-Sebep/gerekçe olarak sebîl
Peygamberin (sav) ve sahabelerin hayatýnda Tebuk Seferi’nin ayrý bir yeri vardýr. « Saatu’l-usra-zorluk zamaný » da denilen (Tevbe 9/117) bu sefer bir turnosol kaðýdý gibi imanda samimi olanlarla, gevþek olanlarý ortaya çýkarmýþtý. Zira sefer için gidilecek yer Medine’den uzaktý. Üzerine gidilecek toplum Bizans Ýmparatorluðu idi. Mevsim yaz ve çok sýcak idi. Üstelik Medine ve civarý için tam da hasat mevsimi idi. Bu þartlarda Medine’den ayrýlmak çok zordu. Bu sefer için çaðrý yapýldýðý zaman, sefere katýlmaya ya da katkýda bulunmaya gücü yeten bazýlarý çeþitli bahaneler ileri sürerek Peygamber’den izin istediler. Evlerinde kalanlarla birlikte olmayý yeðlediler. Allah (cc) böylelerini kýnýyor. Buna karþýn mallarýyla ve canlarýyla Allah yolunda yoðun çaba ve fedakârlýk gösterenleri (cihad edenleri) Cennet ve sonu gelmez mutlulukla müjdeliyor. (bkz; Tevbe 9/86-90)
Peygamber (sav) Tebuk Seferi'yle ilgili hazýrlýklarý baþlattýðýnda, çevrede Ýslâmý yeni kabul etmiþ bazý bedevî kabileler bu sefere katýlmaya karar verdiler. Bazýlarý geride býrakacaklarý kabile halkýnýn savunmasýz kalacaðýný ileri sürerek veya böylesine zor bir yolculuðun kendilerine fazla bir çýkar saðlamayacaðýný düþündükleri için bahâneler uydurarak seferberlik çaðrýsýna uyamayacaklarýný bildirdiler. Hatta Allah ve Peygamberi'ne sadâkat gösterme sözünden cayanlar Medine'ye gelip özür bildirme ihtiyacý bile duymamýþlardý. (Komisyon, TDV Kur’an Yolu, 3/75)
Müslümanlardan bazýlarý da geçerli mazeretleri veya özürlü olmalarý sebebiyle bu zor ve meþekkatli sefere katýlamadýlar. Allah (cc) onlar hakkýnda þöyle buyurdu:
« Allah’a ve Resûlüne karþý sadýk ve samimi olduklarý takdirde, güçsüzlere, hastalara ve (seferde) harcayacaklarý bir þey bulamayanlara (sefere katýlmadýklarý için) bir günah yoktur. Ýyilikte bulunan kimselerin (kýnanmasý) için de bir sebep (sebîl) yoktur. Allah, çok baðýþlayandýr, çok merhamet edendir. »(Tevbe 9/91)Ya da “onlarý cezalandýrmaya bir yol (sebîl) yoktur” demektir.
Âyette geçen sebîl sözlükte; kolay, düz yol demektir. Maddi olana da, hayýr ve konusundaki manevî olana da sebil denir. Âyette sözün böyle gelmesi; yani “onlara zarar vermek veya cezalandýrmak için hiç kimsenin baþvuracaðý bir yol (sebep, gerekçe) yoktur” manasýný vurgulamak içindir. (Abduh, M.-Rýza, M. R. el-Menar (çev.), 12/409)
Hastalar, yaþlýlýk veya herhangi bir özür sebebiyle sakat olanlar, kendilerine sefer için donaným saðlama imkaný olmayanlar Allah’a ve O’nun Elçisine karþý samimi olurlarsa, içtenlikle davranýrlarsa, fitneye meydan vermez, yani dedikodu yapýp olumsuz etki yapacak sözler söylemez ve sefere gidenlerin ailelerine güçleri yettiði kadar yardýmcý olurlarsa, ya da sâlih amel iþlemeye, yani muhsin olmaya (iyi davranmaya, iyi bir müslüman olmaya) devam ederlerse; sefere katýlmadýklarý için günahkâr olmazlar, kýnanmalarý gerekmez.
Bu; hastalýk, sakatlýk veya fakirlik nedeniyle özürleri kabul edilebilecek kimselerin bile, ancak samimi olduklarý, Allah ve Rasûlüne içten iman ettikleri taktirde baðýþlanabilecekleri anlamýna gelir. Bu sadâkat olmaksýzýn hiç kimse, sadece savaþa çaðrýldýðý zaman hasta veya fakir olduðu için affedilmeyecektir. Çünkü Allah (cc) sadece görünüþe göre hüküm vermez ve hastalýk, yaþlýlýk veya baþka bir bedeni sakatlýða müptelâ olduklarýný gösterir bir “doktor raporu” getiren herkese eþit muamele yapýp hepsini affetmez. Hüküm gününde Allah (cc) herkesin niyetine bakacaktýr.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 2/260)
Allah (cc) bu âyette gerektiði zaman Allah yolunda gerekebilecek bir seferberlik veya bir çalýþma için geçerli olabilecek mazeretleri sayýyor. Buradaki “zayýflar”, kendilerinde savaþa katýlmaya gücü olmayanlar demektir. Ýbni Abbas’a göre bunlar kötürümler, ihtiyarlar ve acizler, Beðavî’ye göre çocuklar ve kadýnlardýr. Felçli, âmalýk ve topallýk da bu zayýflýk cinsindendir. Üstelik bu gibilerin özürleri genellikle süreklidir. Hastalýk gibi mazeretler ise geçici olabilir.
“Ve savaþta harcayacak bir þey bulamayanlara sorumluluk (bir yol) yoktur”Bazýlarý sefere çýkmaya, ya da sefere çýktýklarý zaman ailelerine býrakacak bir þeyler bulamaz. Halbuki maddi imkaný olanlar hem bunlarý yapabilirler, hem de baþkalarýna infak edebilirler. Mazretleri/özürleri sebebiyle cihad görevini yapamayanlar günaha girmiþ sayýlmazlar. Tabii ki bu durum, onlar ihlaslý olduklarý süre geçerlidir.
Âyetin ikinci kýsmýnda “...Çünkü muhsinlerin (iyilik edenlerin) kýnanmasý için bir yol (sebîl) yoktur..” deniyor. Muhsin aslýnda, takvaya uygun ve dinde iyilik sayýlan amelleri iþleyen her müslüman hakkýnda kullanýlýr. “Kim muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse, onun mükafata Rabbinin katýndadýr.” (Bekara 2/112) Ýlâhi adalet iyilik edeni kat kat mükafatlandýrýr. Buna karþýn kötülük edeni ancak kötülüðü nisbetinde cezalandýrýr.
Þayet Allah yolundaki bir sefere ve cihad çalýþmasýna katýlmamak için mazeret ileri sürenler bu ihlasla baþka amellerini güzel yaparlarsa onlarý da cezalandýrmak için yollar kapalýdýr. “Zira iyiliðin karþýlýðý ancak iyiliktir.” (Rahman 55/60) Allah ise rahmeti ve maðfireti bol olandýr, her þeyi bilendir. Ýlâhi emirleri yerine getirmede özür sahiplerini bilir ve onlarý baðýþlar. (Abduh, M.-Rýza, M. R. el-Menar (çev.), 12/40-409)
Muhsin burada “öðüt dinleyen mazeret sahipleri” manasýna da gelir.” Onlarýn aleyhine bir yol (sebîl) yoktur” ibaresi; onlar için günah, vebâl, sorumluluk yoktur. Onlar azarlanmaz ve kýnanmazlar demektir. Zira onlar özür sahibidirler. (Zemahþerî, el-Keþþâf, 2/291)
Ýhsan hadisinde geçen “Allah’ý görüyor gibi ibadet etme bilinci” ile, bu âyette geçen Allah’a ve Peygamberine karþý samimi olma arasýnda bir bað vardýr. Çünkü muhsin; hem Allah’ý görüyor gibi ibadet eden, hem de iyilik ve ihsan eden, güzel davranan demektir.
Ýþte bu þekilde ihlaslý/samimi olanlara güç yetmeyen konularda kýnanmalarý için bir sebep (sebîl) yoktur.
“Burada anýlan kiþiler için tanýnan muafiyet savaþa katýlma yasaðý anlamýnda deðildir; kendilerinin istemesi ve yetkililerin uygun görmesi halinde bunlar da orduya katýlýp münasip hizmetlerde görev verilebilir.” (Komisyon, TDV Kur’an Yolu, 3/75) Nitekim bu izne raðmen bazý özürlü sahabelerin bazý savaþlara veya seferlere katýldýklarýný kaynaklar haber veriyor.
Ayette geçen “nush”, samimi olmak, yapýlan iþin her türlü aldatmadan uzak, arýnmýþ, bir nevi yürekten süzülmüþ olmasý demektir. “Nâsuh tevbe” buradan gelir. Neftaveyh adlý müfessir; “Bir þeyin nush bulmasý, onun halis, arý, duru olmasý demektir. Bir kimsenin birisine nush ile söz söylemesi, ona samimi ve ihlâlý olarak söz söylemesi demektir”diyor. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1476)
Temim ed-Dârî’den nakledildiðine göre Peygamber (sav): “Üç defa; “Din nasihattir” dedi. Biz: “Kimin için” diye sorduk, O da: “Allah'a, Kitabýna, Rasûlüne, müslümanlarýn yöneticilerine ve hepsine” diye buyurdu. (Buhârî, Ýman 42 (bâb baþlýðýnda). Müslim, Ýman/21 (95) no: 196. Ebu Dâvud, Edeb/59 no: 4944. Tirmizî, Birr/17 no: 1926. Nesâî, Bey’at/31 no:4205. Darimî, Rikâk/41. Ahmed b. Hanbel, 1/351, 2/297, 4/102, 103)
Zeyd b. Sâbit’ten þöyle rivâyet ediliyor: “Ben, Allah’ýn Rasûlü’ne gelen vahyi yazanlardan biriydim. Bir gün Tevbe Sûresini yazýyordum. Kalemi kulaðýmýn üzerine koyduðum bir sýrada (yazma iþi bittiði bir sýrada) bize savaþmamýz emredildi. Resûlüllah (sav) kendisine emredilen bu iþle meþguldü. O sýrada amâ birisi geldi ve “Ey Allahýn Rasûlü! Benim durumum ne olacak, ben körüm?” dedi. Ýþte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
Katâde’ye göre ise bu âyet Âiz b. Amr el-Müzenî hakkýnda inmiþtir. (Ýbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/164)
Takip eden âyet; aleyhlerine bir sebîl, yani bir sorumluluk, cezalandýrmaya bir sebep, bir gerekçe olmayanlar sayýlmaya devam ediyor:
“Kendilerini bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceðim bir þey bulamýyorum” dediðin; bu uðurda harcayacaklarý bir þey bulamadýklarýndan dolayý üzüntüden gözleri yaþ döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk yoktur.” (Tevbe 9/92)
Buna karþýn aleyhlerine bir yol (sebîl) olanlar, yani kýnanmayý, muaheze edilmeyi hak edenler var.Bunlar:“... zengin olduklarý hâlde senden izin isteyenlerdir. Bunlar, geride kalan (kadýn ve çocuk)larla birlikte olmaya razý oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artýk onlar bilmezler.” (Tevbe 9/92-93)
Âyet (Allah yolunda) cihad etmeye veya bu uðurda harcayacak bir þey bulamayanlarý, ya da bu yolda binek temin edemeyenleri, samimiyetlerinden dolayý övüyor. Allah (cc) onlarýn Allah ve Peygamber sevgisinde samimi olduklarýný görünce onlarýn mazeretlerini kabul buyurdu. (Ýbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/164)
Abdullah b. Abbas’tan gelen bir habere göre o bu âyet hakkýnda þöyle demiþ: “Peygamber (sav) insanlarý kendisiyle birlikte gazveye (sefere) çýkmalarý için hazýrlýk yapmaya çaðýrdýðý zaman aralarýnda Abdullah b. Müðaffel el-Müzenî olan sahabeden bir grup Peygamber’e geldiler ve “bizim için binek temin ey Ey Allah’ýn Elçisi” dediler. Peygamber (sav) (maalesef) size binek tamin edemiyorum” deyince aðlayarak geri döndüler. (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 6/445. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1476)
Vâhidî’nin kaydettiðine göre “bu âyet yedi sahabe hakkýnda indi. Onlar; Ma’kil b Yesar, Sahr b Hansa, Ensardan Abdullah b. Ka’b, Salim b Umeyr, Sa’lebe b. Ðaneme, Abdullah b. Muðaffel ve diðer bir kiþidir. Bunlar bu âyet inzal olunca Peygamber’e gelerek; “Ey Allah’ýn Elçisi! Allah (cc) seninle savaþa çýkmamýzý emretti. Bizim için binek tamin et seninle gazveye çýkalým. Peygamber (sav) onlara; “sizi bindirecek binek bulamýyorum” demesi üzerine onun yanýndan aðlayarak gitiler. Bunlar; “el-bekkâun (aðlayanlar)” diye bilinen kiþilerdir. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1476)
Tefsirci Mücahid’e göre ise bu âyet Ben-i Makarrin oðullarýndan Muakkal, Süveyd ve en-Nu’man hakkýnda nâzil olmuþtu.” (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 6/447. Vâhidî, en-Nîsâbûrî, A. Esbâbu’n-Nüzûl, s: 193)
Bazýlarýna göre ikinci âyet Ýrbâd b. Sâriye hakkýnda veya Âiz b. Amr hakkýnda, bazýlarýna göre Musa el-Eþ’ârî hakkýnda inmiþtir. Müfessirlerin çoðunluðu da bu görüþtedir. (Taberî, Ýbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 6/446. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1476)
Bu âyete göre baþta Allah yolunda savaþ olmak üzere mazeret sahiplerinden, ya da o iþi (amel) yerine getirmekten aciz olanlardan dinî vecibe (yükümlülük) düþer. Bu anlamda bedeni bakýmdan güçsüz olmakla, mal/maddî imkan açýsýndan güçsüz olmak arasýnda fark yoktur. Allah (cc) þöyle buyuruyor: “Köre güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur. (Bunlar savaþa katýlmak zorunda deðillerdir.) Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ýrmaklar akan cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu elem dolu bir azaba uðratýr.”(Fetih 48/17)
Allah (cc) hiç kimseye gücünün yeteceðinden fazla sorumluluk yüklemez. (Bekara 2/186)
Allah yoluna fiilen çýkmada veya bu yolda infak etmede samimi olduklarý halde buna güç yetiremeyenler, sefere çýkanlar gibi deðerlidirler. “Böyle, cihada katýlmak için büyük bir istek duyan, fakat gerçekten ciddi bir özür nedeniyle katýlamayan kimseleri, Allah bedenen katýlmasalar ve uygulamada bir þey yapmamýþ olsalar da savaþa katýlanlar arasýnda sayacaktýr. Çünkü onlar kendi hatalarý olmaksýzýn cihaddan geri kalýþlarýna, bir adamýn bir iþi veya yüksek bir kârý kaçýrdýðý zaman nasýl üzülürse öyle üzülürler. Allah böyle bir kimseyi görevde sayar, çünkü o ciddi bir özür nedeniyle aktif bir hizmet yapmasa da kalbi Allah yoluna hizmet etmekle meþguldür.” (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 2/261)
Nitekim Enes’den (ra) gelen bir rivâyete göre Peygamber (sav) þöyle buyurdu: “Medine’de öyle kimseleri geri býraktýnýz ki, siz ne kadar yol aldýysanýz, neyi harcadýysanýz, ne kadar vadi katettiyseniz, mutlaka onlar onda sizinle birliktedirler”. “Ey Allah'ýn Rasûlü! Medine'de bulunduktan halde nasýl bizimle beraber olabilirler?” dediler. Peygamber: “Mazeretleri (veya hastalýklarý) onlan alýkoydu.” dedi. (Buhârî, Cihad/35 no: 2839, Meðazi/82 no: 4423. Müslim, Ýmâra/48 (159) no: 4932. Ebu Dâvud, Cihad/19 no: 2508. Ýbni Mâce, Cihad/6 no: 2764. Ahmed b. Hanbel, 3/103, 160, 214, 300, 341. Ýbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/164)
Bu, yukarýdaki âyet ve benzerleri Allah yolunda olabilecek savaþ ve seferlerde özür sahibi olanlarýn aleyhlerine bir yol, bir kýnama ve vebâl olmadýðýný ortaya koyuyorlar. Bu özür ihtiyarlýk, kötürümlük, topal olma, ciddi bir hastalýk, fakirlik ve benzeri olabilir. Ancak Allah’a ve Peygambere karþý samimi, içtenlikli olmak þartýyla. (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/1476)
Yani eðer imkanlarý olsaydý Allah’ýn “sefere gitme, Allah yolunda cihad etme veya infak etme veya savaþma” emrine mutlaka uyarlardý. Ki böyleleri bir sefere veya savaþa çýkmaya güç yetiremeseler bile, kendi imkanlarý ölçüsünde, sevabýný Allah’tan bekleyerek ellerindeki imkanlarý infak ederler, emr-i bi-l ma’rýuf emrini yerine getirirler, insanlarý söz ve yazý ile hak yola davet ederler. Ýyiliðin ve hayrý yaygýnlaþmasý için karýnca kaderince çalýþýrlar.
Birinci âyetin sonunda geçen “muhsinler-iyi davrananlardan” maksat bu olsa gerektir.
Evet iþte böyleleri savaþ meydanýndan geri kaldýklarý halde eðer kalpleri Allah ve peygamberi ile beraber ise, hainlik yapmazlar ve fitne ile meþgul olmazlar. Buna karþýn savaþtan daha hafif olan görevlerini yaparlar. Müslümanlara fayda getiren baþka hizmetlerde bulunma gibi iþlerle uðraþýrlar. Böyle bir durumda onlarýn savaþtan geri kalmalarýnda bir sakýnca yoktur. Çünkü onlar güçlerinin yettiði ölçüde iyi iþler yapmaktadýrlar.
Yine savaþa katýlacak güçleri olduðu halde oraya kadar kendilerini taþýyacak binekleri olmayanlara karþý da bir kýnama ve suçlama olmaz. Çünkü onlar da imkansýzlýktan dolayý savaþa veya sefere katýlmaktan mahrum kaldýklarýna gerçekten üzülürler, öyle üzülürler ki, gözlerinden yaþlar boþanýr.
Bu gerçek cihada ve Allah yolunda savaþa karþý duyulan samimi isteðin etkili bir tablosudur. Bu görevi yerine getirmekten mahrum olmanýn gerçek üzüntünün görüntüsüdür. Bu, ayný zamanda Peygamber (sav) dönemindeki sahabe cemaatinin pratik hayatýnda görülen gerçek bir tablodur. Ýslâm iþte bu þekilde muzaffer oldu, olur. (Kutub, S. fi-Zýlâli’l-Kur’an, 3/1685)
Ayetlerin Tebuk seferi ile ilgili gelmesi hükmünün sadece Peygamber zamanýnda yaþayan sahabeler için geçerli olduðunu göstermez. “Lafzýn hususi oluþu hükmün umumi oluþuna mani deðildir” kuralýndan yola çýkarayak diyoruz ki: Bu ve diðer bütün âyetler Kur’an’ýn bütün muhataplarýný baðlar. Günümüzde de Ýslâmî davetten, emr-i bi’l-ma’ruf görevini yapmaktan, Ýslâm uðruna çaba göstermeketen (cihad etmekten), gerekirse müslümanlarýn vatanlarýný ve dinlerini korumaktan gücü yeten herkes sorumludur. Mazereti, özrü, geçerli bir sebebi olanlar hariç.
Hüseyin K. Ece
17.04.2018
Zaandam