Ýnsaný bu dünyaya baðlayan güçlü arzu ve güdüler vardýr. Bunlar, ifade yerinde ise insan tabiatýna nakþedilmiþtir. Onun bütün hayatýný bunlar þekillendirir. Gücü ve saðlýðý yerinde olduðu müddetçe, insan bu duygu ve dürtülerin peþinden koþar durur.
Ýnsanýn hayatýný, neslini devam ettirme arzusu, zararlardan kendini koruma gayreti, açlýk, susuzluk ve cinsellik bu dürtülerden bazýlarýdýr. Yine dünya malýna ve metaýna sahip olma, kendini ispatlama, gösteriþ ve þöhret, baþkalarýný etkileme, onlarý yönetme, baþarý ve üstünlük elde etme, saygýnlýk ve takdir görme güdüleri de diðer bazýsýdýr.
Ýnsanlarda bu duygu ve dürtüler, farklý þekillerde tezahür eder. Mesela kimi insanýn gayesi servettir; mal-mülk kazanmak onun en büyük davasýdýr. Kimisinin gayesi, þandýr, þöhrettir; ömrünü bu uðurda tüketir. Kimisinin de makamdýr, mevkidir; bunlara ulaþmak onun en büyük ihtirasýdýr. Kimisinin gayesi de, eþ ve çocuktur; bunlarýn ötesinde bir hayali ve ideali yoktur. Bazen de bir insanda bu dürtülerden bir kaçý beraber bulunur.
Bu duygu ve dürtülerle insan bu dünyada imtihan edilir (bk. Âl-i Ýmran, 3/14; Tevbe, 9/24; Teðabun, 64/15.) Manevi tekâmülünde o, bunlarý bir araç mý yoksa bir amaç haline mi getirmektedir?
Yine insan, bu duygu ve dürtülerini denetleyebilmekte midir? (Naziat, 79/40.) Yoksa bütünüyle bunlarýn güdümüne girerek helal-haram demeden bir hayat mý sürmektedir? (bk. Meryem, 19/59.)
Eðer insandaki bu dürtü ve duygular, gayelerin gayesi haline gelirse, Rabbine karþý olan kulluk görevinin önünde en büyük engeli oluþtururlar. Nitekim Kur’an bu durumu, insanýn kendi arzu ve isteklerini tanrýlaþtýrmasý þeklinde ifade eder. (Casiye, 45/23.) Bu, insanýn düþüþe geçmesi ve alçalmasý demektir. Ancak insan, Allah rýzasýný kazanma yolunda bunlarý bir araç olarak kullanýrsa, bu durumda da yücelir ve yükselir.
Kur’an, nefsani arzu ve heveslerine maðlup olan topluluklarýn durumlarýný Hz. Peygambere hitaben þöyle anlatýr: “Býrak onlarý, yesin içsinler, zevklerini yaþasýnlar, arzu ve emelleri kendilerini oyalayadursun. Yakýnda bilecekler!” (Hicr, 15/3; ayrýca bk. Tevbe, 9/69.)
Ýnsanoðlu, çoðunlukla geçmiþ topluluklardan ibret almaz. Oysa ilk insandan itibaren, kendisi gibi milyarlarca insan bu topraklarý yurt edinmiþti. Onlar da doymak bilmeyen bir hýrs ve tamahla dünyaya baðlanmýþlardý. Ama sonunda dünya deðirmeni onlarý da öðütmüþtü. Toprak olup gitmekten kurtulamamýþlardý.
Þimdi, onlarýn yaþadýklarý topraklarda yeller esmektedir. Artýk isimleri unutulmuþ, adlarý sanlarý tarihin derinliklerinde kaybolup gitmiþti. Geriye, sadece korunmak için savaþtýklarý kalelerin duvarlarý yahut sefa sürdükleri saraylarýn sütunlarý kalmýþtý.
Kur’an, geçmiþ milletlerden bahseder. Onlar da medeniyetler inþa etmiþlerdi. Kayalarý oymuþ, oralarda muhkem sýðýnaklar ve barýnaklar yapmýþlardý. (Þuara, 26/26.) Böylece hayatlarýný saðlama aldýklarýný düþünmüþlerdi. Heyhat! Hepsi boþuna idi. Çünkü topraktan gelmiþlerdi, sonunda yine toprak olup gitmekten kurtulamamýþlardý.
Geçmiþ milletlerden dünyanýn zevk ve keyfine kendilerini iyice kaptýranlar olmuþtu. Pýnar baþlarýnda, ekinler ve salkým saçak meyve aðaçlarý arasýnda hep böyle sefa süreceklerini zannetmiþlerdi. (Þuara, 26/146-148.) Ýþte insaný Rabbinden uzaklaþtýran esas sebep de, onun bu saplantýsý deðil miydi?
Eski kavimlerden bazýlarý, Peygamberlerin çaðrýlarýný dikkate almamýþlardý. Bizim hayatýmýza sen karýþamazsýn, istediðimiz gibi ibadet eder, istediðimiz gibi yer, içeriz demiþlerdi. Kendi elimizle kazandýðýmýz mallara helal-haram deyip müdahale edemezsin (bk. Hud, 11/87, 91.), yine cinsel hayatýmýza sýnýrlar koyup arzu ettiðimizi yapmaktan bizi alýkoyamazsýn, demiþlerdi. (bk. Hud, 11/79.)
Dünya âdeta bir imtihan salonuydu. Asýrlar boyunca imtihan olmak için bu salondan niceleri geldi, geçti. Kimi kazandý, kimi kaybetti. Þimdi nöbet sýrasý bizdedir. Dünya bize emanet, biz de dünyaya emanet edilmiþiz. Allah’tan geldik, yine O’na döneceðiz.
Ýnsanýn bu dünya hayatý adeta bir müsabaka þeklinde geçer. Tabiatýna yerleþtirilen duygu ve dürtüler insaný bu yarýþa mecbur býrakýr. Nitekim Kur’an bu noktada “tefahur” ve “tekâsür” kavramlarýný kullanýr. Yani “birbirine üstünlük saðlama, övünme”, “daha çok mal mülk ve evlat sahibi olma” yarýþý. (Hadid, 57/20.)
Ýnsanlar, bu hayatta birbirine karþý üstünlük saðlama çabasý içerisinde olurlar. Sahip olduklarý imkânlar, makamlar ve unvanlar sebebiyle birbirine karþý övünürler. Farklý seviyelerde de olsa, her bir insan bu duygularý kendi iç dünyasýnda yaþar.
Ancak insanýn, bu dünya yarýþýna kapýlýp asýl yarýþý unutmamasý gerekir. Bu asýl yarýþ da, þu ayette belirtildiði gibi, Allah’ýn affýna, baðýþlamasýna nail olmak ve sonsuz cennetlere kavuþmak için yapýlýr: “Rabbiniz tarafýndan verilecek bir maðfirete ermek ve cennete girmek için yarýþýn.” (Hadid, 57/21.) “Yarýþacak olanlar iþte bu nimetlere ulaþmak için yarýþsýnlar.” (Mutaffifin, 83/26.)
Ýnsan, bu dünyada bir þeref ve izzet arayýþý içindedir. Çocukluðundan itibaren beðenilmek ve takdir edilmek ister. Ýtibar ve saygýnlýk kazanmayý arzular. Bunun için kariyerini yükseltmek, unvan sahibi olmak, yüksek makamlara gelmek, meþhur liderlerin ve üstatlarýn yakýn çevresinde bulunmak, onun arzuladýðý þeylerdir.
Ýþte insan, bu dünyada itibar sahibi olma mücadelesi verirken, bir þeyi asla unutmamalýdýr. O da; asýl itibar ve þeref Allah’a secde ve itaattedir. Evet, gerçek üstünlük ve fazilet, ilahî buyruklara teslim olmaktadýr. Nitekim þu ayet bu hakikati bizlere anlatýr: “Kim izzet ve þeref sahibi olmak istiyorsa, bilsin ki izzet ve þerefin hepsi Allah katýndadýr.” (Fatýr, 35/10.)
Ýnsan, bu dünya hayatýnda hep yarýnlara dönük yaþar. Gelecekle ilgili hayaller kurar, planlar yapar. Daima yarýnlarý için bir þeyler hazýrlama gayretinde olur. Böylece geleceðini teminat altýna almaya çalýþýr. Çünkü insanýn en temel güdülerinden biri, varlýðýný sürdürmektir.
Ancak insanýn þu hakikati de aklýndan çýkarmamasý gerekir: Yarýndan da öte bir “yarýn” vardýr. Bu yarýn da, Allah’ýn huzurunda hesap verme günüdür. Þu hâlde dünyanýn yarýnlarýna hazýrlanmak, ölüm sonrasý “yarýn”a hazýrlanmanýn önünde bir engel oluþturmamalýdýr. Aksine dünya yarýnlarý, ebedî yarýnlar için bir sermaye olarak deðerlendirilmelidir.
Ýþte, þu ayet de bu hakikati bizlere anlatmaktadýr: “Ey iman edenler! Allah’ýn azabýna maruz kalmaktan korunun, herkes yarýn ahireti için ne gönderdiðine baksýn.” (Haþr, 59/18.)
Prof. Dr. Ýbrahim Hilmi KARSLI / DÝYANET AYLIK DERGÝ |