Dinin çekirdeði ve ruhu olarak Tevhid
Tevhid, inanca ve inancýn sistematik yapýsýna rengini veren entemel dinî ilkedir. Allah kavramý etrafýnda örülen bir hayat görüþü ve yaþam tarzýnýn çekirdeðinde Tevhid kavramý yatmaktadýr. Dinin içindeki bütün diðer unsurlar, tevhidin bozulmasý veya yok olmasýyla bozulmakta ve yok olmakta; tevhidin varlýðýyla da varlýk bulmakta ve canlýlýklarýný devam ettirebilmektedir. Tevhid, baþta Allah’ýn birliði olmak üzere, dinlerin köken olarak birliði, insanlarýn ve insanlýðýn birliði, üzerinde uzlaþýlacak kök kavramlarýn birliði, insanlýðýn aþmasý gereken ortak problemlerin birliði gibi geniþ bir yelpazede kendini göstermektedir. Allah’ý bütün insanlarýn tanrýsý olarak sunma, hayatý Allah’ýn bütün insanlara ortak bahþediþi olarak görme gibi noktalarda son din olma formuyla Ýslâm ana karakterini bu Tevhid görüþünden almaktadýr:
“O, doðunun ve batýnýn Rabbidir;O’ndan baþka tanrý yoktur. Öyleyse sadece O’nun himayesine sýðýn.” (Müz-zemmil, 9)
Allah’ýn, tarihin bir kesitine müdahalesi olarak görebileceðimiz peygamber göndermenin arkasýndaki temel sebep de, tevhidi yeniden aslî formuna kavuþturma ve bu aslî formun tahrif edilmesiyle varlýk tasavvurunda ortaya çýkan her türlü tahribide yeniden düzeltmedir. Bu yönüyle Ýslâm dininde mutlak formuna kavuþan Tevhid, o ana kadar yapýlan hem semavî dinlerdeki hem de diðerlerindeki her türlü hatalý vurguyu yeniden düzeltme iddiasý sebebiyle en kapsamlý onarým ve dini halis/katýþýksýz formuna kavuþturma hareketi olarak görülebilir. Ýslâm dininin temeli durumundaki Tevhid akidesini en özlü biçimde ifadelendiren Kur’an suresi, bu özelliðinden dolayý, ‘Ýhlâs’ olarak adlandýrýlmýþtýr.
Evrendeki bütün inançlara ve deðerlere sinen, sembol ve pratiklere anlamýný veren kuþatýcý bir Tevhid düþüncesi, ancak bütün sebepleri tek bir sebebe baðlayabilen zihinle gerçekleþebilir. Bu anlamda Tevhid, insanýn zihinsel geliþim bakýmýndan ulaþabileceði en zirve anlayýþ görünümündedir. Sadece gördüðüne inanan ve ilk deðerlendirmeleri her zaman yüzeysel olan ilk dönemlerde-ki insan zihninin tekâmül ederek ulaþtýðý bir anlayýþ seviyesidir. Evrende olup biten her þeyi kanun ve kurallarýyla tek bir kudretin iradesine baðlayabilmek, her zihnin yapabileceði bir þey deðildir. Bunun için insan zihninin bunu kavrayabilecek bir geliþim seyrini tamamlamasý gerekiyordu. Allah’ýn birliðinin vurgulandýðý “Ýlâhýnýz tek bir Allah’týr. O’ndan baþka ilâh yoktur. O rahman ve rahimdir” (Bakara, 163) ayetini ta-kip eden pasajda altý çizilenler bu durumu göstermektedir.
Görünen fizikî âlemin ötesi-ne geçip, her þeyin temeline melekûtun (hükümranlýk ve nizam) temeline Allah’ý yerleþtirebilmeyi baþarabilme anlamýndaki bu muvahhit insan zihninin geliþim seyri Kur’an’da Ýbrahim peygamberin kiþiliðinde temsil edilmektedir:
“Ýþte böylece Ýbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlýðý ve nizamý gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun. Üzerine gece karanlýðý basýnca bir yýldýz gördü. “Ýþte Rabbim!”dedi. Yýldýz batýnca da, “Ben öyle batanlarý sevmem” dedi. Ay doðarken görünce de, “Ýþte Rabbim” dedi. Ay da batýnca,“Andolsun ki, Rabbim bana doðru yolu göstermezse mutlaka ben de sapýklardan olurum” dedi. Güneþi doðarken görünce de, “Ýþte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. Oda batýnca, “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koþtuðunuz þeylerden uzaðým” dedi. “Ben hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah’a ortak koþanlardan deðilim.” (En'am, 75-79)
Böylece Tevhid baðlamýnda, Allah’ýn âlemde kendinden baþka bir ilâh olmadýðýna dair ifadeleri, salt birer iddia olmanýn ötesine taþýnmakta, göklerdeki ve yerdeki her türlü hakimiyetini bu birliðin temeline yerleþtirilmektedir:
“Allah, kendisinden baþka tanrý olmayandýr; O hayydir, kayyumdur... Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur…”(Bakara, 255)
Karmaþýk bir dünyayý ve bütün varlýklarý tek bir ilâhýn idare edeceðini akýllarýna sýðdýramayan putperest Araplar, Hz. Muhammed için, “Ne o, tanrýlarý bire mi indirdi?” (Sad, 5) derkende ayný ilkel zihniyeti temsil ediyorlardý.
Putperestliðin ve þirkin karþýtý olarak Tevhid
Kur’an, evrende var olmakta olan her þeyi tek bir varlýða baðlamak suretiyle, iyiliðin kaynaðýný bir ilâha, kötülüðünkini ise bir baþkasýna atfeden yahut yaratan ve yarattýðýnýn devamýný saðlayacak kudret ve inayete sahip bir varlýk olarak Allah fikrine sahip olmakla birlikte, ona götürecek baþka aracý varlýklarýn peþine de düþen her türlü putperest tezahürü yýkmaktadýr. Kur’an, Tek Allah’ýn dýþýnda herhangi bir varlýða, O’na denk bir baðlýlýkla baðlanmayý putperestlik olarak görmekte ve þu ayette iþaret edildiði gibi bu insan tiplerini kýnamakta ve onlarý karanlýklarda kalan körler olarak adlandýrmaktadýr:
“…Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’týr.” O halde de ki: “Onu býrakýp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mý edindiniz?” De ki:“Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlýklarla aydýnlýk eþit olur mu?” Yoksa O’nun yarattýðý gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca bir-birine benzer mi göründü? Deki: Allah her þeyi yaratandýr. Ve O, birdir, karþý durulamaz güç sahibidir.” (Ra'd, 16)
Zihninive düþünme biçimini mutlak kudret sahibi olan ve yaratmasýnda ve yarattýklarýnýn hayatlarýný idame ettirmelerinde onlara rahman ve rahim isimleriyle eþlik eden Tek bir varlýk fikri etrafýnda ören mümin insan, bunun arkasýndan böyle birin anmanýn gerektirdiði davranýþ tarzlarýný da geliþtirecektir. Tekbir ilâhýn kabulünün hemen ardýndan, insanýn kendinden daha yüce ve üstün bir varlýkla iliþkisine rengini veren baðlýlýk, baðlanma, þükretme, vefa, minnettarlýk, vb. duygular geliþtirilmektedir:
Tevhid, her þeyden önce, mutlak kudret sahibi bir varlýða teslimiyette kendini gösteren zihinsel bir olgunluk demektir. Bu da, Allah’a verdiðimiz her türlü üstün niteliði ve O’na gösterdiðimiz baðlýlýðý, O’nun dýþýndakilere de yönlendirme durumunun adý olan þirkin zihinlerden temizlenmesi demektir.
“(Yahudiler) Allah’ý býrakýp bilginlerini (hahamlarýný);(Hristiyanlar) rahiplerini ve Meryem oðlu Ýsa’yý rab edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emr olundu. O’ndan baþka tanrý yoktur. O, bunlarýn ortak koþtuklarý þeylerden uzaktýr.” (Tevbe, 31)
“Ölümünüzde diriminizde bir beyyine üzerine olsun” (En-fal, 42) diyen Kur'an, imanýný ve yaþamýný böyle bir delillendirmeye dayandýrmayan ve böylece kesinlik fikrine ulaþamayan insanlarýn imanýna bir deðer atfetmemekte, pamuk ipliðine baðlý böyle bir imanýn onlarýn susuzluklarýný dindirmeyeceðini beyan etmektedir:
“Gerçek dua ancak O’na dýr. O’ndan baþka yalvardýklarý ise onlarýn isteklerine ancak, aðzýna ulaþmayacaðý halde, ulaþsýn diye avuçlarýný suya uzatan kimsenin isteðine suyun cevap verdiði kadar cevap verirler. Kâfirlerin duasý daima boþa çýkar.” (Ra'd, 14)
Ayný þekilde, Allah’ýn yanýnda baþka ilâhlar edinmek ve insan kiþiliðini aþaðýlayacak þekilde onlara baðlanmak ve tapýnmak, Allah’ýn insana verdiði üstün konumun ve emanetin reddinden ve kötüye kullanýmýndan baþka bir þey de deðildir.
Deðerlerin kaynaðý olarak Tevhid
Dinin resmettiði hakikatin zemin kaybetmesi ve bunun yerine insanlarýn heva ve heveslerinin ikame edilmesi, Tevhid baðlamýnda karþýlaþýlabilecek en büyük risklerdendir. Bu,Kuran’ýn ‘hevayý tanrý edinme’, Hz. Muhammed’in de‘gizli þirk’ olarak adlandýrdýðý bir durumdur. Aþaðýdaki Kur’an pasajý, müminlerden Rablerine kulluk ederken O’na hiçbir þeyi ortak koþmamalarýný isterken, kulluk yaparken bile insanlarýn nasýl Allah’a ortak koþma durumuna düþebileceklerine iþarette bulunmaktadýr:
“De ki: “Doðrusu, ben de ancak sizin gibi bir insaným. Ama, tanrýnýzýn tek bir tanrý olduðu bana vahyolunuyor. Rabbine kavuþmayý uman kimse, yararlý iþ iþlesin ve rabbine kulluk ederken hiçbir þeyi ortak koþmasýn.” (Kehf, 110)
Bu putperestlik durumu kendini, çoðu zaman da, yaygýnlýk kazanan ve standartlaþan yanlýþ davranýþ biçimlerine, bunlarýn doðruluklarýný ve fýtrata uygunluklarýný hiçbir þekilde sorgulamadan tabi olma þeklinde kendini gösterebilir. Kur’an’da bunun altý þöyle çizilmektedir:
“Sizi þu yakýcý ateþe sokan nedir? diye sorulduðunda, “Bizde batýla dalanlarla birlikte dalýyorduk” derler.” (Müddessir, 42, 45)
“De ki: “Kötü þeylerin çokluðu seni þaþýrtsa da, kötü ile iyi eþit olamaz....” (Mâide, 100)
Güzellik, iyilik, adalet, doðruluk gibi hayatýn üzerinde durduðu deðerlerdeki aþýrý göreceliðin getireceði tartýþma ve çatýþmalarý ortadan kaldýrmanýn yolu bunlarýn kaynaðýný Bir’e baðlamaktan geçer. Üstelik bütünüyle insana yahut sosyal matrise baðlanan deðerler, sosyal olan her þey gibi geçicidir. Hayatýn devamlýlýðýný, özelliði geçicilik olmayan bir kayna-ða baðlamak daha tutarlýdýr; aksi takdirde anlamsýzlýðýn uçurumundan, nihilizmden insanlarý hiçbir þey kurtaramaz. Bu anlamda tanrý bu teklik niteliðiyle hem varlýðýn hem de deðerlerin merkezinde durmaktadýr. Bu varlýk ve deðer merkeziyle irtibatýn koparýlmasý, insan trajedyasýnýn da baþlangýcý olmaktadýr.
Ýnsanýn kendine bir ideal koymasý ve bütün kanunlarýný, zevklerini, haklarýný bu idealden çýkarmaya kalkmasý belkide tarihin gördüðü en büyük insan sapmalarýndan biri olarak görülmelidir. Zira bu ideal içerisinde zevklerin, haklarýn sýnýrý belirsizdir ve bu sýnýrsýz arzularýn güdümüne giren insanýn yarattýðý dünyanýn tarihi de savaþlarýn, tahakkümlerin, açlýklarýn, sefaletlerin dünyasý olagelmiþtir. Hem zihinsel hem de bu zihne alet olarak iþ görecek teknolojik aygýtlardaki bütün geliþmiþliðine raðmen, insanýn binlerce yýldýr aktif özne olarak rol aldýðý dünya sahnesi hâlâ, in-sanca bir yaþam alanýna evirilememiþtir. Böyle bir tekâmülün gerçekleþememesi, bu ‘ortak’üst deðerler kavramýnýn altýnýn oyulmasý ve insanlar arasýnda‘ortak bir kelime’ (Al-i Ýmran, 64)arayýþý idealinin parçalanmýþ olmasýndan kaynaklanmaktadýr.
Farklý ümmetlerin aralarýndaki iliþkileri düzenlemede farklý yol tutmalarý, ahlâkî ilkelerde bir temele dayanmalarýna engel deðildir. Ýnsanýn temel on-tik yapýsýna dayanan ve Allah’ýn doðuþtan bu fýtrata neyin iyi neyin de kötü olduðunu yerleþtirmiþ olmasýna yaslanan (Þems,8) ahlâk temeli, bütün insanlarda ortaktýr. Bu anlamda yerel bir ahlâktan bahsedilemez. Haksýzlýk, her yerde haksýzlýktýr, zulüm her yerde zulümdür, iyilik de her yerde iyiliktir. Bu kavramlarýn yerel olarak farklý tanýmlanmasý, onlara temel özelliklerini veren ‘iyi ve kötü’ nitelikleri bir kaymaya uðramadýðý sürece, bu durumu ortadan kaldýrmaz.
Evrendeki düzenin ve yaþamýn garantisi olarak Tevhid
Kur’an’ýn resmettiði Allah, âlemde var olan ve var olmak-ta olan her þeyin anahtar kavra-mý olarak öne çýkarýlmaktadýr. Allah; mutlak kudret sahibi, her þeyi bilen, adil, dünyalarýn rabbi, yeri ve gökleri nizam ve düzenlerini vererek yaratan, ölümün ve hayatýn var edeni, göklerin ve yerin hükümranlýðý kendisine ait olan, gücüne karþý konulamaz, hesaplarý hýzlýca gören, herkesin yapýp ettiklerini zerre miktarýnca olanlarýna kadar bilen, hükümran ve kutsal olan varlýktýr. Bütün kullarýnýn koruyaný, yetimlerin sýðýnaðý, yolunu þaþýranlarýn yolunu aydýnlataný, acýlarýn dindireni, mahrumlarýn dostu, acýlý olana teselli veren O’dur. Cömert olan, hep veren ama hiç almayan, yarattýðý düzen boþluk kabul etmeyen (samed), baðýþlayan, merhamet sahibi de yine O’dur.
Kozmosda her þey için bir ölçü konulmuþ olmasý, (Talak, 3;Kamer, 49; Furkan, 2; A’la, 3) kâinatta ince ayar yürüyen nizam ve düzen, her þeye tek bir kudretin hâkim olduðunu göstermektedir. Varlýðý oluþturan bütün yapý parçalarý, küçüðünden büyüðüne kadar, birbirini destekleyen bir tarzda çalýþmaktadýr. Organik büyük bir varlýk þeklinde varlýðýný devam ettiren âlem bu yapýsýyla hem kudret sahibi bir varlýðý göstermekte hem de bütün bu plânlamalarýn tek bir varlýða dayandýðýna iþaret etmektedir. Kâinatýn baþlangýcýnda gaz halinde bulunan maddelerin, kendi aralarýnda gruplaþarak yýldýzlarý meydana getirmemeleri ihtimali getirmeleri ihtimalinden çok daha yüksekti, ama durum bunun tersi olarak gerçekleþmiþtir. Tek baþýna bu örnek bile, evrendeki inayeti, lütfu ve evrenin kendi baþýna býrakýlmamýþ olduðunu gösterir. Varlýk halindeki her þey, bir hikmetle ayarlanmýþ, yeryüzünde hayatýn gerçekleþmesi için hizmete konulmuþtur. Bunlarýn olmama ihtimalinin olma ihtimalinden daha yüksek olmasýna raðmen, bütün bunlarýn var olmasý, her þeyde ayný ve tek elin aktif olduðunu göstermektedir. Varlýklar âlemindeki bu düzen ve gayelilik, insan hayatýna yönelik bir iradeyi göstermektedir. Evrendeki her þeyin birbirinden haberdar bir þekilde organik bir bütünün varlýðýný devam ettirmesi için sürekli iþbirliði içinde çalýþýyor olmalarý da bu ‘tek’elin varlýðýyla ilgilidir. Âleme bu düzeni veren iradenin tek deðilde birden çok olmasý, bu düzenin, gayeliliðin ve varlýk parçalarý arasýndaki iþbirliðinin (kozmos) ortadan kaybolmasý (kaos), bütün varlýðýn da yok olup gitmesi anlamýna gelirdi. Kur’an bunu sistemli bir delil mantýðý içinde insanlara sunmaktadýr:
Eðer yerde ve gökte Allah'tan baþka tanrýlar bulunsaydý, yer ve gök, (bunlarýn nizamý) kesinlikle bozulup gitmiþti. Demek ki Arþ'ýn Rabbi olan Allah, onlarýn yakýþtýrdýklarý sýfatlardan münezzehtir.(Enbiyâ, 22)
“De ki: Eðer, onlarýn dedikleri gibi Allah’la beraber tanrýlar bulunsaydý, o durumda hepsi arþýn sahibi olmaya çalýþýrlardý.” (Ýsrâ, 42)
“Allah çocuk edinmemiþtir. O’nun yanýnda hiçbir tanrý da yoktur, olsaydý, her tanrý kendi yarattýðýna sahip çýkar ve birbirinden üstün olmaya çalýþýrlardý. Allah onlarýn nitelendirmelerinden yücedir.” (Mü'minun, 91) “Ey insanlar! Allah’ýn size olan nimetini hatýrlayýn; size gökten ve yerden rýzýk veren Allah’tan baþka bir yaratan mý var? O’ndan baþka tanrý yoktur...” (Fâtýr, 3)
Âlemde yaratýlmýþ bütün unsurlar arasýnda bir çatýþma ve ayrýþma deðil de iþbirliði olmasý, kozmosdaki her þeyin bir sonuç olduðu kadar baþka þeylere sebep olarak düzenlenmiþ olmasý, vs. tek bir varlýðý göstermektedir. Allah’ýn Kayyûm olarak isimlendiriliþi de bu gerçeði yansýtmaktadýr. El-Kayyûm, yaratýklarýn gerçekleþtirecekleri iþlerin dirlik ve düzenini, iþleme biçimini koyan; düzenli birlikteliði sonuçta bir deðer yaratacak þekilde kanuna baðlayan; kendi kurduðu düzeni kendi ayaklarý üstünde durmasýný saðlayacak kadar deðerlerle donatan, demektir.
Ýnsanlýðýn birliðinin kaynaðý olarak Tevhid
Tevhid temelinde, Ýslâm dininin temel yapý taþlarýndan ve ayýrt edici özelliklerinden biri, hem tanrýsýný hem de gönderdiði ilâhi kitabý kendi tekeline almamýþ olmasýdýr. Ýslâm’ýn tanrýsý bütün insanlarýn tanrýsý, kitabý da bütün insanlarýn kitabýdýr. Kur’an’daki “Ey inananlar!” hitabýnýn yanýnda, “Ey insanlar!” hitabýnýn varlýðý da bunu göstermektedir. Bu kucaklayýcý felsefe yerellikten kurtulmanýn ve kucaklayýcý bir dünya görüþü sunmanýn da temelini oluþturur. Bu evrenselci anlayýþýn ve bunun temelinde yatan birlik fikrinin belirgin bir þekilde temsil edildiði ayet-i kerimelerden biri þudur:
“Kim bir insaný kurtarýrsa bütün insanlýðý kurtarmýþ gibi olur, kim de bir insaný öldürürse bütün insanlýðý öldürmüþ gibi olur.” (Maide, 32)
Kur’an ayetlerinin büyük bir kýsmýnýn, insanlarýn tanrý kavramýný anlama ve anlamlandýrmalarýnda temel rol oynayan,ama büyük bir tahrife uðrayan kavramlarý yeniden asli haline kavuþturma amacýnda olduðu düþünüldüðünde, insanlýðýn temel kavramlarýnýn tahrifine baðlý olarak parçalanmýþ halinin Kur’an’da yeniden bütünlenmeye çalýþýldýðý görülecektir.
Dinlerin de insanlýðýn birliðini parçalama aygýtlarý olarak kullanýmýna karþý Kur’an’ýn yine Ýbrahim figürünü öne çýkardýðýný görmekteyiz. Hz. Ýbrahim’i Yahudi ve Hristiyan kimlikleri altýnda mütalâa etmeye çalýþan tekelci zihniyete karþý onun “dosdoðru/ hanif’ kiþiliði öne çýkarýlmaktadýr:
“Sonra da sana: “Doðru yola yönelerek Ýbrahim’in dinine uy! O müþriklerden deðildi”diye vahyettik.” (Nahl, 123)
“Ýbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah’ý bir tanýyan, dosdoðru bir Müslüman idi; müþriklerden de deðildi.” (Al-i Ýmran, 67)
Varlýklardaki birlik fikrinin temeli olarak Tevhid
Allah’ýn hakîm ismi (plânsýz hareket etmek anlamýndaki sefeh’in karþýtý olarak), âlemi bir plân dahilinde yarattýðýný ve alemde iþleyen sürecin de bu plâna göre yürüdüðünü ifade etmektedir. Bu plânýn parçalarý durumundaki varlýðýn ve bu varlýðý bir bütün olarak temsil eden olaylarýn ortak bir hedefe gitmesi ve belirlenen üstün iyiyi oluþturmasý, varlýðýný tek bir kaynaða baðlý olmasýna borçludur. Olaylarýn ve varlýklarýn birbirine baðlý oluþu, varlýklarýn bir bütün olarak ortak bir hedefe (telos) yönlendirildiklerini gösterir. Bütün varlýða sinen bu ‘birlik’, tek bir plânlayýcý fikrini besler. Buna tabiattaki gayeyi (Telos) örnek vermek mümkündür. (Tabiattaki telos’u þu örnekle açýklamak mümkündür: Bir araba fabrikasýnda arabanýn her bir parçasý ayrý ayrý yapýlmaktadýr. Fabrikanýn bir köþesinde þanzýman, bir baþka köþesinde motor, bir baþka yerinde ise baþka bir aparatý üretilmektedir. Anca bütün bu parçalarý yapanlarýn bir gayesi vardýr ve herkes bu gayeye odaklanmýþtýr. O da; hareket eden bir araba meydana getirmektir. “Hareket eden bir araba” fikri, bütün bu hareketliliði motive eden telos’tur ve fabrikadaki bütün plânlamalarý ve faaliyetleri anlamlý kýlanda budur.) Bir aðacýn yetiþebilmesi için bütün varlýklar (güneþ, yaðmur, toprak, vs.) iþbirliði yapar, birlik içinde davranýr ve ortak amaca odaklanýr. Bu anlamda varlýðýn birliði fikri, hem dinlerin hem de bilimin vurguladýðý bir noktadýr. Kur’an tanrýnýn birliðini bütün birlik fi-kirlerinin temeline koyar:
“Þayet Allah’tan baþka tanrýlar olsaydý yer ve gökler bozulur giderdi.” (Enbiya, 22)
Birbirinden baðýmsýz nesneler fikrinden birbiriyle baðýntýlý ve birbirini destekleyen varlýklar fikrine (monizm) giden bilimin ve birbiriyle mücadele eden tanrýlar fikrinden tek bir tanrý fikrine (monoteism) giden din anlayýþýnýn birleþmesi,bu baðlýlýðýn kendini gösterdiði zirve noktalardan biridir.
Ýçinde yaþadýðý evrende in-san, bir iliþkiler aðýnýn parçasýdýr. Diðer insanlarla, yaratýcýyla, tabiatla, vs. din, kendi bireyselliðini gerçekleþtirme noktasýnda olduðu zaman bile, in-sana bu bütünü dikkate alan bir iliþki ahlâký vermiþtir. Bu aðý parçalayan ve hayatý kendi bütünlüðü içinde görmeyen düþünce yapýsý, ürettiði düþünce ve insan tipi ile, insanýn hayat-ta var olma hedeflerini (mü-min olma=güven verme ve güven içinde bulunma; imarda bulunma=ömür sürülecek bir ümraný/medeniyeti kurma, vs.hedefler) bulanýklaþtýrmaktadýr. Ýnsanýn kalitesini, alet kullanan canlý, tanýmlamasýyla kullandýðý aletlerin geliþmiþliðiyle ölçen ve bütünden kopararak kendi merkezine odakla-yan düþünce insanýn bireyselliði açýsýndan da yýkýmlar getirmiþtir. Özgürlüðünü kýsýtladýðýný varsaydýðý tüm baðlarý kesip atarken, insana güvenlik veren,kendisini tanýmladýðý baðlarýda koparmýþ, üzerinde hakimiyet kurmaya çalýþtýðý dünyayý insaný tehdit eden bir alana dönüþtürmüþtür.
Allah, ‘varlýðýn göz bebeði’(Ýnsan kelime anlamý olarak hem gözlem yapan hem de göz bebeði anlamlarýný taþýmaktadýr, bkz. Nisa, 6) olarak anýlacak insanýn duruþunu güçlendirmek için kendi ismini paylaþarak (Allah, insaný Rabbani olarak adlandýrarak çýkaracaðý kadar yücelere çýkarmaktadýr, bkz. Al-i Ýmran,79) onu, melekler dahil bütün varlýk düzlemlerinin üzerine çýkarmakta, vahyin de en temel konusu yaparak bu baðlýlýðý saðlamlaþtýrmaktadýr. Kur’an baþka konulardan bahsederken, Allah’ý konu yaparken de insana vurgu yapmaktadýr. Örneðin Allah tövbeleri kabul eden ‘Yüce bir baðýþlayýcý’ olduðundan bahsederken, hemen aklýmýza günah iþleyen ve günahlarýnýn baðýþlanmasý için O’na yakaran bir varlýk, insan gelir. Âlemde olup bitenler birer yol ve yordam gösterici olarak ‘Allah’ýn ayetleri’ olarak anýldýðýnda, yine kendisine yol gösterilen insan akla gelecektir.
Tanrý hakkýnda konuþurken kullandýðýmýz dilin en temel belirleyeni de, insanlarda bir‘baðlýlýk’ ve ‘bilinç’ yaratmasýdýr. ‘Kur’an’ýn ‘takva’ olarak kavramsallaþtýrdýðý bu ‘hal’, bilgi ile pratiðin birleþtiði ve birinin varlýðýnýn diðerine baðlandýðý bir model sunmaktadýr. Bu bilinçlilik durumu, yaratýlmýþ olmanýn getirdiði sýnýrlý oluþtan, yeryüzünde bulunmanýn belli bir üstün gayeyi gerçekleþtirmeyi gerektirdiði ve bunun için de Allah tarafýndan, Tanrýsal olaný mikro seviyede gerçekleþtirme görev ve yetisinin insana verildiði gibi iki farklý uç arasýnda gerçekleþecektir. ‘Sýnýrlý oluþ’ ve ‘gerçekleþtirilecek yüce hedefler’ gibi iki uzak uç arasýndaki mesafenin yarattýðý gerilim, bu sýnýrlýlýðýn farkýnda oluþ ile (takva) aþýlabilecektir.‘Bilinçlilik’, sýnýrlý olduðumuz gerçeðini önümüze koymakta,‘sýnýrlý’ oluþumuza dair farkýndalýðýmýz ise, sýnýrlýlýðýmýzýn bizde yarattýðý gerilimi azaltmaktadýr.
Baðlýlýk, ibadet, güven gibi hayatýn devamýný saðlayan deðerler bu iliþkinin içeriðini oluþtur. Bu anlamda Allah’tan gelen vahiyle bir gerçekliðin izini sürme, beraberinde insanýn bilgi-sinde ve zihninde deðiþikliði getirir ve bu bilgiyi kalbe dönüþtürür. Böyle bir dönüþüm insanýn gözündeki perdeyi, kulaklarýndaki aðýrlýðý, vs. kaldýrýr. Ýmana ve imaný destekleyecek bilgiye ulaþmanýn önündeki bu engellerin kalkmasý, hayatýn kaynaðý olan ve devamýný saðlayan varlýk hakkýnda bütüncül bir bilgiye ulaþmanýn da yolunu açar. Böyle bütüncül bir bilgiye ulaþma sürecinde, hem Kitap’la hem de Kitab’ýn vahy edeni ile karþý karþýya geliriz. Kitaba ne kadar kendimizi verir ve açarsak, vahy edenine dair farkýndalýðýmýz da o ölçüde artar.
|