HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)’İN ADÂLET ANLAYIŞI

Lûgatte adâlet; farîza, nâfile, misil, istikâmet, doğru tutmak, doğrultmak, işlerde orta yol; ifratın ve tefritin ortası, zulmün zıddı olan insaf, eşit kılmak, dengeli olmak, denge kurmak, ceza, karşılık, suçluya ceza, suçsuza mükâfat vermek gibi manalara gelir. (1)
05/05/2014


Istılahta adâlet; itidal, istikâmet ve hakka meyletmektir. Fukahâ/İslam müçtehitleri ıstılahında âdil; büyük günahlardan sakınan, küçük günahlara devam etmeyen, sevabı galip olan ve yolda bir şey yemek ve bevletmek gibi küçük düşürücü fiillerden sakınana denir. (2)


 


Adâlet, bireysel ve sosyal yapılanmada birlik ve düzeni, hakkaniyet ve eşitlik prensiplerine uygun yaşamayı sağlayan erdem, davranış ve hüküm vermede istikâmeti yani doğruluğu takip etmek, kim haklıysa onun lehine hüküm vermek, zengin-fakir, mü’min-kafir, dost-düşman herkesi eşit kılmak, sosyal yapıda denge kurmak gibi manalara gelir. (3)


 


Adâlet, erdem, istikâmeti takip etmek ve her konuda ifrat ve tefrite düşmemektir. İşte bu üç temel özellik, büyük zatta büyükçe görülür. Ya bu zat en büyük zat olursa elbette bu üç özellik de en büyük zatta en güzel şekilde görülür. Mü’min, insanın üstünüdür, muttakî mü’min, mü’minin üstünüdür. Veliler, muttakîlerin üstünüdür, peygamberler velilerin üstünüdür. Bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) ise bütün peygamberlerin üstünü olduğuna göre elbette adâlette ve adâleti uygulamada en üstün zattır.


 


Hz. Peygamber (s.a.s.), ilk mü’min, (4) Kur'ân-ı Kerîm’in ilk muhatabı, (5) insanlığın kurtuluşu için vahiyle uyarma emrini alan, (6) gündüz tebliğ ile meşgul ol ama geceleyin kalk, sırf Rabbinle Kur’ân tilaveti ve gece namazı ile meşgul ol emrini alan, (7) İslâm davasının mutlak lideri olan kimsedir. (8)


 


İslâm’ın bütünü, iman, ibadet, ahlâk ve ahkâmdan ibarettir. Ahkâm, şu dört temel üzerine kurulmuştur: Adâlet, eşitlik, kolaylık ve maslahattır.


 


 


Hz. Muhammed (s.a.s.), Allah’a karşı adâleti, emrettiklerine tutunmak ve yasaklarından sakınmakla gösteren; nefsine karşı adâleti, tâatleri artırmak ve şüphelerden korunmak ve evlayı bile terk edince kendisini günahkâr sayan bir anlayışla gösteren ve halka karşı adâleti de halka yönelik tutum ve davranışlarda insaflı olmakla gösteren, örneklikte en kâmil, en mükemmel ve en mükemmil bir zattır.


 


Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Adâlet Anlayışı


 


Hz. Peygamber (s.a.s.)’in adâlet anlayışını anlamak için ilk kaynak Kur'ân-ı Kerîm’e ve şu hadîs-i şerîflere bakmak gerekir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm, ilk kaynaktır, hadîs-i şerîfler ise Kur’ân’ın ya kavlî ya fiilî beyanı ya da Kur’ân’ın sustuğu konularda hüküm koyan ve hüküm belirten ikinci derecede kaynaktır. Kur'ân-ı Kerîm’in anlaşılması açısından, Sünnet’in Kur’ân’a ihtiyacından daha çok Kur’ân’ın Sünnete yani hadîse ihtiyacı daha çoktur. Zaten hadîs-i şerîfleri de tayin eden Kur'ân-ı Kerîm’dir. İşte bundan dolayı önce Kur'ân-ı Kerîm’e sonra da Hadîs-i Şerîflere müracaat ediyoruz:


 


1. Adâletin emredilmiş olması    


 


 


Şu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ, adâleti herkese özellikle ilk olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’e sonra her mü’mine özellikle de Hz. Peygamber’e varis olan âlimlere ve âmirlere emretmiştir:


 


“Şüphesiz ki Allah adâleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder.” (9)


 


Diğer âyetlerde ise adâlet hakkında şöyle buyurmuştur:


 


“De ki: Rabbim adâleti emretti.” (10]


 


 “(Hüküm vermek, şâhitlik etmek veya herhangi bir konuda görüş belirtmek üzere) konuşacağınız zaman, yakınlarınız(ın aleyhine) bile olsa âdil olun.” (11)


 


2. Anlaşmazlıklarda; ıslâhı, adâletle gerçekleştirmenin emredilmiş olması


 


Şu âyette ise, mü’min fertler arası, cemaatler ve ülkeler arası anlaşmazlıklarda huzurun tesisi için hâkim bir güç bulundurup barıştırmak, barışmayana savaş açmak ve neticede Allah’ın emrine uyup teslim olana adâleti uygulayarak sulhü temin etme emredilmiştir:


 


 


“Mü’minlerden iki gurup eğer birbirleriyle çarpışırlarsa onların aralarını ıslah ed(ip düzelt)in. Eğer onların biri diğerine saldırırsa Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse(ler) ikisinin arasını adâletle düzeltin ve adâletli olun! Çünkü  Allah adâletli olanları sever.” (12)


 


 


3. Allah’ın, adâletle hükmedenlere kıymet vermesi:


 


“Şüphesiz ki, adâletle iş görenler, Allah katında nurdan minberler üzerinde Rahmân’ın sağında olacaklardır. O’nun her iki eli sağdır. Bunlar, hükümlerinde, ailesine karşı ve velâyeti/idaresi altında bulunanlar hakkında âdil davrananlardır.” (13)


 


 


4. Âdil devlet başkanının, Allah Teâlâ’nın Arşının altında gölgelenecek yedi kişiden ve cennetliklerden biri olması:


 


“Yedi sınıf insan vardır ki, Allah onları kendi (arşının) gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan (kıyamet) gün(ün)de (arşının) gölgesinde gölgelendirecektir. (Bunlar): Âdil devlet başkanı, Allah’a ibadet ede ede yetişen genç, kalbi mescitlere bağlı olan, Allah için birbirlerini seven, O’nun için bir araya gelip O’nun için birbirinden ayrılan iki kimse, kendisini mevki sahibi güzel bir kadın (fenalığa) davet ettiği halde ‘ben Allah’tan korkarım’ diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren ve tenhada Allah’ı zikrederek gözleri boşalan kimselerdir.” (14)


 


“Cennetlikler üç gruptur: Âdil ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi, ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır. (15)


 


5. Düşmanlara bile adâletle muamele edilmesinin emredilmiş olması ve adâletin takvadan sayılması


 


“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar, adâletle şahitlik eden kimseler olun! Bir topluluğa olan kininiz sizi adâletsizliğe sürüklemesin. Âdil olun! Çünkü o (adâlet) takvaya daha yakın olandır. Allah’tan korkun! Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (16)


 


6. İnsanlar arasında adâletle muamele etmenin sadaka olması:


 


“Her insanın bedenindeki ekleminin faydalarına karşı (şükretmesi ) kendi üzerine bir sadakadır. Güneşin doğmakta olduğu her gün insanlar arasında adâlet yapması büyük bir sadakadır.” (17)


 


7. Kıyamet günü Allah’a insanların en sevimlisi ve en yakınının âdil devlet başkanı olması:


 


“İnsanların, kıyamet gününde Allah’a en sevimli olan ve konum bakımından onların O’na (Allah’a) en yakın olanı âdil devlet başkanıdır. İnsanların, kıyamet gününde Allah’a en sevimsizi ve konum bakımından en uzağı (rahmetten en mahrum olanı) zâlim devlet başkanıdır.” (18)


 


Hz. Peygamber (S.A.S.)’in, Sosyal Dengeyi Sağlamadaki Adâleti Uygulaması


 


Sosyal denge ancak adâletle sağlanır. Sağlam ve gerçek manada adâlet ise ancak insanı yaratanın insan için koyduğu itikâdî ve amelî esaslara uyularak sağlanır. İşte bundan dolayı Rabbimiz Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz’e ve onun şahsında ümmetin idarecilerine ve her bir mü’mine şöyle buyurmuştur:


 


“Bundan dolayı sen (tevhid dini üzerinde anlaşmaya) davet et ve emrolunduğun gibi istikâmet üzere ol, onların hevâlarına uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği bütün kitaplara inandım ve aranızda adâlet yapmakla emrolundum.” (19)


 


Âyet-i kerîmeyi tahlil ettiğimiz zaman şunları görmemiz mümkündür:


 


a) Allah Teâlâ’nın gerçek rab ve gerçek ve yegâne hak ilah olduğunu kabul, batılı reddedip hakkı kabul etmeye ve hayatı Allah’ın kanunlarına göre tanzim etmeyi kabule davet


 


b) Dinin âmiri yani emredeni, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e, Kur’ân’ın dışında öğreten de Allah Teâlâ olduğuna göre; Allah neyi emretmişse saptırıcı tevile yönelmeden, nefsin hevâsına uymadan uygulamak, neyi yasaklamışsa ondan sakınmak manasında istikamet üzere olmak


 


c) Allah Teâlâ’nın kanunlarının dışına uymak hevâya uymak demektir. Hevâya uymak, bir bakıma hevâyı ilah edinmektir ki amelî şirk demektir. Hevâya uymak, Allah’ın yolundan sapmak ve şeytanın yoluna uymak demektir. Hevâya uymak, tek olan hak yoldan sapıp bâtıl yollara ayrılmak ve dünya ve âhiret huzursuz olmaktır.


 


Hz. Peygamber (S.A.S.)’in, Herkesi Kanun Önünde Eşit Tutması


 


Hz. Âişe (r.anhâ)’den:


 


Hırsızlık eden Mahzûm’lu kadının hali Kureyş’i üzmüş ve bunun hakkında Rasûlullah (s.a.s.) ile kim konuşacak?, demişlerdi. (Bazıları): Buna kim cesaret edebilir! Ancak Rasûlullah (s.a.s.)’ın sevdiği Üsâme olabilir, dediler. Bunun üzerine onunla Üsâme konuştu. Rasûlullah (s.a.s.):


 


“Allah’ın hadlerinden bir had hakkında şefaat mi ediyorsun?” buyurmuş. Sonra ayağa kalkıp hitap ederek şunları söylemiştir:


 


“Ey insanlar! Sizden öncekileri (Allah) ancak şunun için helâk etmiştir: Onlar aralarından şerefli biri hırsızlık ederse onu bırakırlar, zayıf olan birisi çalarsa ona haddi tatbik ederlerdi. Allah’a yemin olsun ki, Muhammed’in kızı Fâtıma bile hırsızlık etseydi mutlaka elini keserdim!”


 


Bundan sonra emir buyurmuş ve hırsızlık eden o kadının eli kesilmiştir.


 


Hz. Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir:


 


–“Sonraları kadın güzelce tövbe etti ve evlendi. Bu işten sonra bana gelir, ben de onun ihtiyacını Rasûlullah (s.a.s.)’a arz ederdim.” (20)


 


Adâletin bir manası eşit kılmaktır. Eğer kanun önünde, itibarlı olan ile itibarlı olmayan arasında eşitlik yoksa orada adâletten bahsetmek mümkün değildir. Orada zulüm, kanunların hâkimiyetini bozma, fitne ve fesada davetiye çıkarma var demektir.


 


İnsanlara düşen, adâletin uygulanmasını hep birlikte sağlamaktır. Eğer memlekette, idarecide, adliyede adâlet yok ise memleket binasının temeline dinamit konmuş demektir. Bu duruma göz yummak zulme rıza göstermek demektir ki, bu da zulümdür.


 


Mevzu edilen hadîs-i şerîfi tahlil ettiğimiz zaman şunları görürüz:


 


a) Rasûlullah’ın şahsında; devlet başkanı ve hâkimlik sıfatlarını görüyoruz. Şöyle ki, önce Hz. Peygamber (s.a.s.) bir nasihatçi, bir davetçi olarak adâletin önemini, adâletin uygulanmamasındaki felaketi akıllara, ruhlara, imanlara arz ediyor, önce akılları ikna ediyor. İsrâiloğullarını helâk eden sebeplerden birisi, adâletin uygulanmamasıdır. Siz de aynı durumdasınız. Sakının! Böyle duruma düşmeyin, demek istiyor.


 


b) Hz. Peygamber (s.a.s.), devlet başkanı olarak meseleyi ele alıyor. Artık adâlet uygulanacaktır. Millet üzerinde devlet başkanı, hâkimdir, kanun/hukuk hâkimiyeti devam etmektedir. Her konuda örneklik sergilendiği gibi bu konuda da örneklik sergilenmiş yani had uygulanmıştır.


 


c) Rasûlullah (s.a.s.), Allah’ın emrini tatbik etmemede yani adâletsizlik yapmada, zulme boyun eğmede şefaatin kabul edilmeyeceğini göstermiştir. Şefaat ancak adâletin uygulanmasında söz konusu olur.


 


d) Hz. Üsâme (r.a.), burada hata etmiştir, hataya alet olmuştur. Zâhire bakılırsa bu böyledir. Fakat sahâbeyi buna, Üsame’nin, Hz. Peygamber (s.a.s.) yanında kıymetli olduğunu bilmeleri sevk etmiştir.


 


Hz. Peygamber (s.a.s.) yanında kıymetli bir zatın böyle önemli bir yanlışı yapması nasıl tasavvur edilebilir, diye bir soru sorulursa buna şöyle cevap verilebilir: Büyük adam demek hata etmeyen adam demek değildir. Belki az hata eden adam, demektir. Çünkü o kişi masum değildir. O hata ederse bir diğeri onu uyarır. Zira İslâm âlimleri, genel itibariyle masumdur. Şöyle ki, bir âlim hata ederse diğer âlim onu düzeltir.Zaten Allah Teâlâ bir insanı ve bir kavmi severse, o insana ve o kavme hatalarını gösterir. Bu kimseler avamdan da olabilir havastan da..


 


 


Ayrıca, Hz. Üsâme (r.a.), Hz. Peygamber(s.a.s.)’in şeriat hadleri hakkındaki tavizsizliğini bildiğinden ve kabul etmeyeceğini tahmin ettiğinden dolayı şefaat etmeyi kabul etmiş olabilir.


 


e) Hadîs-i şerîfte, Hz. Âişe (r.anhâ)’nin o kadın hakkında hüsn-i şehâdette bulunduğu görülüyor. Çünkü tövbe etmiş, tövbesinde de durmuştur. Bu yüzden Hz. Âişe, onun Peygamber ailesiyle alâka kurduğunu, hatta ihtiyaçlarını Peygamber’e bizzat kendisinin arz ettiğini ifade etmiştir.


 


Bugün, Hz. Peygamber (S.A.S.)’de Tecellî Eden Adâlet Nasıl Gerçekleşebilir?


 


a. Adâletin gerçekleşmesi için İslâmî esas ve prensiplerinin kânûn-i esâsî olması,


 


b. Adâleti uygulayacak olan hâkimin İslâm’ı ve İslâm’daki muhâkeme usûlünü iyi bilmesi ve müttakî olması,


 


c. İki tarafı iyice dinlemeden hüküm vermemesidir.


 


Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi Yemen’e kâdî olarak tayin edince:


 


“İki kişi sana hüküm için müracaat ettiklerinde diğerinin konuşmasını dinlemeden birincisinin lehine hüküm verme ki, nasıl hüküm vereceğini (öbürünü dinledikten sonra) anlayacaksın” buyurdu. (21)


 


Bu hadîs-i şerîf, iki kişi arasında hüküm verecek herkes için bir ölçüdür. Herhangi birisi hakkında bir şey iddia edene karşı diğer tarafı dinlemeden sana, sen haklısın diyemem deyip mutlaka iki tarafı dinleme yoluna gitmelidir. Onun için “tek tarafı dinleyerek verilen karar doğru olsa bile hiçbir zaman âdil olamaz” denmiştir.


 


Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.), hüküm verirken iki tarafın ifadelerine göre hüküm verirdi. Zâhire bakardı, işin iç yüzüne göre hüküm vermezdi. Hz Peygamber (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:


 


“Ben, insanların ne kalplerini açmaya memurum ne de karınlarını yarmaya!” (22)


 


Bu hadîs-i şerîfin şerhinde İmam Nevevî şöyle demiştir:


 


“Bunun manası yani ben zahirle hükmetmekle emrolundum, sırları ancak Allah gözetir.” (23)


 


Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)’den sonra hâkimler bu nübüvvet nûruna sahip olamadıklarından meselelerin hakikatini göremezler diye iki tarafın ifadelerine, isbat ve yeminlerine göre hüküm vermeleri gerekecek olduğundan Hz. Peygamber (s.a.s.) de zâhire göre hüküm veriyordu. Şüphesiz Hz. Peygamber (s.a.s.)  de kendisine gösterilmeyince göremiyor ve bildirilmeyince bilemiyordu.


 


Hz. Peygamber işte bu gerçekler ışığında şöyle söylemiştir:


 


“Ben ancak bir beşerim, bana gerçekten davacılar geliyor. Olabilir ki bazıları bazılarından daha güzel konuşur da ben onu (doğru söyleyen) zannederim ve lehine hüküm vermiş olabilirim. Her kime bir müslümanın hakkını hükmetmişsem bu ancak ateşten bir parçadır. Onu (isterse ) üzerine alsın yahut (dilerse) terk etsin.” (24)


 


Adalet Olmazsa Ne Olur?


 


Buna, Vehb b. Münebbih (r.a.)’in şu sözü güzel bir cevaptır: “Toplulukları idare edenler, adaletten ayrılıp zulüm ve haksızlık yaptıkları zaman; Allah o ülkede bereketini azaltır, her şeyde bir noksanlık ve darlık baş gösterir.”


 


Elbette ki adalet deyince hem Allah’a hem nefsimize hem de halka karşı adaletin tecellisi gerekir. Allah’a karşı âdil olmak, emrettiklerine tutunmakla ve yasaklarından sakınmakla; nefsine karşı âdil olmak, tâatleri artırmakla ve şüphelerden korunmakla ve halka karşı âdil olmak da halka yönelik tutum ve davranışlarda insaflı olmakla tecellî eder.


 


Vahiy mektebinin en büyük talebelerinden birisi olan Hz. Ömer (r.a.), “adâlet, mülkün temelidir” der. Adâlet, mülkün yani hâkimiyetin, otoritenin temelidir. Binanın sağlamlığı, temelinin sağlamlılığına bağlıdır. Toplum binasının sağlamlığı da fertler arasında, âilede âile fertleri arasında, fertlerin devletle, devletin fertlerle, âmirlerin memurları ile olan ilişkilerinde ve mahkemelerde verilen hâkimlerin kararlarında olan adâletin tecellisine bağlıdır. Ve yine Hz. Ömer (r.a.) şöye demiştir:


 


“Huzuruna gelen herkese hürmet edip eşit muamele yap. Ta ki zayıf, senin adaletinden ümitsizliğe düşmesin. Kuvvetli de haketmediği bir nimeti elde etme hayaline kapılmasın.”                                                       


 


O vahiy mektebinin mümtaz talebelerinden olan Hz. Ali (r.a.) de şöyle demiştir:


 


 “Dost ve düşmanınıza adaletle muamele edin!”


 


Arap atasözü olarak söylenen şu söz de manidardır:                                                                      


 


 “Âbidin ibadeti, nefsini; âdilin adaleti âlemi ıslah eder.”


 


“Bir devlette adalet olur da hakimler hakka uyarsa, büyükler gibi küçükler de rahat yaşar” sözü de manidardır.                                             



 



İbrahim Cücük




 



Dipnot



(1)- Sa’dî, Ebû Ceyb, el-Kâmûsu’l-Fıkhî, s. 243-244; Cürcânî, et-Ta’rîfât, s.147.



(2)- Cürcânî, a.g.e., s. 147.



(3)- Çağrıcı, Mustafa, “Adâlet” mad., Diyanet İslam Ansiklopedisi, I, 341.



(4)- Bkara sûresi (2), 285.



(5)- Alak sûresi (96), 1-5; Müddessir (74),



(6)- Müddessir sûresi (74), 1-10.



(7)- Müzzemmil sûresi (73), 1-8.



(8)- Nisâ sûresi (4), 59; Nur sûresi (24), 56; Teğâbün sûresi (64), 12; Ahzâb sûresi (33), 21.



(9)- Nahl sûresi (16), 90.



(10)- A’râf sûresi (7), 29.



(11)- En’âm sûresi (6), 152.



(12)- Hucurât sûresi (49),  9.



(13)- Müslim, İmâre, 18; Nesâî, Âdâbü’l-Kudât, 1; Ahmed, II, 160.



(14)- Buhâri, Ezan, 36; Müslim, Zekât, 91; Tirmizî, Cennet, 2, Deavât, 128; İbn  Mâce, Sıyâm, 48; Ahmed, II, 305, 439, 444, 445.



(15)- Müslim, Cennet, 63.



(16)- Mâide sûresi (5), 8.



(17)- Buhârî, Sulh, 11.a