Ebu Hureyre’nin (ra) bir diðer rivâyetinde ise Rasulullah (sav) þöyle buyurdu: "Kim yalaný ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini býrakmasýna Allah'ýn ihtiyacý yoktur." (Buharî, Savm/8, Edeb/51. Ýbni Mace, Sýyam 21)
Bu iki hadiste oruç hakkýnda önemli ipuçlarý var. Oruç tutmanýn hedefini, maksadýný, hikmetini özet bir þekilde haber veriyorlar. Burada orucu hangi uzvumuzla tutacaðýmýzý ve sonunda neyi kazanmayý hedeflememiz gerektiðini öðreniyoruz.
Ya,,, demek ki nice oruç tutanlar, ya da nice oruç tuttuðunu zannedenler vardýr ki; sadece aç kalmýþ olurlar. Orucun hedeflerine ulaþamazlar. Oruçla elde edilmesi gereken kârlarý elde edemezler. Oruçla varýlmasý mümkün olan menzile ulaþamazlar.
Mesela, kim yalaný terketmezse; yani yalanýn her çeþidine karþý tavýr almazsa; Allah’a ve onun kullarýna karþý yalan söylemeye devam ederse, iþini, sözünü, va’dini yalan üzerine bina ederse; onun oruç tutuyorum zannýyla aç kalmasýna gerek yoktur.
Daha doðrusu Allah (cc) “oruç size farz kýlýndý” derken insanlarýn belli saatlerde aç kalmasýný deðil, bununla nefislerini eðitmelerini, razý olunmayan amelleri terketmelerini, istenmeyen tavýrlarý býrakmalarý istemektedir.
Ýslâm esasen insanýn her açýdan terbiyesi/eðitimidir. Âlemlerin Rabbi (cc) insanýn biyolojik yapýsýný terbiye etti, düzenledi ve biçime koydu. Onu harika ve mucizevî bir þekilde var etti. Bununla birlikte onu eðitmek için de mürþid (eðitici) olan Peygamberini (sav) ve Ýslam nizamýný gönderdi.
Ýslamî ibadetler bir açýdan kulluk veya þükür borcu ise; bir açýdan da inasanýn Rabbanî eðitimidir. Onun olgun, kaliteli, fýtrata (yaradýlýþa) uygun bir terbiyeden geçmesini saðlamaktýr. Her bir ibadette, insanýn bir yönünü eðiten bir ilke vardýr. Her bir ibadet kendisini yerine getiren insana fayda saðlar, onun bir duygusunu ýslah eder, onun davranýþlarýna etki eder. Hiç bir ibadet gayesiz, hikmetsiz, içi boþ deðildir. Ýbadetler sadece yerine getirilsin diye emredilmemiþtir.
Allah (cc) insana bir þey kazandýrmayan, onu ýslah etmeyen, ona dünya ve ahirette fayda saðlamayan bir þeyi emretmez. Allah (cc) fayda saðlayan bir bir þeyi de yasaklamaz. Ýslâmda emredilenler insana mutlaka faydalýdýr, yasaklananlar ise mutlaka zararlýdýr.
Oruç bu ibadetlerden sadece birisidir.
Ýslâm fýkhýna göre o bedenî bir ibadettir. Yani bedenle, bedendeki organlarla yerine getirilir. Orucun fýkhî tarifi elbette böyledir. Ancak burada þunu sormak gerekiyor: “Sahi orucu hangi organ tutar? Mide mi, organlar mý, yürek mi ?”
Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Kim, inanarak ve sevabýný Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa onun, geçmiþ günahlarý affedilir.” (Buharî, Ýman 28. Tirmizî, Savm 1. Nesâî, Sýyam 39)
Mükâfatý geçmiþ günahlarýn affý olan ibadet son derece önemli olmalý. Bu ibadetin de –hadiste geçtiði gibi- imandan kaynaklanmasý ve ihlasla (samimiyetle) yerine getirilmesi gerekir.
Oruç acaba mideye mi tutturulur, yoksa duygulara mý? Oruçtan maksat perhiz mi, yani mideyi ýslah mý, yoksa duygularý ýslah mý? Oruçla mide saðlýðý mý asýl hedef, yoksa yürek, ahlâk, takva saðlýðý mý? Bunlar düþünülmeye deðer.
Bilindiði gibi yapýlan iþler niyetlere göre deðer kazanýr. Kim her hangi bir iþi (ameli) para kazanmak için, gösteriþ için, bir çýkarý için veya Allah rýzasý için yaparsa ona göre karþýlýk alacaktýr. Bu gerçek bir hadiste þöyle açýklanýyor: Hz. Ömer (ra) anlatýyor: "Resûlullah (sav) buyurdu ki: "Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiði þey vardýr. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceði bir dünyalýða veya nikâhlanacaðý bir kadýna ise, onun hicreti de o hicret ettiði þeyedir." (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy 1, Ýman 41. Müslim, Ýmâret 155. Ebu Dâvud, Talâk 11. Tirmizi, Fedâilu'l-Cihâd 16. Nesâî, Tahâret 60)
Abdullah ibnu Ömer (ra) anlatýyor: "Resülullah (sav) buyurdu ki: "Allah bir kavme azap indirdi mi, o azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra, (Kýyamet gününde) herkes niyetlerine (ve amellerine) göre diriltilirler." (Buhârî, Fiten 19. Müslim, Sýfatu'l-Cenne 84)
Bir ameli Allah rýzasý niyeti ile yapmak samimiyettir. Samimiyetin din dilindeki diðer adý ‘ihlas’týr.
Ýhlas, dini yalnýzca Allah’a tahsis etmek, sadece Allah’ýn dinini kabul etmek, kulluðu sadece Allah’a hasretmek olduðu gibi, imanda ve kullukta samimi, dürüst olmak ve sadakat göstermektir. (Isfehânî, Müfredât s: 221)
Allah (cc) kullarýna, kendisine ihlasla/samimiyetle, içten gelerek, isteyerek ve severek ibadet etmelerini istiyor. Böyle bir ibadetin Allah (cc) katýnda deðerli olacaðý ve mükâfatýnýn ise çok çok fazla olacaðý açýktýr. (Zümer 41/2, 3, 11, 13. Beyyine 98/5)
Yine Allah (cc) kullarýndan din’i yalnýzca O’na has kýlarak, samimi bir þekilde, bir anlamda yalnýz O’na teslim olarak dua etmelerini istiyor. (A’raf 7/29. Mu’min 40/14, 65)
Ýnsan darda kaldýðý, bütün ümitlerin tükendiði, çaresiz kaldýðý anlarda Din’i Allah’a has kýlarak sadece O’na dua eder. Yani artýk Allah’a teslim olur ve yardým için O’na yalvarýr. (Yunus 10/22. Ankebût 29/65. Lokman 31/32.)
Kur’an ihlaslý kullara ‘muhlis’ diyor ve onlarý övüyor. (Bkz. Musa (as) 19/Meryem, 51, Yusuf (as) 12/Yusuf 24) Allah (cc) cehennem azabýndan ihlaslý kullarýný uzak tutacaktýr. (bkz. 37/Saffat 40, 74, 128, 160, 169) Ve Þeytan Allah’ýn ihlaslý kullarýný saptýramayacaktýr. (38/Sad 83. 15/Hýcr 40)
Ýhlas, amellerin hangi niyetle yapýldýðýný gösteren bir ölçüdür. Ancak bu ölçü yürektedir ve bunu Allah’tan baþka kimse bilemez ve ölçemez.
(Allah Rasûlü); “Din nasihattýr/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye soruldu O da; “Allah’a, Kitabýna, Peygamberine, müslümanlarýn yöneticilerine ve bütün müslümanlara (karþý)” diye cevap verdi.” (Müslim, Ýmân 95)
Buradaki nasihat Türkçe’ye genellikle “öðüt vermek, doðru yolu göstermek” þeklinde çevrilir. Ancak bu hadiste nasihat’ýn; ihlas, samimiyet, sadakat ve itaat manasýna geldiðini görmekteyiz.
Bu kelimenin kökü olan ‘nasaha’ fiili bir âyette þöyle geçiyor:
“Zayýflar, hastalar, harcayacak bir þey bulamayan yoksul kimseler için, Allah’a ve Rasulü’ne karþý nasih (samimi) olduklarý sürece (sefere katýlmamalarýndan ötürü) bir günah yoktur...” (9/Tevbe91)
Burada geçen ‘nasaha’ fiili, yapýlan iþin her türlü aldatmadan uzak ve arýnmýþ olmasý demektir. (Ýbni Manzur, Lisanü’l-Arab, 14/268. Firûzâbadî, Kamusu’l-Muhît, s: 245. Isfehânî, Müfredat s: 753)
Bir þeyin ‘nush’ olmasý onun hâlis, arý duru olmasý demektir. Bal, kendi mumundan süzülmüþ olduðu zaman ‘nâsýh’ bal derler, yani saf bal. Bir kimsenin birine nush ile söz söylemesi yani nasihat etmesi; ona samimi ve ihlaslý olarak bir þey demesi manasýndadýr. (bkz. Kurtubî, Tefsir (ter.) 8/355
‘Nâsuh/samimi’ tevbe buradan gelmektedir. ‘Nâsuh tevbe’ (bkz. 66/Tahrim, 8); piþmanlýkta, günahlardan vazgeçmede samimi/içten olmaktýr. (bkz.Kurtubî, Tefsir (ter.) 17/484)
Bu âyetteki ‘nasaha’ fiiline nasihat (öðüt) anlamý verilirse o zaman þöyle demek gerekir: Bu sayýlanlar “...Allah’a ve Rasûlüne nasihat ettikleri (öðüt verdikleri) sürece...” Bu ise olmayacak þeydir. Ýnsan Allah’a ve elçisine nasihat edemez ki. Burada kasdedilen, imanda ve Peygamber’e itaatte samimi olduðu halde zayýflýðýndan dolayý Peygamberin seferberlik davetine katýlamayanlarýn durumudur. Onlar, sefere katýlmadýklarý halde, eðer Allah’a ve Peygamberine karþý samimi (ihlaslý) iseler, onlara bir günah yoktur.
Pek çok hadiste nasihat (nasaha fiili) samimiyet, ihlas, sadakat manasýnda kullanýlýyor. Mesela; “Rabbine karþý ibadet görevini ve efendisinin kendi üzerindeki nasihat ve itaat haklarýný yerine getiren bir köle için iki ecir vardýr...” (Buhari, Itak 17)
Bir kölenin efendisine öðüt vermesi pek mümkün olmayacaðýndan, bu hadisteki nasihat kelimesinin manasý samimiyet, sadakat/baðlýlýk olarak anlaþýlmalýdýr.
Din, gerçekten nasihattýr. Yani “din ihlastýr, sadakattir, samimiyet ve itaattir”. Dine inanmak, dini yaþamak, dinin ölçülerine uymak, gizli ve açýkta din açýsýndan dürüst olmak, her pozisyonda dinde sadakat sahibi olmak samimiyet/ihlasla olduðuna göre; oruç ancak bu samimiyetle tutulur. Müslümaný yemeden, içmeden ve þehevî isteklerinden günün belli saatlerinde uzak tutan bu samimiyettir, imandaki bu ciddiyettir.
Ebu Hüreyre (ra) anlatýyor: "Resulullah (sav) buyurdu ki: "Ademoðlunun her ameli katlanýr. Salih ameller en az on misliyle yazýlýr, bu yediyüz misline kadar çýkar. Allah (cc) þöyle buyurmuþtur: "Oruç bu ölçünün dýþýndadýr. Çünkü o sýrf benim içindir, ben de onu (dilediðim gibi) mükâfaatlandýracaðým. Kulum benim için þehvetini, yiyeceðini terketti...." (Kütüb-ü Sitte, 9/419)
Ebu Hüreyre’den (ra) rivayet edildiðine göre Resûlüllah (sav) þöyle buyurdu: “Allah (cc) "Ýnsanýn oruç dýþýnda her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatýný da ben vereceðim" buyurmuþtur. Oruç kalkandýr. Biriniz oruç tuttuðu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Þayet biri kendisine söver ya da çatarsa: 'Ben oruçluyum' desin.
Muhammed'in caný kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun aðýz kokusu, Allah katýnda misk kokusundan daha güzeldir.
Oruçlunun rahatlayacaðý iki sevinç aný vardýr: Birisi, iftar ettiði zaman, diðeri de orucunun sevabýyla Rabbine kavuþtuðu andýr." (Buharî, Savm 9. Müslim, Sýyam 163)
Oruç ibadetinin bir eþi yoktur.
Ebu Ümâme (ra) anlatýyor: "Ey Allah'ýn Resülü dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptýðým takdirde) Allah beni mükâfaatlandýrsýn.”
"Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zira onun bir eþi yoktur” dedi. (Nesâi, Sýyam 43; 2222).
Oruç müstesna bir ibadettir. Zira o ancak bedenin çok çok ihtiyaç duyduðu, iþtahlarýn peþine düþtüðü zaman; aðýzlarýn suyunu akýtan yiyecek ve içeceklere mesafeli olabilme, nefsi onlardan bir müddet mahrum edebilme yiðitliðidir.
Nefsine hakim olmak kuvvetli bir irade iþi, en ihtiyaç duyulduðu anda bile kendine hakim olma ciddi bir baþarý ise; oruç tutmaya neden yiðitlik demeyelim.
Oruca riyanýn (gösteriþin) karýþmasý mümkün deðildir. Oruç tutan onu yalnýzca Allah rýzasý için tutar. Baþkalarýnýn hoþuna gitmek için oruç tutulmasý mümkün deðildir. Zira kapalý yerlerde insan kendi vicdanýyla ve Allah’ýn görüp-gözetmesiyle baþbaþadýr. Bazý yerlerde insaný ne baþkalarý görebilir, ne de polis denetimindedir. Allah’ýn kendisini murakabe etmediðine inanan, ya da bu murakabeyi unutan kimseler, hata yapar, günah iþlerler.
O yüzden oruçlu müslüman zor olsa da, gündüzler uzun olsa da, açlýktan kývransa, susuzluktan dili damaðýna yapýþsa da, gizli veya açýkta bir þey yemez ve içmez. Zira o Allah’a söz vermiþtir, iftar vaktine kadar aðzýný baðlamýþtýr, nefsine gem vurmuþtur, Allah rýzasý için nefsine hakim olacaktýr.
Hz. Ali’nin (ra) þöyle dediði rivâyet edilmiþtir: “Allah (cc) orucu, halkýn ihlâsýný imtihan etmek için farz kýldý.” (Nehcü’l- Belâða)
Orucu yalnýzca belli saatlerde yemeden ve içmeden uzak kalmak zannedenler, saatleri sayarlar. Sýk sýk takvime/imsakiyeye bakarlar. Ýftar topunun atýlmasýný, minarelerin ýþýðýnýn yanmasýný, ezanýn okunmasýný beklerler.
Orucu yemeden ve içmeden uzak kalmak þeklinde anlayanlarýn bir Ramazaný yemek tarifleriyle, pide çeþitleriyle, donanmýþ sofra hayalleriyle dolu olur.
Müslümanlar Ramazan’ý yemek kültürü artsýn diye karþýlamazlar. Onlar orucu daha çok yemek için, ya da perhiz için tutmazlar. Onlar orucu ve oruç ayýný Allah’ýn yeryüzüne indirdiði gök sofrasý sayarlar. O gök sofrasýnýn kendilerini maddi ve manevi olarak doyurduðunun farkýna varmaya çalýþýrlar.
Hiç gök sofrasýnýn doyurduðu nefis aç gözlü olur mu? Hiç gök sofrasýna buyur edilen yürek doymaz mý, tatmin olmaz mý, umduðuna kavuþmaz mý? Böyle bir ibadet ancak yürekle, yürekteki imanýn getirdiði ihlasla/samimiyetle tutulur.
Sözün özü; yürek ile oruç tutmak asýl hedeftir ve ihlasýn/samimiyetin göstergesidir.