Ýslamiyet açýsýndan varoluþ sebebimiz ve en yüce gayemiz hakikate ulaþmaktýr. Hakikate; Yaratýcýmýz ve Rabbimizin sýfatlarý üzerinde düþünmekle, gücümüz yettiðince ona benzemeye çalýþmakla yani onun ahlaký ile ahlaklanmakla ulaþabiliriz.
Cibril Hadisi bunun nasýl olacaðýný anlatýr. Ýman ile teorik temeller, Ýslam ile bunlarýn hayata aksettirilmesi; ilim ve amel bir araya gelince de ihsan, yani her daim ‘Hak ve Hayýr’ýn bilgisi ile donanmanýn mertebesi örneklendirilir. Sanki Allah’ý görüyormuþ veya “O’nun huzurundaymýþ gibi” davranmak, bedenen halk içinde, kalben hak/hakikat ile beraber olmaktýr.
Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar farklý zaman ve mekânlarda, farklý dillerde, bütün nebi ve rasullere hep ayný hakikat (Tevhit/ Nübüvvet/Mead) bilgisi verilmiþtir. Bu hak ve hakikatin bilgisinin son mübelliði Hz. Muhammed’dir. Dolayýsýyla muhsin/e niteliðini kazanmak için büyük bir ahlak sahibi (Kalem, 68/4.) Peygamberimizi rol/sosyal model olarak görmek gerekir. Özetle “Allah’ýn ahlaký ile ahlaklanmak”, Peygamberimizi anlamak, içselleþtirmek ve rol model olarak görmekten geçer. Çünkü “Onun üzerinde
Rabbinin sýfatlarý öylesine tecelli etmiþtir ki, nasýl Kur’an’ýn bir harfinden þüphe duyulmuyorsa, onun ahlakýnýn mükemmelliðinden de o denli þüphe duyulmaz.”
Hakikatin evrensel ifadesi: Tevhit
Tevhit, Allah’ýn varlýðýna, birliðine, O’ndan baþka ilah olmadýðýna, eþi ve benzeri bulunmadýðýna inanmaktýr. Biricik ve nihai ilahî hakikatin Allah olduðuna, Peygamberimizin O’nun son elçisi olduðuna þehadet etmektir. Bu nedenle tevhit bilincine sahip olmak; Hz. Âdem'den Hz. Muhammed’e kadar farklý zaman ve mekânlarda, farklý toplumlara, hayatlarýný düzenlemeleri için farklý dillerde belirli kurallar gönderildiðini bilmek ve onaylamak demektir.
Bu onayýn gereði olarak tevhidin içeriðinde, bütün bir kültür/medeniyet/tarihin bir cümlede özetlenmesi vardýr. Nitekim Allah,Hz. muhammed'e vahyettiði hususlarýn aynýsýný, Hz. Nuh, Ýbrahim, Musa ve Ýsa'ya da indirdiðini belirtmiþ; "Din"i dosdoðru tutup, ayrýlýða düþmememizi istemiþtir. (Þura, 42/13.) Özetten kasýt, temelde bütün peygamberlere ayný teorik/iman ilkelerinin gönderildiðine inanmak ve tanýklýk etmektir. Bu, “Hakikat”in “Bir” ve “Evrensel” olmasýnýn somut göstergesidir. Fakat benzerliði vurgulamak, hakikatin bütün tezahürlerinin denk ve eþit olduðu anlamýna gelmez. Çünkü Peygamberimiz Hz. Muhammed; hakikatin nihai temsilcisidir.
Hakikatin tezahürleri
Risalet tek ve her þeyi kapsayan bir "Hakikat"i vurguluyorsa bu kadar farklý hakikat tezahürlerinin olmasýnýn gerekçesi nedir? Bu noktada “Doðru”, “Gerçek” ve "Hakikat" iliþkisini temellendirmek gerekir. Zira hakikatin birden fazla anlamý/anlatýmý, bilme yönü ve uygulama tarzý vardýr. Bu, “Hakikat”in, “Din”in, temelde “Bir” ve “Evrensel”; ama uygulamalarýnýn zaman ve mekân farklýlýklarýna göre nebi ve rasullerle pratiðe aktarýlmasýnýn çok olduðunun izahýný yapar. Bu baðlamda her peygamberin kendisinden önceki yöntemlerin (þerait) ana kýsmýný özümseyerek, kendi getirdiði yeni unsurlarla bunlarý kaynaþtýrýp yeni bir dil ve yeni bir kimlikle ifade ettiðini hatýrlamak gerekmektedir. Bu nedenle ayný özellikleri gösterenler birbirlerini iyi anlar, ama benzerlik, hakikatin bütün tezahürlerinin denk ve eþit olmasýný getirmez, demiþtik. Zira dünyada önceki peygamberlerin yol ve yöntemleriyle amel edenlerin olduðu bir gerçektir. Bu nedenle “Her gerçek, hakikate ne derecede tekabül eder?” sorusunun cevabýný aramak gerekir.
Doðru, gerçek ve hakikat iliþkisi
Doðruluk; düþünce ve nesnesi arasýndaki uyuma denir. Elde edilen bilgi ve verilen kararýn, bilgisi edinilen; yani karar verilen nesneye tam bir uygunluðu olmalýdýr. Bilen ile bilinen arasýndaki bir özdeþleþmedir. Dinî açýdan bunun mümkün olduðunu (vahdet-i vücut) söyleyenler vardýr, ama bu “doðru” tanýmýnýn felsefi/beþerî ilimlerdeki “Gerçek” kavramý ile ilintisini açýklamak gerekir. Bunu deneysel bilgi ve olgusal doðruluk ile rasyonel bilgi ve akýlsal doðruluk arasýndaki farký netleþtirmekle yapabiliriz. Akýl, doðrusu zorunlu olan ve karþýtýnýn imkânsýz olduðu doðrudur. Dolayýsýyla doðruluðu salt akýlla ve deneyden baðýmsýz olarak belirlenir. Olgu doðrularý zorunlu olmayanve karþýtý mümkün olan önermelerdir. Bu nedenle hakikatin farklý tezahürleri (Musevilik, Ýsevilik) vardýr, bir gerçekliktir. Kendisini doðru olduðunu iddia eden Katolik, Ortodoks, Protestan mezhepler birer dinî gerçekliktir, hepsi doðrudan (Hristiyanlýk) bir parça barýndýrýr ama hakikat ile özdeþ deðildir.
Medya ve iþlevi
Bunlara inananlarýn, zihinlerinde tasavvur ettikleri iman örgüsü ile dýþ dünyada olgusal/gerçeklik olarak sunulanýn hakikate özdeþliði ne derecededir? Bunu anlamak için doðru, gerçeklik ve hakikat kavramlarýný birbirine karýþtýrmamak lazýmdýr. Mesela, dünyada birçok haksýzlýðýn, zulmün olduðu bir gerçektir. Ama zulmetmek doðru deðildir. Fakat bunu yapanlar doðruluklarýndan hiç þüphe duymuyorlar. Kitle iletiþim araçlarý (medya) vasýtasýyla hakikati tahrif edip, doðru tasavvurlarý ile özdeþ gibi sunuyorlar.
Barýþ ve esenlik anlamýný içeren Ýslamiyet, özellikle 11 Eylül 2001 olayýndan sonra küresel medya vasýtasýyla terör ve baský þeklinde zihinlere iþlenmiþtir. Ýnsanlara dünyada refah ve huzur, ahirette ise felah/kurtuluþ temin edecek ilkeler hakkýnda korku (Ýslamofobia) oluþturulmuþtur.
Örnek insan: Hz. Muhammed
Bu korku sarmalýný aþmanýn yolu, hakikatin nihai temsilcisi olan Peygamberimizi bir sosyal (rol) model olarak görmekten geçer. Çünkü daha 20 yaþýnda haksýzlýk ve maðduriyete uðrayanlarýn haklarýný korumak için kurulan ve bugün bir sivil toplum kuruluþu olarak isimlendirebileceðimiz Hilfu’l-fudul (Erdemliler ittifaký) denilen cemiyete üye olmuþ bir Peygamberin takipçisiyiz.
Kiþinin özlük haklarý ve yeteneðini kamusal açýdan iyi deðerlendiren Peygamberimiz, gençleri (40 bin kiþilik bir orduya 18 yaþýndaki Usame b. Zeyd’in komutan tayin edilmesi örneðinde olduðu gibi) önemli görevlere atamýþtýr.
Çocuk hakký üzerinde titizlikle duran Peygamberimiz özellikle kýz çocuklarýnýn korunmasý, nazik yapýlarýndan dolayý daha dikkatli davranýlmasýný istemiþtir. Yetim ve öksüzlerin haklarýna riayet edilmesini müminlerden bizzat istemiþ; “Allah’tan korkun
ve çocuklarýnýz arasýnda adaleti gözetin” (Buhari, Hibe, 12-13.) demiþtir.
Engelliler toplumda önemli bir kesimi oluþturuyor. Peygamberimiz, bazý yetilerini kaybetmiþ kardeþlerimizin diðer yeteneklerinden azami oranda faydalanýlmasýný ve hayata kazandýrýlmasýný ister. Nitekim gözleri görmeyen Ýbn Mektum’daki yöneticilik yeteneðini çok iyi deðerlendirmiþ, Medine dýþýna çýktýðý zaman onu yerine vekil olarak býrakmýþtýr.
Sonuç
Peygamberimizin hakkaniyetini, adalet anlayýþýný Veda Hutbesinde (632) bulabiliriz. Hutbe, Batý’da ilk insan haklarý metni olan Magna Carta’dan (1215) 583 yýl; Birleþmiþ Milletler Ýnsan Haklarý Beyannamesi’nden (1948) 1316 yýl öncedir. Dolayýsýyla eðer Peygamberimizi bir “sosyal model” olarak görüp hak, hukuk ve adaletine dair uygulamalarýný içselleþtirebilir ve deðerlendirebilirsek, hayatýmýza anlam kazandýrýrýz. Yaþanýlan yanýlsamalar ve olumsuzluklar karþýsýnda bir güven ve iç huzuru temin edebilir, ‘an’ý yakalayabilir, geleceðe umutla bakabiliriz
|