Ahd Ne Demektir?
Misak kavramýnýn anlamdaþý olan ‘ahd’; sözlükte, bir þeyi her durumda koruyup gereðini yerine getirmek, talimat vermek, söz vermek demektir.
‘Ahd’, isim olarak; gereði yerine getirilen þey, emir, taahhüt, yükümlülük, verilen söz demektir. “Ahd”, bir þeyi tavsiye etmek, ya da yapmaya söz vermek manasýna da gelir. Bu tek yanlý olabileceði gibi ki- þiler arasý karþýlýklý da olabilir.
“Ahd”de hem yemin, hem de kesin söz verme an- lamý vardýr. Bu bakýmdan “yemin”, ahdin dinî tara- fýný, söz verme de ahlâkî yönünü oluþturur.
Ahd’in en önemlisi Allah’a ait olandýr. Allah’ýn ahd’i ise öncelikli olarak insanlarýn ‘kâlû belâ’da O’nunla yaptýklarý anlaþmanýn gereðidir. Bu an- laþmanýn (mukavelenin) bazý maddelerinin olma- sý doðaldýr. Kur’an bu maddeleri zaman zaman farklý âyetlerde insanlara hatýrlatýyor.
Bu mukavele (ahd) akýlla idrak edilir, ilimle (ma’rifetle) bilinir ve imanla yerine getirilir. Bu ezelî sözleþmeye uymanýn sonucu da Allah’a karþý takvalý olma kazancýdýr. Allah’ýn ahd’i, bazen ak- lýmýza koyduðu düþüncelerle, bazen Kitabý’nda ve Rasûlü’nün Sünneti aracýlýðýyla bize emretti- ði þeylerle, bazen de bize emredilmediði halde
-adak gibi- bizim onu üstlenmemizle olur.1
Kur’an’ýn ifadesine göre insanlar, Allah’tan baþ- ka rabb/ilâh tanýmayacaklarýna, yalnýzca O’na kulluk yapacaklarýna söz verdiler. Zaten insanýn yaratýlýþýnýn amacý da budur. Allah (c.c.) pek çok peygamber göndererek insanlara bu ahd’lerini hatýrlatmýþ, görevlerini onlara öðretmiþtir. Bunun yanýnda Allah (c.c.) ahd’ini yerine getirenlere üs- tün mükâfatlar söz vermiþtir. Zaten verdiði sözü (ahd’i) tam anlamýyla Allah’tan baþka kim yerine getirebilir ki? (Tevbe 9/111. Bakara 2/40)
Ahd etmek, yani bir þeyi yerine getirmeye söz vermek, sorumluluðu gerektirir. Kur’an, Allah’ýn elçisine vahyedilen ve dini özü olan güzel ahlâk örneklerini sýraladýktan sonra ahidlerin yerine ge- tirilmesini emrediyor. (Ýsrâ, 7/34)
Mü’minler iman etmelerinin bir gereði olarak bi- rine söz verdikleri, anlaþma yaptýklarý, vaadleþtik- leri (randevü verdikleri) zaman gereðini yaparlar. (Bakara, 2/177)
Ahd’e baðlýlýk açýsýndan insanlar Allah’ýn huzu- runda iki kýsma ayrýlýrlar.
Birinci grupta olanlar verdikleri ahd’i yerine geti- rirler. Birine ahd (söz) verdikleri zaman buna uyar- lar. Bu ahd’in Allah’a ve insanlara verilmesi açý- sýndan farký yoktur. “... Söz söylediðiniz zaman, yakýnlarýnýz dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiðiniz sözü tutun. Ýþte Allah size, iyice dü- þünesiniz diye bunlarý emretti.” (En’am, 6/152. Ah- zab 33/23-24. Mü’minûn 23/8. Meâric 70/22-35. v.d.) Zira yapýlan ahd’i (akiti) yerine getirmek tak- valý olmanýn (sorumlu davranmanýn) sonucudur. (Bakara 2/177. Âl-i Ýmran, 3/76)
Ýkinci grupta olanlar ise ahd’lerine sadâkat gös- termezler, vefalý davranmazlar. Böyleleri “kalu belâ-ezelî sözleþme”de verdikleri ahd’e uymazlar, yani fýtratlarýnda olan yaratýlýþ ahd’inin gereðini de yapmazlar. Böyleleri Allah’a ve insanlara karþý verdikleri sözleri de yerine getirmezler.
Bunlar Kur’an’ýn münafýk, fâsýk ve inkârcý dediði kimselerdir.
Eðer insanlar Allah’a karþý verdikleri ahd’i (kulluk yapma görevlerini) yerine getirirlerse ve insanlar arasýnda yaptýklarý anlaþmalara uyarlarsa, verdik- leri sözlerde dururlarsa; Allah (c.c.) onlara verdi- ði ahd’i yerine getirecek, onlara hakk ettikleri mükâfatý verecektir. (Bekara 2/40) Böyleleri artýk sâdýk kimse olurlar.
Ýman bir ahidleþme, inkâr ise bu ahd’i bozmadýr. Mü’minler Allah’ýn ahd’ine vefa gösteren sadýk- lar; inkârcýlar, münafýklar ve fâsýklar ise bu ahd’e uymayan vefasýzlar, sadâkatsizler ve döneklerdir. Ýnsanlarýn hepsinin Allah’ýn onlarý yarattýðý fýtrata, içlerine konulmuþ olan yaratýlýþ bilincine, Allah’a iman ve ibadet etme kabiliyetine baðlanmalarý gerekirken; kimileri bu gerçeðe ve ilâhî uyarýlara raðmen doðru yoldan çýkmakta, verdikleri ahd’i bir tarafa atmaktadýrlar. Ýþte böyleleri yoldan çýk- mýþ fâsýklardýr. “Biz onlarýn çoðunda, sözünde durma diye bir þey bulmadýk. Ama gerçek- ten onlarýn çoklarýný yoldan çýkmýþ kimseler bulduk.”(A’raf 7/102. Bir benzeri: Bakara 2/27)
Bakara Sûresi 27. âyete göre fasýklar:
Allah’la olan ahd’lerini bozarlar. Yaratýlýþlarýnda bulunan fýtrata yönelmezler. Allah’a söz verdikleri ve bütün benlikleri bu gerçeðe þahit olduðu hal- de O’ndan baþka ilâhlarýn peþine giderler. Sözle- rinden cayarlar. Allah’ýn birleþtirilmesini emrettiði þeyleri keser- ler. Allah’la ve O’nun emirleri arasýndaki baðý, pey- gamberlerle gelen ilâhî belgeler ve onlara baðlýlýk arasýndaki baðý koparýp atarlar. Yeryüzünde bozgunculuk yaparlar, fitne çýka- rýrlar. Onlar öncelikle yeryüzünün ve insan toplu- munun düzenini saðlayacak olan Ýslâm’la ve onun inanç sistemiyle mücadele ederler. Ýslâm’ýn getir- diði ahlâk ölçülerinin yaþanmasýna engel olurlar. Böylece Kur’an’ýn fesat dediði ortamlarý hazýrlarlar.
Bu özellikleri taþýyanlar ve ahd’lerine vefa göster- meyenler büyük zarara uðrayacaklar.
“Allah'a verdikleri sözü kuvvetle pekiþtirdik- ten sonra bozanlar, Allah'ýn riayet edilmesini emrettiði þeyleri (akrabalýk baðlarýný) terk edenler ve yeryüzünde fesat çýkaranlar; iþte lânet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarýndýr.” (Ra’d 13/25)
Kur’an’da Ahdin Çeþitleri
Kur’an’da üç türlü ‘ahd’ ile karþýlaþýyoruz:
1-Allah ile insanlar arasýndaki ahd (ilk sözleþ- me)
Ne zaman, nerede ve nasýl gerçekleþtiðini söy- lemese de, Kur'an'ýn haber verdiðine göre Allah (c.c.), bütün insanlardan bir ahid (söz) almýþtýr.
“Hani Rabbin, Âdemoðullarýnýn sýrtlarýndan zürriyetlerini (soylarýný) almýþ ve onlarý ken- di nefislerine karþý þahidler kýlmýþtý: ‘Ben si- zin Rabbiniz deðil miyim?’ (demiþti de) onlar: ‘Evet (Rabbimizsin), þahid olduk’ demiþlerdi. (Bu), Kýyamet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir.
Yahut ‘(ne yapalým) daha önce babalarýmýz (Allah’a) ortak koþtu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduðumuz (için öyle) yaptýk. (Gerçekleri) iptal edenlerin yüzünden bizi helâk mi ediyorsun?’ demeyesiniz diye (sizin Rabbiniz olduðum hakkýnda sizleri þahit tut- muþtum)” (A’raf , 7/172-173)
Rabbimiz Kur’an’da bu konu hakkýnda yukarýdaki âyetlerden baþka bilgi vermiyor. Böyle bir misak (söz alma) olayý ne zaman ve nerede gerçekleþti? Ruhlar insanlardan önce yaratýldý da soru onlara mý yöneltildi? Bu misak olayý ilk insan olan Hz. Âdem’in þahsýnda bütün insanlýðý içine alacak þekilde mi oldu? Hz. Âdem’in yaratýlmasý ayný zamanda insanlýðýn yaratýlmasý anlamýna gelirmi? (A’raf 7/11) O’nun verdiði söz, bütün çocuklarý içinde mi geçerlidir? Bilmiyoruz.
Bu mesele aslýnda fýtrat ve inanç meselesidir. Kur'an bunu kendine ait bir uslupla ortaya koyu- yor. Bu eþsiz sahne gayb âleminin gizliliklerinden, Kur'an'ýn birkaç cümlesiyle insanlara aktarýlýyor. Görünen âleme gelmeden önce âdemoðullarýnýn belinde gizlenmiþ olan, Rabbin kudretelinde bulunan cansýz zerreciklerin ortaya koyduðu bir manzara gösteriliyor.
Ýnsan, kendine ait en küçük parça olan hücreyi ve onun yapýsýný, içinde saklanýlan hayatý, o hücre- lerin taþýdýðý gizemlikleri düþündüðü zaman bu sahnenin büyüklüðünü daha iyi anlýyor. Ýnsanoð- lu henüz bir zerre iken, gözle görünmeyen bir hücre halinde iken Allah'ýn hitabýna kavuþuyor. YüceYaratýcý, o hücreye hem ne yapacaðýný, yani fýtratýný öðretiyor, hem de fýtratýn bir gereði olarak Rabbini tanýmaya söz vermesini istiyor.2
Bazýlarýna göre fýtrattan maksat Allah'ýn Âdem'in neslinden, dünyaya gelmeden önce iman ettiði- ne dair aldýðý ikrar ve mîsâktýr.
Ýnsan belli bir zamandan önce bir hiç iken, doðal üreme yoluyla dünyaya geliyor ve geliþim göste- rerek insan halini alýyor. Bu olay tamamen kendi iradesi dýþýnda Allah’ýn takdiri, tedbiri ve kudre- tiyle oluyor. Ýþin bu aþamasýnda insan, yaratýcýya karþý itiraz edemiyor. Bu dönemde ne inkâr vardýr, ne de nankörlük. Herkes bu noktada fýtrat kanuna baðlý olarak geliþir.
Bu geliþim süreci boyunca insan Rabbinin ka- nununa uyuyor. O'nun emrinin dýþýna çýkmýyor, yalnýz O'ndan yardým ve destek görüyor. Bütün benliði de bunun böyle olduðuna þahitlik ediyor. Hz. Âdem'den beri bütün insanlar Rabbinin ken- dilerine verdiði bu fýtratý, bu doðal geliþimi kabul etmekle, Rabbi ile kendi arasýndaki fýtri sözleþme- yi yapmýþ olurlar. Bir anlamda herkes bu doðal sözleþmeye imza atmýþ olarak doðar.3
Âyetler Allah’ýn yüce kuvvetine dikkat çekmekte, O’nun gücünün insan fýtratýna nasýl yansýdýðýný ortaya koymaktadýr. Âyette bahsedilen‘misak ola- yý’ karþýlýklý bir sözleþmeden çok, Yüce Yaratýcý’nýn insanýn içine yerleþtirdiði fýtrattýr. Yaratýlýþta olan inanma, kulluk, Allah’a ihtiyaç duyma, O’nun Rabliðini tanýyabilme kabiliyetidir. Allah’ý tanýma, O’na inanýp teslim olma karmakarýþýk, zor ve taham- mül edilmez bir þey deðil, fýtratýn tabii sonucudur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) bütün insanlarýn Ýslâm fýtratýyla, yani Ýslâm’ý kabul edebilecek bir karakterde yaratýldýðýný haber vermektedir.4
Allah (c.c.) insana akýl ve basireti (uzak görüþlülü- ðü) doðuþtan verir. Bunlar için de iç dünyasýnda ve insan varlýðýnýn dýþýnda (evrende) sayýsýz delil- ler (âyetler) var eder. Böylece insaný mükemmel bir þekilde donatýp kendi Rabliðini bilmeye yönel- tir. Ýnsanlar da doðuþtan sahip olduklarý bu dona- nýmlarla, Allah'ý tanýmaya yönelirler.5
Nitekim Allah (c.c.):
“Yere ve göðe 'gelin' dediði zaman her ikisi de isteyerek veya istemeyerek emre uydular” (Fussilet 41/11) âyetinde emrini beyan etmiþtir.
Þ. Iþýk, ‘fýtrat’a yüklenilen anlamlarý sýraladýktan sonra, bunlarýn içerisinde en makul olaný þudur diyor: “Fýtrattan maksat Allah’ýn Hz. Âdem’in neslinden, dünyaya gelmezden önce iman ettiðine dair alýnan ikrar ve misaktýr. Bundan dolayý insan, yaratanýný tanýma eði- limi, ruh temizliði ve bunun gibi yeteneklere sahiptir.6
Kur’an’da anlatýlan ilk ahit (ezelî sözleþme), bize hem Allah’ýn yaratýlýþa müdahalesini, hem de insan bünyesine yerleþtirilmiþ olan fýtrata yani insanî özelliklere dikkat çekiyor. Burada da sünnetullah’ýn iþlediðini görmek mümkün. Ýba- det etmesi için yaratýlan insanýn yapýsý buna göre dizayn ediliyor, diline veya özüne, ruhuna ve doðal yapýsýna bu görevi yerine getirebilecek kabiliyetler yerleþtiriliyor, akýl, þuur ve vicdan gibi imkânlarla donatýlýyor.
Ýnsan, Allah’tan baþka Rabb tanýmayacaðýna, O’ndan baþkasýna kulluk etmeyeceðine dair ‘ahd- misak’ vermiþtir. Ya da Allah (c.c.) ona bu önemli talimatý-emri bildirmiþtir.
Kur’an bu gerçeðe þöyle iþaret etmektedir:
“Ey Âdemoðullarý! ‘þeytana ibadet etmeyin, o
sizin apaçýk düþmanýnýzdýr’, Bana ibadet edin, doðru yol budur’ diye size ‘ahd’ vermedim mi?” (Yâsîn, 36/60-61)
Allah ile peygamberler arasýnda gerçekle- þen ahd
Allah (c.c.), “Urvetü’l Vüska” olan hidâyetini an- cak peygamberler aracýlýðýyla insanlara ulaþtýrýr. Allah, bütün peygamberlerden, ‘kendilerine vah- yedilenleri insanlara ulaþtýrmalarý konusunda’ söz almýþtýr.
“Hani, Allah peygamberlerden, “Andolsun, size vereceðim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doðrulayan bir peygamber geldi- ðinde, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardým edeceksiniz”diye söz almýþ ve “Bunu kabul ettiniz mi; verdiðim bu aðýr gö- revi üstlendiniz mi?” demiþti. Onlar, “Kabul et- tik” demiþlerdi. Allah da, “Öyleyse þahid olun, ben de sizinle beraber þahit olanlardaným”de- miþti.” (Âl-i Ýmran, 3/81. Bir benzeri: Ahzâb 33/7)
Allah (c.c.), insanlara emir ve yasaklarýný, yani hü- kümlerini onlarýn arasýndan seçtiði elçileri aracýlý- ðýyla göndermiþtir. O, bu seçtiði elçilerden ‘elçilik görevinizi yerine getirecek sizin’ diye söz almýþtý. Bir kaç âyette bu ahd’in örneklerini görüyoruz.
“… Ev’imi (Kâbe’yi) tavaf edenler, itikâfa çeki- lenler, rükû’ ve secde edenler için temizleyin’ diye (Ýbrahim’e ve Ýsmail’e) ahd verdik.” (Baka- ra 2/125. Ayrýca bkz: A’raf 7/134. Tâhâ 20/115) Bu âyetlerdeki ‘ahd’, emir, buyruk ulaþtýrma veya tali- mat þeklinde anlaþýlmýþtýr.
Allah ile Ýsrailoðullarý arasýnda gerçekleþen ahd
Ýsrailoðullarý Allah’ýn emirlerine uyacaklarýna, Peygamberi dinleyeceklerine dair, Allah’a söz ver- miþlerdi. Ancak sözlerinde durmadýlar ve ahidle- rini bozdular.
“Ey Ýsrailoðullarý! Size verdiðim nimeti hatýrla- yýn. Bana verdiðiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiðim sözü yerine getireyim. Yalnýz benden korkun.” (Bakara 2/40)
Allah’ýn Ýsrailoðullarýndan itaat etmeleri, namazý kýlýp zekâtý vermeleri, iyiliði emredip kötülükten alýkoyma, Peygamberlere, özellikle Tevrat’ta gele- ceði haber verilen Ümmi Peygamber’e ve ona in- dirilen Nur’a iman konusunda söz aldýðýný, buna karþýlýk da onlarýn geçmiþ günahlarýný affetmeyi, dünya ve âhiret mutluluðu vermeyi vaad ettiðini Kur’an haber veriyor.7
Ahd-Misak Ýliþkisi
Misak, ‘vesika’ veya ‘vesüka’ fiilinden türemiþ bir kelimedir. Fiil kökü, güvenmek, saðlam olmak, saðlam tutmak, saðlama baðlamak anlamlarýna gelir.
Türkçede, belgeledi, saðlamlaþtýrdý, saðlama bað- ladý anlamýna gelen ‘tevsik etmek’ kelimesi ile belge, isbat anlamýna gelen ‘vesika’ ayný kökten türemiþtir.
Yine ayný kökten gelen‘sika’; güvenmek, inanmak, güvenilir, ‘vüska’; saðlam, güvenilir demektir.
‘Misak’: kendisiyle baðlanýlan söz, yeminle pekiþ- tirilmiþ, yapýlan ve mutlaka yerine getirilmesi ge- reken andlaþma (akit) demektir. Bu bir çeþit, sözü, anlaþmayý saðlam bir baðla baðlamaktýr. Yemin ve taahhüt (söz verme) ile pekiþtirilmiþ anlaþmadýr.
Misak Kur’an’da, Allah ile kullarý arasýndaki anlaþ- mayý (ahidleþmeyi) ifade etmek üzere kullanýl- maktadýr.
Allah (c.c.)’ýn insanla ‘misaklaþmasý-ahidleþmesi’ iki þekilde olur:
Misak konusu olan þeyi, bir yaratýlýþ gereði ola- rak fýtratýmýza yerleþtirmesi þeklinde.
Vahy ve peygamberler aracýlýðýyla, misak yapý- lan konularý bildirmesi þeklinde.
Allah ile “misak” yapan insan, dünya hayatýnda verdiði sözün arkasýnda durursa, ahdine sâdýk olursa kazanýr. Aksi halde kaybedenlerden olur.
Kur’an, misaklarýna uymayanlarý þöyle tehdit ediyor:
“Onlar ki, misakla baðlandýktan sonra Allah’a verdikleri ahd’i (sözü) bozarlar. Allah’ýn bitiþti- rilmesini emrettiði þeyi keserler ve yeryüzün- de bozgunculuk yaparlar (fesat çýkarýrlar). Ýþte zarara uðrayanlar bunlardýr.” (Bakara, 2/27)
Kur’an Ýsrailoðullarýndan alýnan sözü Bakara 4. âyette ahd ile anlatýrken beþ âyette ‘misak’ ile an- latýyor. Mesela:
“Vaktiyle biz, Ýsrailoðullarýndan: Yalnýzca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakýn akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edecek- siniz diye söz (misak) almýþ ve ‘Ýnsanlara güzel söz söyleyin, namazý kýlýn, zekâtý verin’ diye de emretmiþtik. Sonunda azýnýz müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.”
“Hani, Birbirinizin kanýný dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarýnýzdan çýkarmayacaksýnýz” diye de sizden kesin söz (misak) almýþtýk...” (Bakara 2/83-84. Ayrýca bkz: Bakara 2/63. Mâide 5/12-13. A’raf 7/169)
Misak, ayný zamanda belli konularda yapýlan an- laþmalarý da ifade eder. Bu misak, ister Allah ile, ister Peygamber ile, isterse baþka insanlar ile ya- pýlmýþ olsun, yerine getirilmesi gerekir.
Misak, Allah’ýn insanlara bildirdiði pekiþtirilmiþ ahd’dir. Kur’an bazen her iki kelimeyi birlikte kul- lanmakta ve misaklarýna uyanlarýn ahlâklarýndan örnekler sunmaktadýr. Misaklarýný (verdikleri her türlü sözü) yerine getirenler ayný zamanda ‘ulü’l elbâb-akýllý ve temiz vicdanlý’dýrlar.
“Onlar, Allah'ýn ahdini yerine getirirler, (misa- ký) anlaþmayý bozmazlar. Onlar, Allah’ýn riâyet edilmesini emrettiði haklara riâyet eden, Rab- lerine saygý besleyen ve kötü hesaptan kor- kanlardýr.” (Ra’d, 13/20-21)
Ahd-Akd Ýliþkisi
“Akd (Türkçe’deki söyleyiþle: akit)”, bir þeyi bir þeye saðlam bir þekilde baðlamak demektir. Kur’an’da, akd’in; baðlamak, sözleþme/anlaþma yapmak (Mâide 5/1), yeminleri baðlamak (Nisâ 4/33. Mâide 5/89), nikâhý baðlamak (Bakara 2/235, 237) gibi anlamlarda kullanýlýyor.
“Ey iman edenler! (yaptýðýnýz) akitleri (anlaþ- malarý-yeminleri) yerine getirin...” (Maide, 5/1)
Bu‘akit’: insanýn Allah ile akdini temsil eden iman, insanýn kendisiyle akdini temsil eden selim fýtrat ve vicdan, insanýn yakýn ve uzak çevresiyle yaptýðý her türlü sözleþmeyi8, kalu belâ’yý (ilk sözleþmeyi), yeminleri, nikâhlarý, günlük hayatta yapýlan diðer bütün anlaþmalarý, verilen bütün sözleri ve vaad- leri kapsar.
Ayný kökten gelen“akide (çoðulu akâid)”, baðlaný- lan, ahd yapýlan-söz verilen inanç demektir.
Kelime-i Tevhid/Þehâdet söylenerek yapýlan ahde “Tevhid ahdi” diyebiliriz. Bu ahid (bir anlamda misak) mutlaka yerine getirilmesi gereken ciddi bir söz vermedir, anlaþmadýr. Ýslâmî davete icabet edip iman olgunluðuna ulaþan mü’minlerin Pey- gamberle yaptýklarý ahid de, onun Allah’tan geti- rip teblið ettiði her þeyi kabul etme, her konuda itaat etme, onun davasýný savunma ve koruma anlamýna gelir. Sahabeler bu ahd’i onun elini tu- tarak yerine getiriyorlardý. Kur’an bu ahidleþmeye ‘biat’ demektedir. Peygamber’e yapýlan bu ‘biat’ aslýnda Allah’a yapýlmaktadýr. (Fetih, 48/10)
Sonuç Olarak
“... Ahd’i de yerine getirin. Doðrusu verilen ahd’de (imsakta) sorumluluk vardýr.” (Ýsrâ 17/34)
Ýsfehânî, R. el-Müfredât, s: 523
Kutub, S. fi-Zilâli'lKur'an, 3/1392
Elmalýlý H. Yazýr. Hak Dini Kur'an Dili (sad.), 4/167-168
Müslim, Kader/25 no: 2658. Müstedrek, 2/320, nak. Muh. Ýbni Kesir, 2/64
5. Zamahþerî, el-Keþþâf, 2/169-170. Tabatabâî, H. M. el-Mizân, 12/162
Iþýk, Þ. Ilk Ahit, s: 90
Ýslâmoðlu, M. Hayat Kitabý Kur’an, 1/20)
8. Ýslâmoðlu, M. Hayat Kitabý Kur’an, 1/189
Hüseyin Kerim ECE /Vuslat Dergisi
|