Din dilinde (terim-ýstýlah olarak) oruç;tan yerinin aðarmasýndan güneþin batmasýna kadar þer‘an belirlenmiþ ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel iliþkiden uzak durmasý, yani kendini tutmasý demektir. (ez-Zuhaylî, V. Fýkhu’l-Ýslâmîyyu ve Edilletuhu, 2/498. Ýbn Rüþd, M. b. Ahmed. Bidâyetü’l-Müctehid, s: 267)
Süresi içinde kiþinin kendini oruç yasaklarýna karþý tutmasýna imsâk denir. Bu kelime “oruca baþlama, orucun baþlangýç aný” anlamýnda da kullanýlýr. Yitik, A. Ý. TDV Ýslâm Ansiklopedisi, 33/414)
Mü’min oruç tutar, oruç da onu tutar. Oruçlu, oruçla birlikte þu on þeyi Ramazan boyunca tutmaya çalýþýr.
1-Yemeyi içmeyi tutmak
Orucun þeriatteki terin anlamý zaten imsaktan iftara kadar yeme-içmeyi terketmek demektir. Ýslamda her ibadetin bir þekli vardýr. Bu bir anlamda ibadetin teknik boyutudur. Ancak ibadetler sadece þekilden ibaret deðildir. Ýbadeti makbul yapan onun muhtevasý ve onun ihlasla, yani Allah rýzasý için yerine getirilmesidir.
Oruçta yeme içmeyi terk iradeye hâkim olmayý gösterir.
O yüzden oruçlu müslüman zor olsa da, gündüzler uzun olsa da, açlýktan kývransa, susuzluktan dili damaðýna yapýþsa da, gizli veya açýkta bir þey yemez ve içmez. Bu halde iken önüne en leziz yiyecekler konulsa bile. Zira o bu konuda Allah’a söz verir. Ýftar vaktine kadar nefsine gem vurur. Allah rýzasý için nefsinin bazý isteklerini iftar vaktine erteler.
2-Kendini tutmak
Ýþin baþý bu; kendini tutabilmek. Ýnsan kendini tutamadýðý zaman hata yapar, suç iþler. Kendini tutamayan kýrar döker. Özne olamaz, nesneleþir. Hâkim olmaz, mahkûm olur. Sahip olamaz, sahip olunur. Etken olmaz, edilgenleþir. Bu gibiler iç güdülerinin (hevâlarýnýn) esiri olurlar.
Oruç insana kendini (güdüleri) tutmayý öðretir. Bu sebeple “ey oruç, tut beni” demek yanlýþ olmasa gerek.
Öfke, insana verilen tabii güçlerden üçüncüsüdür. Öfke savunma gücü olarak ve yerinde kullanýlýrsa faydalýdýr. Hiç öfkelenmemek normal olmadýðý gibi, yersiz öfke de iyi deðildir.
Öfke yerinde kullanýlýrsa savunma, çaba ve gayret olur. Yerinden kullanýlmazsa ve kontrol edilmezse aklý giderir, saðlýklý karar vermeyi engellerinsaný zarara sürükler.
Kýzmak, baðýrmak, aþýrý sinirlenmek, iþi kavgaya dökmek öfkenin sýnýrý aþtýðýný gösterir. Bukiþinin kendi hatalarýný görmesini azaltýr, stresi artýrýr, güveni sarsar.
Zorluklar ve olumsuz olaylar karþýsýnda agrassif deðil, asartif, yana gayretli olmak gerekir.
Kur’an öfkesine hakim olanlarý methediyor.
“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlýkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanlarý affederler. Allah da güzel davranýþta bulunanlarý sever.” (Âli Ýmran 3/134)
Peygamber (sav) öfkesine hakim olanlarý ve yerinde kullananlarý pehlivana benzetiyor.
“Ýbnu Mes'ud (ra) anlatýyor : Rasûlullah (sav) bir gün: “Siz aranýzda kime pehlivan dersiniz?” diye sordu. Orada olanlar: “Erkeklerin yenmeyi baþaramadýðý kimseye” dediler. Rasûlullah: “Hayýr, dedi, gerçek pehlivan öfkelendiði zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.” (Müslim, Birr/106 no: 2608. Ebu Dâvud, Edeb/3 no: 4779. Bir benzeri: Buhârî, Edeb/76 no: 6114. Müslim, Birr/107 no: 2760. Muvatta, Hüsnü'lhalk/12)
Oruç öfkeyi kontrol altýnda tutmanýn ve yerinde kullanmanýn bir imkanýdýr.
Ebu Hüreyre’den (ra) rivayet edildiðine göre Rasûlüllah (sav) þöyle buyurdu:
“Allah (cc) "Ýnsanýn oruç dýþýnda her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatýný da ben vereceðim" buyurdu. Oruç kalkandýr. Biriniz oruç tuttuðu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Þayet biri kendisine söver ya da çatarsa: “Ben oruçluyum” desin.
Muhammed'in caný kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun aðýz kokusu, Allah katýnda misk kokusundan daha güzeldir…”(Buhârî, Savm/9 no: 1904, Müslim, Sýyâm/163 (28) no: 2706. Muvatta, Sýyâm 58. Bir benzeri: Buhârî, Savm/2 no: 1894. Ebu Dâvud, Savm/25 no: 2363. Tirmizî, Savm/55 no: 764. Ýbnu Mâce, Sýyâm/21 no: 1691)
Yani oruç onu tutar, hatadan alýkor, zararlý þeylere karþý perde olur. Kalkan veya zýrh nasýl tehlikeli saldýrýlarýndan korursa; oruç da sahibini her türlü zararlý saldýrýlardan korur. Ki bu saldýrýlar ya nefisten, ya þeytandan, ya da çevreden gelir.
3-Çeneyi tutmak
Âlimler dil ile yapýlan hatalara, ya da dilin yanlýþlarýna ‘dilin âfetleri’ derler. Bunlardan bir tanesi de mâlâya’ni, yani boþ sözlerle meþgul olmak. (Gazâlî, M. Ýhyâu Ulûmi’d-din (ter. A. Serdaroðlu), 3/245-448)
Kavram olarak mâlâya’ni; kiþinin dinî ve dünyevî hayatý bakýmýndan fayda saðlamayan gereksiz söz ve davranýþlarý demektir. (Çaðrýcý, M. TDV Ýslâm Ansiklopedisi, 27/480)
‘Malaya’ni’ dünya ve âhiret için zaruri olmayan þeydir. Yani yapýlmadýðý zaman kiþiye bir zararý olmayan, ancak yapýldýðý zaman kiþiyi lüzumsuz yere oyalayan, hata yapmasýna, günah iþlemesine, zamaný boþa harcamasýna yol açan þeydir.
Ya da gerçekte müslümanýn din ve dünyalýk açýsýndan muhtaç olmadýðý yararsýz, lüzumsuz þeylerdir. Bu gibi þeyler ona Allah’ýn rýzasýný kazandýrmaz.
Herhangi bir þeyin mâlâya’ni olmasý, kiþinin kendi arzusuna göre deðil, Ýslâmi prensiplere göre, selim aklýn kabul edebileceði ilkelere göre belli olur.
Eðer bir þey müslümanýn dinine, dünyasýna, þahsýna ve ailesine, çevresine bir fayda saðlýyorsa, bir iþe yarýyorsa, bir eksikliði gideriyorsa, bir fazilet kazandýrýyorsa, sevap getirici bir özelliði varsa, dinin ma’ruf (iyi) dediði kalýba uyuyorsa o ‘mâ ya’ni’dir, yani iyidir, faydalýdýr, lüzumludur, yapýlmasýnda sakýnca yoktur.
Tersi ise mâlâya’nidir. ‘Mâ ya’ni’ müslümana fazilet, izzet ve sevap kazandýrýr. ‘Mâlâya’ni’ ise seviyesizlik, rezalet, zillet, günah ve vebâl kazandýrýr.
Peygamber (sav) þöyle buyurdu:
“Mâlâya’ni’yi terk etmek, kiþinin müslümanlýðýnýn güzelliðindendir.” (Tirmizî, Zühd/11 no: 2319. Muvatta, Hüsnu’l-Hulk 3. Ýbni Mâce, Fiten/12 no: 3976)
Bir de malaya’ni’ye benzeyenler var. Bunlardan bir tanesi de “laðv’dir.
Lâðv’ sözlükte serçe kuþunun ötmesine denir. Buradan hareketle faydasýz söz konuþmak, konuþmada dikkat etmeyip bâtýl (lüzumsuz) söz söylemek manasýnda kullanýlmaktadýr. (el-Isfehâni, R. el-Müfredât, s: 682)
Böyle konuþmada her hangi bir maksat yoktur. Geliþigüzel aðýzdan çýkar. Serçe kuþu gibi cik cik demekten öte bir anlam taþýmaz. Buna göre her yalan ve çirkin söz, manasýz ve faydasýz, boþ ve düþük söz laðv’dýr.
‘Laðv’ bu anlamýyla ‘mâlâya’ni’ye benzemektedir.
‘Laðv’, ahlâki bir kavram olarak, müslümanlarýn uzak durmasý gereken, boþ, lüzumsuz ve zararlý iþler ve sözlerdir.
Bu kelimenin geçtiði âyetlerden üç tanesi müslümanlara ‘laðv’den uzak kalmalýsýnýz’ mesajý vermektedir. (Mü’minûn 23/3. Furkan 25/72. Kasas 28/55)
Müslümanlar, sulu þakalardan, seviyesiz güldürülerden ve sözlerden, þer mekanlarýnda ve yalancýlarla birlikte bulunmaktan, sapma sapan konuþmalardan, müstehcen ifadelerden, küfür/sövme ve çirkin sözlerden uzak dururlar.
Zira müslümana kemal, ciddiyet, vakar ve olgunluk yakýþýr. Üstelik aðza sahip olmak cennetlik amellerden biridir. Peygamber (sav) þöyle buyurdu: “Kim baba iki dudaðý ve iki bacaðý (apýþ arasý) konusunda garanti verirse ben de ona cennet için kefil olurum”. (Buhârî, Rikâk/23 no: 6474, Hudûd/19 no: 6807) Ýki bacak arasý hakkýnda garanti vermek iffet ve namusa sahip çýkmak, iki dudak arasýndan garanti vermek de aðza, dile sahip olmak demektir.
Rasûlullah’a (sav) “–Ýnsanlarý cennete en fazla götürecek þey nedir? diye soruldu. O da;
-Takvâ (Allah’tan korkup-çekinmek) ve güzel ahlâktýr” buyurdu.
–Ýnsanlarý cehenneme en fazla götürecek þey nedir? diye sorulunca da:
“–Aðýz ve tenâsül organidir” buyurdu. (Tirmizî, Birr 62 no: 2004. Ýbni Mâce, Zühd 29 no: 4246)
Kur’an mü’minlerin temel özelliklerini sayarken þöyle diyor:
“Mü’minler, gerçekten kurtuluþa ermiþlerdir.
Onlar ki, namazlarýnda derin saygý içindedirler.
Onlar ki laðv’den (faydasýz iþlerden ve boþ sözlerden) yüz çevirirler.”(Mü’minûn 23/1-3)
Yalan bir açýdan büyük günah, bir açýdan da mâlâya’ni ve laðvdir. Oruçtan bir amaç da müslümanýnýn yalandan, yalan yere þâhitlikten, boþ konuþmaktan, gýybet etmekten, mâlâya’ni’den kurtarmaktýr. Nefsi tezkiye edip, bu tür kötü huylarý terektmesini saðlamaktýr.
Ebu Hureyre’nin (ra) bir rivâyetinde Rasûlullah (sav) þöyle buyurdu: "Kim yalaný ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini býrakmasýna Allah'ýn ihtiyacý yoktur." (Buharî, Savm/8 no: 1903, Edeb/51 no: 6057. Ebu Dâvud, Sýyâm/25 no: 2362. Ýbni Mâce, Sýyâm 21 no: 1689-1690)
Ýnsanýn baþýna dili yüzünden neler gelir, hepimiz biliriz. Ýman ikrarý da inkâr ikrarý da dil ile olur. Yalan da dille söylenir, sadýk olmak da dille beyan edilir. Gevezelik de dillle yapýlýr, dedikodu da.
Oruç müslümana diline sahip olmayý öðretir.
Bu iki hadiste oruç hakkýnda önemli ipuçlarý var. Oruç tutmanýn hedefini, maksadýný, hikmetini özet bir þekilde haber veriyorlar. Burada orucu hangi uzvumuzla tutacaðýmýzý ve sonunda neyi kazanmayý hedeflememiz gerektiðini öðreniyoruz.
Kim yalaný terketmezse; yani yalanýn her çeþidine karþý tavýr almazsa; Allah’a ve onun kullarýna karþý yalan söylemeye devam ederse, iþini, sözünü, va’dini yalan üzerine bina ederse; onun oruç tutuyorum zannýyla aç kalmasýna gerek yoktur. Oruç tuttuðu halde yalandan sakýnmayan mü’min orucunu gözden geçirmelidir.
4-Þehveti tutmak
Þehvet, insana verilen tabii güçlerden bir tanesidir. (Diðerleri akýl ve öfkedir (ðadab’týr)
Þehvet iþtahtýr, istek ve arzudur, nefisn meyil ve istemesidir. Bu iþtah (þehvet) karþý cinse olduðu kadar; yemeðe, mala, makama, sahip olmaya, giyime ve diðer þeylere de yöneliktir. Meþrusu vardýr, gayr-i meþrusu vardýr.
Þehvet kuvveti týpký öfke (ðadab) gibi yerinde ve konrollü kullanýlmazsa sahibine zarar verir, yanlýþ iþler yapmasýna sebep olur.
Oruç müslümana bu ontolojik kabiliyetini (kuvvetini) control altýna almayý, istek ve arzularýna gem vurmayý, iþtahýný meþru alan ile sýnýrlandýrý.
Oruç bedenin çok çok ihtiyaç duyduðu zaman, aðýzlarýn suyunu akýtan yiyecek ve içeceklere mesafeli olabilme, nefsi onlara karþý kontrol edebilme yiðitliðidir. Nefsin gayr-i meþru istek ve arzularýna, yani aþýrý þehvete karþý takva bilinci ile direnmek de bir anlamda cihadtýr. Yani nefsin insana zarar veren isteklerine karþý direnmektir. Ramazanda bu cihad oruçla yapýlýr. Zira oruç, þehveti, yani nefsin aþýrý isteklerini sýnýrlamayý öðretir. Yani nefsi belli bir seviyede tutar.
Oruç þuuru olmayanlar þehvetlerinin (nefsin aþýrý isteklerinin) önünde edilgen, pasif ve iradesiz kalabilir, hata yapabilirler.
5-Tutkuyu tutmak
Ýnsanýn bir þeye körü körüne, iradesini teslim ederek baðlanmasýna tutku denir. Tutkuda bilinçli bir tercihten çok, gözü baðlý baðlanma söz konusudur. Bu tutku karþý cinse olduðu gibi, yeme içmeye, eðlenceye, oynamaya, süslenmeye, biriktirmeye, uyuþturucuya veya sigaraya karþý olabilir.
Kiþi bazen nefsinin istek ve arzularýna, yani nefsinin hevâsýna öylesine uyar ki, bunu aþk ve tutku haline getirebilir. Eðer bir insan nefsinin isteklerini Allah’ýn emrine tercih ederse, Kur’an bunu hevâyý tanrý edinmek diye niteliyor. (bkz: Furkan 25/43. Câsiye 45/23)
Bu bir açýdan nefsin kulu kölesi olmak gibi bir þeydir. Halbuki insan özgür yaratýlmýþtýr ve onun bir görevi de bu özgürlüðünü korumak, kendisini tutsak etmek isteyen uydurma tanrýlara, tutkulara, köle tüccarlarýna, nefsin sonu gelmez arzularýna karþý savunmaktýr.
Ýþte oruç müslümana sözünü ettiðimiz özgürlük duygusunu kazandýrýr. Onun tutkularýný kontrol altýnda tutmasýný saðlar.
Oruç kalbi geçici olan sevgilerden kurtarýp Allah'a baðlar. Müslümaný gerçek sevgide tutar, onu sahte ve geçici sevgilerin iþgaline karþý korur.
6-Açgözlülüðü (tamahý) tutmak
Tamah, açgözlülük, þiddetli arzu, bir þeye fazlasýyla meyil ve raðbet göstermek demektir. Dünyalýklar, zevkler, harcamalar, biriktirmeler, satýn almalar yönünden doymamaktýr. Daha fazlasýný, daha ötesini, daha çoðunu aþýrý bir þekilde istemektir. Eldeki ile yetinmeyip, baþkasýnýn elindekine göz koyacak kadar iþtahla zevklere ve maddi þeylere dünya malýnýna meyletmektir.
Þüphesiz nefsi çok þeye sahip olmak ister. Bir nimete, imkana, dünyalýða sahip oldumu bir diðerini ister. Nitekim Kur’an insana böyle bir duygu verildiðini söylüyor. (Âli Ýmran 3/14)
Buna göre nefsin bu arzularý haram ve aþaðýlýk bir þey deðil, hayatýn devamý için insana bahþedilen manevi bir güç kaynaðýdýr. Ancak önemli olan nefsin isteklerine sýnýr koyabilmek, nefsi esiri, kulu-kölesi olmaktýr.
Ýslâm aþýrý isteklere, doymak bilmeyen iþtahlara, sýnýr tanýmayan hýrs ve tamaha (açgözlülüðe) iyi dememektedir. Ýslâm bunlara bir sýnýr konulmasýný, kontrolü bir þekilde kullanýlmasýný emreder.
Ýþte oruç tamahý (açgözlülüðü) kontrol altýna almayý öðretir.
7-Hýrslarý tutmak
Hýrs da tamaha benzer. Bir þeyi þiddetle arzu etme, bir þeyin üzerine çok düþmek, ona aþýrý derecede tutkun olma, sonu gelmeyen istek, aþýrý arzu demektir.
Ýnsandaki bu gibi aþýrý tutkunun iki çeþidi vardýr: Birisi hýrs, diðeri ihtirastýr. Hýrs; sonu gelmeyen aþýrý istek ve arzudur. Hýrs sahibi kimselere “harîs” denilir.
Her insanda týpký nefis olduðu gibi, az veya çok hýrs ve tamah da vardýr.
Ýhtiras; hýrsýn aþýrý ve olumsuz halidir. Ýhtiras sahibi kimseye “muhteris” denir. Ýhtiras; aþýrý istek, gözü dönmüþlük, doyumsuzluk anlamýna gelir.
Ýhtiras, yani aþýrý tamah insaný sonu gelmez yarýþlarýn içine sokabilir, onu faydasýz þeylerin peþine koþturabilir. Gaflete düþürüp, asýl görevlerini yapmasýna engel olabilir. Sonunda da onu tatmin duygusundan uzaklaþtýrýp huzursuz edebilir.
Muhterislerin mutlu olduklarý görülmemiþtir. Ya da onlar hýrs içinde boðulmayý mutluluk zannederler.
Müslüman hýrs ve ihtiras duygularýný oruçla kontrol altýnda tutar, kanaat ile dengeler.
8-Tûl-u emeli tutmak
Gerçekleþtirilmesi uzun zamana baðlý ümit ve arzular, aç gözlülük, tamah ve ardý arkasý kesilmeyen hýrs bir de bu kelime ile anlatýlýyor.
Emel, Arapça’da “istemek, ummak” anlamýnda bir masdar olup gerçekleþtirilmesi uzun zamana baðlý bulunan istekler hakkýnda kullanýlýr.
Emel kelimesi Kur’an’da insaný oyalayan, âhiretini unutturan dünyevî arzu ve tutkular anlamýnda kullanýlýyor. “Býrak onlarý yesinler (içsinler), yararlansýnlar; emelleri onlarý oyalayadursun. Ýleride (gerçeði) bilecekler.”(Hicr 15/3)
Hadislerde emel, çoðunlukla zühdün karþýtý olarak, bedenî hazlarýn tatmini ve dünya sevgisi bulunan arzularý ifade etmek üzere kullanýlmýþtýr. (Duman, M. Z. TDV Ýslâm Ansiklopedisi, 11/87)
Tul-i emel, hiç ölmeyeceðini zannetmek ve dünyalýklar hakkýnda çok iþtahlý olmak, onlara sahip olma arzusunun diri ve canlý kalmasýdýr.
Denir ki insanda tûl-i emelin olmasýnýn iki sebebi vardýr: Birisi dünyalýklara ve dünya zevklerine karþý aþýrý düþkünlük. Ýkincisi; cehâlet. Yani dünya hayatýnýn anlamýný bilmemek, âhireti unutmaktýr.
Emel, aslýnda kötü ve zararlý bir duygu deðildir. Bilakis kiþinin emel sahibi, ilerisi için bir takým istekleri, hayalleri veya planlarý olmasý normaldir. Ýnsan da emel olmazsa iþler yüzüstü kalýr, ihtiyaçlarýn karþýlanmasý zorlaþýr. Burada yanlýþ olan kiþinin olmayacak hayaller peþinde koþmasý, þuna þuna sahip olacaðým deyip âhireti, kulluk yapmayý unutmasýdýr. Çok yaþayacaðýný zannedip hep dünya için çalýþmasý, ölümü aklýndan çýkarýp ibadeti terketmesidir.
Müslümana tavsiye edilen týpký nefis, hýrs ve tamah gibi tul-i emelini kontrol altýnda tutmasý ve bunlarý hayat imtihanýný kazanmak, dünya mutluluðunu saðlayacak þekilde kullanmasýdýr. Oruç müslümana bunu da öðretir.
9-Açlýk korkusunu týtmak
En berbat korku açlýk korkusudur. “Yarýn ne olacak, yeterince geçimlik bulabilecek miyim, aç kalýr mýyým, bugün sahip olduklarým yeter mi acaba” diye içi titremek, bunu takýntý haline getirmek.
er-Rezzak olan Allah’a iman eden ve “er-rýzku alellah-Rýzký yaratmak Allah’a mahsustur” diye inanan bir mü’minin böyle düþünmesi yersizdir. Zira yarýn ne olacaðýný kimse bilemez. Bugün rýzýk bulanýn yarýn aynýsýný bulmayacaðýný kim iddia edebilir. Bugün yaþayan yarýn ölebilir. Ya da bugün imkanlarý dar olanýn yarýn geniþliðe çýkmayacaðý ne malumdur. Bugün rahat, refah, huzur içinde olanaýn yarýn durumunun deðiþmeyeceðini kimse bilemez. Bugün saðlýklý olan yarýn hasta olabilir. Bugün yediklerinin tadýný alan alanýn yarýn tad alma duygularý, bir sebepten gidebilir.
Ýnsan hasta olabilir, zayýf düþebilir, engelli olabilir. Bundan dolayý da elinde çok olsa bile onlardan az faydalanabilir veya hiç faydalanamaz. Ýnsan bugün hangi sebepten rýzýklanýyorsa, yarýn da benzer sebeplerden dolayý rýzka kavuþabilir. O halde bunu takýntý ve korku haline getirmenin faydasý yok.
Oruçla insan açlýðý yaþar, tadar, hisseder. Buna alýþýr, biraz açlýk biraz mahrumiyet onu yýkmaz, onu endiþelendirmez, önce iç dünyasýný sonra da bedenini buna alýþtýrýr. Ýçine birikebilecek aç kalma korkusunu bastýrýr. Bu korkunun kendisini iþgal etmesine engel olur.
Ýnsanlardaki açgözlülüðün, cimriliðin, baþkasýnýn elindekine göz dikmenin, yýðmanýn, biriktirmenin asýl sebebi de bu deðil mi?
Kimileri bu korku sebebiyle öylesine açgözlülükle biriktirir ki, birktirdiklerini yemeden, harcamadan, faydalanmadan göçer gider.
Oruç bu duyguya da denge getirir. Bu kurt gibi aç kalma korkusunu, bu yersiz endiþeyi, bu saplantýyý, bu takýntýyý azaltýr.
Ýþte bakýnýz; saðlýklý bir müslüman bazen onaltý, onyedi, onsekiz, hatta ondokuz saat oruç tutabiliyor, yani aç ve susuz kalabiliyor; ama telef olmuyor, kýyâmeti kopmuyor. Bilakis oruçla birlikte sihhat ve açlýk takýntýsýna karþý direnç kazanýyor.
-Sonuç olarak
“Ey namaz kýl beni” demek ile “ey oruç tut beni” demek aynýdýr. Namaz musalli’yi (namaza kýlaný) derler, toplar, düzene koyar, kýlar, bütünler; oruç da sâim’i (oruçluyu) tutar, saklar, korur, gözetir. Eksikliklerini tamamlar, yýrtýklarýný yamar, döküntülerini toplar, unuttuklarýný hatýrlatýr, veremediklerini verdirir, sevmeyi unuttuklarýný sevdirir, kendisiyle sevindirir.
Oruç tutmaktan amaç yemek ve içmekten uzak kalmak deðil, bunlar aracýlýðýyla takvayý kuþanmak, takva bilincini artýrmaktýr.
Hakký verilerek tutulan bir oruç sahibini kötülüklere, hýrsa, dünya malýna düþkünlüðe, aç gözlülüðe, günaha, þeytana dost olmaya, gaflete, isyana karþý korur gözetir. Sahibine elbiselerin en görkemlisi ve en süslüsü olan “takva elbisesi”ni giydirir, onu bununla korumaya alýr.
Oruçlu, Ramazan’ý inanarak ve sevabýný Allah’tan bekleyerek deðerlendirirse þöyle diyebilir: “Ben orucu tuttum. Þükürler olsun ki o da beni tuttu.”
17.05.2017 / Zaandam-Hollanda