Sözle baþlayan, özümüze deðen emanet
Önce söz vardý. “Ben sizin Rabbiniz deðil miyim?” hitabýna/sözüne, bir cevapla/sözle cevap verildi: “Bela/evet (Sen bizim Rabbimizsin).” Söz dile düþmeden önce kalbe düþtü sonra dile geldi ve sözü bir emanet olarak insan aldý.
Söz emaneti, hayat yolculuðunun baþlangýcýný temsil ediyor. Sözün baðlayýcýlýðý ve kesinliði ruhlar âleminde gerçekleþen sahne ile sizi baðlýyor. Bu anlamda söze sadakat, aslýnda öze sadakattir. Kiþi, sözünün, sözüne gerekçe olan varlýðýnýn özüne sadakatini taþýmak durumundadýr. O yüzden söz emaneti, özümüzün emanetidir. Verdiðiniz sözü, yüce bir emanet bilip hayat boyu taþýmaya ahdettiðiniz sürece, onu taþýma ahlakýný da kuþanmanýz gerekmektedir. Çünkü sözün de, özün de emanetini bugünlere taþýyacak saðlam, saðlýklý liman ahlaktýr.
Daðlarýn yüklenmekten imtina ettiði büyük emanet
Hayatýn kýyýsýnda, ortasýnda yaþayabilirsiniz ancak hayatýn dýþýnda kalarak alnýmýza çatýlan bu emaneti yok sayýp, yürüyüþünüzü sürdüremezsiniz. Ýyiyi kötüyü, doðruyu yanlýþý hayatýn içinde kalarak yaþar ve çözersiniz. Varoluþumuzun gerekçesi, varlýðý anlamlandýran bu emanet sizin için tanýmlanmýþ, hatta emanete bile isteye talip olmuþsunuzdur. Kerim Kitabýmýzda daðlarýn dahi yüklenmekten imtina ettikleri emaneti insan bile isteye almýþ ve kabul ettiði veciz bir þekilde anlatýlýr.
Nitekim Elmalýlý Hamdi Yazýr merhum da, Ahzap suresinin 72. ayetine þu meali verir: “Evet biz o emaneti göklere, yere ve daðlara arz ettik, onlar onu yüklenmeye yanaþmadýlar, ondan korktular da onu insan yüklendi, o cidden çok zalim ve çok cahil bulunuyor.” Vazifenin büyüklüðü ve cesameti açýktýr. Hatta þair Necip Fazýl Kýsakürek “Sen bir devsin, yükü aðýrdýr devin/ Kalk ayaða, dimdik doðrul ve sevin” derken insanoðlunun zayýflýðýna, aceleciliðine, eksik ve noksanlýðýna raðmen yükü taþýmaya layýk ve tek namzet varlýk olduðunu büyük coþku ve vecd hâlinde anlatýr.
Emanet ifa edilmediðinde hýyanet ve garamettir
Elmalýlý merhum bahsi geçen ayeti þu þekilde tefsir eder: “(…) Allah’ýn gerek kendi hukukuna ve gerek halkýn hukukuna müteallik emr ü nehyinin, ahkâmýnýn icrasýna Allah’ýn emini, inanç memuru olmak demek olan emanetini, ya’ni Allahýn diðer eþyada olduðu gibi ýztýrar ile cebren deðil, rýza ve ihtiyar ile yaptýrmak istediði ef’ali ihtiyariyyede emrine itaatle hilafeti demek olan vazife ve mükellefiyyeti o Göklere ve Yere ve Daðlara: yukarýda ve aþaðýda o aðýr ve büyük ecram ve ecsamýn hepsine arzeyledik de onlar onu yüklenmekten ibâ ve imtina ettiler. (…) emanet böyle Semavat ve Arz ve Cibrilin dayanamýyacaklarý derecede aðýr, edasý zor, mes’uliyetli, büyük ve korkunç bir yüktür. Burada arz ve ibayý hakikati üzerine mülahaza eden müfessirler varsa da çoklarý emanetin azametini meyan için istiharei temsiliyye suretinde bir tasvir olduðuna sahib olmuþlardýr. Emanet iyfa edildiði takdirde netice çok büyük bir keramet olduðu gibi iyfa edilmediði takdirde de hýyanet ve garametle büyük bir rüsvaylýktýr. Ýnsan ise onu yüklendi “bela” dedi, teklif ve hilafeti kabul etti. O insan cidden zalûm cehul bulunuyor. Her ferdi deðil, insan cinsi.” (Hak Dini Kur’an Dili, C.5, Ýstanbul 1936, s. 3932-3935.)
Burada dikkat çekici bir durum þudur ki “emanet böyle semavat ve arz ve Cibril’in dayanamayacaklarý derecede aðýr, edasý zor, mesuliyetli, büyük ve korkunç bir yüktür.” Derken Elmalýlý Hamdi Yazýr, ayette geçen arzla meseleyi sýnýrlandýrmamýþ, buna semavat ve Cibril-i Emin’i de dâhil etmiþtir. Böylesine büyük ve dehþetengiz bir durumla karþý karþýyayýz. O yüzden de emanetin ifasý gözle görülür aþikâr bir keramet iken, emanete riayetsizlik ise hýyanetle ve garametle (borçlanmak) niteleniyor. Bu durumda emanete talip olup, ona riayetsizlik ise sadece zalum ve cehul olan insanýn harcý oluyor.
Emanet mülk deðildir, sorumluluktur
Hayat yolculuðunda türlü vazifelerle donanmýþ olan insanoðlunun gözden ýrak tutmamasý gereken emanet, bir mülk deðil, sorumluluktur. Emaneti mülke tahvil etmek demek, sorumluluðu yok saymak yahut sorumluluktan kaçmak demektir.
Bu emanet, “Kenar-ý Dicle'de bir kurt aþýrsa koyunu, Gelir de adl-i ilahî sorar Ömer'den onu” þuurunda idareciyi; “iþçiye alýn teri kurumadan emeðinin karþýlýðýný veriniz” kutlu nebinin sözüne amade iþvereni; “kadýnlar size Allah’ýn emanetidir” düsturunu hayata, evine nakþeden erkeði; “Allah’ýn birer emaneti olarak yetimi gözetmek, cennete açýlan kapýdýr” hadisiyle sadece yetime deðil, öksüze, yolda kalmýþa, yurdundan ayrýlmýþa kol kanat geren, kimsesizlere kimse olanlarý; nihayet “Yine o müminler emanetlerine ve ahitlerine sadakat gösterirler.” (Müminun, 23/8.) ayetinin þuurunda olan müminleri sarýp sarmalamaktadýr.
Emanet ahlaký, vakti gelince emanete halel getirmeden teslim edebilmektir
Emanet, geri dönüp baktýðýmýz zaman sisli bir piþmanlýk vadisine uðramadan göðsümüz inþirah duya duya yol almaktýr. Emanet ahlaký ise emaneti kuþanacak, taþýyacak bilince sahip olmak ve emanete halel gelmeden sahibine teslim etmektir. Bir baþka deyiþle emanet ahlaký “emanet zayi edildiði zaman kýyameti bekle” kutlu sözüne sadakati gerektirir. Herkes elindeki -can, canan, çalýþan, iþveren, kamu malý vs.- emanetin sahibine sadakatle, sýddýkiyetle kul olmalý, yolculuðu bizim istediðimiz gibi heva ve heves yolunda deðil, onun çizdiði emanet çizgisinin yörüngesinde bitirmeye gayret etmeli.
Hz. Ebubekir’i sýddýkiyet mertebesine ulaþtýran þey, hiç kuþkusuz can, mal emanetini hiç çekinmeden Hak yolunda gözden ve dahi gönülden çýkarabilme iradesini göstermesidir. Her bir sahabeyi bir yýldýz mesabesinde tasvir eden, içinde yaþadýklarý asrý da asr-ý saadet yapan, iþte o emanet bilinci ve emanet ahlakýdýr.
Emanet/Mesuliyet davasýnýn diðer adý Ýnsan Davasý’dýr
Nurettin Topçu bu büyük mesuliyeti ve davayý þöyle anlatýr: “Ýslam’ý XX. asýrda yükseltecek olanlar, bu mukaddes davanýn her þeyden önce insan davasý olduðunu bilmelidirler. Allah’ýn emaneti hakkýnda nasýl davranmak lazýmsa her insan karþýsýnda öylece davranmanýn gerektiðini ancak anlayanlar bu davanýn saflarýnda yer alabileceklerdir.” (Ýslam ve Ýnsan, Mevlana ve Tasavvuf, Dergâh yay. 2001, s. 25.) Ýnsanýn da asýl gayesinin Hakk’a gitmek olduðunu dile getiren Topçu, bu imtiyazlý durumun da vasýtasýný aþk olarak ifade eder: “Onun gayesi Allah’a gitmektir. Bu, daðlarýn kabul etmediði emaneti yüklenen insana sunulmuþ ilahî imtiyazdýr. Bu imtiyazý elde etmenin, bu sefaletler mahþerindeki müthiþ imtihanda baþarý kazanmanýn þartý aþka ulaþabilmektir. Çünkü aþk içinde bu çeliþmelerin hepsi birden ortadan kalkýyor. Bu mahþer yeri bir cennet oluyor. Bütün insanlar aþk içinde birleþiyorlar ve kendilerindeki hayvani unsurlardan sýyrýlýyorlar. Aþk içinde dinin yoludur ve bütün fani gözüken þeylerin aþkýndan fani olan varlýk vücut, çehre, emeller ve þekiller silinip de yalnýz aþk ortada kalýnca iþte o Allah’ýn aþkýdýr, varlýðýn mutlak sevgisidir. (s. 34)
Emaneti sahiplenin zayýf olduðu demler
Bataklýða gömülmüþ, ibresini þaþýrmýþ insana yol gösterme, elinden tutup bulunduðu bataklýktan çekip çýkarma ve en nihayet adý insan olan bir dava, emanet meselesinde mevzuyu kaybettiðimiz noktadýr. Hâlbuki bu mahþeri, bu cehennemi tersine çevirecek Allah aþký ve O’nun mutlak sevgisi vardýr.
Þurasý da bir hakikattir ki içinde yaþadýðýmýz zamanlar emaneti sahiplenenlerin zayýf olduðu demlerdir. Herkes bu ilahî emaneti insanoðlunun yüklendiði konusunda hem fikir iken, sorumluluk almaya gelindiðinde -hele ki hiçbir karþýlýk ve menfaat beklemeksizin tamamen hasbilik söz konusu olduðunda- kimsenin bu sofrada yerinin olmadýðýný görüyor ve gözlemliyoruz. Emanet öze dokunan sözde olmalý ve emanete liyakatle birlikte onu taþýyacak ahlakýn emareleri de üzerimizde olmalý. Yoksa gelecek yüzyýllarýn en büyük sancýlarýndan birisinin de “emanet sancýsý” olacaðý muhakkaktýr. Dün olduðu gibi bugün de âlimiyle, mürþidiyle, hocasýyla, idarecisi ile kýsacasý sorumluluk makamýndaki herkes bu vebalin bir tarafýndan sorumlu olacaklardýr.
Kâmil Büyüker / Diyanet Aylýk Dergi
|