Bir gün zahit sahabilerden Ebu Zer el-Gýfari, Hz. Peygamber’in müezzini Bilal-i Habeþi ile münakaþa etti. Tartýþma sýrasýnda Ebu Zer, siyahi olan annesinden dolayý Bilal’i ayýpladý. Bilal de durumu Allah Rasulüne þikâyet etti. Kutlu Nebi, Ebu Zer’i görünce, "Ey Ebu Zer! Onu anasýndan dolayý mý ayýplýyorsun? Demek ki sen, kendisinde cahiliye ahlaký bulunan bir kimsesin." diyerek onu uyardý. (Buhari, Ýman, 22; Müslim, Eyman, 38.)
Hz. Peygamber, Ebu Zer’in bu davranýþýný "cahiliye ahlaký" olarak niteledi. Zira Cahiliye Dönemi'nde insanlar kavim ve kabileleriyle övünür, haksýz da olsa kabilesini savunur, kendilerini baþkalarýndan üstün görürlerdi. Bazý soylu aileler ve kabileler kýzlarýný, aþaðý gördükleri kimselere veya kölelikten azat edilmiþ kiþilere vermek istemezlerdi. Oysa Ýslam’a göre hangi ýrktan veya sosyal katmandan olursa olsun bütün insanlar eþittir. Hiç kimse bir baþkasýný ýrkýndan veya cilt renginden dolayý ayýplayamaz. Allah Rasulü bu gerçeði meþhur veda hutbesinde bütün insanlýða þu evrensel mesajla haykýrmýþtýr:
"Ey insanlar! Þunu iyi biliniz ki, Rabbiniz birdir, babanýz birdir. Arap’ýn Arap olmayana, Arap olmayanýn Arap’a, beyazýn siyaha, siyahýn beyaza, takva dýþýnda bir üstünlü-ðü yoktur." (Ýbn Hanbel, Müsned, V, 411.) Nasýl olabilir ki? Zira kim kendi iradesiyle ýrkýný belirlemiþ veya ten rengini seçmiþtir? Onu âlemlerin Rabbi olan Allah belirlemiþtir. O’nun iradesine kim karýþabilir? Ýnsanlarý, iradeleri dýþýndaki özelliklerinden dolayý kýnamak, ayýplamak veya aþaðýlamak, ilahî iradeyi tanýmamak ve ona isyan etmek anlamýna gelmez mi? Allah’a isyan edenin aký-beti ise hüsrandýr. Nitekim þeytan, üstünlük iddiasýyla Hz. Âdem’e secde etmemiþ ve ilahî makamdan kovulmuþtur. (A‘raf, 7/11-13.)
Kur’an’ýn ortaya koyduðu evrensel ilkeye göre bütün insanlar, tek bir anne ve babadan; yani Âdem ile Havva’dan dünyaya gelmiþlerdir. Yüce Allah bu gerçeði Hucurat suresi 13. ayette þöyle dile getirmiþtir: "Ey insanlar! Þüphesiz sizi bir erkek ile bir diþiden yarattýk. Tanýþasýnýz diye sizi kavim ve kabilelere ayýrdýk. Allah katýnda en deðerli olanýnýz, O’na itaatsizlikten en fazla sakýnanýnýzdýr. Allah her þeyi hakkýyla bilmektedir, her þeyden haberdardýr." (Ayrýca bkz. Nisa, 4/1; A‘raf, 7/189; Zümer, 39/6.) Buna göre ayný asýldan gelen ve biyolojik özellikleri ayný olan insanlar arasýnda bir üstünlük veya aþaðýlýk söz konusu olamaz. Eðer üstünlük aranacaksa, biyolojik özelliklerde deðil, insaný insan yapan erdemlerde aranmalýdýr.
Kur’an, ýrký bir gerçek olarak kabul etmekle birlikte Allah katýnda önemli olan ve insana deðer kazandýran ölçünün takva ve dinî samimiyet olduðunu bildirmiþtir. (Hucurat, 49/13.)
Allah Rasulü de, insanlarýn en deðerlisi kendisine sorulunca, ilk ve en önemli ölçü olarak takvayý göstermiþ ve "Ýnsanlarýn en hayýrlýsý, Allah’a karþý en çok saygýlý davrananlardýr." (Buhari, Tefsir, (Yusuf) 2.) buyurarak Hucurat suresi 13. ayetteki evrensel ilkeyi hatýrlatmýþtýr.
Bunu ifade ederken herhangi bir ýrka, gruba veya sýnýfa iþaret etmemiþ, deðer ölçüsünü Allah’a saygý ilkesine dayandýrmýþtýr. Baþka bir hadisinde de üstünlük ölçüsü olarak takvayý þu sözleriyle dile getirmiþtir: "Ey Ýnsanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme hasletini gidermiþtir. Ýnsanlar iki gruptur: Allah katýnda deðerli, takva sahibi iyi kiþi ve Allah katýnda deðersiz, isyankâr, bedbaht kiþi. Bütün insanlar Âdem’in çocuklarý-dýr. Âdemi de Allah, topraktan yaratmýþtýr." (Tirmizî, Tefsiru'l-Kur'an, 49; Menakýb, 74.)
Ýnsaný Allah katýnda deðerli kýlan ve onu ahiret saadetine ulaþtýracak olan amel, kiþinin inancý ve yaþama biçimidir. Kýyamet günü insanlar ýrklarýndan veya kabilelerinden deðil, inanç ve amellerinden sorguya çekileceklerdir. Bedenlerine ve suretlerine deðil, kalplerine ve amellerine bakýlacaktýr. (Müslim, Birr ve Sýla, 33-34.) Ýnsanlar Allah’ýn huzuruna geldiklerinde herkes kendi ameliyle baþ baþa kalacak, soy-sopun hiçbir önemi olmayacaktýr. "Sûr’a üfürüldüðü zaman (iþte) o gün ne aralarýnda soy-sop yakýnlýðý kalacak, ne de birbirlerini arayýp soracaklardýr." (Mü'minun, 23/101.) ayeti bu hakikati gözler önüne sermektedir.
Kök itibarýyla kardeþ olan insanlar, birçok hikmet yanýnda farklý kimliklerle tanýnýp tanýþmalarý için gruplara ayrýlmýþlardýr. Her grup baþkalarýndan farklý, kendi aralarýnda ortak özelliklerine dayalý olarak birleþir ve dayanýþma içinde olurlar. Bu birleþme ve dayanýþmada temel unsur dindir. Bunun içindir ki Ýslam, müminleri kardeþ ilan ederek (Hucurat, 49/10.) din birliðinin her türlü ýrki farklýlýðýn üstünde olduðunu vurgulamýþtýr.
Din kardeþliðini esas alan Ýslam, mümin gruplar arasýnda bir çatýþma meydana gelmesi hâlinde, "Kardeþlerinizin arasýný bulun." (Hucurat, 49/10.) emriyle Müslümanlara, çatýþan gruplarýn arasýný bulmayý, düþmanlýklarý dostluða ve kardeþliðe, nefreti sevgiye çevirmeyi öðütlemiþtir. Allah Rasulü (s.a.s.) de, "Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede ve birbirlerine þefkat göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organý (yani bir mümin) acý çektiði zaman, bedenin diðer organlarý da (yani diðer müminler de) uykusuz kalýp acý çekerler." (Müslim, Birr ve Sýla, 66.) buyurarak Müslümanlarý yardýmlaþmaya ve birbirlerinin dertleriyle hemhâl olmaya davet etmiþtir.
Asaleti ile övünme ve baþkalarýnýn neseplerine hakaret etme âdetinin Cahiliye’den kalma bir anlayýþ olduðunu ifade eden Kutlu Nebi, (Müslim, Cenaiz, 29.) "Irkçýlýða çaðýran bizden deðildir. Irkçýlýk davasý uðruna savaþan bizden deðildir. Irkçýlýk davasý uðruna ölen bizden deðildir." (Ebu Davud, Edeb, 111, 112.) diyerek ýrkçýlýðýn Ýslam dýþý bir davranýþ olduðunu açýk bir þekilde ilan etmiþtir.
Ýslam, meþru ölçüler içerisinde olmak kaydýyla kiþinin kendi kavim ve kabilesini sevmesini caiz görmüþ, fakat kendi ýrkýný diðerlerinin üstünde ve ayrýcalýklý görmesini yasaklamýþtýr.
Soy üstünlüðü anlayýþýný dýþlayan Ýslam, sýla-i rahmi, akrabaya iyilik ve ihsanda bulunmayý teþvik etmiþ, soylarýyla baðlarýný koparanlarý ise yermiþtir. Bununla birlikte kiþinin kendi kabilesine/aþiretine körü körü-ne arka çýkmasýný veya kabilesine/aþiretine mensup insanlarý kayýrmasýný yasaklamýþtýr.
Bir ýrkýn baþka ýrklara üstün olduðunu iddia etmek, belli bir ýrký aþaðýlamak, cinsiyet ayrýmcýlýðý yapmak, diðer dinlerin ve kültürlerin varlýðýna tahammül göstermemek, bu dinlerin ve kültürlerin varlýðýný devam ettirmelerini engellemek, belli bir dilin konuþulmasýný yasaklamak veya bu dili konuþanlarý dýþlamak ýrkçýlýk kapsamýna girmektedir. Oysa Ýslam, hiçbir dinin ve kültürün kendi varlýðýný devam ettirmesine müdahale etmemiþ, dil ve renk ayrýlýðý ile sosyal farklýlaþmanýn bir problem deðil, Allah’ýn rahmetinin eseri olan bir nimet ve onun ilim ve kudretini ortaya koyan bir alamet olduðunu ifade etmiþtir. (Ýbrahim, 14/4.)
Irkçýlýk, tarih boyunca insanlarýn huzurunu, birlik ve beraberliðini bozan, dinî baðlarý gevþeten, parçalanma ve bölünmelere, zulüm ve sömürüye sebep olan bir hastalýktýr. Geç-miþte ve günümüzde meydana gelen ýrk veya ten rengine dayalý gruplaþmalarýn insanlýk için ne tür felaketlere yol açtýðý aþikârdýr. Irkçý yaklaþýmlar sonucu meydana gelen ve milyonlarca insanýn hayatýna mal olan Ýkinci Dünya Savaþý ile geçmiþte meydana gelen ve günümüzde de devam eden siyah-beyaz çatýþmasý bunun en bariz örneðidir.
Ýnsanlýk, bu hastalýktan kurtulmak için ýrkçýlýk iddiasýndan vazgeçmeli ve insanlarýn eþitliði prensibini kabul etmelidir. Bu çerçevede ülkeler kendi içlerinde, Birleþmiþ Milletler gibi uluslararasý kuruluþlar da dünya genelinde ýrkçýlýkla mücadele için tedbirler almalý ve insanlýðýn huzurunu bozan bu hastalýðý ortadan kaldýrma yolunda çaba sarf etmelidirler.
Netice olarak ýrkçýlýk ve kabilecilik, hem insanlýða karþý iþlenen bir suç, hem de Allah’a karþý bir saygýsýzlýktýr. Ayný asýldan gelen insanlarýn birbirlerine karþý üstünlük iddiasýnda bulunmaya haklarý yoktur. Üstünlük ýrk, ten rengi, dil veya coðrafyada deðil, Allah’a karþý saygýda (takva) ve evrensel ahlaki ilkelere baðlýlýktadýr. Ýnsanlýk barýþ ve huzura kavuþmak istiyorsa, ýrkçýlýk ve kabilecilik sevdasýndan vazgeçmeli, farklý ýrklarýn ve kültürlerin varlýðýný kabul etmeli, bir arada yaþama kültürü oluþturarak dünya barýþýna katký saðlamalýdýr.
Yazýmýzý Mehmet Akif Ersoy’un þu mýsralarýyla bitirmek istiyoruz:
"Ne Araplýk, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i zîþanýn ilâhî sözünü.
…
Hani, milliyetin Ýslâm idi... Kavmiyyet ne!
Sarýlýp sýmsýký dursaydýn a milliyetine.
…
"Arnavutluk" ne demek? Var mý þeriatta yeri?
Küfr olur, baþka deðil, kavmini sürmek ileri!
Arabýn Türke; Lazýn Çerkese, yahut Kürde;
Acemin Çinliye rüçhaný mý varmýþ? Nerde!
Müslümanlýkta "anasýr" mý olurmuþ? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber.
En büyük düþmanýdýr ruh-ý Nebî tefrikanýn;
Adý batsýn onu Ýslam’a sokan kaltabanýn!"
(Mehmet Akif ERSOY, Safahat, Üçüncü Kitap, Hakkýn
Sesleri, Ýnkýlâp Kitapevi, Ýstanbul 1986, s. 205-206.)
|