Ýslahý, Hz. Muhammed'e saðlýðýnda gelen vahiylerle tamamlanmýþ son hak dindir. (2) O, evrensel nitelikli ilke ve deðerleriyle, gerçekliðini ve geçerliliðini ispatlamýþtýr. Peygamber (as) de, Allah katýndan vahiy alan son elçidir. (3) Ýslam'ýn evrensel nitelikli deðerleri, onun saðlýðýnda son þekline kavuþmuþtur. Hz. Peygamber, vahyi ve aklý birlikte etkin kýlmýþ, Ýslam'ýn anlaþýlmasý ve doðru biçimde hayata geçirilmesi konusunda saðlam bir örnek ortaya koymuþtur. Bundan sonrasý için, dinin anlaþýlma biçimleri söz konusudur. Bu aþamada Müslümanlara düþen öncelikli görev, Kur’an'ý ve Peygamber (as)'in ortaya koyduðu örneði esas alarak saðlýklý bir dinî anlayýþa ulaþmaktýr. Çünkü Kur’an'ýn ve Hz. Peygamberin ortaya koyduðu modelin eksen alýnmasý, zaman içinde sosyal deðiþmelere paralel olarak geliþecek anlayýþ biçimlerinin yönünü belirleyecektir.
Kur’an'ý kendi vahyediliþ düzeni içinde ele alýp incelersek, onun nelere öncelik verdiðini kolayca görebiliriz. Kur’an'ýn insandan istediði ilk iþ, okumaktýr. “Yaratan Rabb 'inin adýyla oku.” (4) mealindeki ilâhi emir, hem teklifi hem de ta'limi bir muhtevaya sahiptir. O, insanýn, öncelikle okumasýný ve aydýnlanmasýný istemektedir. Çünkü doðru bilgi, hakikati gösteren bir ýþýktýr. Bilinmeyen þey, yok mesabesindedir.
Yine, Kur’an'ýn iniþ sýrasý itibariyle ikinci suresinde, kalemden ve yazýdan söz edilir. “And olsun kaleme ve yazdýklarýna.” (5) diyerek yemin edilir. Gerçekten de okumadan yazýlmaz, okuyup yazmadan da bilgiye ulaþýlamaz.
Bilgi, düþünce ve Ýman gibi deðerlerle donanýmýný tamamlayan insana “Ey örtüsüne bürünen, geceleyin kalk!” (6) mealindeki sözcüklerle "bireysel kýyam emri" verilir. Daha sonra da bu kýyam emrinin, kiþisel boyuttan toplumsal boyuta yöneldiði görülür:
“Ey örtüsüne bürünen, kalk ve uyar, Rabb'inin yüceliðini duyur'.” (7) Bu ilâhi buyruklar, kendi öz benliðinde gerekli geliþmeyi gerçekleþtiremeyen kimselerin, baþkalarýna olumlu yönde etki edemeyecekleri mesajýný verir.
Kur’an'a baktýðýmýzda, Onun, hitap ettiði insanlarýn durumlarýný dikkate aldýðýný da görürüz. Meselâ, Mekke müþrikleri, ilansýz olmayan; ama ilah fikrinin hiçbir fonksiyon icra etmediði bir dünya görüþüne sahiptiler. Bundan dolayý Kur’an, Ýslam'ýn sunduðu Allah anlayýþýný çok yoðun bir biçimde iþlemiþ, bütün varlýðýn ve oluþlarýn gerisinde mutlak irade ve güç sahibi Allah'ýn bulunduðunu vurgulamýþtýr. Kýsaca Kur’an, Allah'ý tek fail güç olarak tanýtmýþtýr. (8) Bütün bunlar bize, Kur’an'ýn temel amaçlarýný gerçekleþtirmek için, nasýl bir yol izlediðini gösterir. O, insanýn zihnine, her þeyin merkezinde Allah düþüncesinin yer aldýðý Ýslami bir anlayýþý yerleþtirir. Çünkü onun temel gayesi, insanlarýn düþünce ve davranýþlarýný vahye uygun hale getirip onlarýn hayatlarýný tevhid esasýna göre þekillendirmektir.
Kur’an'ýn yaþanan bir gerçek olarak hayatýmýza girebilmesi için, tevhid bilgisinin yanýnda onun nasýl uygulanacaðýný gösteren pratik bir modele de ihtiyaç vardýr. Bu model, Peygamber (as) tarafýndan ortaya konmuþtur. Çünkü ona, bilgi ve bilginin doðru uygulanmasý anlamýna gelen hikmet verilmiþtir. (9)
Sahabe nesli, Kur’an'ýn indiriliþine þahit olmuþ, Peygamber (as)'in eðitimi ile Ýslam'ý öðrenip yaþamýþ bir nesildir. Daha sonra gelecek nesillere dini yaþama açýsýndan model olan bu neslin, Kur’an karþýsýndaki örnek tavrý bizler için büyük bir önem taþýmaktadýr. Çünkü bu neslin eðitimine kaynaklýk eden Kur’an'dýr. Sahabe nesli, Kur’an'ý okumak ve ezberlemekle yetinmeyip onu anlamaya, ayetleri üzerinde düþünmeye ve emirlerine uygun hareket etmeye de büyük özen gösterdiler. Onlar, Kur’an'ý anlayarak okumanýn ve ayetleri üzerinde düþünmenin, Allah tarafýndan istendiðini çok iyi biliyorlardý. Ayrýca onlar, Allah'ýn:
“Kutsal, bereketli bir Kitap bu; onu sana indirdik ki ayetlerini derin derin düþünsünler ve temiz özlüler öðüt alabilsinler.” (10) mealindeki buyruðuna ilk muhatap olan Hz. Muhammed'in, Kur’an okuduðunda onunla doðrudan bir iletiþim kurduðunu görüyorlardý. Ýþte bundan dolayý bazý alimler, Kur’an'ý anlamadan ve üzerinde düþünmeden okumayý doðru bulmamýþlardýr. (11) Tâbün'in ileri gelen alimlerinden es-Sülemi ise, "sahabe neslinin, Kur’an'ý ilim ve amelle birlikte öðrendiklerini" belirtmiþtir. (12) Görüldüðü gibi sahabe neslinin eðitimi, Kur’an merkezli idi. Onlar, Kur’an'ý Hz. Peygamberin rehberliðinde anlamýþlar ve anladýklarýný da hayatlarýnda uygulamýþlardýr.
Ancak, Peygamber (as)'in ve sahabe neslinin ortaya koyduðu güzel örnek, ne yazýk ki bir süre sonra giderek yerini statik bir yapýya ve tutucu bir anlayýþa býrakmýþtýr. Ýslam dýþý ideolojilerin dayatmasýyla bu anlayýþ, Kur’an'ýn dinamizmini hayata yansýtamamýþtýr. Bu yanlýþ anlayýþlar, Ýslam dýþý sistemler tarafýndan destek görünce Ýslam dünyasý, özellikle yirminci yüzyýlýn baþlarýnda son siyasi otoritesini de yitirdi. Bu aþamadan sonra, Ýslam coðrafyasýnda birtakým küçük siyasi kabilevî yönetimler oluþturuldu. Söz konusu yönetimler, kendilerine galip gelen batý medeniyeti karþýsýnda süratle Ýslami kimliklerinden uzaklaþtýlar. Dini, sadece kiþisel inançlar seviyesine indirgeyerek Ýslam'ýn toplumsal yönünü ve iþlevini reddettiler. Bütün bu olumsuzluklar, Ýslam dünyasýnda kimlik bunalýmý doðurdu. Parçalanmýþ Ýslam âlemi, sonunda batýnýn sömürge alaný haline getirildi. Tabii ki Ýslam dünyasýnýn bu duruma düþmesine, batýnýn acýmasýzlýðý kadar Müslümanlarýn gafleti ve ataleti de sebep olmuþtur.
Bu yanlýþlarýn temel kaynaðý, insanlarýn Kur’an'dan uzaklaþmalarýdýr. Oysa Kur’an, insanlarýn hidayeti için gerekli olan herþeyi getirmiþtir. (13) Bu durumda, insanýn, Kur’an'ýn hidayetine teslim olmaktan baþka kurtuluþ yolu bulunmamaktadýr. Yapýlmasý gereken en önemli iþ, anlaþýlmak ve kendisine uyulmak için gönderilmiþ olan Kur’an'a yönelmektir. Çünkü, sahih bir Ýslam anlayýþýna ve yaþayýþýna ulaþmak, ancak Kur’an eðitimiyle mümkün olacaktýr. (14)