Kur’an’da yol için bu kadar farklý kelimelerin kullanýlmasý hem yolun önemine, hem de istikamet üzere olabilmenin imkanlarýna iþarettir. Bu anlamda yollarýn olumlu veya olumsuz, en doðru yol veya en eðri, en hak veya en sapýk yol olarak iki ana gruba ayrýlmasýdýr.
Bu yazýda bu iki yolun bazý özelliklerine “sebîl-yol” baðlamýnda kýsaca temas etmek istiyoruz.
“Sebîl (çoðulu: sübül)”; üzerinde kolayca yürünen yol, iþlek yol, çýkar yol anlamýndadýr. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s : 327-328) Ayrýca; açýk yol (Ýbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/116), büyük yol, hüccet (delil/kanýt), çare, sebep, genel su içme yeri anlamlarýna gelir.
Kur’an sebili bir yerde yine sebep, gerekçe, bahane anlamýnda kullanýyor.
Allah (cc) cezanýn suç karþýlýðý olmasý gerektiðini þöyle belirliyor: “Ama kötülüðün cezasý, ancak ona denk bir karþýlýk olabilir. Ne var ki kim affeder ve barýþ yaparsa, iþte onun mükâfatý Allah’a aittir. Þüphe yok ki O, zalimleri asla sevmez.”(Þûrâ 42/40)
“Yani cezâlar, suçlunun aleyhine bir þey olmazsa, o cezâ deðil zulme teþvik; suça uygun olmazsa da adaletsizlik olur.” (M. Türk meali âyet notu)
“Haksýz bir saldýrýya karþý meþru müdafaa dayanýþmasý sergileyenlere gelince: onlara (ceza vermek için) bir yol (sebîl) yoktur(onlar kýnanmaz ve cezalandýrýlmazlar).
Aleyhlerine yol (sebîl) olanlar (ceza verilecek olanlar), sadece insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksýz yere güç kullanýp saldýrganlýk yapan kimselerdir: Onlarýn hakký elem verici bir azaptýr.
Kim sabreder ve affederse þüphesiz bu hareketi, yapýlmaya deðer iþlerdendir. ”(Þûrâ 42/41-44)
Kötülük, yani Kur’an’ýn cürüm dediði haksýzlýklarý yapanýn cezasý Allah’ýn, o kötülük için bildirdiði cezayý aynen uygulamaktýr. Zira Allah’ýn takdir ettiði ceza þüphesiz o suça denktir. Ancak kim de cezalandýrmaya gücü ve imkaný olduðu halde, Allah rýzasý için, kötülük yapaný affeder ve arayý düzeltirse Allah ona ecir verir. Kötülük edene aynen mukabele etmek, adaleti yerine getirmektir. Onu affetmek ise bir lütuftur ve daha makbul bir davranýþtýr. Þüphesiz ki Allah (cc) kötülüðü baþlatan zalimleri sevmez.
Zulme uðrayan bir kimsenin hakkýný aramasý, otorite tarafýndan cezalandýrýlmasýný istemesi hakkýdýr.
Bazýlarýna göre bu âyet, haksýzlýða uðrayan kiþinin, hakkýný bizzat kendi eliyle aldýðý takdirde cezalandýrýlmayacaðýný ve bundan dolayý suçlanamayacaðýný açýklýyor. (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 11/157)
Bu konuda S. Kutub þöyle diyor: “Buna göre zulme uðradýktan sonra kendini savunarak zulmü bertaraf eden, kötülüðe onun gibi bir kötülükle karþýlýk veren, ama haksýzlýk etmeyen kiþi hiçbir þeyden sorumlu tutulmayacaktýr. Çünkü o yasal hakkýný kullanmýþtýr. Hiç kimse onu sorumlu tutup yargýlama yetkisine sahip deðildir ve hiç kimse onun karþýsýna geçip engelleyemez. Karþýlarýna dikilip engel olunmasý gerekenler insanlara zulmedenlerdir, yeryüzünde haksýz yere azgýnlaþanlardýr. Çünkü, içinde zalimler bulunduðu ve bu zalimler insanlarýn tepkisiyle karþýlaþmadýklarý, zulümlerinden vazgeçirilmeye çalýþýlmadýklarý sürece yeryüzü ýslah olmaz. Azgýnlar diledikleri gibi haksýzlýk ettikleri ve hiç kimse tarafýndan engellenmedikleri, direniþle karþýlaþmadýklarý sürece yeryüzündeki hayat normal akýþýný sürdüremez. Yüce Allah zalim ve azgýn kiþileri acýklý bir azapla tehdit ediyor ama, insanlarýn da zulüm ve azgýnlýða karþý çýkmalarý, yolunu týkamalarý gerekir.” (Kutub, S. fi-Zýlâli’l-Kur’an, 5/3166)
Bazýlarýna göre bir müminin, kendisine haksýzlýk yapan müþrikten hakkýný bizzat kendisi alabilir. Ama kendisine haksýzlýk yapan bir müminden hakkýný bizzat deðil, ancak hakim (otorite) kararýyla alabilir.
“Ama kötülüðün cezasý, ancak ona denk bir karþýlýk olabilir...”ifadesi hakkýnda ilim ehli þöyle demiþler: Allah (cc) mü’minleri iki gruba ayýrýyor. Bir grup kendilerine haksýzlýk yapanlarý affedebilir. Bununla ilgili olarak; “Öfkelendiklerinde de onlar baðýþlarlar” (Þûrâ 42/37) buyurdu. Diðer grup ise kendilerine zulmedenlerden öç alýrlar. Onlarýn durumunu da bu âyet açýklamaktadýr. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, )
Ýlk dönem müfessirlerinden Katade’ye göre ise bu âyetin hükmü olabilecek kýsas olaylarý hakkýndadýr. Buna karþýn zulmeden kiþiye aynen zulmetmek helâl deðildir. (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 11/157)
Siyasî, bir anlamda hukukî otoritenin hâkim olduðu yerlerde insanlar kendilerine haksýzlýk edenleri, zalimleri, yani dinî veya hukukî açýdan suç sayýlan eylemleri yapanlarý cezalandýrmaya kalkýþmalarý, kaosa, adaletsizliðe, güvensizliðie, kan davalarýna yol açabilir. Kin ve nefret tohumlarýný atabilir, öç alma duygusunu tetikleyebilir. Bu tehlikeye iþaret etmek amacýyla olsa gerek M. Esed Þûrâ 42/40. âyetini þöyle açýklamýþ: “Ama (unutma ki,) kötülüðü cezalandýrma (teþebbüsü) de, bizâtihî bir kötülük olabilir; o halde, kim [düþmanýný] affeder ve barýþ yaparsa mükafatý Allah katýndadýr, çünkü O, zalimleri sevmez.”
Arkasýndan da þöyle bir açýklamaya ihtiyaç duymuþ: “Lafzen, “onun gibi bir kötülüktür” (veya “olabilir”). Baþka bir deyimle zorbalýða (ki önceki ayetin son cümlesindeki baðy isminin karþýlýðýdýr) karþý yürütülen baþarýlý mücadele, bazan, önceki zalimlere karþý benzer bir zorbalýða dönüþebilir. Bu nedenle, klasik müfessirlerin çoðu (Beðavî, Zemahþerî, Râzî, Beydâvî gibi) kiþinin kendisini zorbalýða ve baskýya karþý savunurken “saldýrganlýk yapma”sýnýn (i‘tidâ’) kesinlikle yasak olduðunu vurgulamýþlardýr”
Kur’an, meþru savaþta bile “Size savaþ açanlara karþý Allah yolunda siz de savaþýn, ama haddi aþmayýn, yani amacýnýzý aþýp saldýrganlýk yapmayýn” uyarýsýný yapmaktadýr. (bkz: Bekara 2/190)
Bu nedenle hukukî sorunu olan, baþkalarý tarafýndan haksýzlýða uðrayan, hakký gasbedilen mevcut hukuk sisteminde hakkýný aramalýdýr. Bu þekilde hakkýný yetkili mercilerde arayýp alan, velevki bu hak haksýzlýk yapanýn aleyhine olsa bile, kýnanmaz, suçlanmaz, cezalandýrmak için bir sebîl (yol), sebep veya bahane aranmaz.
Bu âyetlerin sahabelere inanç özgürlüðü tanýmayan putperest Mekkeliler'in baskýlarý altýnda yaþadýklarý ve henüz suçluya ceza verebilecek bir baðýmsýz bir sisteme sahip olmadýklarý bir dönemde indiðini hatýrlayalým. O zaman bile müslümanlardan, baþkasýnýn hakkýna saldýrý niteliði taþýyan eylemler konusunda suç ve ceza dengesini gözetmeleri isteniyordu. Ýleride Ýslâmî bir otorite (devlet) kuracak olan sahabeler, bireyler ve toplumlar arasý iliþkilerde saldýrý ve haksýzlýklara karþýlýk verilmesi konusunda bile haklýlýk sýnýrlarýnýn aþýlmamasý, amaca uygunluk ve denklik ilkelerine riayet edilmesi konusunda fikren hazýrlanýyordu.
Özellikle 39 ve 41. âyetler bazý müfessirlerce müslümanlar ile müslüman olmayanlar arasýndaki iliþkilerle sýnýrlandýnlarak açýklanmýþ olmakla beraber, Taberî’nin ýsrarla belirttiði üzere buralarda Allah (cc) herhangi bir ayýrým ve sýnýrlandýrma yapmaksýzýn, hakkýný korumaya ve zâlime haddini bildirmeye çalýþan herkesi övmüþtür. (Komisyon, Kur’an Yolu DÝB, 4/648)
Abdullah b. Abbas’ýn þöyle dediði rivâyet ediliyor: “Müþrikler sahabelere zulmettiler, onlarý Mekke’den çýkmaya zorladýlar. Allah (cc) da onlarýn Mekke’den çýkmalarýna izin verdi. Yeryüzünde onlara imkan ve iktidar bahþetti. Zalimlere karþý onlara yardým etti. Ýþte “Kendileriyle savaþýlanlara (müminlere), zulme uðramýþ olmalarý sebebiyle, (savaþ konusunda) izin verildi. Þüphe yok ki Allah, onlara yardýma mutlak surette kadirdir.
Onlar, haksýz yere, sýrf, “Rabbimiz Allah’týr” demelerinden dolayý yurtlarýndan çýkarýlmýþ kimselerdir...” (Hac 22/39-40) âyetleri bunu dile getiriyor.
Bazýlarýna göre bu, -kâfir olsun olmasýn- haksýzlýk eden herkes ile ilgili genel bir hükümdür. Yani müslümanlar bir zalimin zulmüne teslim olmazlar (içinde bulunduklarý þartlara göre gerekeni yaparlar). Bu da iyiliði emredip kötülüðe engel olmaya bir iþarettir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2748)
Kur’an bunun ardýndan dengeli ve ölçülü davranmaya, nefsi kontrol etmeye, kiþisel durumlarda sabýr gösterip hoþgörülü davranmaya ait konuya dönüyor. Affetmek kimi zaman haksýzlýðý sona erdirmeden etkili olduðu anlaþýlýyor. Kaldý ki böyle durumlarda öç almayý býrakýp affetmek, zelil, zavallý olmanýn deðil; üstünlüðün, izzetli olmanýn belirtisidir. Ki Kur’an böyle davranmayý övüyor: “Kim sabreder ve affederse þüphesiz bu hareketi, yapýlmaya deðer iþlerdendir. ”(Þûrâ 42/44)
Bu âyetlerde özetle þu hususlara dikkat çekildiði söylenebilir: 1) Hangi sebeple olursa olsun baþkalarýna haksýzlýk etmeye Allah (cc) razý olmaz. 2) Þayet cezalandýrma yolu seçilmiþse, kötülüðü yapan kiþi o eylemin kötülüðünü kendisine hissettirecek nitelikte ve ona denk bir karþýlýk görmelidir; 3) ama konu þahsî bir hakla ilgiliyse baðýþlama ve düzeltme yolunun seçilmesi hak sahibini ziyana sokmaz, ama Allah katýndaki mükâfatý vardýr. 4) Öte yandan haksýz saldýrýyý önlemeye çalýþmak ve meþru müdafaa ölçüleri içinde karþýlýk vermek, kýnamayý ve cezayý gerektiren bir eylem deðildir, 5) fakat sabredip özveride bulunmak da bir erdemdir. 6) Bazý müfessirler bu âyetlerin tefsiri sýrasýnda, bir haktan kamu otoritesi vasýtasýyla alýnmasý hususunda fikir birliði bulunduðuna iþaret ettikten sonra ihkak-ý hak (hak sahibinin bizzat hakkýný almasý) konusundaki görüþ ayrýlýklarýna deðinirler.
Aslýnda bu konu baþka âyetlerle birlikte anlaþýlmalý gereken bir konudur. (Komisyon, Kur’an Yolu DÝB, 4/648)
Kur’an sebîl (yol) kelimesini bir de rüþd kelimesiyle isim tamlamasý þeklinde kullanýyor.
⸫
-Rüþd yolu (sebîlü’r-rüþd)
‘Rüþd’, sözlükte, doðru yolu bulup ona girmek, akýl ve ruh bakýmýndan olgunlaþmak, iyi ve doðru olan þeyleri yapabilme olgunluðuna ulaþmak demektir, doðruluktur, yani istikamet üzere olmaktýr. (Ýbni Maznur. Lisanu’l-Arab, 6/157. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 275)
“Rüþd”, kavram olarak, “ðayy”ýn, yani þaþýrmanýn, sapýtmanýn, doðru yolu bilememenin zýddýdýr.
Kur’an “rüþd”ü hak din olan Ýslâm’ýn yerine kullanmaktadýr. er-Rüþd Ýslâmdýr, Kur’an yoludur, hidâyettir ve en doðru yoldur.
“Dinde zorlama yoktur. Gerçekte rüþd (doðru yol) ile ðayy (sapýtma yol) belli olmuþtur. O hâlde, kim tâðûtu tanýmayýp Allah’a inanýrsa, kopmak bilmeyen sapasaðlam bir kulpa yapýþmýþtýr. Allah, hakkýyla iþitendir, hakkýyla bilendir.”(Bekara 2/256)
Ýslâm ayný zamanda rüþd yoludur, Sebilü’r-rüþd’tür. O, dosdoðru bir yoldur. Onda eðrilik (ývec) ve sapýklýk (ðayy) yoktur. Onun gösterdiði yolda, onun emir ve yasaklarýnda bir yanlýþlýk ve zararlý bir þey yoktur.
Kur’an, bütün insanlarý ve cinleri ‘rüþd’ yoluna ulaþtýrmak için gönderilmiþ bir kitaptýr. Rüþd yolu, elbette ðayy-sapýklýk ve þaþkýnlýk yolu birbirinden ayrýdýr. O Allah'ýn gösterdiði doðru yoldur. Kur’an’ýn anlattýðý, gösterdiði, bildirdiði ve içerisine aldýðý þeyler iþte bu irþad (rüþde ulaþma) prensipleridir. (Cinn 72/2)
Allah (cc) bütün peygamberlere bu prensipleri öðretmiþ, onlar da insanlarý bu rüþd yoluna davet etmiþlerdir. (Kehf 18/66. Enbiyâ 21/51)
Rüþd, Kur’an’da doðru yol (hidâyet) ve hakk din anlamýnda geçtiði gibi; baþarý ve doðru yola ileten kabiliyet gibi anlamlarda da kullanýlmaktadýr.
Rüþd Hûd Suresi 78. âyette ise aklý baþýnda adam, rüþd sahibi (reþîd) anlamýnda geçmektedir. Kavminden bazýlarýnýn kendisine insan suretinde gelen meleklerle ilgili niyetlerini sezen Lût (as) onlara “... Allah’a karþý gelmekten sakýnýn ve misafirlerime karþý beni rezil etmeyin. Ýçinizde hiç aklý baþýnda (reþîd) bir adam yok mu?”dedi. Reþîd olan bir insan yanlýþ iþ yapmaz, çirkin fiillerden uzak durur.
Allah’ýn gönderdiði ‘rüþd’ yolu olan Ýslâma inanan bütün mü’minler, Kur’an’la ve Peygamberin tebliði ile ‘irþad’ olmuþ, böylece ‘Sebilü’r-rüþd’e ulaþmýþ ve ‘râþid-reþîd’ olmuþ kimselerdir.
Kur’an, ‘râþid’ olma (rüþd’e girme) sýfatýný mü’minler hakkýnda övücü bir sýfat olarak kullanýyor. (bkz: Hucurât 49/7) (Ece, H. K. Ýslâm'ýn Temel Kavramlarý, s: 568)
Ortada yol, yollar var. Ýnsanlarýn din edindiði, hayat felsefesi saydýðý, hayat biçim olarak benimsediði, üzerinde olduðu, yada Âhirete doðru tutturduðu pek çok yollar var. Ama önemli olan herhangi bir “yol” deðil; yolun dosdoðru, sapasaðlam, hedefe yani selâmete doðru giden yol olmasýdýr. Kur’an bunu hem belirlilik takýsýyla er-Rüþd, yani yol, belirli yol, yegâne yol, hidâyet yolu þeklinde, hem de isim tamlamasý olarak “sebîlü’r-rüþd ve sebîlü’r-reþâd” þeklinde belirliyor. Bir anlamda “yol” gerçeðinin sýnýrlarýný çiziyor.
er-Rüþd “Sebîlü’r-rüþd ve sebîlü’r-reþâd” ayný anlamdadýr. Din ve hayat proðramý açýsýndan Ýslâm’ýn en doðru yol olduðunu ifade ederler. Sebîlü’r-rüþd bir âyette yer alýyor. Þöyleki:
“Yeryüzünde haksýz yere büyüklük taslayanlarý âyetlerimden uzaklaþtýracaðým. (Onlar) her türlü mucizeye þâhit olsalar da yine de ona iman etmezler. Doðru yolu (sebîli’r-rüþd’ü) görüyor olsalar da onu yol (sebîl) edinmezler. Ama sapýklýk yolunu (sebîl’l-ðayy’ý) görseler onu (hemen) yol (sebîl) edinirler. Bu, onlarýn, âyetlerimizi yalanlamalarý ve onlardan hep gafil olmalarý sebebiyledir.”(A’raf 7/146)
Yeryüzünde haksýz yere büyüklük taslayan müstekbiler, kibirli inkarcýlar, Allah’ýn ayetlerinden yüz çevirdikleri için sapýtýlar. Allah’ýn evrendeki ve Kur’an’daki âyetlerini, o âyetlerin dile getirdiði gerçeði anlamazlar. O âyetlerin sunduðu mutluluðu tadamazlar. Olgunluk ve doðruluk yoluna «sebiliü’r-rüþd»e uymazlar. Bu yola davet karþýsýnda sað duyularý tersine iþlediði için duyarsýz olacaklar. Bunun sebebi hakký ve batýlý, rüþd yolu ile ðayy yolunu ayýrdetmek için gönderilen ve gösterilen ayetleri kibirlenerek birer aslý olamayn hurafe saymalarý, hakikatten gafil olmalarýdýr. Böyleleri okuyup anlamadan, dinleyip tefekkür etmeden, üzerinde akýl yormadan inkarcýlýk yaparlar. (Elmalýlý, H. Yazýr. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 4/132)
“Sebilü’r-reþâd” ise iki âyette geçiyor. Birisi Firavun’a nisbetle, diðeri Firavun kavminden imanýný gizleyen bir mü’mine nisbetle geliyor.
“Firavun ailesinden olup da, inandýðýný gizleyen bir adam dedi ki: "Rabbim Allah'týr diyen bir adamý mý öldüreceksiniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiþtir. Eðer yalancýysa, yalaný kendisinedir; eðer doðru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kýsmý baþýnýza gelebilir. Doðrusu Allah, aþýrý yalancýyý doðru yola eriþtirmez."
Ey kavmim! Bugün, yeryüzüne hakim kimseler olarak hükümranlýk sizindir. Ama Allah'ýn azabý bize gelip çatarsa, kim bize yardým eder?
Bunun üzerine Firavun: Ben size kendi görüþümü söylüyorum ve yine size ancak doðru yolu (sebilü’r-reþâd’ý)gösteriyorum”dedi. (Mü’min 40/28-29)
Ama gerçekte Firavunun yolu rüþd yolu deðil, ðayy yani sapýklýk ve felaket yolu idi. Kur’an Firavun’un iþlerinin rüþd (doðru, isabetli, yerinde ve hak) olmadýðýný haber veriyor. (Hûd 11/97) Hatta karýsý bile ondan ve onun yaptýklarýndan kendisini kurtarmasý için Allah’a dua etmiþti. (Tahrim 66/11)
O mü’min kiþi sözlerine þöyle devam etti: " ... Ey kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi sebîlü’l-reþâda-doðru yola ileteyim.” (Mü'min 40/38)
Kur’an’da ismi geçmeyen bu kiþi belli ki aklý baþýnda, gerçeði gören, fazilet sahibi birisi idi. Musa’nýn davetini duyunca aradýðý gerçeði bulduðunu düþünmüþ ve gizlice iman etmiþ olmalý. Firavun hz. Musa’yý öldürmeye kalkýþýnca muhtemel ki saraydaki mevkiini kulanarak buna engel olmuþtu.
Ukbe b. Ebû Muayt isimli putperestin, Kâbe’de bulunan Hz. Peygamber’e saldýrarak boðazýna sarýldýðmý gören Hz. Ebû Bekir, saldýrganý ellerinden yakalayarak Resûllah’ý kurtarmýþ; daha sonra da “Adamý, “Rabbim Allah’týr” dediði için öldürecek misiniz! Oysa o size Rabbinizden âyetler getirmiþtir” mealindeki bölümünü aynen tekrarlamýþtýr. (Buhârî, Tefsir/40-1, no: 4815, Fedâil/5 no: 3678. Ahmed b. Hanbel, 2/204)
“Bu pasaj zamanda farklý bir düþünce ve inanç ortaya koyanlar karþýsýnda ölçülü, soðukkanlý davranmak, saðduyuyla hareket etmek: bunlarýn doðruluðu ve yanlýþlýðý üzerinde düþünüp taþýndýktan sonra bir karara varmak ve tavýr belirlemek gerektiði yönünde genel bir ders ve uyarý anlamý taþýmaktadýr.
29. âyet ise siyasî güç ve hakimiyetin, zorbalýk, baský ve haksýzlýk aracý olarak kullanýlmamasý gerektiðini; bunu yapanlarýn ilâhî cezayý hak etmelerinin kaçýnýlmaz olduðunu hatýrlatmasý bakýmýndan önemlidir.” (Komisyon, Kur’an Yolu (DÝB), 4/560)
Rüþd yolu (sebîlü’r-rüþd)-doðruluk, aklý baþýnda olma yoluolarak «ðayy-sapmanýn, doðru yoldan çýkmanýn, þaþkýn olma»nýn tam karþýtý, en doðru yoldur ve en akýllý seçimdir.
Tarihten beri insanlarýn din, inanç, ibadet olarak uydurduðu yollar; insanlarýn ilgileri, karakterleri ve meþrebleri doðrultusunda çok sayýdadýr.Ancak Allah’ýn insanlarý davet ettiði, üzerinde yürümelerini istediði Ýslâm, gerçek anlamda ‘rüþd yolu-sebilü’r rüþd veya sebilü’r-reþâd’týr ve Âdem’den beri bir tanedir.
Hüseyin K. Ece
12.05.2018
Zaandam