Üçüncü sebep: Din konusunda kendi hevâsýndan konuþmamasý
Allah (cc) diðer peygamberlere vahyettiði gibi Muhammed’e (sav) de vahyettiðini haber veriyor:“Bak (ey Peygamber!), Biz Nûh'a ve o'ndan sonraki bütün peygamberlere vahyettiðimiz gibi sana da vahyettik: Týpký Ýbrahim'e, Ýsmâil'e, Ýshâk'a, Yakub'a ve Ýsâ, Eyyûb, Yûnus, Hûrun ve Süleyman dahil onlarýn torunlarýna vahyettiðimiz gibi; ve Davud'a bir ilahî hikmet kitabý baðýþladýðýmýz gibi.” (Nisâ 4/163)
Allah (cc) risalet vermek, vahyetmek, izzet ve þeref vermek, yardýmcý olmak açýsýndan peygamberler arasýnda ayrým yapmaz. Müslümanlara da peygamberler arasýnda ayrým yapmamalarýný tavsiye ediyor. (Bekara 2/285)
Hz. Muhammed’i (sav) O (cc) elçi olarak seçip görevlendirdiðine göre, o kendi uygun gördüðü iþleri deðil, mükellef kýlýndýðý iþleri yapmak durumundadýr.
Bilinen bir gerçektir ki, elçiler kendilerini görevlendiren otoritenin/devletin adýna hareket ederler. Verilen vazifeleri yerine getirirler. Onlarý karþý tarafýn yanýnda temsil ederler. Bir elçinin kendisine görev veren otoriteye raðmen iþ tutmasý, iþine geldiði gibi davranmasý, otorite adýna istediði sözleri sarfetmesi mümkün deðildir. Böyle bir durumda sonuç belli: Ýþten el çektirme, görevden alma.
Bir kimse Allah (cc) onu görevlendirmediði halde “ben Allah’ýn elçisiyim”, “size Allah’tan þunlarý þunlarý getirdim” dese, Allah adýna kendine ait þeyleri satmaya kalkýþsa, insanlarý Allah adýna kendi fikirlerine çaðýrsa; buna yalancý peygamberlik denir. Kur’an bunun “Allah’a iftira atmak” olduðunu söylüyor. Böyle yapanlara da ‘zâlim’ diyor. (En’am 6/83)
Allah’ýn seçtiði, Kur’an’da adý geçen veya geçmeyen bütün peygamberler kendilerini rasûl/nebi seçen Allah’ýn emrinde idiler. Onlar elçilik görevini yapmakla yükümlüydüler.
Hz. Muhammed’in (sav) görevi de farklý deðildi. Onu da Allah (cc) elçi olarak seçti ve ona vahyetti. Onu insanlýk için güzel örnek yaptý. Vahyin amaçlarýný onun uygulamalarýyla gösterdi. Ýnsanýn hayat imtihanýný nasýl kazanacaðýný, dünyada ve Âhirettte nasýl mutlu (saîd) olacaðýný onunla insanlýða gösterdi/öðretti.
Necm Sûresinin baþ tarafýndaki âyetler vahiy/Kur’an ve bunun karþýsýnda Peygamber’in rolü konusunda ebedî bir gerçeði haber veriyorlar: Muhammed (sav)vahiy konusunda kendi keyfine göre, iþine geldiði gibi konuþmaz, kendi görüþü ile hareket etmez. Kur’an ona inzâl edilmiþtir.
Allah (cc) þöyle buyuruyor:
“Göründüðü zaman yýldýza andolsun.
Arkadaþýnýz ne sapmýþtýr, ne kanmýþtýr.
Ne de kendi hevâsýndan (keyfinden) konuþmaktadýr.
Bu (Kur’an) kendisine indirilen bir vahiyden baþka bir þey deðildir.
O’nu, melekeleri son derece güçlü bir (melek) öðretti.”(Necm 53/3-5)
Ýbnu Abbas’a göre bu sûre Peygamber’in (sav) Mekke’de müþriklere ilk meydan okuduðu sûredir.(1)
Necm sûresi yýldýza yemin edilerek baþlýyor. Buradaki Necm kelimesi genellikle yýldýz veya Süreyya yýldýzý diye tefsir ediliyor. Bazýlarýna göre deâyet vahyin iniþ sürecidir.“en-necmü izâ hevâ”: “Nazil olduða zaman Kur’an’a yemin olsun” demektir.(2)
Ýbnu’l-Cevzî, Necmin ne olduðu konusunda beþ görüþ olduðunu söylüyor.Konumuzla ilgili olmadýðý için bu görüþleri buraya almýyoruz.(3)
Sûre sonra da Mekkeli müþriklere;“sizin yakýndan tanýdýðýnýz, arkadaþýnýz olan Muhammed ne sapýttý, ne de þaþýrdý denilerek, onun teblið ettiði Kur’an’ýn vahiy olduðu söylenerek yeminin cevabý veriliyor.
Buradaki hitap öncelikle “Kur'ân'ý Muhammed uydurdu” diyen Kureyþ ve benzerlerinedir. Çünkü Mekkeliler “Muhammed Kur’an (dediði) þeyi kendi uydurup söylüyor” diye iddia ettiler ve onun davetine karþý çýktýlar.
Allah (cc) burada Kur’an üzerine yemin ediyor ve “o, yücelerden Muhamme’de inan vahiydir” diyor. Týpký “felâ uksimu bi-mevâkýý’n-nücûm-Hayýr, yýldýzlarýn yörüngelerine yemin ederim.” Ya da “ötesi yok, iþte Kur’an’ýn parçalar halinde indiriliþine yemin ediyorum. Ki elbette bu, eðer farkýndaysanýz çok aðýr bir yemindir” (Vakýa 56/75-76) âyetinde dile getirilen gerçeðe banzer. Vahyin nâzil oluþu da yýldýzlar gibidir. Üçer, dörder âyetler veya sûreler halinde indi oldu.(4)
Bu durumda âyet; “vahyin aþama aþama iniþi þahit olsun veya yücelerden inen vahyin gözler önüne serdiði (hakikat) þahit olsun” þeklinde de anlaþýlabilir.(5)
Burada Mekkelilere hitaben “sahibiniz” tabirinin kullanýlmasýnda özel bir anlam vardýr. Zira ‘sahip’ kelimesi; daima sohbette bulunan, arkadaþlýk edip koruyan, yani “hâmi” mânâlarýna gelmektedir.
Bu nedenle bu âyet þöyle de anlaþýlabilir: “Þimdiye kadar sohbetinde bulunarak çok iyi tanýdýðýnýz, aklýna ve doðruluðuna güvendiðiniz (el-Emin dediðiniz), size hak yolunu göstermek isteyen arkadaþýnýz ne yolunu þaþýrdý,ne de aklýný. Ne aldanýr, ne de aldatýlýr. O, ne sihirbaz, ne kâhin, ne de mecnûndur”.(6)
Âyette geçen ‘dalâlet’ hidâyetin, ‘ðayy’ da rüþdün zýddýdýr. ‘Dalâlet’, hidâyetten sapmak, ‘ðayy’, aklý baþýnda olmamak, isabetli olaný yapmamak, bile bile gerçeðin dýþýna çýkmak demektir. ‘Dalâlet’, kiþinin kendisini maksada ulaþtýracak yolu bulamamasý, ‘ðayy’ da, kiþi için kendisini maksadýna ulaþtýracak bir yolun olmamasýdýr. Doðru yoldan sapmayý anlatmak konusunda dalâlet ðayy’dan daha fazla kullanýlýr.(7)
Mekkeli müþriklerin yakýndan tanýðý, arkadaþlarý gibi bildikleri Muhammed (sav) haktan ve hidayetten sapmadý. Batýl ve saçma bir þey konuþmaz. Davet konusunda cahil, aklý baþýnda olmayan biri deðildir.(8)
Onun Kur’an/vahiy konusundaki konuþmalarýkendi hevasýndan, kendi kafasýndan deðildir. Kur’an adýna ne konuþuyorsa Allah’ýn ona vahyettiðinden baþkasý deðildir.(9)
“Ýn huve illavahyun yûhâ’daki hüve-o zamiri Kur’an’a gider. Yani onun teblið ettiði Kur’an âyetleri kendi sözü deðil, kendisine vahyedilen ilâhi sözlerdir.(10)
Bu âyetle ilgili olarak Elmalýlý þöyle diyor:
“O, hevâdan (nefsinin arzularýna göre) da konuþmuyor. Onun konuþmasý, özellikle Kur'ân kelâmýný söylemesi kendi görüþ ve arzusundan, gönlünün meyli ve ona olan sevdasýndan kaynaklanmaz. O, öyle sýrf kendisine ait bir söyleyiþ deðildir. Þu halde Hz.peygamber de ne bir þâirdir, ne de kendi keyf ve arzusuna göre hüküm vermek isteyen ehl-i hevâ (kendi isteðine göre yaþayan)lardandýr.
“O, yani Kur'ân veya onun lafzi söyleniþi, ancak bir vahiydir”. Orada vahyin dýþýnda bir söz yoktur. O, yalnýz vahyolunur. Yani bunlar ancak, Allah tarafýndan kendisine vahiy ve teblið edilmek suretiyle bilinip söylenebilir.”(11)
Kur’an’ýn iniþ sürecinden itibaren, o gün, tarih boyunca ve bugün bazýlarý öyle zannetse de, Kur'an'ý hz. Muhammed(sav) uydurmadý ve yazmadý. Onu kendi çýkarlarý ve hedefleri için ortaya atmadý. (Hz. Muhammed Kur’an’ýn yazarý deðildir.)
O (sav), elçiliðini peygamber olma hevesiyle deðil, Allah (cc) kendisini seçtiði ve risâleti teblið etmesini buyurduðu için ilan etmiþtir. Dolayýsýyla O, insanlarý bir Allah elçisi sýfatýyla davet etmektedir.(12)
Ayet, Kur’an’ý kendisi uydurdu diye iddia edenlere diyor ki: “Yani arkadaþýnýz Muhammed (sav) akýllý bir insandýr, þaþkýn deðildir; doðru yoldadýr, sapýk deðildir; samimidir, kötü niyetli deðildir; Hak'tan, yani Allah'tan aldýðý gerçeði size duyuruyor. Kuruntulu, uydurmacý veya iftiracý deðildir. Size mesaj iletirken havadan konuþmuyor. Söyledikleri, kendisine indirilmiþ bir vahiydir. O doðru ve güvenilir bir aracý sýfatý ile kendisine gelen vahyi size duyurmaktadýr.”
Bu vahyin taþýyýcýsý belli, hangi yoldan geldiði belli, nasýl bir çizgi izlediði bellidir. Peygamber bu vahyin izlediði yolu gözleri ile kalbi ile görmüþtür. Bu konuda kuruntuya kapýlmýþ ya da aldanmýþ, yanýlgýya düþmüþ deðildir.(13)
“O’nu (Kur’an’ý) ona, melekeleri son derece güçlü bir (melek) öðretti.”(Necm 53/3-5)
Müfessirlerin bir çoðuna göre Kur’an’ý Peygamber’e öðreten üstün yeteneklere sahibi vahiy meleði Cebrail’dir.(14)
Burada þöyle deniyor: Ey Mekkeliler, ey insanlar, vahiy meleði vahiy meleði Cebrail Allah’ýn izniyle Kur’an’ý Muhammed’e (sav) öðretti. Zira o Allah’ýn izniyle vahyi ona öðretecek donanýma sahipti.
Allah’tan gelen vahiy bir hakikat olduðu gibi ayný zamanda bir ‘ilim’dir. (Bekara 2/120, 145. Âli Ýmran 3/19, 61. Ra’d 13/37 ve diðerleri) Son Elçiye de bu ilmi vahyeden de Allah’týr. Kur’an, genel bir ifade olsa da bir yerde Allah’ýn Kur’an’ý öðrettiðini söylüyor.
Kudreti sonsuz olan “Rahman (Allah), Kur'ân'ý öðretti.” (Rahmân 55/1-2) Ancak baþka âyetlerde Cebrail’in vahiy meleði olmasý dolaysýyla Kur’an’ý Peygamber’in kalbine indirdiði anlatýlýyor.
“De ki: “Allah'ýn izniyle Kur'ân'ý, kendinden öncekini doðrulayýcý ve inananlara yol gösterici ve müjdeci olarak senin kalbine indirdiði için, kim Cebrail'e düþman olur?”(Bakara 2/97).
“De ki: Onu Rûhul-Kudüs (Cebrail) Rabbinden hak (ve hikmet) gereðince indirdi.”(Nahl 16/102).
“Onu, er-Rûhu'l-Emin (Cebrail) indirdi.”(Þûarâ 26/193)
“Yahut bir elçi gönderip izniyle dilediðini vahyeder..."(Þûrâ, 42/51)
Bu âyetlere göre vahyi getiren elçi Cebrail olduðuna göre Kur’ân’ý da öðretenin o olduðu anlaþýlýr.
Ýbnü Abbas’tan gelen bir rivâyette Kur’ân’ý öðretenin Allah olduðu ifade edilmiþ ise de, Aiþe’den (r.anha) yapýlan bir nakle göre söz konusu âyetteki öðretici, Cebrail olarak tefsir edilmiþtir. Lafzýn zahirî anlamý da bu görüþe daha yakýn olduðundan tefsircilerin çoðu, bu mânâyý tercih etmiþlerdir. Burada ayrýca bazýlarýnýn “Ona (bunlarý) bir insan öðretiyor..."(Nahl 16/103) iddia edenlerin sözüne de bircevapsözkonusudur.(15)
Müthiþ güçleri olan, üstün yetenekli melek Cebrail Mekkelilerin yakýndan tanýðý emin bir kiþiye vahyi öðretti. O da insanlarý bu vahye davet etti.
Muhammed (sav) eðer din konusunda iþine geldiði gibi konuþsaydý, ne davetinde bu kadar baþarýlý olurdu, ne de onun daveti asýrlarý ve kýtalarý aþýp bugüne saðlam bir þekilde gelirdi. Davetine karþýlýk dünyalýk çýkar, saltanat ve lezzet elde etmeye çalýþýrdý. Yaptýðý iþ kendisiyle sýnýrlý kalýr, çoðu zaman baþkasýný ilgilendirmezdi. Zira kötü niyetli insanlarýn çýkarlarý her zaman farklý olur ve mutlaka birbiriyle çatýþýr.
Ama mesele hakikat olunca iþ deðiþir. Hakikate davetin olduðu yerde çýkar, istismar, dünyalýk hedef, makam ve kiþisel hakimiyet söz konusu olmaz. Zira Hakikatin hatýrý bütün bu deni hedeflerden çok daha büyüktür.
Kur’an, Peygamber’in (sav) din konusunda kendi hevâsindan, yani iþine geldiði gibi konuþmadýðýný, Allah’ýn kendisine indirdiðini teblið ettiðini farklý ifadelerle vurguluyor.
“De ki: Ben, yalnýzca sizin gibi bir beþerim. (Þu var ki) bana, Ýlah'ýnýzýn, sadece bir Ýlah olduðu vahyolunuyor. Artýk her kim Rabbine kavuþmayý umuyorsa, iyi iþ yapsýn ve Rabbine ibadette hiç birþeyi ortak koþmasýn.”(Kehf 18/110. Birbenzeri: Enbiya 21/108)
“De ki (ey Peygamber:) “Ben size ‘Allah'ýnhazineleri bendedir!’ demiyorum; ne insan idrakini aþan þeyleri bildiðimi söylüyorum ve ne de size ‘Ben birmeleðim!’ diyorum: Ben sadece bana vahyedileni yerine getiriyorum”. De ki: “Hiç gören ile görmeyen birolur mu? Siz düþünmezmisiniz?”(En’am 6/50 Birbenzeri: Ahkaf 46/9. Yunus 10/15.A’raf 7/203))
“Biz, onlara vadettiðimizin (azabýn) bir kýsmýný sana göstersek de veya (ondan önce) seni öldürürsek de sana ancak (Allah'ýn emirlerini) teblið etmek düþer. Hesap yalnýz bize aittir.” (R’ad 13/40)
“(Ey Resulüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artýk sana düþen ancak açýk bir tebliðden ibarettir.”(Nahl 16/82. Ayrýca bakýnýz: Yûnus 10/2. Nahl 16/44, 64. Þura 42/7. Fatýr 34/31)
Bu zatenresûl/nebiolmanýntabiatýndaolanbirþey. Peygamberkendisinevahyedileniöncekendisiuyacak, sonra dabaþkalarýnaolduðugibiiletecek, anlatacakveöðretecek. Bukonudakendigörüþü, kenditercihisözkonusudeðildir.
Þuâyettesöylediðigibi:
“(Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayýrlýsýdýr.” (Yûnus 10/109.BirbenzeriAhzâb 33/2)
Ýlgili âyeti tekrar hatýrlayalým:“O hevâdan konuþmaz. O Kur'an kendisine vahyedilen bir vahiyden baþka deðildir.”
BunakarþýnElçikendiliðinden Allah adýnayanlýþbirþeyyapsaydý, kendisözleriniAllah’ýnsözleridiyesunsaydý, vahyekendigörüþlerinikatsaydý; ne olurdu? Cevabýaþaðýdakiâyetveriyor:
“Eðer Muhammed, bize karþý ona bazý sözler katmýþ olsaydý. Biz onu kuvvetle yakalardýk, Sonra onun þah damarýný koparýrdýk. Hiçbiriniz de onu koruyamazdýnýz.”(Hakka 44-47)
Bu âyet gerçeði daha açýk bir þekilde ortaya koyuyor. Hz. Muahmmed’in (sav) misyonu elçilikti. O ne kendiliðinden peygamberlik iddia etti, ne de keyfine göre hareket etti. Bu âyete göre zaten edemezdi.
Durum böyle olunca da Hakikati böyle bir Elçi’den öðrenmek elzemdir. Herkesin doðru yolu bulma, kulluk (ibadet) etme ve dünya imtihaný açýsýndan böyle bir elçiye ihtiyacý vardýr.
Bu baðlamda akla þöyle bir soru gelebilir: “Peygamber'in (s.a) tüm sözleri ve yaptýklarý vahiy midir? Deðilse onun Peygamber olarak sözlerinin ve davranýþlarýnýn dinde yeri ve baðlayýcýlýðý nedir?”
(Devamý var)
Hüseyin K. Ece
28.03.2015
Zaandam/Hollanda
(1) el-Baðdadî, M. B. Ý. Tefsiru’l-Hâzin, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmýyye, Beyrut 2010, 4/203
(2) Taberî, M. b. C. Tefsir, DâruKütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1426-2005, 11/503-504. Tabâtabâî, M. H. el-Mizan, Dâru’l-Kütübi’l-Ýslâmiyye, Tahran 1362, 19/26
(3) Ýbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, DâruÝbnHazmBeyrut 1423-2003, s: 1360. Benzerigörüþleriçin Bak.: el-Baðdadî, M. B. Ý. Tefsiru’l-Hâzin, 4/203
(4) Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmýyye, Beyrut 1424-2003, 3/289
(5) Ýslamoðlu, M. HayatKitabýKur’an, DüþünYay. Ýstanbul 2008, 2/1054
(6) Taberî, M. b. C. Tefsir,11/504. Zamahþerî, Ö. b. M. El-Keþþâf, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1415-1995, 4/408. Elmalýlý, H. Y. Hak DiniKur’an Dili, (sad.) Azim-Ýstanbul T. yok, 7/289
(7) el-Baðdadî, M. B. Ý. Tefsiru’l-Hâzin, 4/203
(8) Þevkânî, M Ali b. M. Fethu’l-Kadîr, Mektebetü’r-Rüþd, Riyad 1422-2001, s: 1659. el-Baðdadî, M. B. Ý. Tefsiru’l-Hâzin, 4/203
(9) Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’an, DâruÝbniHazm, Beyrut 1425-2004, 2/2922. Ýbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s: 1360
(10) Taberî, M. B. C. Tefsir, 11/504
(11) Elmalýlý, H. Y. Hak DiniKur’an Dili, (sad.) 7/289
(12) Mevdûdî. E. Tefhimu’l-Kur’an, Türkçesi: Kurul,ÝnsanYay. Ýstanbul 1991, 6/12
(13) Kutub, S. fi-Zilâli’l-Kur’an, Dâru’þ-Þuruk, Kahira1417-1996, 6/3406
(14) Mesela; Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/289.Taberî, M. b. C. Tefsir,11/504. Þevkânî, M Ali b. M. Fethu’l-Kadîr, S: 1659. el-Baðdadî, M. b. Ý. Tefsiru’l-Hâzin, 4/203. Zamahþerî, Ö. b. M. El-Keþþâf, 4/408. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2922. Kutub, S. fi-Zilali’l-Kur’an, 6/3406
(15) Elmalýlý, H. Y. Hak DiniKur’a Dili, (sad.) 7/291