4-Dinlemek farkýnda olmaktýr
Anlamak ve öðrenmek için dikkatlice dinlemek, kendini duyulan þeye tümüyle vererek dinlemek gerekir. Böyle yapan birisi ne dinlediðini, dinlediðinin ne olduðunu farkeder. Bu elbette muhataba, bulunulan ortama ve kiþinin kendi durumuna göre deðiþir.
Kur’an, Allah’ýn varlýðýnýn belgelerinden örnekler verdikten sonra bu gibi âyetlerde iþitenler için önemli olduðunu söylüyor. Bunlar elbette iþitip ders almak isteyenler için birer ibret kaynaðý, birer hidâyet vesilesidir. Zira onlar ne iþittiklerinin farkýndadýr. Sesin, davetin nereden ve kimden geldiðini anlarlar.
“O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalýþýp kazanmanýz için de) gündüzü aydýnlýk kýlandýr. Þüphesiz bunda dinleyip (ders almak) isteyen bir toplum için ibretler vardýr.” (Yunus, 10/67. Bir benzeri Nahl, 16/65. Rûm, 30/23)
Kur’an kulaklarý olduðu halde hak daveti duymayanlarýn durumunu dört ayaklý mahlûklara benzetiyor. Onlar da bir takým sesler iþitirler ama ne o sesi algýlarlar, ne de gereðini yaparlar.
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoðunu cehennem için yaratmýþýzdýr. Onlarýn kalpleri vardýr, onlarla kavramazlar; gözleri vardýr, onlarla görmezler; kulaklarý vardýr, onlarla iþitmezler. Ýþte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da þaþkýndýrlar. Ýþte asýl gafiller onlardýr.” (A’raf, 7/179, 195. Bir benzeri, Furkan, 25/44)
Hak daveti duymayan ve aldýrmayanlar da manen saðýrlar gibidir. Kendilerini kimin davet ettiðini duymadýklarý gibi, neye davet edildiklerini de anlamazlar. Buna göre asýl saðýr, kulaklarýnda özür olanlar, aðýr iþitenler deðil; hak sese karþý kapalý olan, onu duymamazlýktan gelen, duysa da aldýrmayan kimselerdir.
“Bil ki sen ölülere iþittiremezsin, arkalarýný dönüp giderlerken saðýrlara da dâveti duyuramazsýn.” (Neml, 27/80. Rum, 30/52)
Zaten kimileri de Kur’an’ýn duyulmamasý, etkisinde kalýnmamasý için gürültü yaparlar, yaygara koparýrlar, tozu dumana katarlar. Gürültü olsun ki insanlar Kur’an’a ilgi duymasýnlar. Kur’an’ý duymasýnlar. Kur’an’ýn sesi, güzelliði, ahengi, mucizevi sözleri, yüreklere iþleyen naðmeleri, insanýn içine iþleyen âyetleri duyulmasýn. Zira Kur’an’a kulak verip de etkilenmemek mümkün deðildir. Onlar ise Kur’an’a kulak verilmemesi için ellerindeki bütün imkanlarý seferber ederler.
“Ýnkâr edenler: Bu Kur'an'ý dinlemeyin, okunurken gürültü yapýn. Umulur ki bastýrýrsýnýz, dediler.” (Fussilet, 41/26)
Kur’an’a karþý gürültü yapanlarla ilgili ilginö bir örnek.
“Ýnsanlardan öyleleri vardýr ki, bilgisizce (insanlarý) Allah’ýn yolundan saptýrmak ve onunla alay etmek için ‘eðlence-boþ ve amaçsýz-lehve’l-hadis’ (türünden) sözleri satýn alýr. Ýþte onlara küçük düþürücü bir azab vardýr.
Ona âyetlerimiz okunduðu zaman, sanki bunlarý iþitmemiþ, sanki kulaklarýnda aðýrlýk varmýþ gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acýklý bir azabýn müjdesini ver!” (Lukman, 31/7)
Kaynaklar bu âyetlerin iniþ (nüzûl) sebebiyle ilgili þöyle anlatýlýyor:
Ýbni Hiþâm’ýn Ýbni Ýshak’tan rivâyet ettiðine göre, Peygamberimizin tebliðinin etkisini azaltmak için çeþitli yollara baþvurulur ama baþarýlý olunamaz. Bunun üzerine, Mekkeli zengin müþriklerden Nadr b. Haris, ‘siz, aranýzda emin olarak bilinen birine ‘mecnun, sihirbâz’ diyerek ona olan ilgiyi azaltmaya çalýþýyorsunuz. Buna kimse inanmaz. Bakýn ben onunla nasýl baþ edeceðim’ demiþ.
Bu adam bazen ticaret için Irak taraflarýna giderdi. O bu yolculuklarýnda acemlerin, Hire halkýnýn masallarýný ve onlarýn aralarýnda dolaþan rivâyetleri derlemeyi baþarýp geri dönerdi. (Ý. b. Ziyad el-Ferrâî, Meâni’l Kur’an, 2/326) Sonra da onlarý Kur’an’ý dinlemeye gidenlerin yollarý üzerine oturur, onlara bu masal ve efsaneleri anlatýr, dikkatlerini anlattýðý þeylere çekerek onlarý uyutmaya ve Kur’an’a yönelmelerinin önüne geçmeye çalýþýrdý.
Bu masallarý Kureyþlilere anlatýrken þöyle dermiþ: “Muhammed size Âd kavminin, Semud kavminin hikâyelerini anlatýyor, ben ise size Rüstem’in, Ýsfendiyar’ýn hikayelerini anlatýyorum. Ben O’ndan daha iyi bir hikâye anlatýcýyým. Benim anlattýklarým, Muhammed’in sizi davet ettiði þeyden daha hayýrlýdýr.” Böylece kimileri onun bu anlattýklarýna kulak kabartýyor ve Kur’an dinlemeyi terkediyorlardý.
Vakýdî’nin Kelbî ve Mukâtil’den rivâyetine göre ayný adam, bir kimsenin Peygamberimizin etkisine girdiðini duyunca, satýn aldýðý þarkýcý bir cariyeyi þöyle diyerek ona musallat ederdi: “ona yedir, içir ve þarkýlarýnla onu oyala ki baþka tarafa ilgisi kalmasýn”. (Ýbni Hiþam, Siyer, 1/299-300; Esbab’ü Nüzûl, Ahmed el-Vahidî en-Nisabûrî, s: 259-260; Abdülfettah el-Kâdi, Esbabü’n Nüzûl, s: 305; Ýbni Kesir, Muh. Tefsir, 3/62)
Kur’an’da kalp, kulak ve gözün konumu
Ýnsanýn kalp, kulak ve göz gibi organlara sahip olmasý Allah’ýn en büyük lütfudur. Bütün bunlar olmazsa hayat olmaz, yani insan olmaz.
Kur’an, hem bunlarýn birer büyük nimet olduklarýný hatýrlatýyor hem de onlarýn doðru kullanýlmasýna iþaret ediyor. Bu organlar doðru, ya da yaratýlýþ amacýna, yani fýtrata uygun kullanýlmazsa olabilecek zarar konusunda aklý baþýndaki insanlarý uyarýyor.
“Hiçbir þey bilmeden anne karnýndan çýkan insana Allah’ý hakkýyla tanýyýp þükretmesi için kalp, göz ve kulak gibi nimetler verilmiþtir. “Siz, hiçbir þey bilmezken Allah, sizi analarýnýzýn karnýndan çýkardý; þükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (16/Nahl, 78
Ancak Allah’tan gâfil olanlar, kendi iradeleriyle kulak, göz ve kalplerini fýtratlarý doðrultusunda kullanmadýklarý için Allah, onlarýn kulak ve kalplerini mühürlemiþ ve gözlerine perde çekmiþtir. Çünkü onlar bunu hak etmiþlerdir.
“Ýþte onlar Allah'ýn, kalplerini, kulaklarýný ve gözlerini mühürlediði kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridir.” (Nahl, 16/108; Bakara, 2/7)
Kulak, göz ve kalplerini gereði gibi kullanýp Allah'a teslim olamayanlar, insanlýklarýný kaybederler; hayvandan daha aþaðý derekeye düþerler. (A’râf, 7/179)
Kulak, göz ve kalp, yaptýklarýndan (ve yapmak zorunda olup da yapmadýklarýndan) sorumludur. (Ýsrâ, 17/36)
Gerçek körler, kafa gözü görmeyenler deðil; kalp gözlerini, basiretlerini kaybedip tarihten ibret almayan ve geçmiþtekilerin iþlediði hatalarý tekrar edenlerindir.
“(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaþmadýlar mý? Zira dolaþsalardý elbette düþünecek kalpleri ve iþitecek kulaklarý olurdu. Ama gerçek þu ki, gözler kör olmaz; lâkin göðüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hacc, 22/46)
Kafadaki kulaðýn görevi kendisine ulaþan sesleri ayýrt edip sahibine bildirmek ise, manevi kulaðýn görevi de hak sesi, hak daveti, haktan gelen çaðrýyý duymak, anlamak ve kabul etmektir. Ama ne yazýk ki fýtrat üzere görevini icra etmeyen kulak duymaz, göz görmez.
“Onlarý doðru yola çaðýrmýþ olsanýz iþitmezler. Ve onlarý sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler.” (A’raf, 7/198)
Bu kulaklara sahip olan inatçý inkârcýlarýn kulaklarýnda hakký duymalarýna engel þeyler vardýr.
“Ve dediler ki: Bizi çaðýrdýðýn þeye karþý kalplerimiz kapalýdýr. Kulaklarýmýzda da bir aðýrlýk vardýr. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadýr. Onun için sen (istediðini) yap, biz de yapmaktayýz!” (Fussilet, 41/5)
Onlar Vahy’e karþý kesin bir tavýr aldýklarý ve bir daha hidâyete dönmelerinde ümit kalmadýðý için böylelerinin kalplerinin üzerine perde çekilir, kulaklarýna aðýrlýk konulur. Bundan sonra hakký anlamazlar, hak sesi iþitmezler, Hakk’ýn davetine itibar etmezler. (En’an, 6/25; Ýsra, 17/46; Kehf, 18/57)
Kur’an þöyle buyuruyor:
“Eðer biz onu, yabancý dilden bir Kur'an kýlsaydýk, diyeceklerdi ki: Âyetleri tafsilatlý þekilde açýklanmalý deðil miydi? Arab'a yabancý dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doðru yolu gösteren bir kýlavuzdur ve þifadýr. Ýnanmayanlara gelince, onlarýn kulaklarýnda bir aðýrlýk vardýr ve Kur'an onlara kapalýdýr. (Sanki) onlara uzak bir yerden baðýrýlýyor (da Kur'an'da ne söylendiðini anlamýyorlar.” (Fussilet, 41/44)
(Devamý var)
Hüseyin K. Ece Zaandam/Hollanda