Onlar ümmi olup, okuma yazma bilmiyorlardý. Onlarýn bu ümmilik özelliði, önemli þeyleri ezberlemeye sevkediyordu. Ancak buna raðmen yine de az sayýda da olsa yazýyý bilenler vardý. Ve bunlardan Hz. Peygamber kendisine vahiy katipleri seçmiþti. Kur'ân'ýn pek çok kimse tarafýndan ezberlenmesinin yanýnda, korunmasý hususundaki özenden dolayý da ayrýca bu insanlar tarafýndan yazýyla kaydediliyordu. Hatta ilk zamanlar Hz. Peygamber, kendi sözleriyle Kur'ân'ýn baþkalarý tarafýndan karýþtýrýlmasý endiþesi, bütün himmetleri sadece Kur'ân âyetlerini yazmaya teksif ettirme düþüncesi ve o gün için yazý malzemesinin azlýðý gibi sebeplerden olmalý ki, hadislerin yazýlmasýný yasaklamýþtý. O'nun þu sözü de bunu göstermektedir:
"Benden bir þey yazmayýn. Kim benden Kur'ân'dan baþka bir þey yazarsa onu silsin. Benim size söylediklerimi baþkalarýna aktarmanýzda size bir günah yoktur. Ancak kim Bana kasýtlý olarak yalan uydurursa ateþteki yerine hazýrlansýn." Demek ki gerek ezber ve gerekse yazma iþi daha ilk günden baþlamýþ, hiçbir karýþýklýða meydan vermeksizin saðlam bir þekilde günümüze kadar gelmiþtir.
Ashab, zeka ve hafýza yönüyle, tabiatlarýnýn saflýðý ve zihinlerinin keskinliði yönüyle büyük bir üne sahiptir. O dönemde çölde yaþayan bu insanlar, ne kadar uzun olursa olsun, duyduklarý bir þeyi hemen ezberleme melekesine sahiptiler. Hatta onlar, tarihî olaylarý ve neseplerinin arþivlerini hep hafýzalarýnda topluyorlardý. Ýslam gelince, onlarýn bu hususiyetini yönlendirerek sözlerin en güzeli olan Kur'ân'ý ve hidayetlerin en doðrusu olan Hz. Muhammed (sav)'in hidayetini koruma yoluna çevirdi.
Onlarýn yaþantýlarý son derece basitti. Zaruri ihtiyaçlarýnýn dýþýnda, baþka þeylerle uðraþmýyorlardý. Bu da onlar için bol vakit, mevcutla yetinme, yokun arkasýna düþmemek demekti. Böylelikle düþünceleri duru, zihinleri dinç ve keskin kalýyordu. Onlar da bunlarý, Kur'ân ve hadisi ezberlemekte kullanýyorlardý.
Onlar, Hz. Peygamber'i gerçek bir sevgi ile seviyorlardý. Hatta bu sevgi onlarda bir inanç haline gelmiþti. Psikolojiden de hatýrlayacaðýmýz gibi, insan birisini gerçekten sevdiðinde, bu sevgi onu, sevdiðini her yönüyle takip etmeye, onu devamlý anmaya, sözlerini dinlemeye ve aktarmaya, inceden inceye ondan meydana gelen davranýþlarý taklit etmeye götürür. Ýþte sahabenin Allah'ý ve Elçisi'ni sevmesi, onlarýn Kur'ân'ý ve sünneti korumalarý hususundaki en büyük amilleriydi. Zaten ashabýn bu konudaki tutumlarýnýn hiçbir delile ve isbata gereði yoktur. Onlar, Rasûlullah'ýn ifadesiyle en hayýrlý kimselerdir:
"Ýnsanlarýn en hayýrlýsý Benim içlerinde bulunduðum asýrdýr. Sonra onlarý takip edenler, sonra da onlarý takip edenlerdir."
Onlarýn bu sevgileri, Kur'ân ve sünneti ezberleme yolunda âdeta bir yarýþa dönüþtü. Kur'ân'ý ezberlediler, Rasûlullah'ýn söz, fiil ve takrirlerini takip ettiler, hatta O'nun fizikî birtakým özelliklerini dahi muhafaza ettiler.
Yüce Yaratýcý tarafýndan insanlýða gönderilen Kur'ân-ý Kerim yüksek bir belagata sahipti. O, bütün inatçý ve kibirlileri susturdu, bütün karþý koyanlarý aciz býraktý. Zira o, dünya durdukça Elçisi'nin bir mucizesiydi. Kur'ân'dan sonra ise, sözün en güzelini, en camisini ve en tatlýsýný Allah Rasûlu söylüyordu. Zira O, insanlarýn en fasihi ve en beliðiydi. Araplar, güzel söze aþýk ve ayný zamanda nesir ve nazým olarak en güzel parçalarý ezberleme hususunda birbirleriyle yarýþ halindeydiler. Bu yönüyle de onlar, hep birden sözlerin en güzeli olan Kur'ân'ý ezberlemeye, onu anlamaya ve onunla yatýp kalkmaya baþladýlar. Tabii olarak ayný durum, sünnet için de söz konusuydu.
Kur'ân ve sünnetin bilinmesi, yaþanmasý, öðretilmesi ve neþri hususunda büyük teþvikler, onlardan yüz çevrilmesi, ihmal edilmesi ve önemsenmemesi hususunda da büyük tehditler vardý. Bunlar da sahabeyi, gerek Kur'ân ve gerekse sünnet hususunda daha titiz davranmaya sevk ediyordu.
"Allah'ýn Kitabýný okuyup ona uyanlar, namazý hakkýyla ifa edenler ve kendilerine nasib ettiðimiz imkanlardan, gizli ve aþikâr olarak hayýr yolunda harcayanlar, ziyan ihtimali olmayan bir ticaret umarlar. Çünkü Allah onlara mükafatlarýný tam tamýna verecek, üstelik lütfundan onlara fazlasýný da ihsan edecektir. Zira O gafurdur, þekûr'dur (kusurlarý baðýþlar, kullarýn amellerini ve þükürlerini kabul edip fazlasýyla karþýlýk verir)."
"Ýnsanlar için Biz Kitab'da açýkladýktan sonra, indirmiþ olduðumuz aþikâr delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, iþte onlara Allah lanet ettiði gibi, lanet edebilecek herkes de lanet eder. Ancak onlardan tövbe edip hallerini düzelten ve gerçekleri açýklayanlara gelince: Ben onlarýn tövbelerini kabul ederim. Zira tövbeleri kabul eden, çok merhametli olan Benim."
"Herhangi bir cemaat, Allah'ýn evlerinden bir evde toplanýr, Allah'ýn Kitabýný tilavet eder ve aralarýnda onu müzakere mevzuu haline getirirlerse, þüphesiz üzerlerine huzur ve sekîne iner, rahmet kendilerini kaplar, melekler onlarý kuþatýr ve Allah Teâlâ onlarý nezdindeki hayýrlý topluluk arasýnda zikreder." (Burada Kur'ân'ýn ezberlenmesi için önemli teþvikler vardýr.)
"(Farz, vacip, sünnet, müstehap, adap adýna) Rasûl size ne getirmiþse onu alýn ve sizi neden menediyorsa, ondan da kaçýnýn.", "Kim Rasûl'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiþ olur." ( Burada sünnetle ilgili teþvikler söz konusudur.)
Ashabýn Kitab ve sünnete gösterdiði hassasiyetin sebeplerinden birisi de Kur'ân ve sünnetin dindeki yerinden kaynaklanýyordu. Evet, Kur'ân, dünya ve ahiret saadetini saðlayan, insanla Allah ve insanla yaþadýðý çevre arasýndaki iliþkilerini düzenleyen yegâne bir Kitab'dýr. Sünnet ise, Kur'ân'ý açýklayan, mücmelini tafsil eden, mutlakýný takyid eden, umumisini hususileþtiren, mübhemini açýða kavuþturan ve inceliklerini belirten ikinci bir kaynaktýr. Kur'ân-ý Kerim'in þu âyeti de Hz. Peygamber'in bu görevine iþaret etmektedir:
"Sana da ey Rasûlum bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açýklayasýn. Umulur ki düþünüp anlarlar."
Þüphesiz ki ashab, Kur'ân ve sünnetin dindeki yerinin ne olduðunu çok iyi bir þekilde biliyor ve bunun için gerekli olan gayreti sarf ediyorlardý.
Ayný zamanda ortaya çýkan pek çok mesele ve sorularýn da Kur'ân-ý Kerim ve Hz. Peygamber'in sözleriyle yakýn bir ilgisi vardý. Bu durum da himmetleri coþturuyor, zihinleri uyanýk tutuyor ve nazarlarý bu hususlarda Allah ve Rasûlu'nun vereceði hükümlere çeviriyor ve bu konular üzerinde yoðunlaþtýrýyordu. Böylelikle de hem vahiy ve hem de Rasûlullah'ýn sözleri zihinlerde daha iyi yerleþiyor ve bir daha çýkmamak üzere nakþoluyordu.
Kur'ân-ý Kerim ve Allah Rasûlu'nun, insanlarý talim ve terbiyede hikmetli davranmasý, onlarý Ýslam'a davet ve irþadda mükemmel bir yol takip etmesi de Kur'ân ve sünnetin zihinlere güzelce yerleþmesini saðlýyordu. Kur'ân, insanlarý, hem kötülüklerden vazgeçirir ve iyilikleri emrederken, birden deðil, fýtrata zor gelmemesi ve kabul etmekte zorlanmamalarý için tedrici olarak muamele ediyordu. Dolayýsýyla o, toptan deðil, 23 sene gibi uzun bir süre içerisinde parça parça nazil oluyordu. Bu da onlar için Yüce Yaratýcý'nýn bir rahmetiydi:
"…Allah size güçlük çýkarmak istemez, fakat þükredesiniz diye sizi temizleyip arýndýrmak ve size olan nimetlerini tamama erdirmek ister."
"Kim makbul güzel iþler yaparsa kendi lehine, kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullarýna asla zulmetmez."
Ayný zamanda âyetler nazil olurken ashab, bizzat buna þahit oluyorlardý. Ayný durum sünnet için de söz konusuydu. Hz. Peygamber, peygamberlik ferasetiyle, onlarý mükemmel bir cemiyet haline getirip, hatta daha sonraki dönemlerde de saadet asrý olarak isimlendirilen bir konuma çýkarmýþtý. Onlarý çeþitli kötülüklere karþý uyarýyor, tutulmasý gerekli olan yolu gösteriyor, onlara konunun daha iyi anlaþýlmasý için sorular soruyor, cevaplar veriyordu; kýsacasý Rasûlullah, bunun için her fýrsatý en iyi bir þekilde deðerlendiriyordu.
Soru sorup cevabýný kendisinin vermesiyle ilgili olarak þu hadisi örnek verebiliriz. Ebû Hureyre rivayet ediyor:
"Hz. Peygamber: müflis kimdir bilir misiniz?" buyurmuþ, ashap da: "Bizim aramýzda müflis hiç bir dirhemi ve eþyasý olmayan kimsedir." demiþler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Gerçekten benim ümmetimden müflis, kýyamet gününde namaz, oruç ve zekatla gelecek olan kimsedir. Ancak þuna sövmüþ, buna zina isnadýnda bulunmuþ; þunun malýný yemiþ; bunun kanýný dökmüþ, diðerini de dövmüþ olarak gelecek. Ve buna hasenatýndan, þuna hasenatýndan verilecektir. Þayet davasý görülmeden hasenatý biterse, onlann günahlarýndan alýnarak bunun üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atýlacaktýr."
Kur'ân'ýn ve Hz. Peygamber'in kullandýðý üsluplardan birisi de, tergib ve terhipti. Yani bazý iyi þeyleri vadederken, kötü þeylerle de korkutmaktý. Bununla ilgili pek çok âyet ve hadis vardýr. Ýþte bu tergibler ve terhipler de, ashabýn zihninde iyice yerleþiyor, unutmalarý mümkün olmuyordu.
Ashab, Kur'ân ve sünnet vesilesiyle doðru yolu buluyor; herhangi bir þeyin helal ya da haramlýðýna onlara bakarak karar veriyor; onlardan aldýklarý nasihat ve derslere tabi oluyor; bütün düstur ve ilkelerini Kur'ân ve Hz. Peygamber'den alýyorlardý. Þüphesiz, bilinenle amel edildiði zaman, o bilgi zihinlerde daha güzel bir biçimde yerleþmiþ olur. Ve unutulmasý imkansýz hale gelir. Ashab, öðrendikleriyle en titiz bir þekilde amel ettiklerinden ve bu konuda son derece titiz olduklarýndan, hem Kur'ân ve hem de hadisleri ezberlemeleri ve onlarý muhafaza etmeleri bu durumun gayet normal bir sonucudur.
Yine bu amillerden birisi de Rasûlullah'ýn onlarýn içlerinde bulunmasýdýr. Rasûlullah, büyük bir sabýr ve metanetle, onlara Kitab ve sünneti ezberletiyor, bilmediklerini öðretiyor, sorduklarýnda cevap veriyor, þüphelendikleri bir konuda onlarýn þüphelerini gideriyordu. Son derece mütevazý, her zaman mütebessim, huyu yumuþak, sertlik ve kabalýktan son derece uzak, yerinde bir baba, yerinde herkesin hizmetine koþan biri, yerinde bir ana durumunda olan Hz. Peygamber, bütün bu iyi vasýflarýyla onlara yaklaþýyor, beraber oluyor ve onlardan bir kimse gibi hayatýný yaþýyordu. Böylelikle o, bütün bu güzel hasletleriyle herkesi kendisine çekiyor, Kur'ân ve Kur'ân'ýn tefsircisi konumunda olan sünneti öðretiyordu. Böyle bir öðreticinin öðrettiði þeylerin hafýzalardan çýkmasýnýn imkaný var mýdýr?
Kur'ân, namazlarda, Cuma hutbelerinde, ashabýn kendi arasýnda, küçük-büyük, erkek-kadýn, yaþlý-genç demeden okunan bir özelliðe sahipti. Böylelikle onu ezberlemeleri daha kolay bir hale gelmiþ oluyordu.
Ýþte yukarýda saymýþ olduðumuz bu ve benzeri sebeplerden dolayý, ashab, Kur'ân ve sünneti en güzel bir þekilde muhafaza etmiþ, onu kendi hayatlarýnda yaþamýþ ve ayný ihtimamla sonraki nesillere aktarýlmasýný saðlamýþlardýr.
|