Ýnsan yapýsý gereði sosyal bir varlýktýr. Bu açýdan kiþi ister istemez birilerinin yanýnda veya birlikte olmak, baþkalarý ile yanyana yaþamak zorundadýr. Bu birileri ayný evi veya yakýn bir mekaný paylaþan aile fertleri, yakýn veya uzak komþular, iþ arkadaþlarý, ayný mekanda esnaflýk yapanlar, yolculuk, askerlik, spor karþýlaþmalarý gibi herhangi bir sebeple biraraya gelen kimseler olabilir.
Bu gibi birlikteliklerde, yani toplum hayatýnda kendiliðinden haklar ve görevler gündeme gelir. Hatta iki kiþi biraraya gelse aralarýnda küçük de olsa hak iliþkisi doðar. Bilinen bir þey ki her hak bir görev karþýlýðýdýr. Kiþi önce görevini hakkýyla yapmalý ki onun karþýlýðýnda hak talep edebilsin. Bu hak-görev dengesi de en çok birlikte yaþanýlan yerlerde karþýmýza çýkar.
Birlikte olunan zamanlarýn huzur içinde ve rahat geçmesi için de, karþýlýklý iliþkilerin iyi olmasi gerekir. Hayatýn her alanýna en mükemmel ölçüleri (hükümleri) getiren Ýslâm, insanlararasý iliþkilerin en güzel þekilde yürümesi için de ölçüler getirmiþtir. Bu ölçülerin bir kýsmý farz, bir kýsmý da tavsiye niteliðindedir
Bu yazýmýzda Kur’an’ýn özelde komþuluk iliþkilerine, genelde arkadaþlýk iliþkilerine hangi ölçüleri getirdiðine, neleri tavsiye ettiðine bakmaya çalýþacaðýz. Ama önce Kur’an’ýn ‘komþu’ manasýnda kullandýðý ‘câr’ kelimesine bakalým ve Kur’an’da hangi türevinin hangi manada kullanýldýðýný görelim.
Komþu (câr):
Kur’an’da car (komþu) kelimesinin türediði ‘ca-ve-re/câre’ fiili ve türevleri Kur’an’da 13 yerde geçiyor. Bunlardan doðrudan komþuluðu ve komþuya iyilik etmeyi söz konusu eden ‘câr-komþu’ kelimesi Nisâ/36. âyette iki defa yer alýyor. “Ce-ve-ra/câre’ fiili sözlükte sapmak, himaye ve yardým istemek, eziyet etmek manasýna gelir.
Üç âyette bu himayenin Allah’ýn azaptan korumasý þeklinde manasýnda kullanýldýðýný görüyoruz. “Ey kavmimiz! Allah'ýn davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarýnýzý kýsmen baðýþlasýn ve sizi acý bir azaptan korusun (yücîr).” (Ahkaf 46/31. Bir benzeri: Mülk 67/28. Cinn 72/22) Bu fiil bir âyette birinin yanýnda kalmak, ona yakýn olmak manasýnda kullanýlýyor. (Ahzab 33/60)
Ayný kökten gelen ‘e-câ-re’, kurtarmak, himaye etmek, kollamak, yoldan sapmak demektir.
Bir baþka âyette Allah’ýn her þeyi koruyup kollayan, himaye eden olduðu, ama kendisinin himaye edilen olmadýðý bu fiille anlatýlýyor. “Eðer biliyorsanýz (söyleyin), her þeyin melekutu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her þeyi koruyup kollayan (yucîru), fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan-lâ-yucâru) kimdir? diye sor.” (Mü’minûn 23/88)
Masdarý mücâvir ve civâr olan ‘câ-ve-ra’, komþu olmak, birlikte oturmak manalarýna gelir. Bu kalýptan gelen ‘civâr’ kiþinin yakýnýnda olan, komþu demektir .
Yine ayný kökten gelen ‘isticâra’, himaye edilmeyi istemek, sýðýnýlacak bir yer verilmesini talep etmek, korunmayý, kurtarýlmayý ya da serbest býrakýlmayý rica etmek anlamýna gelir.(1)
“Ýste’certü fe-ecâreni-ondan sýðýnma istedim, o da bana sýðýnma verdi” þeklinde kullanýlýr. Kur’an’da bir âyette geçiyor: “Ve eðer müþriklerden biri senden aman dilerse (istecâra-ke), Allah'ýn kelâmýný iþitip dinleyinceye kadar ona aman ver (fe-ecirhu), sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacaðý bir yere ulaþtýr...” (Tevbe 9/6)
‘Câre’ fiilinin ism-i faili (öznesi) olan ‘câr’ bir âyette yardýmcý manasýnda geçiyor. (Bakýnýz: Enfal 8/48)
‘Câ-re (ce-ve-ra)’ fiilinde yakýnlýk anlamýndan hareketle bir baþkasýna yaklaþan kimse için ‘cârehu, câverehu ve tecâvera’ denmiþtir. Âyette geçtiði gibi. (Ahzab 33/60) Câr’ýn komþu manasý da buradan gelmektir. Zira komþu kiþinin yakýnýnda yaþayan, günlük hayatta sýký iliþkileri olan, devamlý yüzyüze geldiði kimsedir.
Yine yakýnlýk anlamý göz önünde bulundurularak, yoldan saptý ya da meyletti anlamýnda ‘câre an et-tarýk’ denmiþtir. Daha sonra bu anlam her tür haktan sapma ya da meyletme hakkýnda kullanýlmaya baþlandý. Buradan da hükümde zalimce, haksýzca, adaletsizce veya zorba bir þekilde davranma anlamýna gelen ‘cevr’ kullanýmý doðmuþtur.(2)
Cevr; adaletin zýddýdýr, zulüm ve haksýzlýk demektir. Bunun ism-i fali (öznesi) olan ‘câir’ insanlar arasýnda, þeriatin buyruklarýnýn yükümlülüðü altýna girmekten kaçýnan, bundan uzak duran, hak yoldan sapan, cevreden yani zulmeden kimsedir.(3)
‘Câir’, birâyette eðri/sapýk yolu nitelemek üzere geçiyor. (Nahl, 16/9)
‘Câir’, bir hadistede zalim, çevreden manasýnda kullanýlýyor.
Bir hadiste þöyle deniliyor:
“… Kim cuma namazýný ben hayatta iken veya benden sonra adaletli veya câir (zâlim) bir imamý (önderi) varken, onu küçümseyerek veya inkâr ederek terkederse Allah iki yakasýný bir araya getirmesin ve iþini bitirmesin…”(4)
Türkçe’de bu kökten gelen ve yaklaþýk ayný anlamda kullanýlan bir kaç kelime var. Mesela: Cevr etmek; eziyet etmek. Civâr; yöre, dolay, yakýnýnda olan. Mücâvir, yakýn komþu olan. Mücâvir alan; yakýn alan/bölge gibi.
Kur’an’da Komþu
Kur’an bir kaç âyette dolaylý olarak bir ayette ise doðrudan komþulara ve
arkadaþlara iyi davranmaktan bahsediyor.“Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir þeyi ortak koþmayýn. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakýn komþuya, uzak komþuya, yakýn arkadaþa, yolcuya, ellerinizin altýnda bulunanlar (iþçi, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranýn. Allah kendini beðenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisâ 4/36)
Allah (c.c.) bu âyette kendisine ibadet (kulluk) edilmesini ve O'na hiçbir þeyi ortak koþmamayý söylediktan sonra yedi sýnýf insana iyilik edilmesini, onlara iyi davranýlmasýný emrediyor. Âyette iyilik etme görevi ana-babadan baþlatýlýyor, sonra akrabalarý içerecek þekilde geniþletiliyor. Arkasýndan evleri komþulardan uzakta da olsa yetimlere ve yoksullara sýra getiriliyor. Çünkü bu iki kesim, komþulardan daha çok yardýma muhtaçtýr. Sonra akrabadan olan komþuya sýra geliyor ve onu yabancý komþular izliyor. Gerek akraba ve gerekse yabancý komþular yakýn arkadaþlarýn önüne geçiriliyor. Çünkü insan komþusu ile sýk sýk yüzyüze gelir; oysa yakýn arkadaþý ile ara sýra karþýlaþýr. Sonra yakýn arkadaþlara sýra getiriliyor. ‘Yakýn arkadaþ’ bir yoruma göre normalde ‘samimi dost’ ve yolculuk sýrasýnda da ‘yoldaþ’ anlamýna gelir. Arkasýndan sýra ailesinden ve malýndan uzak kalmýþ yolcuya geliyor. Sonra da çeþitli hayat cilveleri yüzünden, baþkalarýnýn yanýnda kalmak zorunda olan zayýflara sýra geliyor.(5)
‘Câr’‘cevera-câre’ fiilinin ism-i failidir (öznesidir) ve lafzen evi kiþiye yakýn komþu demektir. (Bunun çoðulu: ecvâr, ciretu ve cîran’dýr) ‘Câr’ ayný zamanda garip kimse, tarla veya ticarette ortak, müttefik, yardýmcý, kiþinin hanýmý gibi anlamlara da gelir.(6)
‘Câr’ kelimesi, týpký dost ve kardeþ keliþmeleri gibi karþýlýklý olmayý ifade eder. Yani bir kimsenin diðerine komþu olmasý, onun da bu komþuluðu kabul etmesiyle mümkündür. Komþuya iyilik dinen ve aklen çok önemli görüldüðü için, kiþinin üzerinde hakký olan, onlara iyi davranmakla yükümlü olduðu yakýn kiþilere ‘câr-komþu’ denmiþtir.
Kur’an, “…yakýn komþuya, uzak komþuya…” iyilik edilmesini emrediyor. Acaba bunlar kimlerdir? Komþulara iyilikten amaç nedir? Günümüzde de bu âyet geçerli olduðuna göre ‘yakýn komþu-uzak komþu’ kim olabilir? Komþular nasýl seçilebilir, günümüzde onlara nasýl iyilik edilebilir?
Âyette geçen ‘yakýn komþu (el-câru zi’l-kurbâ)’, ‘uzak komþu (el-câru’l-cenbi)’ konusunda farklý görüþler var. Pek çok tefsirciye göre ‘yakýn komþu’ kiþi ile aralarýnda mekan yakýnlýðý ve akrabalýk baðý olan kimsedir. Bu gibi komþularla kiþi arasýnda hem komþuluk, hem de akrabalýk hakký gündeme gelir.
Bazýlarýna göre ise bu, kiþiye akrabalýk yönüyle yakýn olan kimsedir. Burada hem nesep yakýnlýðý, hem de mekan yakýnlýðý kasdedilmiþ olabilir. Ancak Tefsirci Taberî’ye göre bu görüþ, Arap dilinde bilinen kullanýma aykýrýdýr. Âyetteki ‘zi’l-kurbâ’, el-câr’ýn-komþunun sýfatýdýr. Eðer söylendiði gibi burada akrabaya iyilik kasdedilseydi, o zaman komþu kelimesi akraba kelimesine tamlama yapýlýrdý. Kaldý ki burada Allah’ýn tavsiyesi yakýn komþuya iyiliktir, akraba olmasa bile. Bazýlarý ‘yakýn komþu’dan maksat müslüman olduðunu söyleseler de ayet daha geniþ bir komþuluk iliþkisinden söz ediyor.(7) Ýnsan yakýn komþusuyla uzak akrabasýndan saha ziyade yakýnlýk ve ülfet kesbeder. Evleri uzak akrabadan çok birbirlerine yardým ederler.
‘Uzak komþu (câril’cünubu)’yu da,tefsirciler farklý þekillerde yorumladýlar. Kimilerine göre uzak komþu, akrabalýk baðý olmayan, kiþinin yakýnýnda yaþayan/bulunan ve insana faydasý olan kimsedir. Ýbni Abbas bunu uzak, yabancý komþu diye açýkladý. “Falan kiþi ecnebidir” sözü de buradan gelmektedir. Nitekim uzaklýk anlamýna gelen ‘cenâbet’ de böyledir.(8)
Burada geçen ‘cenb’ kelimesinin temelde iki manasý vardýr. Birincisi; bir þeyin yanýndan ayrýlarak, uzaklaþarak gitmek, Ýkincisi; bir þeye doðru gitmek. Mesela ‘Cenebtühu-onun yanýna vardým, ya da dokundum’ demektir.(9) Buradan cenb/cünub; yani gusül yapýncaya kadar namazdan uzak kalmak manasýna ulaþýldý. Ayný kökten gelen ‘ic-te-ne-be’ ictinap etmek, uzaklaþmak, kaçýnmak demektir. Araplar “vectenebe fülanun fülanen-falancý falancadan uzaklaþtý” derler.(10)
Bazýlarýna göre ‘uzak komþu’, baþka kavimlerden olan, bazýlarýna göre de o müslüman olmayan komþudur. Bu iki görüþ de doðru olabilir. Zira burada komþuyu niteleyen ‘cenb’ kelimesi, hem yakýnlýðý, hem de uzaklýðý ifade eder. Komþu ister müslüman olsun ister gayr-i müslim. Âyette komþuya uzak olsun yakýn olsun iyilik edilmesi emrediliyor. Sahih olan görüþ de budur. Ýyilik yapmak; bazen gözetmek, bazen güzel geçinmek, eziyet vermekten uzak durmak ve onu korumak manasýna da gelir.”(11)
Bu gibi bir kimse kiþinin yakýnýnda oturduðu için, yani komþuluktan dolayý karþýlýklý hürmet (saygý ve haramlýk), hak-hukuk gündeme gelir. Aralarýnda güven, emanete riayet ve zýmnen yapýldýðý farzedilen komþuluk (ahd) anlaþmasý yürürlüðe girer. Bu baðlamda komþunun malýna, ýrzýna, þerefine, hanýmýna (iffetine) saygý göstermek, ona karþý sýnýrý aþmamak ve iyi davranmak müslümanlara emredildi. (Ýbni Manzur, Lisânul Arab, 3/237)
Ýnsan Allah’ýn haklarýný yerine getirirse inancý düzelir, iþleri saðlam olur. Böylece ebeveynin haklarýna riayet eder. Bu durumda ana-baba ve çocuklardan meydanagelen evin dirliði saðlanýr. Böyle bir aile akraba olan diðer ailelere de olumlu etki eder. Aileler birbirine yardým eder. Birbirine yardým eden aileler güçlenir. Kendileriyle nesep baðý olmayan insanlara da el atma imkaný doðar.(12)
Yakýn Arkadaþ
Nisa 36. âyet yakýn ve uzak akrabanýn yanýnda yakýn arkadaþa da iyilik edilmesini emrediyor. Âyette ‘es-sahibi bi’l-cenb’ ifadesi yer alýyor. Bu da kiþinin yanýndaki, yakýnýndaki arkadaþ demektir.
Tefsirciler bunda da farklý görüþler ileri sürseler de açýk bir olan bir þey var ký Allah (c.c.) müslümana, her sebeple olursa olsun yakýnýnda bulunana iyi davranmasýný, onun haklarýna riayet etmesini emrediyor.
Bazýlarýna göre ‘yakýn arkadaþ’ kiþinin yol arkadaþýdýr. Kiþinin evini, azýðýný, konaklayacaðý yeri, imkanlarýný paylaþtýðý salih (saðlam ve güvenilir) arkadaþtýr. Bazýlarýna göre o kiþinin evindeki saliha kadýndýr. Kimilerine göre o, kendisine ihtiyaç duyulan, sohbet edilebilen, çekinmeyen bir þey istenebilen, kiþinin her zaman yanýnda ve yardýmýnda olan, faydasý dokunan saðlam kiþidir. Taberî’ye göre, ‘es-sahibi bi’l-cenbi’nin en isabetli karþýlýðý kiþinin yakýnýndaki arkadaþýdýr. “cenebe fulanun fulanen ve huve yecnubuhu cenben”denir. Yani bir kimse diðerinin yanýna yaklaþýrsa, ona arkadaþ olursa ‘falanca falancanin yanýndadýr’ demektir. Bu manaya mümkün ki kiþiler arasýndaki bütün birliktelikler dahildir. Sonuçta Allah (c.c.) onlarýn birbirlerine iyi davranmalarýný ve karþýlýklý birbirlerine yardýmcý olmalarýný, birbirlerine iyi davranmalarýný emrediyor.(13)
Âyette geçen ‘cenb’ bir organýn adýdýr ve yan demektir. Çoðulu ‘cünub’ þeklinde gelir. Tevbe/35te, Secde/16da, Âli Ýmran/191de yan, yan taraf manasýnda kullanýlýyor. Araplar yönle ilgili organlarýný müstear olarak kullanmada adetleri olduðu (yemin ve þimalde olduðu) gibi‘cenb’i de yan taraf anlamýnda müstear olarak kullandýlar. Nisâ/36daki ‘cenb’ yakýn anlamýndadýr. Bunun kadýndan veya yol arkadaþýndan kinaye olduðu da söylenmiþtir.(14)
Sonuç Yerine
Kur’an, kendilerine iyi davranýlmasý gereken kiþiler arasýnda komþularý ve yakýn arkadaþlarý da sayýyor. Ayetin bu bölümünü birlikte düþündüðümüz zaman iyilik yapýlmasý emredilen kiþilerin geniþ bir kesim olduðu anlaþýlýyor.
Geçmiþ alimler her ne kadar yakýn ve uzak komþunun sýnýrlarýný mekan, akrabalýk, iliþki açýsýnda deðerlendirseler de, günümüz þartlarýnda komþuluðun da, mesafelerin de deðiþtiðini görüyoruz. Özellikle büyük þehirlerde çoðu zaman insan komþusunu kendisi seçemiyor. Yabancýlaþma, modern hayatýn getirdiði yalnýzlýk, ben merkezli hayat sebebiyle kiþi çevresinde olanlarla bile komþuluk kuramýyor. Bazen yakýnýzdaki kiþi veya aile, siz onunla tanýþmadan, komþuluk kuramadan baþka yere göç ediyor. Bu þekilde bir yerleþim durumu insanlarýn birbirlerine güvenini ve yabancýlýk duygusunu artýyor, buna karþýn komþuluk duygusunu azaltýyor.
Ancak þartlar ne olursa olsun âyetin hükmü açýk. Müslüman nerede olursa olsun çevresindeki inanlarýn haklarýna saygý gösterecek, onlara iyi ve efendice davranacak, zalim ve tehlikeli olmadýklarý sürece.
Komþuluk âyetinden cesaret alarak þöyle diyebiliriz:
Günümüzde yakýn evlerde oturanlar, yakýnýmýzda oturan akrabalar, çevremizde ister geçici ister yerleþik bulunanlar, mahallemizde, apartmanýmýzda, köyümüzde kýsa veya uzun süreli meskûn olanlar, iþyerleri iþ yerimize yakýn olanlar komþudur. Yol (velev ki kýsa süreli uçak, tren, otobüs ile), askerlik, kamp, spor, gezilerde beraber olduklarýmýz, ayný cemaatin mensuplarý, ayný sýnýfý, ayný dersaneyi, ayný kursu, ayný mabedi, ayný sokaðý paylaþtýklarýmýz, ayný iþ yerinde beraberce çalýþtýðýmýz kiþiler, ayný çarþýyý veya pazarý paylaþtýðýmýz esnaf, velhasýl kýsa veya uzun süreli bir yerde biraraya geldiðimiz kiþiler arkadaþ sayýlýr.
M. Esed, arkadaþlýðý kendi cemaatin olmak þeklinde açýklýyor: “Yani, “onlar ister sizin cemaatinize, isterse baþka cemaatlere ait olsunlar”. “Kendi çevrenizden” (zi'l-kurbâ) ifadesinin kiþinin gerçek akrabalarýna deðil de mensup olduðu cemaate iþaret etmesi, “yakýn akrabalar”ýn ayný cümlenin baþlarýnda zaten zikredilmiþ olmasýndan açýkça anlaþýlmaktadýr.”(15)
Peygamber’in (s.a.s.) komþuluk konusundaki tavrý þu sözlerinde özetlenmiþtir: “Her kim Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanýyorsa komþusuna ikram etsin (iyilikte bulunsun)...”(16)
“Her kim Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanýyorsa komþusuna eziyet etmesin...”(17)
“…Komþularýna iyi komþuluk et ki gerçek Müslüman olasýn...”(18)
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bir kul kendisi için istediðini kardeþi için de, bir rivâyette komþusu için de istemedikçe gerçekten iman etmiþ olamaz.”(19)
“... Kötülüklerinden komþusu güven içinde olmayan kimse gerçek müslüman olamaz!”(20)
Böyle bir durumda, bu hayat þartlarýnda yakýn mekan, uzak mekan, insanlarýn size kaç metre uzakta olup olmamasý önemli deðil, önemli olan insanlarla bir þekilde bir araya gelme gerçeðidir. Önemli olan birarada olduðumuz insanlarýn haklarýna saygýdýr.
Müslüman Rabbinin emrine uyarak, ister hasbel-kader komþu olsun veya birileri ile bir yerde bir araya gelsin, herkesin hakkýna riayet eder, herkese iyi davranýr, kimseyi rahatsýz etmemeye çalýþýr. Bulunduðu ortamýn tadýný kaçýrmaz. Paylaþýmlarda, hizmetlerde, ikramlarda sadece kendini ve kendi rahatýný düþünmez. Kendisi için istediðini diðerleri için de ister. Kimseye borçlu olmamaya dikkat eder. Ýyilik edenin kazanacaðýný, kötülük edenin kaybedeceðini unutmaz. Bu durumda yardýma ihtiyacý olana elinden geldiði kadar yardým eder.
Her yerde inandýðý Rabbinin koyduðu ölçülere riayet eder. Kendisi huzur istediði gibi, bulunduðu yerde huzur, güven ve hakkaniyet için üzerine düþeni yapar. Toplumda çýban baþý, fitne unsuru, mýzýkçý, oyun bozan olmaz. Kimsenin aleyhinde çalýþmaz, kimseyi gýybet etmez, kimsenin deðerlerine zarar vermez.
Peygamber (s.a.s.) arkadaþlýk konusunda þöyle buyuruyor: “Allah katýnda arkadaþlarýn en hayýrlýsý, arkadaþýna faydalý olandýr. Yine Allah katýnda komþularýn en hayýrlýsý, komþusuna en çok hayrý dokunandýr.”(21)
Dipnot
(1)- Ýbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru Ve Mektebül-Hilâl, Beyrut Thr. 3/236-237
(2)- Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. Ýstanbul 1986, s:145
(3)- Isfehânî, R. el-Müfredât, s:145. Ýbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru ve Mektebül-Hilâl, Beyrut Thr. 3/236
(4)- Ýbn Mâce, Ýkâme/78 no: 1081
(5)- Kutub, S. fi-Zýlali’l-Kur’an, Daru’þ-Þuruk, Beyrut 1417-1996, 2/660
(6)- Ýbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/236-237
(7)- Taberî, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1426-2005, 4/80-81. Ýbni Manzur, Lisânul Arab, 3/237
(8)- Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Daru Ýbni Hazm, Beyrut 1425-2004, 1/876
(9)- Isfehânî, R. el-Müfredât, S:145
(10)- Taberî, Tefsir, 4/82-83
(11)- Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/877
(12)- Abduh, M.-Rýza, R. Menar Tefsiri, Ekin Yay. Ýstanbul 2011, 5/136
(13)- Taberî, Tefsir, 4/82-83
(14)- Isfehânî, R. el-Müfredât, S:145
(15)- Esed, M. Kur’an Mesajý, Ýþaret Yay. Ýstanbul 1996, 1/144
(16)- Buhârî, Edeb/31 no: 6019. Müslim, Îmân/77 no: 176
(17)- Buhârî, Edeb/31 no: 6018
(18)- Ýbn Mace, Zühd/24 no: 2418
(19)- Müslim, Ýman/17 no: 170-171. Ýbn Mace, Sünnet/9 no: 66).
(20)- Buhârî, Edeb/29 no: 6016. Müslim, Îmân/18 no: 172
(21)- Tirmizî, Birr/28 no: 1944
Hüseyin K. Ece / Zaandam-Hollanda
|