Yaratýlýþ gayemizi bilmek, dünya ve ahiret mutluluðuna ulaþabilmemizin yegâne yoludur. Zira baþarýlý olmanýn en önemli þartý, önce doðru bir hedefe, ardýndan da bu hedefe ulaþtýracak düzgün bir yöneliþe sahibi olmaktýr. Bu nedenle bizim bu dünyaya nereden geldiðimizi, burada neler yapmamýz gerektiðini ve sonunda nereye gideceðimizi çok iyi bilmemiz gerekir ki, din dilinde bütün bu hususlar “yaratýlýþ gayesi” olarak ifade edilir.
Yaratýlýþ gayemiz, Yüce Kitabýmýz Kur’an-ý Kerim’de Arapça ifadesiyle “Allah’a ibadet”, Türkçe ifadesiyle “Allah’a kulluk” olarak ortaya konur: “Biz, cinleri ve insanlarý ancak bana ibadet/kulluk etsinler diye yarattýk.”(Zariyat, 51/56.)
Halkýmýzýn mevcut dinî bilgi düzeyi dikkate alýndýðýnda, ibadet denince akla sadece namaz, oruç, zekât, hac gibi özel ibadetler gelmektedir. Yaradýlýþ gayemiz bunlar olduðuna göre, bunun dýþýnda yaptýklarýmýz ibadet, yani Allah katýnda herhangi bir kulluk deðeri taþýmamaktadýr. O hâlde bizler, diðer iþlerimizi bir þekilde geçiþtirip kendimizi sadece bu özel ibadetlere hasretmeliyiz!
Böyle bir yaklaþým doðru deðildir. Zira kiþi namaz kýlarken Allah’a ibadet yani kulluk etmektedir. Peki, namaz bittiðinde, kulluk sona mý ermektedir? Yani kiþi, namaz sonrasýnda veya dýþýnda haþa bir baþkasýna mý kullukta bulunacaktýr?
Ayný þekilde Allah’ýn bir emri olarak zekât vermek özel bir ibadettir. Peki, zekât verebilme gayesiyle helalinden para kazanarak yapýlan bir iþin dinî bir karþýlýðý, yani kulluk deðeri yok mudur?
Ýslam inancýna göre ibadet, yani Allah Teala’ya kulluk,sadece özel ibadetlerle sýnýrlý deðildir. Bilakis Allah’a kulluk bilinciyle yapýlan her türlü faydalý iþ, birer ibadet hükmündedir. Zira bu konuda dinimizin hükmü çok açýktýr: “Ameller niyetlere göredir…” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1.)
Bu baðlamda onlarca Kur’an ayetleri bizlere amel-i salihi emretmektedir. Buna göre Allah rýzasý gözetilerek yapýlan her iþ, bir ibadet yani Allah’a kulluk hükmündedir: “Ýman edip yararlý iþler yapanlarýn, namaz kýlýp zekât verenlerin Rab'leri katýnda ecirleri vardýr. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 2/277.)
Bunun ötesinde vakti, yeri ve þekli Allah Teala tarafýndan belirlenen özel ibadetlerin gayesi, Müslümanýn her anýný ve eylemini ibadet hâline getirmektir. Nitekim pek çok Kur’an ayeti gündelik iþlerimizi amel-i salihe, yani Allah’ýn rýzasýna uygun bir kulluða nasýl çevireceðimizi anlatýr: “Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayýn.” (Rahman, 55/9.)
Buna göre kýldýðýmýz namazlar, tutuðumuz oruçlar, verdiðimiz zekâtlar ve gittiðimiz hac ve umreler nasýl birer ibadetse, Allah’ýn rýzasýný gözeterek yaptýðýmýz öðretmenlik, doktorluk, askerlik, hâkimlik, vb.bütün iþler de, birer ibadet yani Allah’a kulluk hükmündedir. Zira Kur’an’daki eðitim, saðlýk, cihat, adalet, vb. taleplerin öncelikli muhatabý doðrudan bu meslekleri yerine getiren kimselerdir: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller iþleyenler, birbirlerine hakký tavsiye edenler ve sabrý tavsiye edenler müstesnadýr.” (Asr, 103/1-3.)
Diðer yandan ‘kul’ kelimesi, günümüzde herhangi bir irade ve yetkiden uzak kimseyi ifade ettiði için “Allah’a kulluk” tabiri de eksik ve yanlýþ anlaþýlmaktadýr. Þayet layýkýyla bilinirse, Yüce Allah’a kul olmak insan için en büyük þeref ve rütbedir. Nitekim Kur’an-ý Kerim, bizlere Allah’a kulluðun haiz olduðu yüksek deðer ve konumu deðiþik vesilelerle açýklayýp ortaya koymaktadýr: “Ant olsun ki, biz insanoðullarýný þerefli kýldýk, onlarýn karada ve denizde gezmesini saðladýk, temiz þeylerle onlarý rýzýklandýrdýk, yaratýklarýmýzýn pek çoðundan üstün kýldýk.” (Ýsra, 17/70.)
Öncelikle ‘Âlemlerin Rabbi’ olan Allah Teala, melek, cin, hayvan, bitki, vb. bizim bildiðimiz ve bilmediðimiz pek çok âlem yaratmýþtýr. O, bizim de içinde yer aldýðýmýz bu âlemi yoktan var etmiþ ve daha yaratýlýþ aþamasýnda insanýn bu evrende iþgal edeceði yer ve konumu bizlere melekler üzerinden çok özel bir kavramla þu þekilde ifade etmiþtir: “Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceðim’ demiþti.” (Bakara, 2/30.)
Hakkýnda farklý görüþler bulunmakla birlikte, bizce buradaki halife kavramý, insanýn yeryüzünde Allah adýna kendisinden, ailesinden, iþlerinden, diðer insanlardan ve canlý-cansýz tüm varlýklardan sorumlu tutulan çok ayrýcalýklý bir varlýk olduðunu ortaya koyar. Nitekim Yüce Allah, pek çok ayet-i kerimesinde ‘teshir’ kavramýný kullanmak suretiyle evrende yaratýlan her þeyin biz insanoðlunun emrine amade kýlýnmýþ olduðunu ifade etmiþtir: “(O öyle lütufkâr) Allah'týr ki, gökleri ve yeri yarattý, gökten suyu indirip onunla rýzýk olarak size türlü meyveler çýkardý; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanýz) için akýttý. Düzenli seyreden güneþi ve ayý size faydalý kýldý; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi.” (Ýbrahim, 14/32-33.)
Allah Teala, Kur’an-ý Kerim’de insanýn böyle bir yetkiye nasýl nail olduðunu da ortaya koymuþtur. Þöyle ki Yüce Allah, insanoðlunun bedeninin çeþitli aþamalar hâlinde topraktan yaratýldýðýný ifade ettikten sonra ona kendi ruhundan üflediðini söylemiþtir: “Sonra onu tamamlayýp þekillendirmiþ, ona kendi ruhundan üflemiþtir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmýþtýr. Ne kadar az þükrediyorsunuz!” (Secde, 32/9.)
Ýþte bu ilahî nefes, önce insanýn ruhunu oluþturur, ardýndan da ergenlikle birlikte bu ruhun en önemli özelliði olan cüzi iradesini ortaya çýkarýr. Ýrade, bir þeyi zorla deðil, bilerek ve isteyerek yapmak demektir. Külli irade Allah’a aittir; yani her þey onun bilgi, istek, kudret ve emriyle meydana gelmiþtir: “Biz, bir þeyin olmasýný istediðimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece «ol» dememizdir. Hemen oluverir.” (Nahl, 16/40.)
Ýnsanoðlu, cüzi iradeye sahiptir; yani Yüce Allah’ýn kendisine verdiði imkân ve sýnýrlar dâhilinde doðru ile yanlýþ, iyi ile kötü arasýnda tercihte bulunma yetkisine sahiptir. Öyle ki o, Allah Teala’ya iman edip etmeme konusunda dahi serbest býrakýlmýþtýr: “De ki: ‘Gerçek Rabbinizdendir.’ Dileyen inansýn, dileyen inkar etsin.” (Kehf, 18/29.) Ýnsanýn sahip olduðu bu cüzi irade, onu diðer varlýklardan farklý olarak ahlaki bir varlýk hâline getirir. Þöyle ki melekler dâhil diðer varlýklar, belli bir programa göre yaratýlmýþ olup, onun dýþýna çýkma imkânlarý bulunmamaktadýr. Ýnsan ise, az önce belirttiðimiz üzere inanma dâhil hiçbir eylemini zorla yapmak durumunda deðildir. Bu husus, yani onun düþünce, fiil ve tutumlarýný bilinçli bir iradeye dayalý olarak yapmasý, bu eylemlere ahlakilik vasfýný kazandýrýr.
Ahlaki varlýk olmak, ayný zamanda büyük bir risk altýna girmek anlamýna da gelir. Zira insanýn, dâhili ve harici çeþitli etkenler nedeniyle tercihlerinde isabetsiz olmasý, dolayýsýyla tabi tutulduðu bu zorlu sýnavda baþarýsýz olma ihtimali de mevcuttur. Yüce Allah, bu durumu çarpýcý bir benzetmeyle þu þekilde dile getirmiþtir: “Doðrusu Biz, sorumluluðu (emaneti) göklere, yere, daðlara sunmuþuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmiþler ve ondan korkup titremiþlerdir; onu insan yüklendi. Doðrusu o çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzab, 33/72.)
Netice itibarýyla insan, Allah Teala’nýn kuludur. Fakat bu kulluk, günümüzde insanlarýn anladýðýnýn aksine çok önemli yetkilere ve yüksek bir konuma sahip olmayý ifade etmektedir. Ne mutlu bunun kadrini bilip, hakkýný verebilenlere!
Prof. Dr. Muammer ERBAÞ / Diyanet Aylýk Dergi
|