Hz. Peygamber (s.a.s.)’in teblið ettiði Ýslam dininin en önemli hedeflerinden biri de gönderildiði toplumda kabile sistemi üzerine kurulu soy esaslý sosyal düzenden, hukuka dayalý devlet nizamýna geçiþi temin etmekti. Zira Ýslam öncesi dönemde Araplar sürekli düþmanlýða neden olan dar kabilecilik anlayýþýyla (asabiyet) hareket ediyorlardý. Bu nedenle Allah Rasulü (s.a.s.), öncelikli olarak kabile asabiyetinin dar çerçevesini aþarak kýsa vadede Araplarý inanç merkezli olarak bütünleþtirmeyi hedeflemiþtir. (Ýhsan Nass, elAsabiyyetü’l-Kabeliyye, Beyrut 1964, s. 173-174.)
Asabiyet, en geniþ anlamýyla aralarýnda kan yakýnlýðý bulunan bir topluluðun bütün fertlerini birbirine baðlayan ve herhangi bir dýþ tehlike durumunda onlarý karþý koymaya sevk eden veya baþka bir topluluk üzerine saldýrý hâlinde bütün aile üyelerinin tereddütsüz harekete geçmesini saðlayan birlik ve dayanýþ-ma ruhu olarak tarif edilir. (Ateþ, Ahmed, "Asabiyet", ÝA, 1: 663; Çaðrýcý, Mustafa, "Asabiyet", DÝA, 3: 453.)
Asabiyetle mücadelenin ilk adýmý olarak Kur’an bütün müminlerin kardeþ olduklarýný ilan etmiþ (Hucurat, 49/10.) ve asabiyetin esasýný oluþturan soy üstünlüðü ve kabilecilik anlayýþýný kesinlikle reddetmiþtir. (Tekâsür, 102/1-8.) Kur’an’da insanlarýn doðuþtan kazanýlan bir ayrýcalýða sahip olmadýklarý, onlar arasýnda üstünlüðün ancak ahlaki hassasiyet demek olan takvada ve kullukta gerçekleþeceði, bunun da ancak kiþinin kendi gayretiyle saðlanabileceði hususlarý açýkça ifade edilmiþtir. (Hucurat, 49/9-13.) Hz. Peygamber (s.a.s.) de Mekke’nin fethi hutbesinde Ýslam kardeþliðinin ana prensiplerini, "Ey Kureyþliler! Allah sizden cahiliye gururunu, büyüklenmeyi ve babalarýnýz ile övünmeyi kaldýrmýþtýr. Bütün insanlar Âdem’dendir, Âdem de topraktandýr." (Ýbn Ýshak, Sîre, (thk. Muhammed Hamidullah), Konya 1981, s. 94.) sözleriyle ortaya koymuþtur.
Allah Rasulü (s.a.s.) Veda Hutbesi’nde bu gerçeði daha þümullü bir þekilde þöyle dile Allah Rasulü (s.a.s.), öncelikli olarak kabile asabiyetinin dar çerçevesini aþarak kýsa vadede Araplarý inanç merkezli olarak bütünleþtirmeyi hedeflemiþtir getirmiþtir:
"Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir, babanýz da birdir. Haberiniz olsun ki, takva dýþýnda hiçbir Arap’ýn Arap olmayana, hiçbir Acem’in Arap’a, hiçbir siyahýn beyaza, hiçbir beyazýn siyaha karþý bir üstünlüðü yoktur. Þüphesiz ki ilahî huzurda en deðerliniz en müttaki olanýnýzdýr." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I-IV, Beyrut ts. VI, 11.)
Ýslam öncesi dönemden gelen soya dayalý övünme ve ýrkýn üstünlüðüne inanma anlayýþýnýn ortadan kaldýrýlmasý kolay gerçekleþmedi. Çünkü Araplar neseplerine son derece düþkün bir milletti ve nesep, kabileler arasýnda asýl övünç kaynaðýydý. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s.) soy üstünlüðü ve asabiyet davasý gütme fiillerini kýnamýþ, bunun Ýslam’ýn ruhuna aykýrý olduðunu açýkça ifade etmiþtir: "Asabiyet, bir kiþinin kavminin haksýz davranýþýna arka çýkmasýdýr." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 107, 160; Ebu Davud, Edeb, 112.) "Asabiyet duygusuyla öfkelenen, asabiyet uðruna savaþýrken veyahut asabiyet davasý güderken körü körüne açýlmýþ bir bayrak altýnda ölen kimsenin ölümü cahiliye ölü-müdür." (Müslim, Ýmare, 57; Nesai, Tahrim, 28; Ýbn Mace, Fiten, 7.)
Allah Rasulü (s.a.s.) her þeyden önce asabiyet uðruna gayreti de cahiliye davasý olarak nitelemiþtir: "Cahiliye davasýyla hak iddia eden bizden deðildir." (Buhari, Cenaiz, 39.) "Þu cahiliye çýðlýðýný býrakýnýz, o ne kötü þeydir!" (Buhari, Menakýb, 8.) Ýslam dini kabile taassubuna dayanan bu tür yardýmlaþmayý kaldýrmayý hedeflemiþ, anlaþmazlýklarýn kan davasý ile deðil, adaletle çözülmesini emretmiþ, cahiliye davasýna çaðýrmayý da, buna iþtiraki de büyük günahlardan saymýþtýr. (Fayda, Mustafa, "Cahiliye", DÝA, VII, 18.)
Ýslam’ýn, asabiyetin tesirini azaltmak amacýyla kabile övünmesinden sonra ikinci olarak hedef aldýðý asabiyet tezahürü intikam düþüncesi, yani kan davalarýdýr. Hz. Peygamber (s.a.s.) Arap kabileleri arasýnda husumet ve düþmanlýk davalarýný ilga hususunda cahiliye intikamýnýn/kanýnýn iptal edilmesi için özel gayret sarf etmiþ, gerek Mekke’nin fethi (Ýbn Hiþam, es-Siretü’nNebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakka-Ýbrahim elEbyari-Abdülhafýz Þelebi), I-IV, Beyrut ts. II, 412.), gerekse Veda Hutbesi’nde (Ýbn Hiþam, es-Sire, II, 603.) bu hususu özellikle dile getirmiþtir. Allah Rasulü (s.a.s.), çevre kabilelerle iliþkilerinde de bu hususa dikkat çekmiþ, mesela Has‘am kabilesiyle yaptýðý ahidnamede onlara asabiyetin en belirgin tezahürü olan kan davasýný yasaklamýþtýr. (Ýbn Sa‘d, et-Tabakat, IVIII, Beyrut ts. I, 286.) Kan davalarýnýn kötülüðünü vurgulayarak ahlaki vicdani tedbirler almanýn yanýnda Ýslam dini bu hususu ayrýca hukukun konusu içine dâhil ederek çözmeye çalýþmýþtýr. Ýslam hukukuna göre asabiyeti besleyen ve asabiyetle beslenen intikam ve kan davasý uygulamalarýnýn ortadan kaldýrýlabilmesi için öldürme cezasýnýn infazý (kýsas), maktulün yakýnýna veya kabilesine deðil, devlet otoritesine devredilmiþtir. Yeni uygulamada suçluyu takip ve ceza sorumluluðu fertlerden ya da kabilelerden toplum adýna devlete intikal ettirilmiþ, intikam hissi de sosyal düzeni bozmadan meþru sýnýrlar, yani hukuk içinde tatmin edilmeye çalýþýlmýþtýr. Kýsasýn infazý hukuki yolla ve devlet tarafýndan gerçekleþtirildiði için, yeni kan davalarý, dolayýsýyla sonu gelmez kabile savaþlarýnýn sebebi ortadan kalkmýþtýr. (Bu konuda bk. Maþalý, Münteha, Mukayeseli Hukukta Ölüm Cezasý ve Ýslâm Hukuku Açýsýndan Deðerlendirilmesi, (Basýlmamýþ Doktora Tezi), Ýstanbul 2002, s. 219-227.) Ýslam dini ayrýca kasten öldürme vuku bulduðunda kýsas hükmü yanýnda, buna alternatif olarak diyet sistemini de kabul etmiþ, kýsas ile diyet arasýndaki tercihi ise öldürülenin yakýnlarýna bir hak olarak vermiþtir. Bununla birlikte diyete razý olunmasý özellikle tavsiye edilmiþtir. (Bakara, 2/178.)
Kan davalarýný engelleme konusunda Ýslam’ýn getirdiði diðer bir prensip, suçun ve cezanýn ferdiliði kuralýdýr ki bu kural, suçun da cezanýn da kolektif olarak kabul edildiði asabiyet düþüncesinden çok farklý bir hususiyet arz eder. Yeni durumda öldürme hadisesi sosyal boyutlu olsa da, sorumluluk ferdi olarak kabul edilmiþtir. (En‘am, 6/164; Fatýr, 35/18.) Ýslam dini Cahiliye Dönemi'nde de geçerli olan kýsas uygulamasýnýn muhtevasýyla ilgili de bazý düzeltmeler yapmýþ, eski telakkinin aksine bütün Müslümanlarýn kanlarýnýn, yani hayat haklarýnýn eþit düzeyde kabul edilmesi esasýný getirmiþtir. Hâlbuki cahiliye Araplarýnda toplum fertleri arasýnda fazilet açýsýndan farklýlýk gözetilmesi sebebiyle, bir kabileden þerefli kabul edilen bir kiþinin öldürülmesi durumunda, katilin ailesinin önde gelenlerinden bir kiþinin kýsasý istenmekte veya onun yerine birden fazla kiþinin öldürülmesi talep edilmekteydi. (Maþalý, Mukayeseli Hukukta Ölüm Cezasý, s. 218, 219.)
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in kurduðu yeni sistemde, savaþ artýk rakip kabilelere saldýrý konusu olmaktan çýkarýlarak, sistemli askerî mahiyet kazandý. Baþka bir topluluk veya Müslüman olmayan Arap kabileler ile yapýlan savaþ (cihat), bütün müminlere mal edildi. (Enfal, 8/65.) Artýk kimse kendi baþýna saldýrý düzenleyemiyor, intikam almaya kalkýþamýyordu. Yeni durum, geçmiþte kabile adýna yapýlan saldýrýlarýn yerini düzenli ve planlý gaza ve cihadýn almasýna yol açmýþtýr ki, bu uygulamayý asabiyet-akide mücadelesinde ikincisi lehine bir geliþme olarak deðerlendirmek mümkündür.
Allah Rasulü (s.a.s.), asabiyeti, cahiliye asabiyeti olarak vasýflayýp kötülüklerine vurgu yapmakla birlikte, bu kavramý tevil yoluyla müspet anlamda yeniden tanýmlamayý da ihmal etmemiþtir. Buna göre kiþi asabesini her durumda desteklemeli; mazlumsa onu korumalý, zalimse zulmüne engel olarak yine ona yardýmcý olmalýdýr. (Buhari, Mezalim, 4, Ýkrah, 7.)
Ýslam’ýn bir taraftan asabiyeti tesirsiz hâle getirmek, ancak diðer taraftan da insanlarda bulunan bu tabii saikten müspet anlamda istifade etmek için ortaya koyduðu diðer bir çözüm yolu da akrabayý himaye, baþka bir ifadeyle sýla-i rahim uygulamasýna teþviki ve emridir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Araplar arasýnda son derece etkili olan nesep iliþkileri ve soy üstünlüðü anlayýþýnýn yerine sýla-i rahim çerçevesinde Müslümanlara dinî ve ahlaki sorumluluklar yüklemiþtir. Bu yeni anlayýþta, akrabalýk baðýnýn sürdürülmesine yapýlan vurgu, soyun üstün tutulmasý düþüncesinden deðil, toplum düzeninin saðlanmasý ve yardýmlaþma duygusunun geliþtirilmesi hedefinden kaynaklanmaktadýr. Bu nedenle
Ýslam dini sýla-i rahmi teþvik etmiþ, emretmiþ, hatta soylarý ile baðý kesenleri yermiþtir. (Nisa, 4/1.) O kadar ki, Hz. Peygamber (s.a.s.) de bu emri Allah ve ahiret gününe imanýn bir gereði saymýþtýr. (Buhari, Edeb, 31. Müslim, Birr, 18. Bu konuda geniþ bilgi için bk. Apak, Adem, Asabiyet ve Erken Dönem Ýslam Siyasi Tarihindeki Etkileri, Ýstanbul 2004.)
Bu deðerlendirmeler dikkate alýndýðýnda sonuç olarak ifade etmek gerekirse Ýslam’ýn ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in asabiyeti tamamen ortadan kaldýrmaya çalýþtýðýný veya kaldýrdýðýný söylemek gerçekçi olmaz. Çünkü kabile dayanýþmasý anlamýndaki asabiyet, kabile hayatýnýn ayrýlmaz parçasý, kabile veya aþiret hayatý yaþayan toplumlarýn coðrafi (çevresel), içtimai (sosyolojik) ve ruhi (psikolojik) bir gerçeðiydi ve tebliðin de bu gerçeði dikkate alarak yapýlmasý gerekiyordu. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.s.)'in iki türlü strateji takip ettiði anlaþýlmaktadýr. Birincisinde asabiyeti cahiliye davasý olarak niteleyip, bu uðurda hareket edenleri kýnayarak onun menfi etkilerinden Müslümanlarý korumaya çalýþmýþ, ikinci olarak da asabiyete karþý, asabiyetle birçok ortak noktasý olan sýla-i rahim uygulamasýný dinin prensipleri içine dâhil ederek, bu sayede eski asabiyet duygusunu hem tesirsiz hâle getirmek, hem ýslah etmek, hem de ondan faydalanmak istemiþ-tir. Asabiyetin diðer bir ayaðýný oluþturan intikam düþüncesi de Ýslam hukukunun yeni suç-ceza, kýsas-diyet uygulamalarý ve infazýn devlet tarafýndan gerçekleþtirilmesi prensibince en alt düzeye indirilmeye çalýþýlmýþtýr. Ayrýca Ýslam dini, asabiyetin tesirini kýrmak için asabiyet sebebiyle ger-çekleþtirilen kabile savaþlarýný yasaklamýþ, bunun yerine cihadý ikame etmiþ, kan/kabile/asabiyet için savaþ yerine din adýna gazayý ikame etmiþtir. Bu uygulama da, asabiyetin menfi tezahürlerinin müspete çevrilmesi ve bu ruhi amilin meþru alana kanalize edilmesinin bir baþka yönünü teþkil eder.
|