Vahyin kaynaðýnýn insana yönelttiði temel yükümlülük iman etmektir. Ýman Allah’ýn varlýðýna inanmak esasýna dayanýr. Ýmanýn dinî kaynaklarda belirtilen diðer unsularý bu temel þartýn gerekleri ve sonuçlarýdýr. Kur’an, bir yandan Allah’a iman çaðrýsýný yaparken bir yandan da doðrudan akla hitap eden deliller sunarak, bu çaðrýya uyma konusunda insaný desteklemektedir. Zaten insan Kur’an’ýn, “Allah’ýn boyasý” (Bakara, 138) diye nitelediði iman etmeye yatkýnlýk özelliðine sahiptir.
Allah’a iman esasýnýn özünü de tevhit prensibi oluþturur. Tevhit, Allah’ý iman ve ibadet alanlarýnda birleme ile gerçekleþir.
Ýmanda tevhit üç yönlü bir birlemenin sonucunda anlamýný bulur. Bunlardan ilki Allah’ýn zatýnda tevhit ilkesidir. Bu ilkeyi Kur’an; “Allah’tan baþka hiçbir ilâh yoktur”, “O’ndan baþka hiçbir ilâh yoktur”, “Benden baþka hiçbir ilâh yoktur” formülleri ile sayýsýz yerde dile getirir. “Eðer yer ile gökte Allah’tan baþka ilâhlar olsaydý, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu.” (Enbiya, 22) ayeti ise, bu ayetlerin getirdiði önermeyi akýl yoluyla ispata yönelik bir mesaj içermektedir.
Zatta tevhit ilkesi detaylý olarak ihlâs sûresinde ifadesini bulur. Sûre genel mesajý içinde Allah ile insanlar arasýnda “hasep nesep”(soy-sop) iliþkisi kuran inanç biçimini (Hristiyanlýk) düzeltmeyi de amaçlamaktadýr:
“De ki: “O, Allah’týr, bir tektir. Allah Samed’dir. (Her þey O’na muhtaçtýr, O hiçbir þeye muhtaç deðildir.) O’ndan çocuk olmamýþtýr (kimsenin babasý deðildir). Kendisi de doðmamýþtýr (kimsenin çocuðu deðildir). Hiçbir þey O’na denk ve benzer deðildir.” (Ýhlas, 1-4)
Hristiyanlýk aslî þekli ile tevhit inancýný öðretiyordu. Teslis (Allah’ýn baba, oðul ve ruhul-kudüs gibi üç unsurdan meydana geldiði) inancýnýn Hristiyan ilâhiyatýnýn omurgasý konumuna getirilmesinden sonra bile Aryus (ö. Ýstanbul, M. 325)ve takipçileri gibi, tevhit inancý savunucularý bulunuyordu. Aryus, Mýsýr’da insanlarý mutlak tevhit inancýna çaðýrmýþtýr. Bu þahýs Ýsa (a.s.)’nýn tanrý oluþunu reddediyor ve; “‘Baba’ tek baþýna tanrýdýr. Ýsa Mesih yaratýlmýþtýr, var edilmiþtir. ‘Oðul’yok iken ‘Baba’ vardý” diyordu. Aryusçular, kilise ve siyasal gücün iþbirliði ile sindirildiler. Hz.Peygamber (s.a.s.), Bizans Ýmparatoru Heraklius’a gönderdiði mektupta kullandýðý “Eryusiyyîn” kelimesinde, dönemin Hristiyanlarý içinde tek tanrý inancýna sahip bu kesime atýf vardýr. (Kelimenin hadis kaynaklarýnda “Erîsiyyîn” diye okunuþun hatalý ve doðrusunun“Eryusiyyîn” olduðu yönündeki düzeltme için bak. Ahmed el-Hûfî, Hz. Peygamber’in Heraklius’a Gönderdiði Mektupta Geçen Kelimesi Üzerine”, ed-Dâredergisi, Yýl 6, sayý 4, 1401/1981, s. 52-61)
Ýmanda birlik ilkesinin ikinci ayaðý Allah’ýn sýfatlarýnda tevhiddir. Allah’ýn, diri olmak, ezelî ve ebedî olmak, bilmek, görmek, her þeye gücü yetmek vb. niteliklerine, O’nun sýfatlarý diyoruz. Allah’ý tanýmamýz bu sýfatlarý bilmek sayesinde gerçekleþir. Allah’ýn zatýnda tevhit ilkesi, O’nun sýfatlarý ile de eþsiz ve benzersiz olmasýný gerektirir. Kur’an ve hadiste zikredilen bu sýfatlarýn bir kýsmý Allah’a hastýr. Bunlar insanlar için söz konusu deðildir. Ezelî ve ebedî olmak, yaratýcý olmak, her þeye gücü yetmek, varlýðý kendinden olmak gibi. Ýþitmek, bilmek, görmek gibi bazý sýfatlar insanlar için de söz konusu-dur. Ancak Allah’ýn iþitmesi, görmesi…sonsuz ve sýnýrsýz; in-sanlarýnki ise sýnýrlý, sonlu ve sonradan kazanýlmýþlardýr. Bu bakýmdan Allah bütün sýfatlarý ile de tek ve eþsizdir. “O’nun benzeri hiçbir þey yoktur” (Þûrâ, 11) ayeti hem zatta tevhit ilkesini hem sýfatlarda tevhit ilkesini söz kalýbýna döken Kur’ânî formüldür.
Ýmanda tevhit ilkesinin üçüncü ayaðý Allah’ýn fiillerinde tevhiddir. Allah’ýn filleri yaratmak, oluþturup þekil vermek ve geliþtirip deðiþtirmek (Haþr, 24)þeklinde özetlenebilir. Allah’tan baþka yaratýcý, þekil verip deðiþtirici yoktur. (Fâtýr, 3) Bütün olma ve oluþturmalar nihaî olarak O’nun iradesi ve yaratmasý ile gerçekleþmektedir. Genel tevhit ilkesinin “imanda tevhit”ten sonra ikinci ana unsuru ibadette tevhiddir. Ýbadette tevhit yalnýzca Allah’a ibadet etmekle gerçekleþir. Allah’tan baþka hiçbir varlýðý ibadete lâyýk görmemek, ibadet te tevhidin temelidir. Kur’an-ý Kerim’in Kâfirûn süresi bütünü ile ilkeyi öðretmektedir. Ýbadetin hedefi birlik (tevhit) bilincini diri tutmaktýr. Bu sebeple yapýlan ibadet, bu hedefi gerçekleþtirecek nitelikte olmalýdýr. Bu noktada Kur’an’ýn koyduðu ölçü “ihsan” (Allah’ý görür gibi ibadet etme) dýr. Ýhsan derecesine yükselerek özü-nü Allah’a teslim edenler için korku ve üzüntü söz konusu olmayacaktýr. (Bakara, 112)
Tevhit ilkesinin herhangi bir noktada ihlâl ve ihmal edilmesi, Kur’an’ýn “büyük bir zulüm” diye nitelediði (Lokman, 13) þirk olgusunu ortaya çýkarýr. “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir þeyi ortak koþmayýn.” (Nisa, 36) ayeti hem þirki açýkça yasaklamakta, hem de her þeyin þirk aracý kýlýnabileceðine iþaret etmektedir. “Denilebilir ki inanç tarihinde dikkati çeken inkâr deðil, þirktir. Ýnsanlar geçmiþte ve günümüzde büyük bir çoðunlukla (bir yoruma göre ittifakla) tanrýnýn varlýðý hususunda yanýlmamýþ fakat, Allah’ýn birliði ve kemal sýfatlarý konusunda geçmiþte daha çok bilgisizlikten, günümüzde ise iradesizlikten doðru çizgiden ayrýlmýþlardýr. Bu nedenle bütün peygamberler ümmetlerine tevhidi telkin etmeðe çalýþmýþlardýr: “Senden önce gönderdiðimiz bütün peygamberlere; “Þüphesiz Benden baþka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise yalnýz Bana ibadet edin” diye vahyetmiþizdir.” (Enbiya, 23) (Bekir Topaloðlu, Allah Ýnancý, ÝSAM Yayýnlarý, Ýstanbul, 2006, s. 53)
Kur’an’ýn tevhit inancýný saðlama noktasýnda yaptýðý bu genel çaðrý duruma göre özele inmekte ve belli inanç kesimlerine doðrudan yönelmektedir. Bu konuda öncelikli muhataplar kitap ehli yani Yahudiler ve Hristiyanlardý.
Yahudilik, Hristiyanlýk ve Ýslâm Hz. Ýbrahim’in býraktýðý dinî mirastan unsurlar barýndýrmakta, her üç din de tevhit temeli üzerine kurulmuþ olduðu, söylemekte ve Ýbrahimî geleneðe baðlýlýk iddiasýnda bulunmaktadýr. Ancak mevcut kutsal metinlerin ve dini pratiklerin de gösterdiði gibi, ilk iki din (Yahudilik ve Hristiyanlýk) tevhit dini olma niteliklerini yitirmiþlerdir. Kur’an’ýn açýk ifadeleri ile Ýslâm tevhit inancýný temsil eden tek hak dindir. Bu niteliði ile Kur’an bu iki din mensuplarýna þu çaðrýyý yapmaktadýr:
“De ki: Ey Kitap ehli! Bizimle sizin aranýzda ortak bir söze gelin: Yalnýz Allah’a ibadet edelim.O’na hiçbir þeyi ortak koþmayalým. Allah’ý býrakýp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” (Âl-iÝmrân, 64)
Bu ilâhlaþtýrma iþinin, Hristiyanlarýn Hz. Ýsa’ya yaptýklarý gibi doðrudan ve açýkça olmasý da þart deðildir. Hayatýn pratikleri sýrasýnda sergilenen tutumlar da sonuç olarak ayný niteliði taþýmaktadýr. Hristiyan iken Müslüman olmuþ olan Adiy b. Hâtem diyor ki: “…Rasûlullah’ýn yanýna vardýðýmda “(Yahudiler) Allah’ý býrakýp hahamlarýný, (Hristiyanlar) ise rahiplerini ve Meryem oðlu Ýsa’yý Rab edindiler…” (Tev-be, 31) ayetini okuyordu. ‘Ey Allah’ýn Rasûlü, biz rahiplere tapmazdýk’ dedim. Rasûlullah, ‘Onlar size bir þeyi haram veya helâl kýlar, siz de onlarýn dediklerine uymaz mýydýnýz’ dedi. ‘Evet’ dedim. Bunun üzerine Allah’ýn Rasûlü, ‘Ýþte bu onlara ibadet etmektir’ buyurdu.” (Taberi, Camiu'l-Beyan, I-XII, Üçüncü baský, Dâru Kütü-bi’l-Ýlmî, Beyrut, 1420/1999, VI,354)
Tevhit inancý söz konusu olunca bazý tasavvuf erbabýnýn benimsediði “vahdet-i vücut” anlayýþýna da deðinmek gerekiyor. Vahdet-i vücut, Muhyiddinibn Arabî tarafýndan sistemleþtirilen bir varlýk görüþüdür. Varlýðýn birliðini savunan vahdet-i vücut, Allah’ýn varlýðýnýn zorunluluðu esasý üzerine kurulmuþtur ve “Lâ mevcûde illâ hû”(O’ndan baþka varlýk yoktur)formülü ile ifadeye konur. Benimseyenlerce tevhidin en yüksek makamý kabul edilen görüþ bazý mutasavvýflara göre, “fenâ makamý”nda kalmanýn ortaya çýkardýðý bir yanýlgýdýr. Bazý Ýslâm bilginlerine göre ise bütün varlýklarýn tanrýlaþtýrýlmasý anlamýný taþýdýðý için þirktir. (Bak. Ahmet Özalp, “Vahdet-i Vücut” þamil Ýslâm Ansiklopedisi) Bu konuda asýrlardan beri yaþanmýþ olan münakaþalar günümüzde de varlýðýný sürdürmektedir. Vahdet-i vücut öðretisi üzerinde yapýlan münakaþalarý dikkate almadan, Allah ile varlýklar arasý ontolojik iliþki üzerinde þunlarý söylemek mümkün:
Allah ezelidir. Allah’tan baþka her þey O’nun tarafýndan yaratýlmýþtýr. Varlýk dünyasýnýn yokluktan gelen unsurlarý, deðiþime uðrama yolu ile sürekli bir yok oluþun konusu olmaktadýr.“Mecazî” diye nitelenebilecek olan bu yok oluþ kýyametle birlikte gerçekleþecek nihaî/asýl yok oluþun göstergesidir. Yunus Emre’nin ifadesi ile bu nitelikteki“varlýk bir gölge”dir. Þu halde baþlangýcý ve akýbeti yokluk olan varlýklarýn varlýðý, Allah’ýn mutlak varlýðýnýn yanýnda varlýk sayýlmaz. Onlar yokluðun bir sembolü olarak deðerlendirilebilir. Bu bakýþ açýsý ile gündeme getirilecek bir “Lâ mevcûde illâ hû”,yukarýdaki eleþtirilerin hedefi olmaktan kendini koruyabilir.
Tevhit inancýna sahip olmanýn pratik göstergesi nedir? Bu inancýn sözlü formülü olan“Lâilahe illallah” cümlesini (kelime-i tevhit) söylemek yeter mi?“Ýmanýn yeri kalptir. Ýnancý dil ile ifade etmek sosyolojik bir gerekliliktir” ilkesi cevabýn “hayýr!”olduðunu söylüyor. Buna göre dil sadece bir vitrindir. Gazali’nin dediði gibi, “Sadece dilinle lâ ilahe illallah demen, sivrisinek kanadý aðýrlýðýnca ve zerrece kýymete sahip deðildir. Nasýlki ateþi anmak dili yakmýyor, suyu anmak boðmuyor, ekmeði anmak doyurmuyor, kýlýcý anmak kesmiyorsa, ayný þekilde kelime-i tevhidi de dil ile anmak kiþiyi kötülükten korumaz.”
Kelime-i tevhidi inanarak söylemek onu insanlýða orijinal þekli ile yeniden sunan ve hayat bulmasýný saðlayan Hz. Muhammed’e inanmayý da gerektirir. Bu sebeple “Muhammedün rasûlüllah” (Muhammed Allah’ýn elçisidir) ilkesi de kelime-itevhidin, “lâzým-i gayr-i müfârik”ý /ayrýlmaz parçasý konumundadýr.
Tevhidin nihaî mutluluðu kazanmanýn temel unsuru olduðunu Hz. Peygamber (s.a.s.)þöyle ifadeye koyuyor: “Kim ihlâsla ‘lâ ilâhe illallah’ derse cennete girer. Bu sözün ihlâsla söylendiðinin göstergesi, söyleyeni Allah’ýn haram kýldýðý þeylerden alýkoymasýdýr.” (Taberânî, Süleymanb. Ahmed, el-Mecmû’ul-Kebir, I-XVII,Dâru Ýhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1405/1984,V,197) Burada yer alan, “Allah'ýn haram kýldýðý þeylerden uzak kalmak” söylemi, Kur’an’ýn getirdiði diðer imanî hakikatlerin ve hükümlerin de tevhit kavramý içinde tutulmuþ olduðunu gösterir.
Kur’an’ýn, tevhit ilkesini öðretirken kullandýðý kavramlardan biri de “Haniflik”tir. Haniflik kavramý Kur’an’da biri çoðul kalýbý ile (hunefâ) olmak üzere on bir yerde geçer. (Meselâ, Âl-i Ýmrân,76; En’âm, 79; Nahl, 123; Nisa, 125; Yunus, 105)
Hanîf, sözlük anlamý ile“(doðruya/Ýslâm’a) meyletmek” demektir. Kur’an-ý Kerim’de Hz.Ýbrahim ve onun öðrettiði tevhit inancý etrafýnda þekillenen ifadelerde kullanýlmýþtýr. Geçtiði yerlerdeki baðlamlarý dikkate alýnacak olursa, kavramýn tevhit anlamýnda kullanýlmýþ olduðu görülür. Hanifliðe atýf yapan ayetlerin ortak mesajý þöyle özetlenebilir: “Ýbrahim Yahudi, Hristiyan ve müþrik deðildi; tevhit inancýna sahip bir Müslümandý.
”Ýslâm’ýn temel niteliði olan tevhit/Allah’ý birleme inancýnýn hayata yansýtýlmasý kaçýnýlmaz bir gerekliliktir. Ýmanda gerçekleþtirilen tevhit sosyal hayatta da birlik ve bütünlük þeklinde kendini göstermelidir. Ancak bu birlik ve bütünlük zihin planýnda ve dünya görüþü noktasýnda kemikleþmeye ve donuklaþmaya yol açacak bir tek tipliliðe dönüþmemelidir. “Birlik ve bütünlük, benim gibi düþünmek ve benim meþrebimde olmakla gerçekleþir” anlayýþý, zorunlu olarak hoþgörüsüzlüðü ve daralana sýkýþmýþ bir dünya görüþü-nü ortaya çýkaracaktýr.
Temel ilkelerin korunmasý þartý ile farklý görüþlerin ve düþüncelerin varlýðý, tevhidî yöneliþi güçlendirici bir role sahiptir.
|