Yüce Allah Kur’an’da, yalnýz dünyayý isteyen, sözü güzel, niyeti kötü; riyakâr ve bozguncu insanlardan söz ederken; kendisini Allah’ýn rýzasýný kazanmaya adamýþ, kötü niteliklerden arýnmýþ insanlardan da söz etmektedir. Yukarýda anýlanýn aksine, sözü ile yaþantýsý uyumlu bir insan olmanýn yolunun, aþaðýdaki ayette zikredilen hakikati özümsemekten geçtiðini þöyle ifade etmektedir: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barýþ ve güvenliðe (Ýslam'a) girin.” (Bakara, 2/208.)
Ayetteki “silm” ifadesi, kýraat farklýlýðýnýn da etkisiyle iki anlama gelmektedir. Müfessirlerin çoðunluðuna göre burada kastedilen Ýslam’dýr. (Razi, Mefatihu’l-Gayb, V, 352.) Ýman edenler için Ýslam’a girmek; Ýslam’da sebat etmek, onun koyduðu sýnýrlara baðlý kalmakta titiz davranmaktýr. Bu ifade, Hz Peygambere yönelik; “Ey Peygamber! Allah'a karþý gelmekten sakýn. Kâfirlere ve münafýklara itaat etme.” (Ahzab, 33/1.) ve müminlere yönelik; “Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiði kitaba ve daha önce indirdiði kitaba iman edin.” (Nisa, 4/136.) ayetlerine benzemektedir. Hep birlikte Ýslam’a baðlandýklarýnda bunun maslahatý hepsine birden dönecektir. Allah’a teslimiyetin sonucu olan davranýþlarýndaki güzellik, hepsi için saadete vesile olacaktýr. Aksine, kötülüðün yaygýnlaþmasý, sadece failleri için deðil diðerleri için de huzursuzluk sebebidir. Dil kurallarýna göre cümle, “Ey iman edenler! Dinin tamamý ile amel edin.” anlamýna da gelmektedir. Müminlere, güçleri yettiðince dinin emirlerinin tamamýný yapmak, yasaklarýn tamamýný terk etmek emredilmiþtir. Zira Ýslam, bütün olarak anlaþýldýðýnda akýllarý hidayete erdirir; kalplere þifa, bireysel ve toplumsal hastalýklara deva olur.
“Ýslam’a girme” emri, çeþitli inanç kesimlerine yönelik mesajlar da içermektedir. Dilleri ile iman eden münafýklar için “Ýslam’a girmek”, kalpleri ile iman etmek, zahiren olduðu gibi batýnen de Allah’a teslim olup O’na itaat etmektir. Ýslam ile þereflenmiþ kitap ehli için bütünüyle Ýslam’a girmektir. Bazý rivayetlerde ifade edildiðine göre onlar, Müslüman olduktan sonra cumartesi yasaðýna uymak gibi eski dinlerinin bazý hükümlerine baðlýlýklarýný sürdürmek istemiþlerdi. Önceki peygamberlere iman etmiþ ehli kitap için “Ýslam’a girmek”, Hz Muhammed’e (s.a.s.) iman ederek imanlarýný ikmal etmektir. Son peygamber Hz Muhammed’e (s.a.s.) inanmadýklarý ve Allah’ýn insanlýk için gönderdiði son din olan Ýslam’a girmedikleri takdirde imanlarý kendilerine fayda vermeyecektir.
Yüce Allah’ýn bu emrine muhalefet ederek þeytanýn adýmlarýna tabi olmak, kaygan bir yolda yürümek gibidir. Zira sonraki ayette; “Size apaçýk deliller geldikten sonra yine de kayarsanýz þunu iyi bilin ki Allah azizdir, hakîmdir.” (Bakara, 2/209.) buyrulmuþtur. Onlar, dinî hayatlarýnda büyük bir tehlike ve feci bir akýbetle karþý karþýyadýrlar. Nitekim “Þeytanýn adýmlarý” ifadesinden anlaþýldýðýna göre o, insaný bir anda deðil adým adým kötülüðe sürüklemektedir. Önce, en kolay ve en küçük olandan baþlamakta, muhatabý küçüklüðüne aldanýp o kötülüðü iþlemektedir. Buna alýþýnca daha büyüðünü, sonra daha da büyüðünü iþlemeye onu teþvik etmektedir. Nihayet günahlarý onu kuþatmakta; artýk tövbe etmesi zor, þerir bir kiþi hâline gelmektedir. Þeytanýn adýmladýðý yolun, insaný Ýslam’ýn vadettiði güven ve huzura ulaþtýrmaktan oldukça uzak olduðu aþikârdýr. Oysa “Ýslam’a girin” emrinde, Ýslam’ýn kendisine sýðýnanlarý koruyacak saðlam bir kale gibi olduðuna iþaret vardýr. Bu yüzden maddi ve manevi hayatýmýza yönelik tehlikeler karþýsýnda güven duygusuna eriþmenin yolu bu kaleye sýðýnmaktýr. Müslümanlar arasýnda düþmanlýðýn, savaþýn, zilletin, esaretin ve fakirliðin kol gezmesi, bu muhkem kalenin öneminden bigâne kalmanýn ifadesidir.
Ayetteki “silm” kelimesinin ikinci anlamý “barýþ”týr. Müfessirlerin bir kýsmýna göre ayette müminlere, aralarýnda barýþý hâkim kýlma çaðrýsý yapýlmaktadýr. Ýman sýfatý, Cahiliye dönemindeki gibi birbirleri ile savaþmamalarýný, geçmiþte aralarýnda var olan düþmanlýðý unutmalarýný gerektirmektedir. Ýslam dini, müminler arasýnda barýþý tesis edecek pek çok ilke vaz etmiþtir. (Araf, 7/199; Enfal, 8/46; Hucurat, 49/9.) Müslümanlar arasýnda barýþýn temini, dinin gerekli kýldýðý son derece önemli bir konu olmakla beraber Müslüman olmayanlarla barýþ da bu çaðrýnýn kapsamýna dâhildir. Zira Ýslam, insanlarýn hakký özgür iradeleri ile kabul edebilecekleri barýþ ortamýný tesis etmeyi amaçlamaktadýr. Ancak bu barýþ, güçlü olmakla elde edilebilecek bir barýþtýr. Saldýrgana boyun eðmek barýþ deðil zillettir. Böyle bir tavýr, düþmaný zulme teþvik edecektir. (Ebu Zehre, Zühratü’t-Tefasir, II, 652.)
Ayete verilen bu iki anlam arasýný telif eden âlimler de vardýr. Buna göre “silm” kelimesinin yukarýda zikredilen her iki anlamý da birbiri ile irtibatlýdýr. Zira kelime “boyun eðmek, itaat etmek” anlamýna gelmektedir. Ýslam, Allah’a boyun eðmek, itaat etmek olduðu gibi (Bakara, 2/131.) iki kiþinin barýþmasýnda da birbirine boyun eðip itaat etme anlamý vardýr. (Razi, a.g.e. V, 352.) Müminlerin Ýslam ile olan iliþkileri, onda sebat etmek, onun koyduðu sýnýrlara baðlý kalmakta titiz davranmak þeklinde tezahür ettiðinde aralarýnda barýþ da tesis edilmiþ olacaktýr. Gerçek anlamda barýþ, Allah’a tam teslimiyet ile mümkün olabilecektir. Dolayýsýyla ayet-i kerime, barýþa susamýþ günümüz dünyasýna da yönelmiþ bir çaðrýyý ifade etmektedir. Ancak bu çaðrý öncelikle müminleri hedef almaktadýr; öncelikle müminler barýþmakla yükümlüdür. Sonrasýnda, barýþý insanlýk ölçeðinde tesis etmek de bu yükümlülüðün devamýdýr. Bu surette barýþ kendi içlerinden baþlayarak dalga dalga yayýlacak, bütün insanlýða ulaþabilecektir. Ýslam’ýn barýþ anlayýþý, müfessir Þaravi’nin dilinde ifadesini þöyle bulmuþtur: “Ýslam, seninle yaþadýðýn kâinat arasýndaki savaþý sonlandýrmak için gelmiþtir. O, hem senin hem kâinatýn maslahatý içindir; Allah ile kâinat ile insanlar ile ve kendinle barýþ içinde olman içindir. (II, 878.)
Dr. Abdülkadir ERKUT / DÝYANET AYLIK DERGÝ
|