HENÜZ Ýslam’la tanýþmamýþ olan Þair Lebid (ö. 41/661) yazdýðý kasideyi dönemin büyük þairleri arasýndaki gelenek uyarýnca Kâbe’nin duvarýna asmýþ, þiirinin çok beðenilmiþ olmasýnýn tadýný çýkarmaya çalýþýyordu. “Dikkat edin, Allah’tan baþka her þey asýlsýzdýr ve her nimet mutlaka yok olacaktýr.” beytiyle baþlayan þiirin yanýndaki bir baþka askýda yazýlý Bakara suresinin ilk ayetlerini okuduðu zaman ise, “Bunlar insan sözü olamaz.” deyip orada Müslüman oldu.
Birkaç ayet ölçeðinde bile içerik ve üslubu böylesine etkili olan Kur’an-ý Kerim, vahiy tarihi boyunca yeryüzünün gördüðü bütün semavi kitaplarýn sonuncusu olarak o güne kadar hiçbir kutsal kitabýn taþýmadýðý bir görev üstlenmiþti. O görev de mutlak hakikatin temsilci olarak kýyamete kadar insanlýða rehberlik etmekti. Dolayýsý ile bu görevi yerine getirmesini saðlayacak çapta bir içeriðe sahip olmalýydý.
Kur’an’ýn içeriði, baþta inanç öðretisi olmak üzere akýl ve düþünce, bilim ve tabiat, ahlak, hukuk, sosyal hayat ve ibadetlerle ilgili hükümler, tasvir ve tespitler þeklinde çerçevelenebilir. Ýnsan, ölüm, ahiret hayatý, peygamberlik, salih amel, namaz, oruç, hac, zekât, yiyecek ve içecekler, içki, evlenme, aile, boþanma, ticaret, miras, faiz, insanlar arasý iliþkiler, komþuluk iliþkileri, uluslararasý iliþkiler ve hakka davet ilgili konular bu genel içeriðin kýsa bir açýlýmýdýr.
Bu kýsa içerik listesi bile gösteriyor ki Kur’an hayatý her yönüyle kapsayan bir hidayet kitabýdýr. Bu özelliði ile o, insana, yaratýlýþ amacý doðrultusunda hayat sürmeyi telkin eder ve buna paralel davranýþlar kazandýrýr. Ýnsanlar arasýnda ortaya çýkan dinî ve ahlaki bozulmalarý önleyerek toplumu vahiy çizgisinde ýslah etmeyi hedefler. Bunun bir gereði olarak da içerdiði ilahî mesajlarýn herkese ulaþtýrýlmasýný (tebliði), bu mesajlarýn anlaþýlmasýnýn saðlanmasýný (tebyin) bunun için de üzerinde dikey ve yatay ölçekte düþünülmesini (tedebbür, tezekkür) inananlarýna görev kýlar. Kur’an’ýn, hayatý bütünüyle kapsayan bu içeriði tarihi süreç içinde Ýslam bilginleri tarafýndan sahih sünnet eþliðinde sergilenen yoðun ilmi faaliyetler yoluyla tahlil ve terkibe tabi tutularak baðýmsýz bir Ýslam hukuk sistemi ortaya çýkarýlmýþtýr. Bu bilimsel faaliyetlerin temelini öncelikle Kur’an’ý anlama, yani onun ne dediðini ve ne demek istediðini belirleme gayretleri oluþtur. Tefsir, belagat, dil ilimleri ve fýkýh usulü gibi ilimler hep bu amaca yardýmcý ilimler olarak ortaya çýkmýþtýr.
Bütün bu yoðun ilmî faaliyetleri gerektiren þey Kur’an’ýn yüksek edebî özellikleri yanýnda veciz/ az sözle çok mana ifade eden bir kitap olmasý, bu sebeple ona muhatap olacak kiþilerin belli bir ilmîkültürel donanýma sahip olmasý ihtiyacýdýr. Bu sebeple daha nüzul döneminde bile bazý sahabilerin Rasulüllah (s.a.s.)’dan açýklanmasýný istediði meseleler ortaya çýkmakta o da Kur’an’ý açýklama görevi (Nahl, 16/44.) uyarýnca bu meselelere çözüm getiriyordu. Bu sürecin devamýnda Kur’an ayetlerinin açýklanmasýna yardýmcý olacak hadisleri bir araya getirilerek Kur’an’ý açýklamaya yönelik metinler ortaya çýkmýþtý. Zamanla bu ilmî faaliyet Kur’an’ýn bütününü açýklamayý hedefleyen tefsir adýyla özel bir ilim dalý hâline geldi. Baþlangýçtan beri bu ilim dalý alanýnda, her dönemin çözüm bekleyen yeni meselelerini de içine alan pek çok tefsir çalýþmasý yapýla gelmiþtir.
Her türlü ilmî çalýþma gibi Kur’an’ý anlama çalýþmalarýnýn da esasýný oluþturan okuma ve yazma olgusu bu ilahî kitapta son derece itibarlý bir yere oturtulmuþtur. Nitekim, “Yaratan Rabbinin adýyla oku!” (Alak, 96/1.) ayetinin ilk kelimesi olan “oku!” emri ayný zamanda Kur’an’ýn da ilk inen kelimesi olarak oldukça dikkat çekmektedir. Gerçekte bu durum Kur’an’ýn hayata bakýþýnýn özeti olarak deðerlendirilebilir. Neyin okunacaðý belirtilmeksizin emrin mutlak olarak verilmiþ olmasý okumak üzerine kurulu bir hayat felsefesine iþaret eder. Vahiy olgusunun iþlevi gereði ilk okunacak þeyin Kur’an olduðu anlaþýlýr. Ancak Kur’an merkezde olmak üzere okunabilecek her þeye yoðunlaþarak onlarý dikkatle okumak yönündeki mesaj kendini güçlü bir þekilde hissettiriyor.
Bu okuma sadece yazýya dökülmüþ kelimelerin sesle ifade edilmesi çerçevesindeki dar anlamlý bir okuma deðildir. Elbette ilk akla gelen budur, bu olmalýdýr. Ama okunmasý gereken, baþta insanýn kendisi ve içinde yaþadýðý tabiatý ve dünyayý da kapsayan bir evren var. Vahyin, insan dikkatini bu olgulara çekerek düþünme faaliyetini, çeþitli üsluplar içinde ýsrarla istemesi birer okuma emri þeklinde anlaþýlýr. Zira harf ve sese baþvurmadan hâl diliyle konuþan varlýklarý görüp anlamlandýran insan elbette ulaþtýðý bilgileri söz kalýbýna, yazýya dönüþtürerek okunacak malzeme haline getirecektir. Bugünkü hayata hâkim bütün bilimsel unsurlarýn bu tür bir okuma çilesinin ürünü olduðu açýktýr. Ancak Kur’an muhatabýnýn okumalarý ölüm öncesi ve sonrasý ayrýmý yapmadan hayatý bir bütün olarak gören bir niteliðe sahiptir.
Okumak kaçýnýlmaz olarak yazýyý ve yazma eylemini akla getiriyor, yazmak da kalemi. Okumayý ilk ayetine konu ederek tebcil eden Kur’an okumanýn nesnesi olan yazý ile birlikte onun aracý olan kalemi de devreye sokar. “Nûn. Ant olsun kaleme ve satýr satýr yazdýklarýna.” (Kalem, 68/1.) diye bu iki olgu üzerine yemin ederek onlarýn insan için önemine vurgulu bir iþarette bulunur.
Kitabýmýz insanýn, Allah, diðer insanlar ve kâinatla iliþkilerini düzenlerken, bir yandan da kalbin Allah’a açýlmasýný, onun kuru bir kan pompasý olarak kalmasýna sebep olacak engelleri de “kalbe vurulan kilitler” benzetmesi ile dikkatlere sunar: “Onlar Kur’an’ý iyice düþünmüyorlar mý? Yoksa kalplerine kilit mi vurulmuþtur?” (A’raf, 47/24.) Kur’an’ý hayat rehberi edinmek yolunda ondan pratik olarak faydalanmak, her çaðýn getirdiði kendine has zorluklarý ve meydan okumalarý Kur’an rehberliðinde aþacak yetkinliðe sahip olmakla mümkün olur. Günümüz Müslümanlarý olarak, ümmet olarak onu anlamaya ne kadar hazýr olduðumuzun muhasebesini yapmak zorunluluðumuz var.
Kur’an’ý anlamaya yönelik okuma denilince konuyla ilgili bir mesele, “mealcilik” meselesi kendini hatýrlatýyor. Doðrudan konuya girerek diyelim ki Kur’an mealleri uzman olmayan kiþiler için Kur’an-ý Kerim’in içeriði hakkýnda toplu bir bilgi saðlamalarý, onun ahlaki öðütlerinden yararlanma imkâný sunmalarý bakýmýndan yararlýdýr. Ancak mealler dinî-hukuki meselelerin çözüme kavuþturulmasý için kaynak olmaz, olmamalýdýr. O sebeple, Kur’an’ý hayata hâkim kýlmak için, dini sadece ondan elde etmek sloganý ile ortaya çýkan “mealcilik” akýmý faydadan çok zarar veren, riskli bir yöntemdir.
Evet, Kur’an anlaþýlabilir, apaçýk bir kitaptýr ama özellikle ahkâm ayetleri baþta olmak üzere Kur’an ile ilgili pek çok konu hakkýnda belli bir alt yapý bilgi ve tecrübesine sahip olanlar için bu böyledir. Bu konuda donanýma sahip olanlar genellikle az olduðu için Kur’an’ýn doðru anlaþýlamama endiþesi hep var olmuþtur. Arap olmayan Müslümanlar arasýnda Kur’an’ý tercüme etme iþine çok geç diyebileceðimiz bir döneme kadar giriþilmemiþ olmasýnýn sebeplerinden biri de bu endiþe olmuþtur diyebiliriz. Bu endiþenin varlýðý elbette Kur’an’la iliþki kurma yöntemlerinden biri olarak tercüme hareketine soðuk bakmak anlamýna gelmemelidir. Olmasý gereken þey, Müslümanýn Kur’an’ý anlama çabalarý sürecinde takýnacaðý tavrýn ne olduðunu bilmesidir. Bu tavrý þekillendirecek baþlýca yöntemin, bu iþi bilen uzman kiþilerden yararlanmak olduðu bizzat Kur’an söylüyor. (Tevbe, 9/122.)
“Kur’an yeryüzünün en çok okunan kitabýdýr.” yargýsýný tereddüt etmeden doðrulayabiliriz. Ancak bu okumalarýn okuyanlar üzerindeki etkisine gelince ayný þeyleri söylememiz mümkün deðil. Kur’an okunmasý sevap kazandýran, içine kapalý bir kitaba indirgenmiþ, içerik itibarýyla birey ve toplumun hayat algýsýnýn dýþýnda kalmýþtýr, býrakýlmýþtýr. Anlamadan, bu uðurda çaba harcamadan okuyup geçmek Kur’an’ýn bizden istediði tutumun uzaðýnda bir þeydir. Kur’an’ýn kendisin hakkýnda bize telkin ettiði “oku, anla, uygula” ilkesinin ilk aþamasýnda takýlýp kalmýþ durumdayýz. Oysa Kur’an yazýnýn baþýnda yer alan ayetten de anlaþýldýðý gibi, Kur’an’ýn hidayetçi niteliðinden yararlanmak “salih amel” ifadesi ile kodlanan yapýcý eylemlerle mümkündür. Okuma aþamasýndaki çabalarýmýz iþin özüne inmekten, ikici aþamaya ulaþtýrýcý nitelikten uzak, þekilci ve yüzeysel bir tutumu yansýtýyor. Ýkinci aþamayý da aþýp asýl hedef olan uygulama noktasýna gelmedikçe Müslüman olmanýn aðýr yükü altýnda ezilmeye devam edeceðiz.
Hasta ilaçlarýný doktorun tavsiyesi üzere kullanmazsa, tedavi ne kadar sürerse sürsün sonuç almak mümkün deðildir. Daha önemli olan hastanýn iyileþmeye hazýr olmasý, doktora yardýmcý olmasý, yani iþin psikolojik boyutudur. Týpký bunun gibi, Kur’an’ý -onun istediði þekilde- anlayarak, tezekkür ve tefekkür eþliðinde, bizi deðiþtirmesine izin verecek bir anlayýþla okumak kaçýnýlmazdýr.
Bu konuda baþarýlý olmanýn yolunu Kur’an, nefis ve þeytanýn, þeytan týyniyetli insan ve ideolojilerin, göz boyayýcýlarýn tuzaklarýndan nasýl korunacaðýmýzý öðreterek gösteriyor.
Doç. Dr. Halil ALTUNTAÞ / Diyanet Aylýk Dergi |