Kur’an þöyle buyuruyor:
“Ýri cüsseli hayvanlarýn (bedene’lerin) kurban edilmesine gelince, Biz onu sizi için içerisinde nice hayýrlar barýndýran Allah’ýn sembollerinden biri olarak (ibadet) kýldýk…” (Hac, 22/36)
Kur’an’da kurban ibadetinden farklý kelimelerle söz edilmektedir. Bunlar; ‘kurban’, ‘nüsük’, ‘hady’, bedene (çoðulu; el-büdne) ve ’zibh’ kelimeleridir. Ayrýca bazý fillerle kurban kesme olayý anlatýlmaktadýr. ‘Zebeha’ ve ‘nehara’ gibi.
Kurbandan söz edilen yerlerde genellikle Hz. Ýbrahim’e ve hac ibadetine atýf yapýldýðýný da görmekteyiz. Bu da Hz. Ýbrahim’in Allah’a yakýnlýðýnýn bir model olarak sunulmasý, hac ibadetinin de Allah’a yakýnlaþtýrmayý yoðunlaþtýrýcý özelliðinden dolayý olsa gerektir.
Yukarýdaki âyette geçen ‘büdn’ ‘bedene’nin çoðuludur. ‘el-bedene’; iri ve semiz kurbanlýk develere verilen bir özel isimdir. Genel görüþe göre; ‘el-hedy’, deve ve sýðýr cinsinden Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlýklar; ‘el-büdn’ ise, kurbanlýk develerdir.
‘el-Büdn’ hadislerde de kurban olarak geçmektedir.
Mesela,“Kurban olarak bir büdn (deve) yedi kiþi için, bir sýðýr yedi kiþi için yeterlidir…”(Müslim, Hac/138, 351. Ebu Davud, Edahî/6. Tirmizî, Hac/66, Edahi/8. Ýbni Mace, Edahî/5. Darimî, Edahî/5. Muvatta, Dahâya/9)
“(Cumanýn) ilk saatlerinde mescide giden kiþi sanki bir büdn (deve) kurban etmiþ gibi gibi olur. Ýkinci saatte giden ise sanki bir sýðýr kurban etmiþ gibi olur….”(Buharî, Cumua/4. Müslim, Cumua/10. Ebu Davûd, Tahâre/217. Tirmizî, Cumua/14. Muvatta, Cumua/1)
Ancak âyetlerin akýþý kurban ibadetinden bahsettiði için, buradaki ‘büdn’ün, kurbanlýk hayvanlarýn hepsini veya bilinen kurban ibadetini kasdettiðini söyleyebiliriz.
Allah (cc) kurban kesmeyi iman eden eden bütün ümmetler için bir ibadet eylemi olarak emretmiþtir. Böylece eti yenen hayvanlarý keserken Allah’ýn adýný ansýnlar diye.
“ Ve Biz her ümmet için kurban kesmeyi bir ibadet kýldý ki, bu vesileyle O’nun kendilerine rýzýk olarak verdiði hayvanlar üzerine Allah’ýn ismini ansýnlar.
Bakýn sizin ilâhýnýz tek bir Ýlâh’týr; o halde yelnýz O’na teslim olun! Ve (sen de Peygamber); O’na yürekten boyun eðenleri (O’nun rýzasýyla) müjdele.”(22 Hacc/34)
Kur'an, eti yenen hayvanlarla ilgili çerçeve çizerken, baþka âyetlerle (Maide, 5/3, Bakara, 2/173. En'am, 6/145. Nahl, 16/115)yasaklandýðý açýklananlarýn dýþýnda "behîmetu'l-en'am"diye isimlendirilen hayvanlarýn helâl olduðunu bildiriyor. (Maide, 5/2)
Kurban, varlýðýn sahibini tanýmayý ve O’na yöneliþi sembolize eder. Ýnsanýn emrine verilen maddenin O’na ait olduðunun farkýna varmaktýr. Yeri gelince de bu maddeden O emrettiði için vazgeçebilmedir. Varlýðýn sahibine yaklaþmak ancak ihlas ve O’nu gereði gibi sevmekle olur. Kurban, her þeyden önce sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan, deðerli dünyalýklardan bir kýsmýný sevdiði Allah için feda edebilmenin bir göstergesidir. Bu anlayýþ insaný baþka þeyleri de Allah yolunda feda etme fedakârlarýna götürür.
Kurban, ne adadýðýnýn farkýna varmak, adak ettiðinden ulvi bir amaç uðruna vazgeçebilmektir. Kurbanýn vesile olduðu bayram, müslümana âhirette –ki mü’min için asýl bayramdýr- Rabbiyle buluþmayý hatýrlatan zamandýr.
Günümüz dünyasýnda eþyaya, diðer insanlara, ideolojilere, devlet erkine, çýkarlara, dünyalýklara kul ve kurban edilen insan harcanýyor ve horlanýyor. Böyle bir harcanmadan kurtulmanýn yolu, yüce bir gaye için ‘adamak ve adanmak’týr. Bunu da Ýslâma iman ederek emin olan ve tam bir hürriyete kavuþan þuurlu mü’minler iman aþkýyla yapabilirler.
Kur’an, kurbanlarýn insanlarýn emrine âmâde kýlýndýðýný söylüyor. (Hac, 22/36,37) Bu emre âmâde kýlmak insanýn yaratýlmýþlar arasýndaki þerefini gösterdiði gibi varlýk hiyerarþisine de iþaret eder. Yani varlýkta bir düzen ve bir sýra vardýr. Kurban kesen kimse sanki bu ilâhî düzene de saygý gösterdiðini ifade etmiþ olur. (M. Ýslâmoðlu,Yeni Þafak, 14.12.2007)
Kurban ibadeti de Allah’ýn, insanlar için nice hayýrlar yarattýðý sembollerden biridir. Öyleyse kurban ibadetine saygý göstermek, gereðini yapmak, kurban ibadetiyle þuurlanmak, onunla varlýk hiyerarþisini anlamak; Allah’ýn sembollerine, dinin niþânelerine, varlýk için konulan yasaya, insan için takdir edilene bir saygýdýr.
-Safa ve Merve de Allah’ýn sembollerindendir
“ Din de dil gibi ‘sembolik deðil ama bir semboller sistemidir. Semboller birer atýftýrlar. Her sembolin mutlaka sembolize ettiði bir hakikat vardýr. Sembol zarf, sembolün sembolize ettiði gerçek ize mazruf, yani mektuptur. Zarf öneminin içinde taþýdýðý mazruftan alýr. Mektubu olmayan zarf ruhu olmayan bir ceset gibidir. Semboller de öyle. Sembollerin sembolize ettiði hakikatler, cesede nazaran ruh mesabesindedirler. Hac ibadeti de baþtan sona sembollerle dolu bir ibadettir. Bu sembollerden biri de sa’y adý verilen Safa ile Merve tepecikleri arasýný yedi kez kat’ ediþtir.” (M. Ýslamoðlu, Meal s: 58)
“[O halde,] unutmayýn, Safâ ve Merve, Allah tarafýndan konulmuþ sembollerdendir; böylece, hac veya umre için Mâbede gelen birinin bu ikisi arasýnda gidip gelmesinde bir mahzur yoktur: Zira, eðer kiþi, yapmasý gerekenden daha çok iyilik yaparsa bilsin ki Allah, þükre bol karþýlýk verendir, her þeyi bilendir.”(Bekara 2/158)
Âyette “min þeâri’llah” þeklinde geçiyor. Bu söz Türkçe’ye, “Sefa ile Merve Allah’ýn niþanlarýndan, alâmetlerinden, iþaretlerinden, kutsal yerlerinden, niþânelerindendir” þeklinde çeviriliyor.
Kimilerine göre buradaki “þeârullah”, hac menasikidir (haccýn þartlarýdýr). Zeccâc diyor ki: “bu söz, Allah’ý hatýrlatan bütün ibadet yerlerini kapsar. Çünkü bu gibi yerler bizim için alâmet taþýrlar. Onlar da her vakfe yapýlan, say’ yapýlan ve kurban kesilen yerlerdir. Yine denildi ki âyette geçen ‘þeâir’, kendisiyle ibadet edilen bütün alâmetleri ifade eder. (Ýbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/91)
Sefa ile Merve, Kâbe'nin hemen yakýnýnda bulunan iki alçak tepenin adýdýr. Hz. Ýbrahim'in Allah'ýn emri ile Hâcer'i ve bebek yaþtaki oðlu Hz. Ýsmail'i o zamanlar henüz ýssýz bir vadi olan Mekke’ye býrakýp kendi ülkesine döndü. (Ýbrahim, 14/37)Belli ki bir müddet sonra yanlarýna býrakýlan su bitmiþti. Susuzluktan kývranan ve çocuðunun hayatýndan endiþeye kapýlan Hâcer, iki tepe arasýnda koþup duruyor ve yardým için Allah'a yalvarýyordu. Sonunda Hâcer Allah'a güvenmenin ve sabretmenin mikafatýný gördü. Allah (cc) hem kendisini, hem çocuðunu, hem de Mekke’ye giden herkesi susuzluktan kurtaran ve o gün bugündür akmaya devam eden Zemzem suyunun keþfettirdi.
Hâcer'in bu þiddetli imtihanýnýn ve Allah'a güveninin anýsýyla Safâ ve Merve, Ýslâm öncesi zamanlarda bile imanýn ve sýkýntýlara göðüs germenin sembolleri olarak görülmeye baþlandý. Bu özellik, Safâ ile Merve'nin neden sabýr ve Allah'a güven erdemlerini konu alan âyetler içinde zikredildiðini de açýklamaktadýr.(M. Esed, Meal s: 43)
Allah (cc), sevdiklerini bazý sýkýntýlara düþürse de kendisine dua edip sýðýnmaktan ayrýlmayan, bu hususta elinden gelen son gayreti sarfederek sabýr ve kararlýlýk gösterenlere, samimiyetle kendisine tevekkül edenlere, mutlaka en kýsa zamanda ferahlýða ve geniþliðe kavuþturmakla yardým eder. Su bulmanýn imkansýz gibi göründüðü çöl ortamýnda bile, Hâcer gibi oturup ölümü beklemeye razý olmamak, Allah’tan ümidi kesmemek, su ya da yeni imkânlar aramaya devam etmek iman edenlerin tavrýdýr.
Ýþte buna iþaret olmak üzere Allah (cc) Safâ ile Merve'yi kýyamete kadar dinin alâmetlerinden olarak göstermiþtir. Mü’minler, biraz korku, biraz açlýk ve diðer sýkýntý ve müsibetlerle imtihan edilseler bile ümitsizliðe düþmemeli,kurtuluþu imkânsýz görmemeli, sabretmeli ve Allah’tan yardým beklemeliler.
Hac ve umre için Beytullah’ý ziyaret edenler, ayný zamanda Safa ile Merve arasýnda sa’y etmek zorundadýrlar. Zira bu iki tepe arasýnd sa’y, haccýn menâsikindendir (þartlarýndandýr). (Sa’y kelimesi hem hýzlý-telaþlý yürümeyi, hem de çabayý, çalýþmayý, cehdetmeyi anlatýr. Nitekim Türkçe’de “sa’y-ü gayret” diye bir tabir vardýr.)
Safa ile Merve arasýnda sa’y etmek, Hâcer’in sahsýnda iman edip, sabreden, azim ve tevekkül gösteren kimselere bir ümit kapýsýdýr. Allah (cc) Hacer’in çabasýndan, kararlýlýðýndan, sabýr ve tevekkülünden razý olduðu için, onun iki tepe arasýndaki su arayýþýný (sa’y’ini, çabasýný ve gayretini) bütün insanlýk için bir ibadet kýldý. Onun bu ihlasýný ebedî bir hatýra, kendi sembollerinden, haccýn menâsikinden biri yaptý.
Âyette, “iki tepe arasýnda sa’yetmekte(gelip gitmekte) günah yoktur” deniliyor. Çünkü cahileye devrinde Safa tepesinde Ýsaf, Merve tepesinde de Nâile isimli putlar vardý. Ýslâm öncesinde cahiliyye insanlarý bu iki tepe arasýnda gdip gelirler ve adý geçen putlarýn yanýnda kurban keserlerdi. Ýþte bu putperest geleneðinden dolayý müslümanlar -bu âyet gelmeden önce- bu iki tepe arasýnda sa’y etmekten çekiniyorlardý. Ýslam puta tapmayý yasaklasa da bazý kimselerin içinde orada hâlâ mevcut olan putlardan dolayý bir þüphe ve tereddüt vardý. Yukarýdaki âyetle bu þüphe ve tereddüt tamamen giderilmiþ oldu. (Heyet, Ýslam Yolu, 1/154)
Müslüman cemaatin vicdanlarýnda bu süreç tamamlanýp amacýna ulaþýnca, Ýslâm sakýncasýz gördüðü için yaþatmak istediði bazý eski gelenekleri diðerlerinden ayrýþtýrmaya geçti. Fakat bu geleneði veya kültür unsurunu eski cahiliye kökünden kopardýktan, onu o ortamdan iyice izâle ettikten sonra Ýslâm kulpuna baðladý. Bir müslüman bu geleneði uygularken onu, cahiliye döneminde yapýlýyordu diye deðil, kökü Ýslâm'a dayalý bir ibadet unsuru olarak uyguluyor, benimsiyor.
"Hiç þüphesiz, Safa ile Merve Allah'a ibadet sembollerindendir. Buna göre, bu iki tepe arasýnda tavaf yapan bir ziyaretçi, yüce Allah'a ibadet etme anlamý taþýyan bir hareket yapmýþ, bu iki tepe arasýndaki tavaf ile Allah'a yönelmiþ oluyor. Bu yeni tavaf ile cahiliye döneminden miras kalan eski tavaf arasýndaki iliþki kesinlikle kopmuþtur. Artýk bu amel, Ýsaf ve Nâile adlý putlara ya da diðer cahiliye dönemi putlarýna deðil, yüce Allah'a yöneliktir.Bu yüzden herhangi bir sakýncasý, günahý yoktur. Davranýþ; artýk o eski davranýþtan baþka bir davranýþ, yöneliþ; o yöneliþten tamamen farklý bir yöneliþtir.(S. Kutub, fi-Zýlal, 1/149)
Kýble’nin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a çevrilmesinin hikmetlerinden biri de, Ýbrahim ve Ýsmail gibi Beytullah’ýn þirkin kirlerinden temizlenmesi gerektiðine iþarettir. Zira Kâbe Allah adýna yapýlan ilk mabedtir ve Ýslâma aittir. Orasý þirkin iþgalinde olduðu halde müslümanlar, içinde þirk unsurlarý ve sembolleri olan bir mekana doðru yöneleceklerdi. Allah (cc) þöyle buyuruyor:
“O halde, nereden gelirseniz gelin, [namazda] yüzünüzü Mescid-i Harâm'a çevirin ve nerede olursanýz olun yüzünüzü ona çevirin ki… Bana itaat edin size olan nimetimi tamamlayayým...”(Bekara, 2/150)
Bu ayeti “…Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladým ve sizin için din olarak Ýslâm'ý beðendim…”(Maide, 5/3)âyetiyle birlikte düþünürsek tamamlanan nimetin Ýslâm olduðu anlaþýlýr. Ýslam nimetinin tamamlanmasý da Mekke’nin fethinden sonra gerçekleþmiþtir. Henüz Mekke fethedilmeden önce Safa ve Merve’nin Allah’ýn sembollerinden olduðu vurgusu, hem onlarýn saygýyý hak ettiklerini hatýrlatma, hem oranýn fethedilmesi, þirkin elinden kurtarýlmasýnýn gereði hem de bir müjdedir. Mekkeye hakim olan müþrikler þimdilerde güçlü görünseler de, eninde sonunda hak galip gelecek ve Ýbrahim ve Ýsmail’den beri Allah’a ibadet için kurulan hac mekanlarý asli görevine geri dönecek. Ýnsanlara Allah’ý hatýrlatmaya devam edecek. Ýman edenlere þuur vermeye, takvalarýný artýrmaya devam edecek.
Bu baðlamda þu nokta iyi anlaþýlmalýdýr ki, Allah'ýn þiarlarýna gereken saygýyý gösterme emri, müslümanlarýn Mekke'yi ellerinde bulunduran müþrik Araplarla savaþta olduðu bir zamanda gelmiþtir.
Müþrik Araplardan bazýlarý Kâbe'ye giderken müslümanlarýn kendilerini kolayca vurabilecekleri yollardan geçmek durumunda olduklarýndan bu emir gerekliydi. Bu yüzden müslümanlara, putperest de olsalar, kendileriyle savaþ halinde de olsalar, Allah'ýn Evi'ne giden müþriklere eziyet etmeme emri verilmektedir. Yine, müslümanlar Hac aylarýnda onlara saldýrmamalý, kurban olarak Allah'ýn Evi'ne götürdükleri hayvanlarý ellerinden almamalýdýrlar. Bu, bozuk dinlerinde saðlam kalmýþ olan Allah'a ibadet öðesine saygý gösterilip, ayak altýna alýnmamasýný temin içindir. (Mevdudi, Tefhim1/131)
Müþrik araplarla savaþ halinde olan müslümanlara yapýlan bu hatýrlatma ne kadar dikkat çekicidir. Bir meknýn önemi onun nerede ve nasýl olduðundan deðil; onun neyi sembolize ettiðinde, neyin sembolü olduðundan gelir. Safa ve Merve iki küçük tepecik olmasýna raðmen, müslümanlar için son derece önemli ve ibadet yeridir. Zira onlarý Allah (cc) kendisini, kendisine ibadeti, Ýbrahim’i, Ýsmail’i, Hâcer’i, teslimiyeti ve fedakârlýðý, sabrý ve tevekkülü, kararlýlýðý ve Allah’a güveni ifade eden bir sembol yapmýþtýr. Bu baðlamda Allah’ý hatýrlatan her þiar (þuur veren þey-sembol) deðerlidir.
Hüseyin K. Ece
23.6.2012
Zaandam/Hollanda