Yukarýda geçen âyeti (Nisâ 4/88-89)þöyle de anlamak mümkün: “Allah onlarýn sapýklýklarýný açýkladýktan sonra sizler onlarý hidâyet bulanlar diye mi nitelendirmek istiyorsunuz?” Buna göre bu kiþilerin durumu ortaya çýktýktan sonra onlarýn “müslüman” olarak nitelenmesini, onlara karþý yumuþak davranmak isteyenlerin tutumu reddediliyor. (Havva, Said, el-Esâs fi’t-Tefsîr (ter.), 3/231)
Öyleki münafýklar yanlýþ bir tercih sonucu hakký býrakýp bâtýl yolu seçtiler, Peygamber’e ve Ýslâma ihanet ettiler. Bu yüzden Allah (cc) onlarý kendi seçtikleri yola mahkûm etti. Ne zaman? Ýnkâr ettikleri veya münafýk olduklarý belli olduktan sonra. Yani “Ey mü’minler! Allah onlara sapýklýðý kolaylaþtýrdýðý ve kalplerini mühürlediði halde siz onlarýn hidâyette olduklarýný mý sanýyorsunuz?” (Ýbni Atýyye, Abdulhak. Muharriru’l-Veciz, s: 463)
Bundan dolayý yanlýþ davranýþlarý ve hainliði seçenler için bir çýkýþ yolu, hidâyete gidecek bir iþaret kalmamýþtýr.
“... Allah onlarý iþledikleri yüzünden ters yüz etmiþken...”Yani Allah onlarý, önce nasýl idiyseler yine ayný hükme koydu. Çünkü onlar dinden dönerek gidip müþriklere katýldýlar ve hz. Peygamber’e karþý hileye, tuzaða baþvurdular. Allah kalplerindeki rahatsýzlýðý biliyordu ve onlarý bu isteklerine uygun olan yolu onlara gösterdi. Onlarý kendi zilletleriyle baþbaþa býraktý. (Zemahþerî, Ömer b. Muhammed. el-Keþþâf, 1/535)
Özelde sahabeler (genelde müslümanlar) onlarýn hidâyette olmalarýný, Ýslâm ismiyle anýlmalarýný, onlarla veli (dost) ve kardeþ olmak isterler. Ancak onlar kendileri adýna dalâlet zümresi içinde kalmayý seçmiþlerse yapacak bir þey yoktur.
“... Allah’ýn saptýrdýðýný doðru yola getirmek mi istiyorsunuz?”“...Allah’ýn saptýrdýðýna hidâyet mi vermek mi istiyorsunuz?..” Yani yüreklerine iman ikrarýný mý yerleþtirmek istiyorsunuz? Kim Allah’ýn zelil ettiði kimseyi imaný ikrar etmeye baþarýlý kýlabilir ki?
Bu hitap öncelikle, munafýklarý savunan sahabeleredir. Kim dinden uzaklaþýrsa, Allah’ýn emrine uymaktan yüz çevirirse onun için insanlar bir menhec (çýkar yol), hidâyete ulaþtýrabilecek bir yol bulamazlar. Yanlýþa o kadar gömülmüþlerdir ki Allah’ýn kendilerini niçin zelil ettiðini bile idrak edemezler. (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 4/194)
Bu âyette yer alan soru “inkâr-i istifham”dýr. Manasý þudur: “Allah’ýn eþyaya hâkim olan kanunlarýný deðiþtirmeye sizin gücünüz yetmez. Onun için insanlarýn hayatý boyunca iþlediði amellerin etkisiyle þekillenen ahlâk ve zihniyeti deðiþtirmek de çok zordur. Hakka ulaþan bir tek yol vardýr. O da fýtrattaki doðru yoldur. Bâtýlýn ise hak yolun saðýnda ve solunda olmak üzere bir çok yolu vardýr. Bu yollardan herhangi birisine kendi isteði ile giren kimse, o yola daldýðý oranda haktan uzaklaþýr.
Hakkýn yolu doðal yaratýlýþýn (fýtratn) yoludur. Bundan dolayý Allah (cc) bu ayette; “Allah kimi saptýtrsa sen onun için asla bir yol bulamazsýn” demiþtir. Çünkü âyette geçen “sebîlen” kelimesi belirsizdir (nekra’dýr). Nekre kelimeler olumsuz ifadeden sonra “genellik” ifade ederler. Burada âdete þöyle denilmiþtir: Kim Allah’ýn yolunu -ki bu aklýný kullanarak fýtrata uymak demektir- terkederse o kiþinin hayatý boyunca sapýklýk içinde olmasý Allah’ýn kanunu gereðidir. Bundan dolayý baþkasý o kiþi için sayesinde hakka ulaþacaðý baþka bir yol bulamaz.” (Abduh, M-Rýza, R. el-Menâr (ter.) 5/425-426)
Allah (cc) þöyle buyuruyor: “Þüphesiz bu benim doðru yolumdur. Buna uyun, (baþka) yollara uymayýn. Zira o yollar sizi Allah’ýn yolundan ayýrýr.” (En’am 6/153)
Âyette “Allah’ýn saptýrdýðý kimse için...” deniliyor. Bu týpký “Ýnkâr edenler diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Þüphesiz Allah dilediðini saptýrýr, kendisine yöneleni de doðru yola (hidâyete) eriþtirir.” (Ra’d 13/27) ve baþka âyetlerdeki benzer ifadeler gibidir.
Ýlk bakýþta sanki hidâyet üzere olan da, sapýtan da kendileri için takdir edilene uyarlar, bu konuda kendilerin bir dahli yoktur diye zannedilir. Bu gibi âyetler insana irade verildiðini, o serbest iradesiyle dilediði yolu seçme imkanýna sahip olduðunu bildiren âyetlerle birlikte anlamak gerekir. Bu yanlýþ anlama sonucunda münafýk veya zalim olan diyebilir ki “benim ne suçum var, Allah beni saptýrdý, ben de bu yüzden doðru yolu bulamadým” diyebilir.
Bunun böyle olmadýðýný kendi tercihlerimizden ve çevremizdeki insanlarýn kendi iradeleri ile yaptýklarý iyi ve kötü iþlerden anlayabiliriz.
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz”ve benzeri âyetler üç önemli vurgu taþýr. Birincisi; Allah insana dilemeyi vermeseydi insan dilemeyemezdi. Ýnsaný yaratan ona iradeyi de (dileme) yeteneðini de lutfetmiþtir, iradesini kullanmasýnýn önünü açmýþtýr.
Ýkincisi;insan baþýboþ, sorumsuz, amaçsýz ve Allah’tan baðýmsýz deðildir. Ýrade etme olayý da Allah’ýn murakabesi altýnda olmaktadýr.
Üçüncüsü;insan iradeli bir varlýktýr. Ancak hayatýn kanunlarýna tabidir. Varlýðý ve hayatýyla ilgili bazý alanlarda kendi iradesi söz konusu deðildir. Bu alaný onu yaratan dilediði gibi belirler.
Þu âyette de ayný vurguyu görüyoruz:
“... Ýþte böyle. Allah, dilediðini saptýrýr, dilediðini doðru yola iletir. Rabbinin ordularýný ancak kendisi bilir. Bu, insanlar için ancak bir uyarýdýr.”(Müdessir 74/31)
Bu âyet ondan sonra gelen 37. âyet ýþýðýnda anlaþýlmalý. Orada insanýn seçim hakkýndan bahsediliyor. Ýnsanýn hidâyeti veya dalâlaeti kendi özgür seçimine baðlýdýr. Yukarýdaki Ra’d 13/27 bunun en açýk kanýtýdýr. “O dilediðini/dileyeni doðru yola iletir, dilediðini/dileyeni saptýrýr.” Bu âyet çift özneli “meþiet” fiiline güzel bir örnektir. Hidâyete veya dalâlete ulaþtýrme fiillerinin öznesi Allah’týr. Fakat kimi saptýrýr? Elbette kendi isteði ile sapaný saptýrýr. (bkz: Bekara 2/26) Sözün özü; “Ve eðer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunan herkes iman ederdi (fakat dilemedi).” (Yûnus 10/99) (Ýslâmoðlu, M. Hayat Kitabý Kur’an, 2/1193)
“Allah (cc) kullarýnýn müslüman olmalarýný ister, bundan hoþnut olur fakat onlarý buna zorlamaz. Dileyenlerin kendisini de, hak dini de inkâr etmelerine onlarý denemek için fýrsat verir. Ýnkar etseler bile bundan dolayý onlardan dünyada rahmetini ve rýzkýný esirgemez. (Komisyon, Kur’an Yolu DÝB, 2/85)
Bazý kimselerin tercihleri ve yaptýðý iþler Allah’ýn ölçülerine göre kötü ve sapýklýktýr. Böyleleri yanlýþlarýnda o kadar ýsrar ederler ve inatçýdýrlar ki, hakka, doðru yola dönmeleri mümkün deðildir. Onlarý hidâyete –Peygamber bile olsa- getiremez. Bu sonuç Allah’ýn onlara takdiri deðil, kendi tercihlerinin sonucudur.
Böylesinin yolu düzgün, doðru, yaratýlýþ amacýna götürücü, dünya imtihanýný kazandýrýcý deðildir. Gittiði yol dolambaçlý, eðri-büðrü, çakýr-çukurdur. Onun üzerinde geliþigüzel yol alýr. Ýþte bu nifakýn (iki dinli olmanýn) göstergesidir. Doðru yolda olmadýðý için sürekli deðiþip durur, bir o yana bir bu yana savrulur. Bugünkü hâli dünkünden, þu anda söylediði daha sonra söyleyeceði sözlerden farklýdýr. (Havva, Said, el-Esâs fi’t-Tefsîr (ter.), 3/231)
“Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptýklarý gibi siz de sapasýnýz da beraber olasýnýz...”Yani “size yardým edeceklerini umduðunuz ve hidâyete ermesini arzu ettiðiniz bu nünafýklar, kendi kâfirlikleriyle yetinen ve baþkalarýyla uðraþmayan kimseler deðildir. Bilakis onlar kendileri gibi sizin de kâfir olmanýzý ve onlar gibi olmanýzý isterler. Sizin gereðine göre yaþadýðýnýz Ýslâmý yok etmeyi ve onun yeryüzünden silinmesini isterler.” (Abduh, M-Rýza, R. el-Menâr (ter.), 5/426)
Kur’an’da bir yerde Allah (cc) öncelikle kadýnlara iyi davranýlmasýný emrediyor. Bu lütuf bazen ikram bazen de engel olmakla gerçekleþir. Çünkü ilâhi þeriatlarýn ortak noktasý adalet, insaf ve her konuda ifrat ve tefritten kaçýnmaktýr.
Arkasýndan isyankâr kullarýna deðer vermeyeceðini beyân ediyor. Bu da insanlarý fesattan kurtarmak amacýyladýr. Allah karþý isyanýn en çirkini de zinâdýr. (Abduh, M-Rýza, R. el-Menâr (ter.) 5/522)
Bir ayette þöyle buyurulur:
“Kadýnlarýnýzdan fuhuþ (zinâ) yapanlara karþý içinizden dört þâhit getirin. Eðer onlar þâhitlik ederlerse, o kadýnlarý ölüm alýp götürünceye veya Allah onlar lehine bir yol (sebîl) açýncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dýþarý çýkarmayýn).”(Nisâ 4/15)
“Bu âyette fuhuþ yapan ve suçlarý dört þâhit tarafýndan da görülmüþ bulunan kadýnlarýn evlerde hapsedilmeleri, ölünceye, yahut Allah kendilerine bir yol gösterinceye kadar evlerde tutulup dýþarý çýkarýlmamalarý emrediliyor.” (Ateþ, Süleyman. Yüce Kur’an’ýn Çaðdaþ Tefsir, 2/224)
Âyette geçen yol’un (sebîl’in) çýkýþ yolu, çýkar yol anlamýnda kullanýldýðýný görüyoruz. Ancak bunun zinâ eden kadýnlar hakkýnda neyi ifade ettiði konusunda farklý görüþler var.
Yani Allah onlar için bir çýkýþ yolu veya yaptýklarý çirkin iþten kurtulma çaresi, þer’î bir çözüm gösterinceye kadar...
Bazýlarýna göre bu “çýkar yol” onlarý zinâ yapmaktan uzak tutacak olan nikâhtýr, evliliktir.
Gerçi âyette ve yol gösterme diye ifade olunan “sebîl” kelimesi had cezasý uygulama diye de yorumlanmýþtýr. Çünkü bu âyetten sonra gelen Nûr 24/2. âyet zinâ edenler hakkýnda celde-had cezasý indirildi.” (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 3/634, 636. Zemahþerî, Ömer b. Muhammed. el-Keþþâf, 1/477. Þevkânî, A. b. Muhammed. Fethu’l-Kadîr, s: 332)
Çünkü onlara göre buradaki “fahiþe” kelimesinin maksat zinâdýr.” (Abduh, M-Rýza, R. Menâr Tefsiri (ter.), 5/525)
Ýbni Abbas’tan gelen bir görüþe göre Medine döneminde bir müslüman kadýn evlilik dýþý iliþki kurarsa ve bu isbat edilirse ölünceye kadar hapsedilirdi. Sonra Allah (cc) Nûr 24/2. âyeti indirdi ve zinâ edenlerin cezasýný belirledi: Celde. Eðer evli iseler recmedilirler. Ýþte Allah’ýn onlara gösterdiði sebîl (yol) budur. (Ýbni Kesir, E. Muhtasar Tefsir, 1/366)
Katade diyor ki bu hüküm (yani zinâ edenlerin hapsedilmesi) had cezasý inmeden önce idi. Zinâ eden erkeðe dil ile eziyet edilir, kadýn hapsedilirdi. Sonra Allah kadýn bir çýkýþ yolu, bir çare (sebîl) gösterdi. Celde ve recm cezasý. Pek çok ilk dönem tefsircilerine göre âyette “fâhiþe” zinâ, “sebîl” de had cezasýdýr. Mücahid’e göre ise sebîl burada hem zinâ eden erkeðe, hem de kadýna sadece celde (had) cezasýdýr. (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 3/634-635)
Zinâ edenlere öngörülen ilk ceza suçlarý sabit olunca onlarý evlerde alýkoymak idi. Bu görüþ sahabeden Ubade b. Samit’e dayandýrýlýyor. Daha sonra “Sizlerden fuhuþ yapanlarýn her ikisine de eziyet edin. Eðer tevbe edip hallerini düzeltirlerse, artýk onlarý býrakýn. Þüphesiz ki Allah tevbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.” (Nisâ 4/16) âyetiyle bu hüküm meshedildi. Nûr Sûresindeki söz konusu âyet gelince de Nisâ 4/15 neshedildi. Bazýlarý þöyle demiþler: Hayýr, önce söz konusu olan ceza “eziyet vermek”ti. Bu da “evlerde alýkoymak” hükmü ile neshedilmiþ oldu. Þu kadar vardý burada âyetin okunuþunda takdim tehir yapýldý. (Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/828)
Nisa 4/16de geçen “eziyet etmek” cezasý kimilerine göre azarlamak ve ayýplamaktýr. Kimilerine göre ise onlara aðýr sözler sarfetmektir. Ýbni Abbas’a göre aðýr söz söylemek ve ayakkabý ile onlara vurmaktýr.
Yine bazýlarýna göre bütün bunlar celde âyeti ile neshedildi.
Ancak tercih edilen bir görüþe göre bunlar neshedilmiþ deðildir. Çünkü her ikisinin de azarlamakla cezalandýrýlmasý demek, onlara; “siz suç iþlediniz, Allah’ýn emrine karþý geldiniz, fâsýk (günahkâr) oldunuz, (zýmnen; tevbe edin” denilmesi gerekir. (Kurtubî, M. b. Ahmed. el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/828)
“Onlara bir kapý (sebîl) açýncaya kadar” ile celde ve recmin (had cezasýnýn) kasdedildiði yorumunu Isfehanlý tefsirci Ebu Müslim þu gerekçe ile reddeder: Bu yorum doðru deðildir; çünkü celde veya recm onlarýn lehine deðil aleyhinedir. Âyetteki “lehünne” ibaresinin “onlarýn lehine” anlamýna geldiðine ise “kiþinin kazandýðý kendi lehine” (Bekara 2/286) âyetini delil getirir. (F. Razî’den, Ýslâmoðlu, M. Hayat Kitabý Kur’an, 1/149)
Müslümanlar kadýnlarda kendi isteði ile zinâ ettiðinden þüphe edilenlerin suçu, dört ehil kiþinin þehâdetiyle zaman aþýmý olmadan isbatlanmalýdýr. (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyan, 3/634) Onlarýn suçu sabit olunca da “Allah kendilerine bir yol-sebîl” açýncaya kadar evlerde tutulmalý. O açýlan yol-sebîl de –pek çoklarýna göre- Nûr Sûresi 2. âyeti ininceye kadardý. (Elmalýlý, H. Yazýr. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 2/530)
Kur’an’da nesh olayýný kabul edenlere göre bu âyetin hükmü Nûr 24/2. âyet ile neshedilmiþtir. Zemahþeri’ye göre bu âyet mensuh olmayabilir. Zira haddi belirleyen âyet (Nûr 24/2) bundan önce inzal olmuþtur. Zinâ eden kadýnlara uygulanacak had cezasý bellidir. Onlara had cezasý uygulandýktan sonra evlerde tutulmalarý tavsiye ediliyor. Maksat onlarý bu fiilden korumak, fuhþun yaygýnlaþmasýna engel olmaktýr.”
Bu açýklamaya göre âyette geçen “sebîl”, insanýn zinâdan koruyan nikah demek olur. (Abduh, M-Rýza, R. Menâr Tefsiri (ter.), 5/525)
Âyetin “fuhuþ yapan kadýnlarý evlerde tutunuz” ifadesi, onlarýn fuhuþ yapmalarýna engel olmak için evlerde tutulma cezasýnýn verildiði anlaþýyor. Ayrýca âyette namuslu kadýnlarýn, gerektiðinde dýþarý çýkýp iþlerini görebilecekleri de anlaþýlýr.” (Ateþ, Süleyman. Yüce Kur’an’ýn Çaðdaþ Tefsir, 2/224)
Bazý tefsirciler âyette geçen “sebîl” kelimesi “ölüm” olarak tefsir ettiler. Çoðunluðun yaklaþýmýna göre ise “sebîl” kelimesinden maksat zinâ eden kadýnlarýn tevbe ve ýslah-ý nefs etmeleridir. Bundan sonraki âyette tevbe ettikleri takdirde fuhuþ yapanlarýn ceza vermekten sakýnýlmasýnýn emredilmesi; çoðunluðun yaklaþýmýnýn daha isabetli olduðunu gösterir. Bu konuda hükmün kadýnlar ve erkekler için ayný olmasý Allah’ýn rahmetidir. (Abduh, M-Rýza, R. Menar Tefsiri (ter.), 5/526)
Bu konuyu tamamlamak üzere bir komisyon tarafýndan hazýrlanmýþ DÝB Kur’an Yolu adlý tefsirden bir pasaj almak istiyorum.
“Nûr sûresi hicrî 6. yýlda, Nisâsûresi ise 4-6. yýllar arasýnda vahyedilmiþtir. Fuhþun çeþitlerine göre cezalarýnýn belirlendiði bu iki sûrenin ilgili âyetleri bir yandan birbirini tamamlamýþ; diðer yandan -muhtemelen- sonra gelenler, önceki gelenlerin bir kýsým hükümlerini deðiþtirmiþtir (nesih veya tahsis etmiþtir).
“Çirkin fiil" diye tercüme edilen “fâhiþe” kelimesi Kur'an'da, hemcinsler arasýndaki cinsel iliþki için de kullanýlmýþtýr. (Ankebût 29/28) Buradan hareketle Nisâ 4/15. âyette kadýnlarýn kendi aralarýnda yaptýklarý fuhuþtan (lezbiyenlik), 16. âyette de erkeklerin kendi aralarýnda yaptýklarý fuhuþtan (livâta’dan) bahsedildiði söylenebilir.
Nûr 24/2. âyetinde ise kadýnlarla erkekler arasýnda yapýlan fuhuþ (zinâ) suçunun hükmü açýklanmýþtýr. Þu halde suçlarýn cezalarýyla ilgili hükümlerde bir deðiþtirme (nesih) söz konusu deðildir. Nitekim Ebû Müslim âyetleri böyle anlamýþ, el-Menâr da bu anlayýþý desteklemiþtir. (Abduh, M-Rýza, R. Menar Tefsiri (ter.), 5/526)
Buna göre:
a) Seviciliðin cezasý kadýnlarý evlerde hapsetmektir; “Allah'ýn onlara bir yol (sebîl) açmasý” ise hallerini düzeltmeleri ve erkeklerle evlenmeleridir.
b) Livâta suçunun cezasý, bunu yapanlara söz ve fiille eziyet çektirmek, canlarýný yakmak, böylece bu iðrenç fiili iþlemekten vazgeçmelerini saðlamaktýr.
c) Kadýnla erkek arasýnda yapýlan fuhuþun cezasý ise Nûr 24/2de açýklandýðý gibi celdedir (yüz sopa vurmaktýr).
Bu anlayýþ ve yorum, âyetlerin lafzî ifadesine uygun olmakla beraber konuyla ilgili hadisler ve uygulama göz önüne alýnýnca birçok cevapsýz soru doðmaktadýr. Yukarýdaki görüþü ortaya koyanlar ve onu destekleyenler bu problemleri, ilgili hadislerin sahih olmadýðýný ileri sürerek veya "Hadisler daha önceki dinlere veya örfe dayalý uygulamayý aksettirmektedir, âyetler gelince bu uygulamalar terkedildi" þeklinde te'viller yaparak çözme yoluna gitmiþlerdir. (Ateþ, Süleyman. Yüce Kur’an’ýn Çaðdaþ Tefsir, 2/229)
Ancak bu fiiller gerek için öngörülen cezalar -Nûr sûresi geldikten sonra da- asýrlar boyunca uygulandý. (Bkz: Komisyon, Kur’an Yolu DÝB, 2/20-24)
Hüseyin K. Ece
16.01.207
Zaandam-Hollanda