PEYGAMBERE İHTİYAÇ VAR MI 4 |
(Herkesin peygambere ihtiyacı olduğunu on meddede anlatmaya devam ediyoruz.) |
03/04/2015 - 18:21 |
Üçüncü sebep: Din konusunda kendi hevâsından konuşmaması
Allah (cc) diğer peygamberlere vahyettiği gibi Muhammed’e (sav) de vahyettiğini haber veriyor:“Bak (ey Peygamber!), Biz Nûh'a ve o'ndan sonraki bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik: Tıpkı İbrahim'e, İsmâil'e, İshâk'a, Yakub'a ve İsâ, Eyyûb, Yûnus, Hûrun ve Süleyman dahil onların torunlarına vahyettiğimiz gibi; ve Davud'a bir ilahî hikmet kitabı bağışladığımız gibi.” (Nisâ 4/163)
Allah (cc) risalet vermek, vahyetmek, izzet ve şeref vermek, yardımcı olmak açısından peygamberler arasında ayrım yapmaz. Müslümanlara da peygamberler arasında ayrım yapmamalarını tavsiye ediyor. (Bekara 2/285)
Hz. Muhammed’i (sav) O (cc) elçi olarak seçip görevlendirdiğine göre, o kendi uygun gördüğü işleri değil, mükellef kılındığı işleri yapmak durumundadır.
Bilinen bir gerçektir ki, elçiler kendilerini görevlendiren otoritenin/devletin adına hareket ederler. Verilen vazifeleri yerine getirirler. Onları karşı tarafın yanında temsil ederler. Bir elçinin kendisine görev veren otoriteye rağmen iş tutması, işine geldiği gibi davranması, otorite adına istediği sözleri sarfetmesi mümkün değildir. Böyle bir durumda sonuç belli: İşten el çektirme, görevden alma.
Bir kimse Allah (cc) onu görevlendirmediği halde “ben Allah’ın elçisiyim”, “size Allah’tan şunları şunları getirdim” dese, Allah adına kendine ait şeyleri satmaya kalkışsa, insanları Allah adına kendi fikirlerine çağırsa; buna yalancı peygamberlik denir. Kur’an bunun “Allah’a iftira atmak” olduğunu söylüyor. Böyle yapanlara da ‘zâlim’ diyor. (En’am 6/83)
Allah’ın seçtiği, Kur’an’da adı geçen veya geçmeyen bütün peygamberler kendilerini rasûl/nebi seçen Allah’ın emrinde idiler. Onlar elçilik görevini yapmakla yükümlüydüler.
Hz. Muhammed’in (sav) görevi de farklı değildi. Onu da Allah (cc) elçi olarak seçti ve ona vahyetti. Onu insanlık için güzel örnek yaptı. Vahyin amaçlarını onun uygulamalarıyla gösterdi. İnsanın hayat imtihanını nasıl kazanacağını, dünyada ve Âhirettte nasıl mutlu (saîd) olacağını onunla insanlığa gösterdi/öğretti.
Necm Sûresinin baş tarafındaki âyetler vahiy/Kur’an ve bunun karşısında Peygamber’in rolü konusunda ebedî bir gerçeği haber veriyorlar: Muhammed (sav)vahiy konusunda kendi keyfine göre, işine geldiği gibi konuşmaz, kendi görüşü ile hareket etmez. Kur’an ona inzâl edilmiştir.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Göründüğü zaman yıldıza andolsun.
Arkadaşınız ne sapmıştır, ne kanmıştır.
Ne de kendi hevâsından (keyfinden) konuşmaktadır.
Bu (Kur’an) kendisine indirilen bir vahiyden başka bir şey değildir.
O’nu, melekeleri son derece güçlü bir (melek) öğretti.”(Necm 53/3-5)
İbnu Abbas’a göre bu sûre Peygamber’in (sav) Mekke’de müşriklere ilk meydan okuduğu sûredir.(1)
Necm sûresi yıldıza yemin edilerek başlıyor. Buradaki Necm kelimesi genellikle yıldız veya Süreyya yıldızı diye tefsir ediliyor. Bazılarına göre deâyet vahyin iniş sürecidir.“en-necmü izâ hevâ”: “Nazil olduğa zaman Kur’an’a yemin olsun” demektir.(2)
İbnu’l-Cevzî, Necmin ne olduğu konusunda beş görüş olduğunu söylüyor.Konumuzla ilgili olmadığı için bu görüşleri buraya almıyoruz.(3)
Sûre sonra da Mekkeli müşriklere;“sizin yakından tanıdığınız, arkadaşınız olan Muhammed ne sapıttı, ne de şaşırdı denilerek, onun tebliğ ettiği Kur’an’ın vahiy olduğu söylenerek yeminin cevabı veriliyor.
Buradaki hitap öncelikle “Kur'ân'ı Muhammed uydurdu” diyen Kureyş ve benzerlerinedir. Çünkü Mekkeliler “Muhammed Kur’an (dediği) şeyi kendi uydurup söylüyor” diye iddia ettiler ve onun davetine karşı çıktılar.
Allah (cc) burada Kur’an üzerine yemin ediyor ve “o, yücelerden Muhamme’de inan vahiydir” diyor. Tıpkı “felâ uksimu bi-mevâkıı’n-nücûm-Hayır, yıldızların yörüngelerine yemin ederim.” Ya da “ötesi yok, işte Kur’an’ın parçalar halinde indirilişine yemin ediyorum. Ki elbette bu, eğer farkındaysanız çok ağır bir yemindir” (Vakıa 56/75-76) âyetinde dile getirilen gerçeğe banzer. Vahyin nâzil oluşu da yıldızlar gibidir. Üçer, dörder âyetler veya sûreler halinde indi oldu.(4)
Bu durumda âyet; “vahyin aşama aşama inişi şahit olsun veya yücelerden inen vahyin gözler önüne serdiği (hakikat) şahit olsun” şeklinde de anlaşılabilir.(5)
Burada Mekkelilere hitaben “sahibiniz” tabirinin kullanılmasında özel bir anlam vardır. Zira ‘sahip’ kelimesi; daima sohbette bulunan, arkadaşlık edip koruyan, yani “hâmi” mânâlarına gelmektedir.
Bu nedenle bu âyet şöyle de anlaşılabilir: “Şimdiye kadar sohbetinde bulunarak çok iyi tanıdığınız, aklına ve doğruluğuna güvendiğiniz (el-Emin dediğiniz), size hak yolunu göstermek isteyen arkadaşınız ne yolunu şaşırdı,ne de aklını. Ne aldanır, ne de aldatılır. O, ne sihirbaz, ne kâhin, ne de mecnûndur”.(6)
Âyette geçen ‘dalâlet’ hidâyetin, ‘ğayy’ da rüşdün zıddıdır. ‘Dalâlet’, hidâyetten sapmak, ‘ğayy’, aklı başında olmamak, isabetli olanı yapmamak, bile bile gerçeğin dışına çıkmak demektir. ‘Dalâlet’, kişinin kendisini maksada ulaştıracak yolu bulamaması, ‘ğayy’ da, kişi için kendisini maksadına ulaştıracak bir yolun olmamasıdır. Doğru yoldan sapmayı anlatmak konusunda dalâlet ğayy’dan daha fazla kullanılır.(7)
Mekkeli müşriklerin yakından tanığı, arkadaşları gibi bildikleri Muhammed (sav) haktan ve hidayetten sapmadı. Batıl ve saçma bir şey konuşmaz. Davet konusunda cahil, aklı başında olmayan biri değildir.(8)
Onun Kur’an/vahiy konusundaki konuşmalarıkendi hevasından, kendi kafasından değildir. Kur’an adına ne konuşuyorsa Allah’ın ona vahyettiğinden başkası değildir.(9)
“İn huve illavahyun yûhâ’daki hüve-o zamiri Kur’an’a gider. Yani onun tebliğ ettiği Kur’an âyetleri kendi sözü değil, kendisine vahyedilen ilâhi sözlerdir.(10)
Bu âyetle ilgili olarak Elmalılı şöyle diyor:
“O, hevâdan (nefsinin arzularına göre) da konuşmuyor. Onun konuşması, özellikle Kur'ân kelâmını söylemesi kendi görüş ve arzusundan, gönlünün meyli ve ona olan sevdasından kaynaklanmaz. O, öyle sırf kendisine ait bir söyleyiş değildir. Şu halde Hz.peygamber de ne bir şâirdir, ne de kendi keyf ve arzusuna göre hüküm vermek isteyen ehl-i hevâ (kendi isteğine göre yaşayan)lardandır.
“O, yani Kur'ân veya onun lafzi söylenişi, ancak bir vahiydir”. Orada vahyin dışında bir söz yoktur. O, yalnız vahyolunur. Yani bunlar ancak, Allah tarafından kendisine vahiy ve tebliğ edilmek suretiyle bilinip söylenebilir.”(11)
Kur’an’ın iniş sürecinden itibaren, o gün, tarih boyunca ve bugün bazıları öyle zannetse de, Kur'an'ı hz. Muhammed(sav) uydurmadı ve yazmadı. Onu kendi çıkarları ve hedefleri için ortaya atmadı. (Hz. Muhammed Kur’an’ın yazarı değildir.)
O (sav), elçiliğini peygamber olma hevesiyle değil, Allah (cc) kendisini seçtiği ve risâleti tebliğ etmesini buyurduğu için ilan etmiştir. Dolayısıyla O, insanları bir Allah elçisi sıfatıyla davet etmektedir.(12)
Ayet, Kur’an’ı kendisi uydurdu diye iddia edenlere diyor ki: “Yani arkadaşınız Muhammed (sav) akıllı bir insandır, şaşkın değildir; doğru yoldadır, sapık değildir; samimidir, kötü niyetli değildir; Hak'tan, yani Allah'tan aldığı gerçeği size duyuruyor. Kuruntulu, uydurmacı veya iftiracı değildir. Size mesaj iletirken havadan konuşmuyor. Söyledikleri, kendisine indirilmiş bir vahiydir. O doğru ve güvenilir bir aracı sıfatı ile kendisine gelen vahyi size duyurmaktadır.”
Bu vahyin taşıyıcısı belli, hangi yoldan geldiği belli, nasıl bir çizgi izlediği bellidir. Peygamber bu vahyin izlediği yolu gözleri ile kalbi ile görmüştür. Bu konuda kuruntuya kapılmış ya da aldanmış, yanılgıya düşmüş değildir.(13)
“O’nu (Kur’an’ı) ona, melekeleri son derece güçlü bir (melek) öğretti.”(Necm 53/3-5)
Müfessirlerin bir çoğuna göre Kur’an’ı Peygamber’e öğreten üstün yeteneklere sahibi vahiy meleği Cebrail’dir.(14)
Burada şöyle deniyor: Ey Mekkeliler, ey insanlar, vahiy meleği vahiy meleği Cebrail Allah’ın izniyle Kur’an’ı Muhammed’e (sav) öğretti. Zira o Allah’ın izniyle vahyi ona öğretecek donanıma sahipti.
Allah’tan gelen vahiy bir hakikat olduğu gibi aynı zamanda bir ‘ilim’dir. (Bekara 2/120, 145. Âli İmran 3/19, 61. Ra’d 13/37 ve diğerleri) Son Elçiye de bu ilmi vahyeden de Allah’tır. Kur’an, genel bir ifade olsa da bir yerde Allah’ın Kur’an’ı öğrettiğini söylüyor.
Kudreti sonsuz olan “Rahman (Allah), Kur'ân'ı öğretti.” (Rahmân 55/1-2) Ancak başka âyetlerde Cebrail’in vahiy meleği olması dolaysıyla Kur’an’ı Peygamber’in kalbine indirdiği anlatılıyor.
“De ki: “Allah'ın izniyle Kur'ân'ı, kendinden öncekini doğrulayıcı ve inananlara yol gösterici ve müjdeci olarak senin kalbine indirdiği için, kim Cebrail'e düşman olur?”(Bakara 2/97).
“De ki: Onu Rûhul-Kudüs (Cebrail) Rabbinden hak (ve hikmet) gereğince indirdi.”(Nahl 16/102).
“Onu, er-Rûhu'l-Emin (Cebrail) indirdi.”(Şûarâ 26/193)
“Yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder..."(Şûrâ, 42/51)
Bu âyetlere göre vahyi getiren elçi Cebrail olduğuna göre Kur’ân’ı da öğretenin o olduğu anlaşılır.
İbnü Abbas’tan gelen bir rivâyette Kur’ân’ı öğretenin Allah olduğu ifade edilmiş ise de, Aişe’den (r.anha) yapılan bir nakle göre söz konusu âyetteki öğretici, Cebrail olarak tefsir edilmiştir. Lafzın zahirî anlamı da bu görüşe daha yakın olduğundan tefsircilerin çoğu, bu mânâyı tercih etmişlerdir. Burada ayrıca bazılarının “Ona (bunları) bir insan öğretiyor..."(Nahl 16/103) iddia edenlerin sözüne de bircevapsözkonusudur.(15)
Müthiş güçleri olan, üstün yetenekli melek Cebrail Mekkelilerin yakından tanığı emin bir kişiye vahyi öğretti. O da insanları bu vahye davet etti.
Muhammed (sav) eğer din konusunda işine geldiği gibi konuşsaydı, ne davetinde bu kadar başarılı olurdu, ne de onun daveti asırları ve kıtaları aşıp bugüne sağlam bir şekilde gelirdi. Davetine karşılık dünyalık çıkar, saltanat ve lezzet elde etmeye çalışırdı. Yaptığı iş kendisiyle sınırlı kalır, çoğu zaman başkasını ilgilendirmezdi. Zira kötü niyetli insanların çıkarları her zaman farklı olur ve mutlaka birbiriyle çatışır.
Ama mesele hakikat olunca iş değişir. Hakikate davetin olduğu yerde çıkar, istismar, dünyalık hedef, makam ve kişisel hakimiyet söz konusu olmaz. Zira Hakikatin hatırı bütün bu deni hedeflerden çok daha büyüktür.
Kur’an, Peygamber’in (sav) din konusunda kendi hevâsindan, yani işine geldiği gibi konuşmadığını, Allah’ın kendisine indirdiğini tebliğ ettiğini farklı ifadelerle vurguluyor.
“De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlah'ınızın, sadece bir İlah olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiç birşeyi ortak koşmasın.”(Kehf 18/110. Birbenzeri: Enbiya 21/108)
“De ki (ey Peygamber:) “Ben size ‘Allah'ınhazineleri bendedir!’ demiyorum; ne insan idrakini aşan şeyleri bildiğimi söylüyorum ve ne de size ‘Ben birmeleğim!’ diyorum: Ben sadece bana vahyedileni yerine getiriyorum”. De ki: “Hiç gören ile görmeyen birolur mu? Siz düşünmezmisiniz?”(En’am 6/50 Birbenzeri: Ahkaf 46/9. Yunus 10/15.A’raf 7/203))
“Biz, onlara vadettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya (ondan önce) seni öldürürsek de sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.” (R’ad 13/40)
“(Ey Resulüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.”(Nahl 16/82. Ayrıca bakınız: Yûnus 10/2. Nahl 16/44, 64. Şura 42/7. Fatır 34/31)
Bu zatenresûl/nebiolmanıntabiatındaolanbirşey. Peygamberkendisinevahyedileniöncekendisiuyacak, sonra dabaşkalarınaolduğugibiiletecek, anlatacakveöğretecek. Bukonudakendigörüşü, kenditercihisözkonusudeğildir.
Şuâyettesöylediğigibi:
“(Resulüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.” (Yûnus 10/109.BirbenzeriAhzâb 33/2)
İlgili âyeti tekrar hatırlayalım:“O hevâdan konuşmaz. O Kur'an kendisine vahyedilen bir vahiyden başka değildir.”
BunakarşınElçikendiliğinden Allah adınayanlışbirşeyyapsaydı, kendisözleriniAllah’ınsözleridiyesunsaydı, vahyekendigörüşlerinikatsaydı; ne olurdu? Cevabıaşağıdakiâyetveriyor:
“Eğer Muhammed, bize karşı ona bazı sözler katmış olsaydı. Biz onu kuvvetle yakalardık, Sonra onun şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.”(Hakka 44-47)
Bu âyet gerçeği daha açık bir şekilde ortaya koyuyor. Hz. Muahmmed’in (sav) misyonu elçilikti. O ne kendiliğinden peygamberlik iddia etti, ne de keyfine göre hareket etti. Bu âyete göre zaten edemezdi.
Durum böyle olunca da Hakikati böyle bir Elçi’den öğrenmek elzemdir. Herkesin doğru yolu bulma, kulluk (ibadet) etme ve dünya imtihanı açısından böyle bir elçiye ihtiyacı vardır.
Bu bağlamda akla şöyle bir soru gelebilir: “Peygamber'in (s.a) tüm sözleri ve yaptıkları vahiy midir? Değilse onun Peygamber olarak sözlerinin ve davranışlarının dinde yeri ve bağlayıcılığı nedir?”
(Devamı var)
Hüseyin K. Ece
28.03.2015
Zaandam/Hollanda
(1) el-Bağdadî, M. B. İ. Tefsiru’l-Hâzin, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmıyye, Beyrut 2010, 4/203
(2) Taberî, M. b. C. Tefsir, DâruKütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1426-2005, 11/503-504. Tabâtabâî, M. H. el-Mizan, Dâru’l-Kütübi’l-İslâmiyye, Tahran 1362, 19/26
(3) İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, DâruİbnHazmBeyrut 1423-2003, s: 1360. Benzerigörüşleriçin Bak.: el-Bağdadî, M. B. İ. Tefsiru’l-Hâzin, 4/203
(4) Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmıyye, Beyrut 1424-2003, 3/289
(5) İslamoğlu, M. HayatKitabıKur’an, DüşünYay. İstanbul 2008, 2/1054
(6) Taberî, M. b. C. Tefsir,11/504. Zamahşerî, Ö. b. M. El-Keşşâf, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1415-1995, 4/408. Elmalılı, H. Y. Hak DiniKur’an Dili, (sad.) Azim-İstanbul T. yok, 7/289
(7) el-Bağdadî, M. B. İ. Tefsiru’l-Hâzin, 4/203
(8) Şevkânî, M Ali b. M. Fethu’l-Kadîr, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad 1422-2001, s: 1659. el-Bağdadî, M. B. İ. Tefsiru’l-Hâzin, 4/203
(9) Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’an, DâruİbniHazm, Beyrut 1425-2004, 2/2922. İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, s: 1360
(10) Taberî, M. B. C. Tefsir, 11/504
(11) Elmalılı, H. Y. Hak DiniKur’an Dili, (sad.) 7/289
(12) Mevdûdî. E. Tefhimu’l-Kur’an, Türkçesi: Kurul,İnsanYay. İstanbul 1991, 6/12
(13) Kutub, S. fi-Zilâli’l-Kur’an, Dâru’ş-Şuruk, Kahira1417-1996, 6/3406
(14) Mesela; Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, 3/289.Taberî, M. b. C. Tefsir,11/504. Şevkânî, M Ali b. M. Fethu’l-Kadîr, S: 1659. el-Bağdadî, M. b. İ. Tefsiru’l-Hâzin, 4/203. Zamahşerî, Ö. b. M. El-Keşşâf, 4/408. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 2/2922. Kutub, S. fi-Zilali’l-Kur’an, 6/3406
(15) Elmalılı, H. Y. Hak DiniKur’a Dili, (sad.) 7/291 |