaklardýr. Bilindiði üzere ilahi buyruklarýn Allah tarafýndan peygamberlere ulaþtýrýlma yöntemine vahiy denilmek tedir. Vahiy Allah Teâlâ’nýn buyruklarýný Cebrail (a.s.) yoluyla veya peygamberin kalbine manayý doðrudan ilham etmek suretiyle ulaþtýrmasý demektir. Bu yolla ya Kur’an-ý Kerim’de olduðu gibi vahyin hem lafzý hem de manasý ilahi olur ya da hadislerde olduðu gibi manasý ilahi, lafzý ise beþerî yani Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ait olur. Bütün peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.s.) de ismet sýfatýna sahip olduðu için sübutu kat’î olan hadislerin kaynak olduðunda þüphe yoktur. Bu iki kaynak arasýnda genel anlamda bir görev paylaþýmý yapýlacak olursa; Kur’an’ýn daha çok ilke ve esas koyucu, sünnetin ise örneklendirici olduðu söylenebilir. Allah buyruklarýný Cebrail (a.s.) vasýtasýyla peygamberine gönderir, o da bu buyruklarýn nasýl anlaþýlacaðý ve nasýl uygulanacaðýný tayin eder, þeklini belirleyip tatbikatýný yapar.
Sonuçta dinin ana kaynaklarýnda ortaya konan kural ve örnekler sayýlý ve sýnýrlýdýr. Hâlbuki hayat deðiþkendir ve toplumsal geliþmelerde çözüm gerektiren yeni yeni olaylar ve örnekler ortaya çýkmaktadýr. Ýþte burada Kur’an ve sünnet üzerine bina edilen kaynaklar devreye girmekte ve söz konusu yeni örneklerle ilgili kural ve hükümler bu kaynaklar yoluyla oluþturulmaktadýr. Dinin tanýmýnda yer alan “akýl ve irade” vurgusu, bu kaynaklarýn zeminini oluþturmaktadýr. Usûl-i fýkýh kitaplarýnda bu kaynaklar icma ve kýyas olarak ifade edilmiþtir.
Bu duruma göre Ýslam âlimlerinin dinî bir meselenin hükmü üzerinde fikir birliði etmelerini ve bütün Müslümanlarýn ortaklaþa benimsedikleri dinî hükümleri ifade eden icma, Kur’an ve sünnetten sonra Ýslam fýkhýnýn üçüncü kaynaðýdýr. (Ýbrahim Kafi Dönmez, Ýçtihat, DÝA, XXI, 417, Ýstanbul 2000.) Hakkýnda açýk hüküm bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarýndaki ortak benzerliðe dayanarak hükmü açýkça belirtilen meseleye göre belirlemek demek olan kýyas ise Ýslam fýkhýnýn dördüncü kaynaðýdýr. (Ali Bardakoðlu, Kýyas, DÝA, XXV, 529, Ankara 2002.) Kur’an ve sünnette yer alan hükümler kýyasýn bir yönünü, hakkýnda açýk hüküm bulunmayan meseleler ise diðer yönünü teþkil eder. Ýkisi arasýndaki ortak illet ve benzerlik ise kýyasa gitmenin gerekçesini oluþturur. Birinci yön vahye, ikinci yön ise akla dayanmakta olup din, bu yollarla kendini yenilemekte, evrensellik ve süreklilik kazanmaktadýr.
Asli kaynaklarý doðru anlamanýn yöntemi
Ýslam dininin asli kaynaklarýný naklî ve akli olarak ikiye ayýrdýk. Vahye dayanan naklî kaynaklar bize Arapça ibareler þeklinde gelmiþtir. Dolayýsýyla onlarýn doðru anlaþýlmasý ibarelerin lügat, dil kurallarý (sarf ve nahiv), muhkem ve müteþabih oluþlarý, cümle içindeki baðlam ve maksada uygunluk gibi kriterlere göre anlaþýlmasýna baðlýdýr. Akli ilimlerde mantýk, þiirde vezin, musikide nota gibi nesirde de bu kurallar ibarenin doðru anlaþýlmasý için gereklidir. Þimdi bu unsurlarý biraz açalým: Dilde her kelimenin örfte konulmuþ bir veya birden fazla manasý vardýr. Bazý kelimelerin tek, bazý kelimelerin ise birden fazla anlamý olabilir. Hatta bazý kelimeler ibarede hakiki anlamý dýþýnda kullanýlabilir. Burada ibareyi okuyup anlamak isteyen kiþinin okuduðu ibarede hangi anlamýn kastedildiðini tercih etmek için önce söz konusu ibarede geçen kelimelerin lügatteki birincil, ikincil, üçüncül… anlamlarýný bilmesi gerekir. Tercihte birinci mana önceliklidir. Bir mâni olduðu takdirde ikinci, üçüncü… manalara gidilir. Þayet ibarenin baðlamý kelimeye birinci manayý vermeye mâni teþkil etmiyorsa bu mana ile yetinilir, eðer baðlam bu manaya müsaade etmiyorsa ikinci, üçüncü manalara geçilir. Böylece ibarenin anlaþýlmasýnda mütekellimin kastý ve metindeki baðlam önemli bir iþleve sahip olmuþ olmaktadýr. Bu sözlerimizi þöyle bir örnekle açýklayabiliriz: Kur’an-ý Kerim’de, “Kýyamet günü yeryüzü Allah’ýn kabzasýnda olur, gökler de O’nun sað eliyle dürülür.” (Zümer, 39/67.) buyrulmaktadýr. Burada geçen “el-kabza” kelimesi fiil olarak “almak, avcunda tutmak, sahip olmak, daraltmak”; isim olarak ise “elin baþparmak dýþýndaki dört parmaðýn geniþliði” anlamlarýna gelmektedir. Allah’ýn, eli diye bir uzvu olmadýðýna göre O’nun yeryüzünü avcunda tutmasý diye bir anlam uygun deðildir. Dolayýsýyla burada mecaza gitme zorunluluðu söz konusudur. “Gökler O’nun sað eliyle dürülür.” ifadesinde de ayný kural geçerlidir.
Ýbarenin anlaþýlmasýnda önemli bir etken de kelimelerin yapýsý, kalýbý, kipi, tekil veya çoðul oluþu; cümle içindeki konumu örneðin özne, nesne, tekid, hal, atýf, mübteda, haber gibi konumlardan hangisinde kullanýldýðýdýr. Bunlarýn yanýnda mütekellimin cümleyi düzenleme maksadýna uygun olarak nasýl anlaþýlmasý gerektiði önemlidir. Bu konuda bize ýþýk tutacak olan hususlarýn baþýnda sebeb-i nüzul ve vürud-i hadis gelmektedir. Bu tür rivayetlerin sahih olmasý durumu, metnin anlaþýlmasýna önemli katkýlar saðlar. Bu söylediklerimizi þöyle örneklendirebiliriz:
“Allah Teâlâ buyuruyor ki: ‘Ben, kulumun hakkýmdaki zanný gibiyim. O, beni andýkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarým. O, beni bir cemaat içinde anarsa ben de onu daha hayýrlý bir cemaat içinde anarým. O, þayet bana bir karýþ yaklaþacak olursa ben ona bir zirâ yaklaþýrým. Eðer o, bana bir zirâ yaklaþýrsa ben ona bir kulaç yaklaþýrým. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koþarak giderim. Kim bana þirk koþmaksýzýn bir arz dolusu günahla gelse ben de onu bir o kadar maðfiretle karþýlarým.’” (Buhari, Tevhid, 16, 35; Müslim, Zikr, 2.)
Bu hadiste “bir zirâ, bir kulaç” gibi mesafe birimleri ve “yürümek, koþmak” gibi hâdis varlýklara ait olan fiiller Allah’a nispet edilmiþtir. Allah Teâlâ mekândan münezzeh olduðu ve herhangi bir surete bürünmediði için bu ifadeleri hakiki manalarý ile O’na nispet etmek caiz deðildir. Ancak metnin bütününe bakýldýðý zaman Allah Teâlâ’nýn kuluna yakýnlýðý, lütuf ve kereminin çokluðunun anlatýlmak istendiði görülür. Buna uygun olarak da söz konusu ifadelere mecaz anlam vermek icap eder.
Akla dayanan dinî kaynaklarýn doðru anlaþýlmasýna gelince; bu konuda normal þartlarda akýl tek baþýna bir kaynak olmasa da vahyin anlaþýlmasýnda ve ondan yeni hükümler çýkarýlmasýnda önemli bir iþleve sahiptir ve bu iþlevini icma ve kýyas yoluyla icra etmektedir. Ortak aklý ve konsensüsü temsil eden icma, ibarenin anlaþýlmasýnda delil olabileceði gibi güncel meseleler ile ibare arasýnda irtibat kurma noktasýnda da delil olabilir.
Akli kaynaklarýn kullanýlmasýnda akýl ilkelerine ve mantýk kurallarýna riayet etmek gerekir. Örneðin kýyasa baþvurduðumuzda birinci önermemiz nasla belirlenmiþ hükümdür. Bu hükmün muhkem olmasý gerekir. Þayet bu önerme sahih olmazsa ona dayanarak kurulacak önermeler ve çýkarýlacak sonuçlar hatalý olacaktýr. Bilindiði üzere kýyasta nasla belirlenen hükmün, hükmü belirsiz meseleye taþýnmasýný saðlayan ortak payda illettir. Kýyasýn sahih ve neticenin doðru olabilmesi için illetin ortaklýðýnda tereddüt olmamasý gerekir. Bu söylediklerimizi þöyle örneklendirebiliriz: Kur’an-ý Kerim’de hamrýn (þarabýn) günah ve haram olduðu beyan edilmektedir. (Bakara, 2/219; Maide, 5/90-91.) Buna karþýn diðer içki türleri zikredilmemekte, onlar hakkýnda herhangi bir beyan yer almamaktadýr. Burada hükmü belli olan hamr ve hükmü belirlenmemiþ bulunan diðer içki türleri söz konusudur. Yapýlan kýyasta hamrýn haram kýlýnmasýnýn nedeninin “sarhoþ edici olmasý” tespit edilerek ayný gerekçe ile diðer içkilerin de haram olduðu hükmüne ulaþýlmýþtýr.
Atalarýmýz “usulsüz vusul olmaz” demiþlerdir. Dolayýsýyla hem naklî delillerin hem de akli delillerin doðru anlaþýlmasý için bilgi edinme yöntemine uymak, usul kitaplarýnda açýklanan kural ve esaslara riayet etmek gerekir. Bu kurallar ibareyi kiþilerin öznel ve keyfî yorumundan kurtarmaktadýr. Kelimelerin lügatte sahip olduklarý hakiki ve belagatte onlarla baðlantýlý olan mecazi manalardan sarfýnazar ederek anlam vermeye bâtýnilik denilmektedir. Mecaz, istiare ve kinaye gibi anlamlarla bâtýniliði karýþtýrmamak gerekir. Çünkü birinci grupta kurallar geçerli iken ikincisinde keyfîlik söz konusudur.
Sonuç olarak Ýslam’ýn asli kaynaklarý, onun esaslarýnýn tespitinde ve çerçevesinin oluþturulmasýnda önemli iþlev görmektedir. Bunlarla bir taraftan süreklilik arz eden esaslar ortaya konulurken bir taraftan da yeni meseleler hakkýnda güncel hükümler oluþturmak için esnek davranýlmýþtýr. Bu nedenle Kur’an-ý Kerim’de hükümleri belli muhkem ayetler yanýnda yoruma açýk müteþabih naslarda yer almýþ, akla muhkem ile müteþabih arasýnda ahengi kurma, ibareyi yorumlama, istidlal ve istinbatta bulunma konularýnda inisiyatif tanýnmýþtýr. Burada düzenli düþünen eðitilmiþ akýl öne çýkmaktadýr. Biz buna aklýselim iyoruz. Aklý hata yapmaktan koruyan onun düzenli ve eðitilmiþ olmasý yani mantýk kurallarýna göre çalýþtýrýlmasýdýr.
Konumuzun baþlýðýna dönecek olursak Ýslam’ýn asli kaynaklarýný doðru yöntemlerle anlamaya çalýþtýðýmýz takdirde bunlarýn, düne söylediði gibi bugüne de söyleyecek ve günümüz insanýnýn düþünce dünyasýný olumlu olarak þekillendirecek çok þeyi vardýr. Bu noktada naslarýn yeni yorumu kadar icma ve kýyas da önemli iþlevler görecektir. Bunun tek þartý modern insanýn kendini buna hazýrlamasý ve bunun için gerekli olan donaným ve yetkinliði kazanmasýdýr. Ýnanç konularýnda birçok fýrkanýn (73 fýrka) ortaya çýkmasýný saðlamýþ bulunan Ýslam düþünce geleneði, bu hususta zengin bir geçmiþe sahiptir. Her ne kadar ortaya çýkan fýrkalarýn çokluðu düþünce hürriyeti adýna övgü vesilesi ve sevindirici ise de esas olan doðru düþünme, doðru düþünce üzere olma ve istikametten sapmamaktýr. Bunun için de usul gerekli ve önemlidir.
Prof. Dr. Ýlyas ÇELEBÝ
Diyanet Aylýk Dergi
|