DİNLEME AHLÂKI 1
Dinleme, duymanın bir sonraki aşamasıdır. Bir ses duyan, ona önce kulak verir, sonra dinler, sonra da anlamaya çalışır.

03/06/2011 - 12:02

a- Dinlemenin de bir ahlâkı, bir adabı vardır.

Kulak her sesi duyar, ama her sesi dinlemesi gerekmez.

Kulağa gelen her sese kulak verenler, işitme yetisini kirletirler. Duyduğu şeylerin arasında seçim yapmayanlar, duyma yeteneğini çöplüğe çevirirler.

Dinleme, duymanın bir sonraki aşamasıdır. Bir ses duyan, ona önce kulak verir, sonra dinler, sonra da anlamaya çalışır.

Anlamak burada bir anlamda kabul etmek, benimsemektir.

Öyleyse kişi bir şeyi kabul edip benimsemeden önce neyi duyduğuna dikkat etmelidir. Bunun için de iyi bir dinleme tavrı olmalıdır.

Dinleme ahlâkı anlamanın yolunu açar. Duydukları arasındaki farkı anlamayı sağlar.

Onun için dinleme ahlâkından bahsediyoruz.

Kur’an şöyle diyor:

“Tağuta ibadet etmekten sakınıp Allah’a dönenlere; işte onlara müjde vardır. O halde kullarıma müjde ver.

O kullarım ki, onlar sözü dinlerler,sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (39 Zümer/17-18)

Tağut, Allah’ın dışında ibadet edilen her şeydir. Allah’ın hükmüne mukabil hüküm koyan ve tanrılaştırılan güç odaklarıdır. (H. K. Ece, İslamın Temel Kavramları, s: 669)

Allah’ın dışında hiç bir şeyi tanrı gibi görmeyen, onlardan geldiği zannedilen ilkeleri reddeden, onlara ibadet anlamında asla itaat etmeyen; yalnızca Âlemlerin Rabbi Allah’a yönelip teslim olan, O’nun hükümlerini ölçü olarak kabul edip, ibadetini yanlızca O’na yapan insanlara ne mutlu. Gerçek en büyük müjdeye, gerçek en muazzam kurtuluşa, gerçek ve en güzel ödüle onlar kavuşacaklar.

İşte böyle olan kullar sözü/sözleri dinleyip en güzeline tabii olurlar. Böyleleri kendi hür iradeleri ile sözün en güzelini tercih ettikleri için, bu iyi niyetlerine karşılık Allah (cc) onlara doğru yola iletir.

 Ya da doğru yolu bulmaları için yetenek ve imkan verir. Doğru yolun önünü onlar için açar veya kolaylaştırır.

 

a- Bu âyetlerin nüzûl sebebi:

Bazılarına göre Zümer 17. âyet; Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Selman el-Farisi ve Ebu Zerr el-Gifarî hakkında inmiştir. Zira onlar cahiliyye döneminde bile “Allah’tan başka tanrı yoktur” derlerdi. (Vahidî, Esbabu’n-Nüzul, s: 276. Kurtubî, aynı yer)

18. ayetin iniş sebebiyle ilgili Ata isimli tefsirci diyor ki:

“İbni Abbas’tan gelen rivâyete göre bu âyet Ebu Bekr hakkındadır. Zira o, Peygambere inen her şeye inanmış, her şeyi tasdik etmişti. Cennetle müjdelenen bazı sahabeler Hz. Ebu Bekir’e geldiler ve ona Hz. Peygambere indirilenle ilgili bazı şeyler sordular. O da onlara Kur’an’la ilgili şeyleri haber verdi. Onlar da hemen iman ettiler. Bu âyet onların bu teslimiyetleri ilgili geldi. Zira onlar kendilerine ulaşan sözün en güzeline (Kur’an’a) tabi olmuşlardır. (Vahidî, Esbabu’n-Nüzul, s: 276)

İbni Kesir şöyle diyor:

Doğru olan şudur ki, bu âyet bu adı geçen iki sahabe ve onlar dışında putlara tapmaktan kaçınan, Allah’a ibadet etmeye yönelen herkesi içine alır. Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjdeler vardır. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/215)

 

a- Sözü dinleyip en güzeline uymak

İnsan kendisine çağrı yapan pek çok davet alabilir. ‘Gel gel’ diyen pek çok ses işitebilir. Her din mensubu, her ideoloji bağlısı, her cemaat müntesibi başkalarını kendi bulunduğu yola, hale çağırabilir.

Sağ duyu sahibi, akletme yeteği sağlam olan, tasavvur yetileri gelişmiş kişiler bu çağrıları duyarlar, ama en doğrusuna, en güzeline, en isabetlisine, en faydalısına uyarlar.

Ya da Kur’an’ın sözü zaten güzel, daveti haktır denilebilir. Akıl sahipleri, hakkıyla düşünenler; Kur’an’ı dinlerler ve hemen ona tabi olurlar. Böylece doğru yola iletilirler.  Zira onlar bunu hak etmişlerdir.

Burada karşımıza ‘dinleme ahlâkı’ çıkıyor. Neye kulak vermeli, nasıl vermeli, sonuçta nasıl davranmalı? Doğru olan bir şeyi duymak, onu dinlemek anlamına gelmez. Bilakis duyduğu şeyin doğruluğundan/hak oluşundan emin olan kişi onun gereğini yapar.

Burada kulak vermek; anlamak ve itaat etmek, alıp kabul etmek ve gereğini yapmak üzere harekete geçmektir.

Bu da işaret edilen dinleme ahlâkıdır.

“Sözün gücünün ve düşünceye saygının bundan daha iyi bir ifadesi olamaz.” (M. İslamoğlu, Meal, s: 914)

Söz hem güçlüdür, hem de söze dönüşen düşünce değerlidir. Bunun insana kazandırılması başlı başına bir ihsan ve nimettir. İnsanın bu yetenekle donatılması, onun kendi hür iradesiyle doğru en güzel olanı seçmesi için teşviktir. Bu maksatla yapılan her teşebbüs kıymetlidir.

Âyette geçen ‘sözü dinlemek ve en güzeline tabi olmak’; yani onu anlamak ve o sözün Allah’tan geldiğini bilmektir. Sonra da ona sımsıkı yapışmaktır. Tıpkı şu âyetteki çağrı gibi:

“... (Ey Musa) Onlara (Levhalara) kuvvetle sarıl; halkına da emret: onlar da en güzel (bir şekilde) sarılsınlar...” (7 A’raf/145) (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/216)

 “Sözün güzeli kişiyi Hakka irşad eden ve insanı samimiyete götürendir. İnsan güzel olanı sever veya ona meyleder. Bir şeyde güzellik arttıkça ona olan meyil de artar.

Burada sözün güzeline tabi olmak, hak ve doğru olanı isteme iradesidir. Ki olay hak ile batıl, doğru yol ile sapıklık arasında döner durur. Kişi güzel olanı tercih yeteneği ile hakkı tercih eder, batılı bırakır. Kişinin amacı hak ve doğru olanı seçmek ise; o sözü dinler ve hatta doğru olanların arasında daha doğru olanı seçmeye çalışır. Yanlış olanı seçmekten de korkar.”  (H. Tabatabaî, Mizan, 17/265)

İbni Abbas’a göre sözün en güzeline uymak; kötü sözü de, güzel sözü de işitip, güzel sözü konuşmak, çirkin sözden yüz çevirmek demektir.

Bir başka açıklamaya ya göre bu; başka sözleri de dinleyip Kur’an’a tabi olmaktır.

Bazılarına göre bu; azimet ve ruhsat olan emirleri işitip, azimet olanları zorluğuna rağmen uygulamaktır. (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkamu’l-Kur’an, Zümer 18. ayetin tefsiri)

Kişi her duyduğunu hemen alıp kabul etmeyecek. Duyacak, dinleyecek, ölçecek, biçecek, muhakeme edecek; ikna olduktan sonra kabul edecek. Böylece en doğruya, en güzele ulaşmaya; ya da en güzele tabi olmaya çalışacak.

          “F. Razi’ye göre bu ifade; her dini yükümlülüğü (terimin en geniş anlamıyla) kendi akılları ışığında değerlendiren ve akıllarının geçerli veya mümkün gördüklerini kabul edip akıllarına yatmayanları reddeden kişileri tasvir etmektedir. Âyet, insanın aklının sunduğu kanıtlara (hüccetul’l-akl) uymasının ve eleştirel değerlendirme (nazari) ve mantıksal çıkarımın (istidlal) bulgularıyla uyumlu sonuçlara varmasının yüceltilmesini ve övülmesini ifade etmektedir.” (M. Esed, Meal s: 940)

Âyette özellikleri anlatılan samimi kimselerin dinledikleri söz, öncelikle Allah kelâmı, Hz. Peygamber’in sözleri veya selefin görüşleri olarak da yorumlanmıştır. Sözlerin en güzeli ve doğrusu da kuşkusuz Kur’andır. (İnne esdaka’l-hadîsi kitabullah.)

“Allah sağduyu sahibi, duyduğu sözleri düşünüp taşınan ve sözlerin en güzeline uymak isteyen kimseleri doğru yola iletir. Ama düşünüp taşınmadan, körü körüne liderlerini, atalarını taklid eden, hurafelerin ağından kurtulamayan kimse, Allah’ın azap sözünü hak eder. O ezeli buyruğu gereği, kötü düşünce ve davranışlarıyla azaba girenleri Allah’tan başka kimse kurtaramaz.

Bu âyette Allah’ın, insanı belli bir sonuca mahkûm ettiği söylenmiyor. Allah’ın, iyi niyetli sözleri düşünüp, iyi bulduğu sözlere uyan sağduyu sahiplerini doğru yola ileteceği, böyle yapmayan kötü niyetli, düşüncesiz insanları da azaba uğratacağı belirtiliyor. ” (S. Ateş, Tefsir 7/539)

.........................................

 (Devamı var)

 

Hüseyin K. Ece

17.5.2011

Zaandam-Hollanda