a- Dinlemenin de bir ahlâký, bir adabý vardýr.
Kulak her sesi duyar, ama her sesi dinlemesi gerekmez.
Kulaða gelen her sese kulak verenler, iþitme yetisini kirletirler. Duyduðu þeylerin arasýnda seçim yapmayanlar, duyma yeteneðini çöplüðe çevirirler.
Dinleme, duymanýn bir sonraki aþamasýdýr. Bir ses duyan, ona önce kulak verir, sonra dinler, sonra da anlamaya çalýþýr.
Anlamak burada bir anlamda kabul etmek, benimsemektir.
Öyleyse kiþi bir þeyi kabul edip benimsemeden önce neyi duyduðuna dikkat etmelidir. Bunun için de iyi bir dinleme tavrý olmalýdýr.
Dinleme ahlâký anlamanýn yolunu açar. Duyduklarý arasýndaki farký anlamayý saðlar.
Onun için dinleme ahlâkýndan bahsediyoruz.
Kur’an þöyle diyor:
“Taðuta ibadet etmekten sakýnýp Allah’a dönenlere; iþte onlara müjde vardýr. O halde kullarýma müjde ver.
O kullarým ki, onlar sözü dinlerler,sonra da en güzeline uyarlar. Ýþte onlar, Allah'ýn doðru yola ilettiði kimselerdir. Gerçek akýl sahipleri de onlardýr.” (39 Zümer/17-18)
Taðut, Allah’ýn dýþýnda ibadet edilen her þeydir. Allah’ýn hükmüne mukabil hüküm koyan ve tanrýlaþtýrýlan güç odaklarýdýr. (H. K. Ece, Ýslamýn Temel Kavramlarý, s: 669)
Allah’ýn dýþýnda hiç bir þeyi tanrý gibi görmeyen, onlardan geldiði zannedilen ilkeleri reddeden, onlara ibadet anlamýnda asla itaat etmeyen; yalnýzca Âlemlerin Rabbi Allah’a yönelip teslim olan, O’nun hükümlerini ölçü olarak kabul edip, ibadetini yanlýzca O’na yapan insanlara ne mutlu. Gerçek en büyük müjdeye, gerçek en muazzam kurtuluþa, gerçek ve en güzel ödüle onlar kavuþacaklar.
Ýþte böyle olan kullar sözü/sözleri dinleyip en güzeline tabii olurlar. Böyleleri kendi hür iradeleri ile sözün en güzelini tercih ettikleri için, bu iyi niyetlerine karþýlýk Allah (cc) onlara doðru yola iletir.
Ya da doðru yolu bulmalarý için yetenek ve imkan verir. Doðru yolun önünü onlar için açar veya kolaylaþtýrýr.
a- Bu âyetlerin nüzûl sebebi:
Bazýlarýna göre Zümer 17. âyet; Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Selman el-Farisi ve Ebu Zerr el-Gifarî hakkýnda inmiþtir. Zira onlar cahiliyye döneminde bile “Allah’tan baþka tanrý yoktur” derlerdi. (Vahidî, Esbabu’n-Nüzul, s: 276. Kurtubî, ayný yer)
18. ayetin iniþ sebebiyle ilgili Ata isimli tefsirci diyor ki:
“Ýbni Abbas’tan gelen rivâyete göre bu âyet Ebu Bekr hakkýndadýr. Zira o, Peygambere inen her þeye inanmýþ, her þeyi tasdik etmiþti. Cennetle müjdelenen bazý sahabeler Hz. Ebu Bekir’e geldiler ve ona Hz. Peygambere indirilenle ilgili bazý þeyler sordular. O da onlara Kur’an’la ilgili þeyleri haber verdi. Onlar da hemen iman ettiler. Bu âyet onlarýn bu teslimiyetleri ilgili geldi. Zira onlar kendilerine ulaþan sözün en güzeline (Kur’an’a) tabi olmuþlardýr. (Vahidî, Esbabu’n-Nüzul, s: 276)
Ýbni Kesir þöyle diyor:
Doðru olan þudur ki, bu âyet bu adý geçen iki sahabe ve onlar dýþýnda putlara tapmaktan kaçýnan, Allah’a ibadet etmeye yönelen herkesi içine alýr. Dünya hayatýnda da, ahirette de onlara müjdeler vardýr. (Ýbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/215)
a- Sözü dinleyip en güzeline uymak
Ýnsan kendisine çaðrý yapan pek çok davet alabilir. ‘Gel gel’ diyen pek çok ses iþitebilir. Her din mensubu, her ideoloji baðlýsý, her cemaat müntesibi baþkalarýný kendi bulunduðu yola, hale çaðýrabilir.
Sað duyu sahibi, akletme yeteði saðlam olan, tasavvur yetileri geliþmiþ kiþiler bu çaðrýlarý duyarlar, ama en doðrusuna, en güzeline, en isabetlisine, en faydalýsýna uyarlar.
Ya da Kur’an’ýn sözü zaten güzel, daveti haktýr denilebilir. Akýl sahipleri, hakkýyla düþünenler; Kur’an’ý dinlerler ve hemen ona tabi olurlar. Böylece doðru yola iletilirler. Zira onlar bunu hak etmiþlerdir.
Burada karþýmýza ‘dinleme ahlâký’ çýkýyor. Neye kulak vermeli, nasýl vermeli, sonuçta nasýl davranmalý? Doðru olan bir þeyi duymak, onu dinlemek anlamýna gelmez. Bilakis duyduðu þeyin doðruluðundan/hak oluþundan emin olan kiþi onun gereðini yapar.
Burada kulak vermek; anlamak ve itaat etmek, alýp kabul etmek ve gereðini yapmak üzere harekete geçmektir.
Bu da iþaret edilen dinleme ahlâkýdýr.
“Sözün gücünün ve düþünceye saygýnýn bundan daha iyi bir ifadesi olamaz.” (M. Ýslamoðlu, Meal, s: 914)
Söz hem güçlüdür, hem de söze dönüþen düþünce deðerlidir. Bunun insana kazandýrýlmasý baþlý baþýna bir ihsan ve nimettir. Ýnsanýn bu yetenekle donatýlmasý, onun kendi hür iradesiyle doðru en güzel olaný seçmesi için teþviktir. Bu maksatla yapýlan her teþebbüs kýymetlidir.
Âyette geçen ‘sözü dinlemek ve en güzeline tabi olmak’; yani onu anlamak ve o sözün Allah’tan geldiðini bilmektir. Sonra da ona sýmsýký yapýþmaktýr. Týpký þu âyetteki çaðrý gibi:
“... (Ey Musa) Onlara (Levhalara) kuvvetle sarýl; halkýna da emret: onlar da en güzel (bir þekilde) sarýlsýnlar...” (7 A’raf/145) (Ýbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/216)
“Sözün güzeli kiþiyi Hakka irþad eden ve insaný samimiyete götürendir. Ýnsan güzel olaný sever veya ona meyleder. Bir þeyde güzellik arttýkça ona olan meyil de artar.
Burada sözün güzeline tabi olmak, hak ve doðru olaný isteme iradesidir. Ki olay hak ile batýl, doðru yol ile sapýklýk arasýnda döner durur. Kiþi güzel olaný tercih yeteneði ile hakký tercih eder, batýlý býrakýr. Kiþinin amacý hak ve doðru olaný seçmek ise; o sözü dinler ve hatta doðru olanlarýn arasýnda daha doðru olaný seçmeye çalýþýr. Yanlýþ olaný seçmekten de korkar.” (H. Tabatabaî, Mizan, 17/265)
Ýbni Abbas’a göre sözün en güzeline uymak; kötü sözü de, güzel sözü de iþitip, güzel sözü konuþmak, çirkin sözden yüz çevirmek demektir.
Bir baþka açýklamaya ya göre bu; baþka sözleri de dinleyip Kur’an’a tabi olmaktýr.
Bazýlarýna göre bu; azimet ve ruhsat olan emirleri iþitip, azimet olanlarý zorluðuna raðmen uygulamaktýr. (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkamu’l-Kur’an, Zümer 18. ayetin tefsiri)
Kiþi her duyduðunu hemen alýp kabul etmeyecek. Duyacak, dinleyecek, ölçecek, biçecek, muhakeme edecek; ikna olduktan sonra kabul edecek. Böylece en doðruya, en güzele ulaþmaya; ya da en güzele tabi olmaya çalýþacak.
“F. Razi’ye göre bu ifade; her dini yükümlülüðü (terimin en geniþ anlamýyla) kendi akýllarý ýþýðýnda deðerlendiren ve akýllarýnýn geçerli veya mümkün gördüklerini kabul edip akýllarýna yatmayanlarý reddeden kiþileri tasvir etmektedir. Âyet, insanýn aklýnýn sunduðu kanýtlara (hüccetul’l-akl) uymasýnýn ve eleþtirel deðerlendirme (nazari) ve mantýksal çýkarýmýn (istidlal) bulgularýyla uyumlu sonuçlara varmasýnýn yüceltilmesini ve övülmesini ifade etmektedir.” (M. Esed, Meal s: 940)
Âyette özellikleri anlatýlan samimi kimselerin dinledikleri söz, öncelikle Allah kelâmý, Hz. Peygamber’in sözleri veya selefin görüþleri olarak da yorumlanmýþtýr. Sözlerin en güzeli ve doðrusu da kuþkusuz Kur’andýr. (Ýnne esdaka’l-hadîsi kitabullah.)
“Allah saðduyu sahibi, duyduðu sözleri düþünüp taþýnan ve sözlerin en güzeline uymak isteyen kimseleri doðru yola iletir. Ama düþünüp taþýnmadan, körü körüne liderlerini, atalarýný taklid eden, hurafelerin aðýndan kurtulamayan kimse, Allah’ýn azap sözünü hak eder. O ezeli buyruðu gereði, kötü düþünce ve davranýþlarýyla azaba girenleri Allah’tan baþka kimse kurtaramaz.
Bu âyette Allah’ýn, insaný belli bir sonuca mahkûm ettiði söylenmiyor. Allah’ýn, iyi niyetli sözleri düþünüp, iyi bulduðu sözlere uyan saðduyu sahiplerini doðru yola ileteceði, böyle yapmayan kötü niyetli, düþüncesiz insanlarý da azaba uðratacaðý belirtiliyor. ” (S. Ateþ, Tefsir 7/539)
.........................................
(Devamý var)
Hüseyin K. Ece
17.5.2011
Zaandam-Hollanda