Dinin mahiyeti
Ýslam âlimleri dini, “Akýl sahibini kendi özgür iradesi ile hayýrlý sonuca götüren ilahî kanundur.” diye tarif ederler. Tarifte muhatabýnýn aklýný özgürce kullanabilme özelliðine kuvvetli vurgu vardýr. Bu yüzdendir ki aklý veya özgür iradesi olmayan kiþi dinen sorumlu tutulamaz. Ýkinci temel özellik, dinin insaný hayýrlý sonuca götürmesidir. Buradaki hayýrlý sonuç kýsa vadeli, zevk ve arzulara cevap veren deðil, insanýn insanca yaþamasýný saðlayan, çevreye ve hemcinslerine zarar vermeyen, geride hiçbir kötülük izi býrakmayan bir hayatý öngörmesinin yanýnda ölüm sonrasýnda insana ebedî bir mutluluk taahhüdünde bulunuyor olmasýdýr. Bu yüzden Yüce Allah kullarýndan hem dünya mutluluðu hem de ahiret mutluðunun eþit oranda istenmesini emir buyurmuþtur. Yukarýdaki tarifte geçen en önemli unsur dinin ilahî bir kanun olduðu tespit ve vurgusudur. Bu ayný zamanda dinin kaynaðýnýn da ilahî olduðunu yani dinin esaslarýnýn Allah tarafýndan belirlendiðini ifade eder.
Dinin kaynaðý
Yukarýdaki tespite göre dinin yegâne kaynaðý Allah’týr ve din O’nun koyduðu kanunlar bütünüdür. Bu kanunlarý Yüce Allah, görevlendirdiði peygamberine indirdiði vahiyle bildirir. Ancak peygamberin görevi sadece bildirmekle sýnýrlý deðildir, bunun yaný sýra gelen bilginin hayata nasýl uygulanacaðý da onun görevleri arasýndadýr. Bu durumda peygamber bir yandan gelen vahyi eksiklik ve fazlalýk olmaksýzýn insanlara olduðu gibi bildirirken diðer yandan bu vahyin uygulamasýný insanlara göstermesi gerekir. Bütün bu görevleri yerine getirirken peygamberler ilahî koruma, gözetim ve denetim altýndadýr. Diðer bir deyiþle peygamberler masumiyet veya ismet adý verilen bir nevi dokunulmazlýk sýfatýna mazhar kýlýnýrlar. Bu sýfat gereði, peygamberler gelen vahyi eksiklik, fazlalýk ve deðiþtirme gibi hiçbir kusura uðratmaksýzýn insanlara bildirme imkânýna kavuþturulurlar. Peygamberlerin gelen vahyi uygulamalarýnda da ayný þekilde bir denetim söz konusudur. Yanlýþ bir uygulama olduðu takdirde derhal uyarýlarak yanlýþlýk süreklilik kazanmadan ve zararlý bir gelenek oluþmadan daha baþtan tamir ve tadil edilir. Peygamberlerin getirdiði vahiy bütününe kitap denilirken bu kitabýn hayata uygulamasýna sünnet denilmiþtir. Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya (s.a.s.) indirilen kitap Kur’an’dýr, O’nun Kur’an’ý sahabesiyle birlikte hayata uygulamasý ise sünnettir. Sünnetin uygulamasýnda sahabenin ittifak ettiði hususlar, sahabe icmaý olarak anýlmýþ ve bu icmaýn en kuvvetlisi kabul edilmiþtir. Sahabeden sonra tabiin ve tebe-i tabiin bu uygulamayý devam ettirmiþ ve böylece Ýslam dininin kural ve kaideleri yerleþik uygulamaya dönüþmüþ ve geleneksel bir yapý özelliði kazanarak tarihî derinliðe kavuþmuþtur. Bu yüzden olsa gerektir ki Hz. Peygamber (s.a.s.) “En hayýrlýnýz benim asrýmda yaþamýþ olanlar, sonra onlarý takip edenler, sonra onlarý takip edenlerdir.” (bk. Buharî, “Þehâdât”, 9; Müslim, “Fedâilu’s-sahâbe”, 212.) diyerek Ýslam’ýn tarihi derinliðe kavuþmasýna hizmet etmiþ olan bu üç nesli övmüþtür.
Sünnet, Peygamberimizin Kur’an’ý açýklamasý ve hayata uygulamasý ise, ne sünneti Kur’an’dan baðýmsýz ne de Kur’an’ý sünnetten baðýmsýz düþünmek mümkündür. Öte yandan Kur’an ve sünnetin çizdiði çerçevenin korunmasý için üçüncü bir yol sahabeden baþlamak üzere dinî esaslar üzerinde ittifak yani icma oluþturulmuþ olmasýdýr. Kur’an ve sünnetteki ilkeler çerçevesinde zaman, mekân ve geliþen þartlara göre din içerisinde yeni yorumlar getirilmesi ise kýyas, içtihat veya fetva ile mümkün olmaktadýr. Ancak kýyas, içtihat ve fetva ile getirilen yorumlar dinde mutlak baðlayýcý deðildir. Dolayýsýyla insanlar Allah’ýn bir nimet olarak verdiði akýllarýný ve özgür iradelerini kullanarak bunlar içerisinde tercihte bulunabilirler.
Sünnetin intikali
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) sünneti olan bütün açýklama ve uygulamalarýný hayattayken ortaya koymuþtur. O’nun sünnet-i seniyyesi olarak adlandýrýlan bu uygulama ve açýklamalarý, sahabeden baþlamak üzere nesilden nesle aktarýlarak saðlam ve saðlýklý bir þekilde bize kadar ulaþtýrýlmýþtýr. Allah’ýn kitabý Kur’an-ý Kerim’in yanýnda bizim için ikinci kaynaðýmýz iþte bu sünnet-i seniyyedir. Bunun dýþýnda Hz. Peygamber’in rüyayla veya baþka bir yolla açýklamada bulunmasý veya kabir âleminden talimat vermesi söz konusu deðildir. Nitekim hadis âlimlerinin Hz. Peygamber’in hayattayken söylediði sözlerin ancak hadis kabul edilebileceði, bunun sýhhatinin de senet yoluyla tespit edilebileceði; rüya, keþif ve keramet gibi birtakým yollarla asla hadisin sýhhatinin tespit edilemeyeceði üzerinde geniþ çaplý ittifaklarý söz konusudur. Dinin emniyeti ancak bu yolla ve bu þekilde saðlanýr ve sürdürülebilir.
Dinde aþýrý yorumlar
Dinde aþýrý yorumlar yukarýda zikredilen Kur’an ve sünnet sýnýrlarýnýn zorlanmasý veya tahrife varacak þekilde yorumlara gidilmesiyle ortaya çýkar. Bu aþýrýlýk indirgemeci ve eklemeci olmak üzere iki türlü tezahür eder. Ýndirgemeciler dini, belli bir delil veya anlayýþla sýnýrlarken eklemeciler dinde olmayan birtakým hususlarý dine ilave etmek suretiyle Kur’an ve sünnet sýnýrlarýný aþan bir çerçeve oluþtururlar. Tarihte birinci kesimin örneði dini Kur’an ile sýnýrlayan Hariciler þeklinde ortaya çýkarken ikinci kesim tüm bidatçýlarý ve hurafecileri içine almaktadýr. Bu problemin iþaretleri Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanýnda da görüldüðü için Hucurat suresinin ilk ayetinde, “Ey iman edenler, Allah ve Rasulünün önüne geçmeyin.” buyrulmuþtur. Bu uyarýyý Ýmam Matüridi, yaratma ve emretme Allah’a aittir. Sizler emir, söz, fiil ve hüküm koyma hususunda Allah’ýn ve Rasülünün önüne geçmeyin. Yani dinde aþýrý bir anlayýþa gitmeyin ve çizilen çerçeveyi koruyun þeklinde anlamýþtýr. (bk. Te’vilâtü’lKur’an, anýlan ayetin yorumu)
Ýndirgemeci anlayýþlar
Günümüzde bazý kesimler dine ve dinî deðerlere modern zamanlarýn etkisi ve baskýsý altýnda bir yaklaþým sergilemektedirler. Bu yaklaþým sömürge dönemiyle baþlamýþ ve hýz kazanmýþtýr. Nitekim modern dünyanýn hýzlý ilerleyiþi karsýnda þaþkýna dönen sömürge dönemi aydýnlarýnýn bir kýsmý, dini bütünüyle yük olarak görürken, bunun tam zýttý kutupta bulunanlar, dinden olan her þeyi koruma çabasýna girmiþlerdir. Üçüncü grup ise geçmiþin bütün aðýrlýklarýný taþýmak yerine yeniden Kur’an ve sünnete dönerek oradan alýnacak malzeme ve ruh ile yeni bir yapýlanmaya gitmenin hayalini kurmuþlardýr. Bu hayalin gerçeðe tekabül eden tarafý olmakla birlikte bin yýlý aþkýn bir hafýzayý silip deyim yerindeyse sýfýr hafýza ile Kur’an ve sünnetin yeniden yorumunun nasýl yapýlacaðý problemine yönelik bir çözüm henüz getirilebilmiþ deðildir. Bu düþüncede olanlarýn bir kýsmý sünneti de yük olarak görüp sadece Kur’an ile yetinmenin doðru olacaðýný ileri sürmüþlerdir. Nitekim günümüzde kendilerini Kur’an Ýslamý taraftarý þeklinde isimlendirenler bu anlayýþý temsil etmektedirler.
Anýlan anlayýþa zýt olarak geliþen zihniyet ise deyim yerindeyse Kur’an’ý tamamen veya kýsmen bir tarafa býrakýp sadece hadis külliyatý içinden seçtikleri belli hadislerle inanç ve hayat tarzý oluþturmaya çalýþmaktadýrlar. Bunlardan bir kýsmý daha da ileri giderek uydurma hadisleri bile bir hüküm kaynaðý olarak görmektedirler. Hâlbuki Ýslam tarihi içinde Kur’an ve sünnet zeminine dayanan iki temel ilimden birisi fýkýh diðeri ise kelâmdýr. Bunlar âdeta bir madalyonun iki yüzü gibidir. Hadis ilimleri birer rivayet ilmidir. Hadislerin zihniyete tekabül eden tarafýný fýkýh ve kelam ilimleri temsil eder. Ehlihadis kesimin hayata yönelik tarihte ortaya koyduðu çalýþmalar, aslýnda birer fýkýh çalýþmalarýdýr. Kelam ve fýkýh gibi köklü iki ilmin yerine mücerret hadisleri koyup âdeta yeniden inanç/din inþa etmeye kalkýþmak, bir açýdan Kur’an Ýslamý zihniyetini tersinden taklit etmek diðer açýdan ise Hz. Peygamber’in övdüðü ilk üç nesil olan sahabe, tabiî ve tebe-i tabiinin rolünü yok saymaktýr.
Eklemeci anlayýþlar
Bu kesimi, Ýslam düþüncesinde standart hale gelmiþ temel delillerin dýþýna çýkanlar, delil uyduranlar ve dinin kendisine eklemede bulunanlar þeklinde üç grup olarak ele almak mümkündür.
Yukarýda dinin temel delillerinin kitap, sünnet, icma ve kýyas olduðu belirtilmiþti. Bu delillerin dýþýnda rüya, keþif, keramet, ilham gibi delilleri dinde hüküm koyma aracý olarak görmek ve bunlardan hareketle dinî hüküm ve deðer ihdas etmek eklemeci din anlayýþý anlamýna gelir. Çünkü rüya ve benzeri kesin olmayan delillerin dinde bir baðlayýcýlýðý söz konusu deðildir. Diðer bir deyiþle bu tür delillerin ne kiþisel ne de toplumsal düzeyde bir baðlayýcýlýðýndan bahsedilemez. Bunlarýn kiþisel düzeyde delil kabul edilmesi, doðrudan ya da dolaylý ikinci kiþileri ilgilendiren hukuki veya psikolojik sonuçlara yol açmamasýna baðlýdýr. Ýnsanlar tek baþýna yaþamadýðýna göre, bir kiþiyi etkileyen her olayýn onunla iliþki ve iletiþim haline olan herkesi bir þekilde etkilemesi kaçýnýlmazdýr. Dolayýsýyla bu delillerin kiþisel baðlayýcýlýðýndan da söz edilemez. Öte yandan bu tür olgu ve olaylarýn toplumda yönlendirici bir amaçla kullanýlmasý ise dinen kabul edilebilir deðildir. Çünkü Ýslam’a göre din, ancak akýl saðlýðý yerinde olan ve özgür iradesi ile hareket edebilen kiþinin kabul ettiði ve yaþadýðý ilahî kanundur. Dolayýsýyla kiþinin aklýna ve özgür iradesine müdahale edilmesi dinen doðru deðildir, çünkü böylesi bir giriþim insaný insanlýðýndan uzaklaþtýrma sonucunu doðurur. Bu türden bir müdahale olmaksýzýn yapýlan tavsiye, nasihat, irþat veya yol gösterme bile son tahlilde muhatap olan kiþinin iradesine havale edilir.
Eklemecilerin ikinci kýsmýný oluþturan delil uyduranlar, Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafýndan söylenmemiþ söz veya uygulamalarý ona nispet ederek söyleyenlerdir. Bunlara tarihte hadis uydurmacýlarý denilmektedir. Nitekim günümüzde benzer bazý kesimler uydurma hadislerle dini anlatmaya ve insanlarý yönlendirmeye çalýþmaktadýrlar. Hâlbuki Peygamberimiz, “Benim adýma kasten yalan uyduran, cehennemdeki yerini hazýrlasýn.” (Buharî, Ýlim, 38.) sözüyle bu iþi yapanlarý açýkça tehdit etmiþtir. Dolayýsýyla uydurma bir hadisle dinde birtakým hükümler ve deðerler ihdas etmek Hz. Peygamber’in tehdidine maruz kalmak anlamýna gelir. Bu kesimden bazýlarýnýn Hz. Peygamberden kaldýðý düþünülen bazý hatýralarýn ticari ve itibari menfaat elde etme yönünde kullanýlmasýna yönelik görüþ ileri sürmeleri delil uydurmaya bir baþka örnektir. Bu hatýralarýn bu þekilde kullanýlmasýna yönelik bir delil olmadýðý gibi ilk üç asýrda böyle bir uygulama da söz konusu deðildir.
Üçüncü grup ise dinde olmayan birtakým hususlarý dinden gösteren veya dine yeni ilavelerde bulunanladýr. Bu tür uygulamalara âlimlerimiz bidat ve hurafe adýný vermiþlerdir. Dinde bidat, Hz. Peygamber’in dini yaþama biçimi olan sünnet-i seniyyeye aykýrý bir uygulama veya görüþ ortaya koymaktýr. Ancak bu uygulama ve görüþ ortaya koyma iþini âlimlerin çoðunluðu, inanç ve ibadet alaný ile sýnýrlý tutmuþlardýr. Zira ortaya çýkan birtakým problemlere yönelik içtihatlar ile hayatýn akýþý içinde ortaya konulan yenilik ve icatlara bidat denilemeyeceði gibi, toplumda oluþmuþ dinen yasak olmayan örf, âdet ve kültürel bazý alýþkanlýklara da bidat denilemez.
Sonuç olarak; saðlýklý ve saðlam din anlayýþý, ancak on dört asýrlýk Ýslam düþünce tarihinde benimsenen kitap, sünnet, icma ve kýyas gibi delillere dayanmakla mümkün olur. Çünkü bu delillerin hepsi insan aklýna hitap etmekte ve ortaya konulan hükümler diðer akýl sahipleri tarafýnda kontrolü ve testi mümkün olabilmektedir. Taklit konumunda olan ve bir müçtehide tabi olan kiþiler bile neticede akýllarýný kullanmakta ve tabi olacaðý müçtehidi kendileri seçmektedirler. Bu durumda din indirgemecilikten ve eklemecilikten uzak, orta yolu seçen hadislerde geçtiði gibi sevad-ý azam olan Ýslam ümmetinin büyük kitlesinin temsil ettiði yol ve yöntemdir. Namazýn her rekâtýnda okuduðumuz Fatiha suresinde þu dua, bu anlayýþýn çerçevesini kesin ve net bir þekilde çizmiþtir: “Yarabbi bizi doðru yola, nimet verdiðin kimselerin yoluna eriþtir. Senin hýþmýna uðramýþ ve yolundan sapmýþ kimselerin yoluna deðil.”
Prof. Dr. Caðfer KARADAÞ / Diyanet Aylýk Dergi
|