Kur’an’da hastalýk, geçim darlýðý gibi bir zorlukla karþýlaþan, Rabbinden baþýna gelen bu zorluðu kaldýrmasýný isteyen bir insan karakterinden söz edilir. Rabbi kendisine afiyet verdiði, zorluðunu kolaylýkla deðiþtirdiðinde, bu kiþi daha önce ettiði duayý terk etmekte; þeytana itaat, Allah’a isyan etmeye baþlamaktadýr. Ahireti umursamayan, bütün ilgi ve ihtimamýný þu fani dünyaya yönelten ancak zorda kaldýðý vakit kul olduðunu hatýrlayan, bu yüzden de ilahi tehdide muhatap olan bu kiþi ile (Zümer, 39/8.) samimi bir mümin arasýnda þöyle bir karþýlaþtýrma yapýlmaktadýr: “Yoksa geceleyin secde ederek ve kýyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkârcý gibi) midir? (Resulüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doðrusu ancak akýl sahipleri bunlarý hakkýyla düþünür.” (Zümer, 39/9.)
Ayeti kerimede müminin dinî hayatýnýn üç boyutu üzerinde durulmaktadýr ki bunlardan birincisi davranýþ boyutudur. Davranýþ boyutuyla mümin, namazlarýný huþu ile kýlan, Allah’a dua ile yönelen, O’na her hâlinde itaat eden, kulluðunda daim olan kiþidir. Gece ibadetinin onun hayatýnda özel bir yeri vardýr; çünkü gece vakti nefse ibadetin en aðýr geldiði vakit; rahatý talep etmek için en uygun zamandýr. Gece ibadetini tercih eden kiþi Allah’a ibadeti nefsin rahatýna tercih etmiþ demektir. Bu kiþinin kalbi, Allah’a yakýnlýðýn nuru ile aydýnlanýr, ettiði ibadet riyadan en uzak, kabule en yakýn ibadet olur. Þüphesiz zikrin geceye tahsis edilmesi müminin gündüz vakitlerinde kýyam ve secdeden uzak olduðu anlamýna gelmez. Dinî hayatýn davranýþ boyutunda mümin, sadece meþakkatli zamanlarda deðil rahat zamanlarda da kulluðunun bilincinde olur. Ýlahî emir ve yasaklarý ifa etme konusunda sebatkârdýr. Þahsi rahatýndan fedakârlýk yapabilecek derecede deðerlerine samimiyetle baðlýdýr. Onun dinî hayatýndaki sebat ve samimiyetinin arkasýnda duygusal bir boyut da söz konusudur.
Dinî hayatýn ikinci boyutunu, duygu boyutu teþkil etmektedir. Duygular içinde korku ve ümit duygusu, insanýn hayatýný sürdürmesini saðlayan temel duygulardandýr. Mümin, hayatýný korku ve ümit arasýnda sürdürür. Esas olan, bu iki duyguyu bir araya getirmektir. Kur’an’da bu ikisini bir araya getiren kullar övülmüþtür. (Secde, 32/16; Enbiya, 21/90.) Korku duygusu, Allah’ýn razý olmayacaðý amelleri iþlemeye engel olur. Umut ise Allah’ýn razý olacaðý amellere teþvik eder. Diðer taraftan umudun da korkunun da bir sýnýrý bulunmaktadýr ki her iki duygu da kendi sýnýrýný aþmamalýdýr. Umut, sýnýrýný aþtýðýnda insan temelsiz bir güven hissine kapýlýr. (Araf, 7/99.) Korku, sýnýrýný aþtýðýnda ise ümitsizlik duygusu kalbi iþgal eder. (Yusuf, 12/87.) Müminin dinî hayatý, aþýrýlýklardan korunmak için dengeli bir duygusal tutuma dayanýr. Duygu boyutundaki yoðunluk, kulluðunu þevk ve gayretle idame ettirmesini saðlar, dinî hayatýný olumlu anlamda yönlendirir. Ancak duygu, bilginin rehberliðine ihtiyaç duyar.
Dinî hayatýn üçüncü boyutu da bilgi boyutudur. Ayeti kerimede buyurulan, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, öncesindeki cümle ile iliþkili olarak yorumlanmaktadýr. Buna göre Rabbini hakkýyla bilen ile Rabbinden bihaber, cehalet ve dalalet içinde hayat sürenler bir deðildir. Allah’ýn insanlara olan nimetlerini, bu nimetlerin þükrü gerektirdiðini bilenler ile bu bilgilere sahip olmayanlar bir deðildir. Allah’ýn vadettiði diriliþin, sevabýn ve cezanýn hak olduðunu, itaat edenlerin mükâfatlandýrýlacaðýný, isyan edenlerin cezalandýrýlacaðýný bilenlerle bunlarý bilmeyenler bir deðildir. Yani dinî hayatýn temelini, sahih bilgi teþkil etmektedir.
Bu nitelikteki bir bilgi, müminin dinî hayatýný hem duygu hem davranýþ açýsýndan olumlu bir þekilde yönlendirir. Zira yukarýdaki hakikatleri özümsemiþ bir müminin davranýþ ve duygularýnýn bu bilgilerden etkilenmemesi düþünülemez. Bu itibarla sözü edilen bilgi, kuru bir bilgi olarak deðerlendirilmemelidir. Nitekim âlimler bu cümlede, bildiði ile amel edenlerle bildiði ile amel etmeyenlerin mukayese edildiðini ifade etmiþlerdir. Zira cümle, ilmin gereðinin kulluk olduðuna, kendisine amel terettüp etmeyen ilmin Allah katýnda ilim olmadýðýna delalet etmektedir. Çünkü bilenler ilimlerinden faydalanýr ve ilimlerinin gereðine göre amel ederler. Dolayýsýyla ayette, ilmiyle amel etmeyen, âlim sayýlmamaktadýr. Ýlmi elde eden ancak kullukta ilerleyemeyen, dünya fitnesine düþenler için büyük bir istihfaf söz konusudur. (Zemahþeri, el-Keþþaf, IV, 117.) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, genel anlamda bilginin öneminin bir ifadesi olarak da yorumlanmýþtýr. Söz konusu cümle, bilenlerin bütün yönlerden bilmeyenlerden üstün olduðuna iþaret etmektedir. (Ýbn Aþur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXIII, 349.)
Dinî hayat, mezkûr üç boyutuyla oldukça önemlidir. Zira davranýþ, duygu ve bilgi boyutlarý birbiri ile sýký iliþki içindedir. Hayata rehberlik etmesi için gönderilmiþ olan din, davranýþlarda tezahür eder. Davranýþlarýn temelinde ise duygu ve bilgi yer almaktadýr. Bilgiden yoksun duygu, bazý aþýrý davranýþlara yol açabileceði gibi, duygudan yoksun malumat yýðýný da davranýþlarý yönlendirmede etkisiz kalýr. Diðer taraftan, ayetin genel olarak bilginin önemine ettiði iþaret dikkat çekicidir. Nitekim bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadýðý, son birkaç yüzyýlda dünyada gerçekleþen olaylarla daha iyi anlaþýlmaktadýr. Bilenler bilgiyi sanayi ve teknolojiye çevirerek büyük bir güç elde etmiþler; maddi bakýmdan bilmeyenlerden üstün konuma gelmiþlerdir. Oysa Ýslam dininde bilgi sadece dinî konulara hasredilmemiþ, insanlýðýn faydasýna olan bütün ilimler teþvik edilmiþtir. Bu sayede Müslümanlar geçmiþte parlak bir medeniyet inþa etmeyi baþarmýþlardýr. Bu yüzden Müslümanlarýn, günümüzde de bilgiyi arama ve onu elde edip Allah’ýn razý olduðu þekilde deðerlendirme yükümlülükleri devam etmektedir. Çünkü “Hikmetli söz müminin yitiðidir. Onu nerede bulursa, almaya en çok onun hakký vardýr.” (Tirmizi, Ýlim, 19.)
Dr. Abdülkadir ERKUT / DÝYANET AYLIK DERGÝ
|