KULLUĞUN EN GÜZEL KIVAMI: İHSAN / Prof. Dr. Safi ARPAGUŞ

Hz. Peygamber, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte “Allah’a sanki O’nu görüyormuş gibi kulluk et! Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor!” buyurmaktadır. (Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 1; Tirmizi, İman, 4.)
30/03/2020


“İhsan”, yapılması gereken şeyi yüksek bir bilinçle ve güzel bir şekilde yerine getirmek, başkasına iyilikte bulunmak, Allah’a ibadet ve kulluk, her işi en güzel şekilde, önemine binaen hakkıyla ve layık olduğu şekliyle ifa etmek anlamlarına gelmektedir. Yapılan bir işin ihsan mertebesine erişebilmesi için kişinin öncelikle, farkındalık sahibi olması ve onu itina ile en iyi, en uygun ve en güzel şekilde yerine getirmesi gerekmektedir.

 


Hz. Ali’nin “Kişinin değeri, işindeki ihsanıyla ölçülür!” (İsfahani, Müfredat, 399.) buyurduğu nakledilir. Onun bu yaklaşımı bizatihi insanın ve amellerinin değerinin, ortaya koyacağı anlamlı, ölçülü, güzel davranışlarla değer kazanacağına işarettir. Yine ihsanın, amellerdeki ihlas ve murakabe yani Allah’ın insanları görüp gözetmesi anlamına geldiği de söylenmiştir.

 


Murakabe, denetlemek, gözetlemek, kontrol etmek, devamlı olarak gayeyi düşünmek, korku, gözaltında bulundurmak, kendi iç âlemine bakmak, dalıp kendinden geçmek (el-Cürcânî, Ta’rifât, s. 236; Râgıb el-İsfahani, el-Müfredât, s. 201.) manalarına gelmektedir. Tasavvufi literatürde ise; kötülüklerden kalbini korumak için kişinin nefsini kontrol altında bulundurması (otokontrol) ve devamlı surette kalp ile Allah’a bakmak olarak nitelendirilmekte, “Kulun murakabesi kalbinde ve gönlünde bulunan şeylere Allah’ın muttali olduğunu bilip yakinen kavramasıdır. Bu suretle kul kalbini Allah’ın zikrinden alıkoyan şeylere karşı murakabe eder.” (Serrâc, el-Lüma’, s. 82.) şeklinde de tarif edilmektedir.

 


Kur’an-ı Kerim’de de murakabeye işaret eden ayet-i kerimeler mevcuttur. Kur’an’ın ifadelerine göre, “…Şüphesiz Allah her şeyi gözetleyendir (murakabe edendir).” (Ahzab, 33/52.) İnsanın sürekli murakabe altında olduğu, “İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf, 50/18.), “Hâlbuki üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.” (İnfitar, 82/10-12.) şeklinde dile getirilmekte, “Allah’ın, içlerinde gizlediklerini ve fısıltılarını bildiğini ve Allah’ın gaybleri çok iyi bilen olduğunu bilmediler mi?” (Tevbe, 9/78.) ayetiyle de Allah’ın kulun gizli açık her şeyinden haberdar ve onları bilen olduğu üzerinde durulmaktadır. Bir başka ayette de; “O Allah’ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?” (Alak, 96/14.) buyurulmaktadır.

 


Yine Kur’an-ı Kerim’de “Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (Mülk, 67/14.) “Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da.” (Taha, 20/7.) “Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.” (Hakka, 69/18. ) gibi ayetlerde hep bu ilahi murakabe ve tarassut üzerinde durulmaktadır. “Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” (Hadid, 57/4.), “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun?” (Mücadele, 58/7.) gibi birçok ayette aynı şekilde Cenab-ı Hakk’ın murakabesi vurgulanmakta ve her şeyden haberdar olan, her zaman ve her yerde yapılanlara şahit ve murakıp olan Allah’a samimi bir şekilde kulluk ve ibadet edilmesi gereğine işaret edilmektedir.

 


Hz. Peygamber, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte “Allah’a sanki O’nu görüyormuş gibi kulluk et! Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor!” buyurmaktadır. (Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 1; Tirmizi, İman, 4.) İslam düşüncesinde önemli bir yeri haiz olan bu hadis-i şerif mutasavvıflar tarafından “ihsan” mertebesine ve murakabeye işaret olarak değerlendirilmektedir. (Kuşeyrî, er-Risâle., s. 189. ) Bu itibarla ihsanı tarif eden bu hadisin ilk kısmı kulun Allah’ı murakabesinden, ikinci kısmı, Allah’ın kulu murakabesinden bahsetmektedir denilir. Buna göre kulun Hakk’ın rızasını gözetmesi, yani kulun Hak için murakabesi ve Hakk’ın kulunu denetlemesi ve murakabe etmesi olmak üzere iki tür murakabeden bahsedilmektedir.

 


Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyyedeki bu anlayışı Hz. Mevlâna da Mesnevi’de şu ifadelerle dile getirmektedir: “Cenab-ı Hak görüşü her an seni uyarıcı olsun diye, kendisine ‘Basîr/Gören’ dedi. Çirkin ve kötü sözlerden dudaklarını kapatasın diye, kendisine ‘Semî’/İşiten’ dedi. Korkasın da fesat çıkarmayasın, bozgunculuğa ait şeyler düşünmeyesin diye, Allah kendisine ‘Alîm/Bilen’ dedi.” (Mevlâna Celaleddin Rumi, Mesnevi, c. IV, b. 215-217.)


Murakabe tasavvuf ehli tarafından bu ikili tasnif dışında bir başka değerlendirmeye göre üç kısımda ele alınmaktadır ki, (Serrâc, a.g.e., s. 82-83.) bunların birincisi, Allah’ın insanın iç dünyasına muttali olduğunu idrak ederek gönle sahip çıkmak şeklindeki müptedilerin murakabesidir. İkincisi, kulun Hakk’ın dışında her şeyden fâni olarak Hakk’ı Hak ile murakabe etmesidir ki bu da adap, efal ve ahlak itibarıyla Allah Resulü’ne tabi olanların, mutavassıtların murakabesi olarak kabul edilmektedir. Üçüncüsü ise murakabe ile gönüllerini Allah’a bağlayan has kulların murakabesidir. “Sübhân’ın huzurunda gönüllerinizi koruyun ki sonra gönüllerinizden geçen kötü düşüncelerden dolayı utanmayasınız. Çünkü O; halis sütün içindeki siyah kıl gibi bütün gizli şeyleri, düşünceleri, her şeyi görür.” (Mesnevi, I, 252-253 (b. 3144-45).) diyen Mevlâna bu mertebeye işaret etmektedir.

 


İhsan, kişinin kulluk ve ibadet görevlerini yerine getirirken Allah’ın kendisini gördüğü, davranışlarını gözetlediği bilincinde olmasıdır. Bu mertebeye eren ve ihsan bilincine sahip olanlar, “Allah, her an beni görmektedir, her yaptığımı bilmektedir, benim kalbimden geçenlerden dahi haberdardır.” duygusuna sahip olacaktır. Bazı insanlar sorumlu oldukları şeyleri sadece sorumluluktan kurtulmak için yapar. Gerçek ihsana ulaşanlar, muhsinler ise her türlü harekât ve davranışlarını, Allah’ın kendilerini görüp murakabe ettiğinin farkında olarak ihlas ve samimiyetle yerine getirirler.

 


Binaenaleyh “ihsan” insana düşüncede derinlik, incelik ve hassasiyet duygusu kazandırır. Onu saflaştırıp arındırır ve her an Cenab-ı Hakk’ın huzurunda olma duygusu ile kemâle erdirir. Bütün amellerin, ihlas ve samimiyetle en iyi şekilde yerine getirilmesini sağlar. Öyle ki ihlas ve ihsan arasında önemli bir bağlantı da ortaya çıkar. “İhlas kul ile Allah arasında öyle bir sırdır ki; melek onu bilmez ki sevap yazsın; şeytan ona muttali olamaz ki ifsat etsin; nefis onu fark edemez ki kendisine meylettirsin!” diyen Cüneyd-i Bağdadi de bu hakikate işaret etmekte, kulluğun en güzel kıvamı olan bu mertebenin Allah ile kul arasında hususi bir ilişkiye delalet ettiğini dile getirmektedir.

 


Kur’an-ı Kerim’de ihsan ile hareket edenlere “muhsin” denilmekte ve bunların güzel hasletlerinden sitayişle bahsedilmektedir. “İyiliğin (ihsanın) karşılığı, yalnız iyiliktir (ihsandır).” (Rahman, 55/60. ) İhsan, sadece Allah’ın huzurunda, kulluk ve ibadetlerde değil aynı zamanda beşerî ilişkilerde ve bütün varlıklar karşısında geçerli olan ahlaki bir davranış ve erdemdir. Resulüllah (s.a.s.); ‘İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, zulmederlerse biz de zulmederiz.’ diyen zayıf karakterli kimseler olmayın. Bilakis, iyilik yaptıklarında insanlara iyilikle karşılık vermeyi, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getirin.” (Tirmizi, Birr, 63.) buyurmuştur. Binaenaleyh insanların muaşeret esasları çerçevesindeki davranışlarının ihsan boyutuna ulaşabilmesi için amaç ve gayenin sadece Allah rızası olması gerekir. Bu itibarla herkesin hayır, şer yaptığının karşılığını göreceği anlayışıyla insanın kendisini sürekli kontrol ve murakabe ile muhafaza etmesi ve karşılığında hidayet ve doğrulukla Allah katında hüsn-i muamele ve hüsn-i kabule mazhariyeti temin etmesi, daima dikkat edilmesi gereken bir husustur.


 


Çünkü “Allah her işte ihsanı (güzel davranmayı) emretmiştir!” Bu hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere nebevî bir işarete ittibaen her şeyde ihsan üzere hareket etmek gerekir. Niyetlerimizde, vakitlerimizde ve hâllerimizde ihsan üzere olmayı gözetmek durumundayız. Mesela niyetlerde ihsan üzere olmak niyeti halis kılmak, ihlaslı bir gönülden samimi niyetlere kapı aralamayı; vakitlerimizde olan ihsan her vakitte huzur-i ilahide olmak bilinci ile müşahede üzere olmayı; ahval ve davranışlarımızda olan ihsan ise içinde bulunduğumuz hâlin şeri ahkâmını gözetmek, ona riayet etmek ve onun sadece Allah’ın bir lütuf ve ihsanı olduğunu bilmektir.

 


Neticede ihsan, gerek kulluk ve ibadetlerin ve gerekse bütün davranışların Allah rızası gözetilerek, ihlas ve samimiyetle, karşılık beklemeksizin, en güzel şekliyle ifası demektir. İnsanın yaratıcısı ve kâinatla bütünleşmesi ve üst düzey bir varlık bilinci ile hareket etmesi, Allah, kâinat ve insan arasındaki ilişkiyi doğru okuyup değerlendirmesidir. Bütün amel ve fiillerimizin anlamlı olması ve bir değer taşımasının, fert ve cemiyet için faydalı olmasının yolu da budur. Çünkü Cenab-ı Hakk’a kul olmak yaratılış gayesini idrak etmiş bir kimse için en yüce mertebedir. Hz. Mevlâna bu hakikati ne güzel ifade eder: “Kul oldum ben! Sadece senin kulun oldum! Kulluk vazifemi hakkıyla ifa edemediğim için mahcubiyetimden başımı önüme eğdim. Bir köle azat edilince sevinir, mutlu olur. Ben ise sana kul oldum diye seviniyorum!”

 


Kulluğun en güzel kıvamı olarak başlıklandırdığımız “ihsan” kavramı çerçevesinde Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in örnek ahlakı ve anlayışını, selef-i salihinin bu husustaki anlayış ve yaklaşımlarını satırlara döktüğümüz bu ifadelerimizi Mevlevi Esrar Dede’nin şu şaheser dizeleriyle itmam edelim:


“Matlubunu canan edene aşk olsun!


Her zerrede seyran edene aşk olsun!


Maksut olan bildiğine ermektir,


İmanını ihsan edene aşk olsun!”


 


 


Prof. Dr. Safi ARPAGUŞ