Âlemlerin Rabbi olan Allah Azze ve Celle, her ân kâinata müdahale etmektedir:
“Göklerde ve yerde kim varsa hepsi O'ndan ister. O; her gün bir þe'n üzeredir.” (Rahman, 55/29)
Evet, O her gün bir þe’n (iþ, tasarruf, yaratma, tecelli) üzeredir ve O’nun kâinat ve hayat üzerindeki müdahalesi sürekli ve kesintisizdir:
“Allah'tan baþka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hay’dýr), bütün varlýðýn idaresini yürütendir (kayyum). O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur...” (Bakara, 2/255)
“Gökleri ve yeri yaratan Allah, içinde yaþatmakta olduðu yaratýklarýný da “baþýboþ býrakmýþ” deðildir”(Kýyamet, 75/36) Zira O, “göklerin, yerin ve ikisi arasýnda bulunanlarýn Rabbidir” (Meryem, 19/65). O bütün mahlûkatýn “Rabbi” yani terbiye edicisidir. Rab Teâlâ, baþýboþ, pusulasýz, kendi haline býrakmadýðý insana “iki yol / iki amaç tanýtmýþ” (Beled, 90/10) ve onu “(dosdoðru) yoluna”hidayet etmiþ, yönlendirmiþtir; ama bu ikisinden birini tercihte onu serbest býrakmýþtýr (Ýnsan, 76/3).
Gerçek þu ki, insan türünün bizatihi varlýðýnda mündemiç bulunan çeþitli zaaflar ve kýyamete kadar insaný azdýrýp saptýrmakla görevli olan þeytan faktörü, insanoðlunun sürekli olarak ikaz edilip uyarýlmasýný, istikametinin düzeltilmesini gerekli kýlmaktadýr. Ýnsan, kulluðunu ve insanlýðýný unutmaya baþladýðý zaman hatýrlatýlmaya, þeytanýn adýmlarý ardýnda yürür hale geldiði zaman ikaz edilmeye, fitne ve fesad yaygýnlaþtýðý zaman uyarýlmaya muhtaçtýr. Küfrün/nankörlüðün, þirkin, zulmün, cehaletin, fahþâ ve münkerin doruk noktasýna çýktýðý ve insanlýðýn büyük felâketlerin eþiðine geldiði ânlar, genellikle Vahy-i ilâhînin tariheyani hayata müdahale demleridir. Vahyi hakikatleri insanlara açýkça duyurmak ve vahyî ilkeleri kendi hayatlarýnda birer örneklik olarak sunmak üzere de Hâlik-ý Zü’l-Celâl, onlara kendi içlerinden, kendileri gibi beþer olan peygamberler göndermiþtir.
Ýþte bu durum, Ýlahî iradenin insanoðlunun hayatýna vahiyle müdahalede bulunmasýdýr. Bu müdahaleyi iþitip anlayarak ve hayatlarýný ona göre tanzim ederek “gerçek kurtuluþ”a ermek de, ona sýrt çevirip bu dünyada ve öbür dünyada “ziyana uðramak” da (Þems 91/9-10) insanoðlunun özgür iradesiyle ulaþabileceði sonuçlardýr.
Tarihe ve Hayata Son Müdahale: Kur’ân-ý Kerim
Ýnsanlýk tarihine ve insanoðlunun hayatýna müdahalede bulunan son ve mütekâmil vahy-i ilâhî Kur’ân-ý Kerim’dir. Çünkü O’nun en belirgin iþlevi, insanlarý en doðru yola iletmektir.
“Þüphe yok ki, bu Kur'ân, en doðru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduðunu müjde verir.” (17/9)
Evet, Kur’ân-ý Kerim, insan ve toplum hayatýna a’dan z’ye müdahale eden Kitâb-ý Ýlâhî’dir ve bu müdahale kýyamete kadar da sürecektir. Ýnsanýn Rabbi ile insanýn kendisi ile insanýn insanla ve toplumla, insanýn eþya ile iliþkisini belirleyen temel ahlâkî kriterleri, ilkeleri vaz’eden; yapýlmasý ve yapýlmamasý gerekenleri tespit eden Furkan’dýr O.
O, merhum Aliya Ýzzetbegoviç’in tanýmlamasýyla “hayatýn kitabýdýr”.
Onu tanýyan okumalý; okuyan anlamaya çalýþmalý, anlamak için “dili”ni kavramalý; anlayan düþünüp aklederek yorumlamalý; akleden sorumluluklarýnýn bilincine ermeli; sorumluluklarýnýn farkýna varan da ona, onun þaþmaz ilkelerine sarýlmalý ve yaþamalýdýr.
Kur’ân’ý bize teblið eden Allah Rasûlü (s.a.s.)“yaþayan Kur’ân” idi. O baþta olmak üzere, örnek Kur’an neslinin hayatýný þekillendiren ana ilkeler Vahy-i ilahîden ibaretti. Bu deðiþim sonucunda örnek bir “insan tipi”, örnek bir “toplum modeli” ve a’dan z’ye (ahlâktan kültüre, ekonomiden siyasete...) örnek bir “hayat tarzý” ortaya çýktý.
Ve Kur’an “tarihte” kalmýþ bir kitap deðildir. O, Ýslâm toplumunun doðuþundan bugüne kadar Müslümanlarýn hayatýna yön verdiði gibi, bugün ve yarýn da yön vermeyi, müdahale etmeyi sürdürecektir. Kur’an, yarýsýndan fazlasýný teþkil eden kýssalarda bile, “geçmiþ”ten söz ederken “bugünümüze”ve “geleceðimize” de müdahalede bulunur.
Hiç kuþku yok ki, Kur’an’ýn hayata müdahalesi insan aracýlýðýyla olmuþtur ve olacaktýr. Peygamberlerin vahyi apaçýk teblið etmek suretiyle tarihe / hayata yaptýklarý müdahale; bugün de nebevî geleneðin takipçileri tarafýndan sürdürülmek durumundadýr. Bu müdahale, merhum Mehmet Akif’in mýsralaþtýrdýðý ilke çerçevesinde gerçekleþecektir:
Doðrudan doðruya Kur’ân’dan alýp ilhâmý;
Asrýn idrâkine söyletmeliyiz Ýslâm’ý.
Kur’ân Ütopik Deðil Pratik; Statik Deðil Dinamik Bir Kitaptýr
Kur’ân-ý Kerim, günlük hayattan kopuk, toplumsal gerçeklerden uzak münzevi bir ortamda, -tabir yerindeyse- fildiþi kulelerde okunup anlaþýlamayacaðý gibi böyle bir yaklaþýmla hayata müdahale edemez, tam tersine hayat dýþý ve tarih dýþý kalýr. Zira Kur’ân-ý Hakîm, ütopik bir kitap olmayýp doðrudan doðruya insanýn pratik hayatý ile ilgilidir. O, teoride kalan ve hayal dünyasýnda yaþanacaðý varsayýlan bir hayat, bir sistem önermez. Bu bakýmdan, pratik hayatýn içinde yaþamayan, insanlarýn ve toplumlarýn sorunlarýna yeterince vakýf olmayan, dünyadaki siyasal, aktüel, bilimsel, teknolojik, sosyolojik vb. geliþmelerden haberdar olmayan insanlarýn Kur’ân'ý doðru-dürüst anlamasý mümkün olamayacaðý gibi, Kur’an'ý teblið etmeyen, onun mücadelesini vermeyen, onun ilkelerini kendi hayatýna ve toplum hayatýna egemen kýlmanýn sýkýntýsýný çekmeyenler de Kur’an'ýn mesajýný hakkýyla anlayýp kavrayamazlar ve dolayýsýyla akýp giden hayata müdahale edemezler.
Kur’an'ýn, dinamik, canlý bir davet ortamýnda indiðini, dolayýsýyla onu gereðince anlayýp kavramanýn da onun ilkelerini pratik hayatta tatbik etmek suretiyle gerçekleþebileceðini merhum üstat Ebû’l-A‘lâ el-Mevdûdî çok çarpýcý biçimde ortaya koyar. Onu dinleyelim:
“Muhakkak ki Kur’ân-ý Kerîm, mücerret nazariyeleri ve sýrf düþünceleri ihtiva eden bir kitap deðil ki, bir insan onu koltuðuna tutturup yaslanarak okusun; sonra da onun bütün maksatlarýný anlamýþ olsun. Ayný zamanda o, yalnýz ilâhiyattan (teoloji) bahseden bir kitap da deðil ki, onun esrarý ve gizli hazineleri enstitü ve tekkelerde çözümlenmiþ olsun. Fakat bu kitap, bir davet ve aksiyon kitabýdýr. Mücerret iniþi ile birlikte güzel ahlak ve yumuþak huy sahibi, doðru mizaçlý, cömert karakterli ve insanlar arasýnda susmayý seven bir þahsiyeti, haktan ve doðru yoldan sapmýþ bir dünyanýn karþýsýna dikivermiþtir bu kitap. Kur’an onu; batýlýn her türünün kapýsýný çalan küfrün liderlerine, fýskýn komutanlarýna, dalalet ve sapýklýðýn öncülerine karþý amansýz savaþ veren bir þahsiyet yaptý. Bu kitap her evden, aileden mesut ruh ve nezih gönülleri söküp aldý ve onlarý hazýrlayarak davet sahibinin sancaðý altýnda topladý. Gerçekten bu kitap, tüm bozguncu fitnecilerin öfkesini taþýrdý. Davetin yardýmcýlarýna karþý savaþ açtýrdý ki, helak olan da haktan bir beyyine üzere helak olsun; kurtulan veya ihya olan da haktan bir beyyine üzere kurtulsun, ihya olsun.
“Bu kitap, gerçekten yirmi üç sene müddetle haþmetli Ýslâmî hareketi yönetmiþtir. O hareket ki, iþe bir ferdin çaðýrmasý ile baþlamýþ, yeryüzünde ilâhî bir devlet hilafeti ikame etmeye kadar ulaþmýþtýr.
“Ýþte bu kitap, her bir merhalesinde batýlýn her çeþidini bir bir yýkma ve yerine mutlak hakký koyma mücadelesinin ve hakla batýl arasýnda devam eden sürekli savaþlar sýrasýnda atýlan her adýmýn plân ve tespitini yürütmüþtür. Öyleyse bu kitabýn gizlediði pek çok esrar ve hakikat, sadece harflerinin üzerinden geçmek ve kelimeleriyle mýrýldanmakla onun önünde nasýl tecelli edecek? Küfür ile Ýslâm arasýnda cereyan eden mücadele alanýna inmeden, Ýslâm ile cahiliyet arasýnda sürmekte olan mücadelede ayaklarýný tozlandýrmadan onun vaat ettiði zafere nasýl ulaþacaksýn? Bu mücadelenin semtinden geçmek nasip olmadan nasýl hedefe ulaþacaksýn? Kur’an'ýn derin maksat ve manalarýný anlamak, ancak bu kitabý hakem kabul edip Allah yolunda davete baþlamak ve bütün adýmlarýný Kur’an'ýn öðrettiði ve tevcih ettiði þekilde atmanla mümkün olacaktýr. Bundan dolayý Kur’an'ýn davetçilerinin baþýna gelen mihnet ve tecrübelerin tamamýnýn senin de baþýna gelmesi muhakkaktýr. Mekke, Habeþistan ve Tâif vakalarýný müþahede eder; Ebû Cehil ve Ebû Leheb’lerle çatýþýr; münafýk ve Yahudilerle karþýlaþýrsýn. Ayný þekilde Ýslâm'la ilk müþerref olanlardan müellefetü'l-kulûba (kalpleri ýsýndýrýlanlara) kadar geçerek her nevi insan örneðini dener ve görmüþ olursun.
“O halde bu tavýr, yol ve gidiþ emsalsizdir. Hiçbir tavýr ve davranýþ buna benzemez; bununla boy ölçüþemez...
“...Kur’an'ýn hükümlerini hayatlarýnda tatbik etmeyenler, hayatýn çeþitli alanlarýna iliþkin Kur’an hükümlerinin gayesini, ahlâkî öðretilerini, iktisadî, hukukî tevcihâtýný, prensiplerini, sistemlerini ve onlarýn deðer ölçülerini idrak edemez ve buna gücü de yetmez.”[1]
Demek oluyor ki, Kur’ân, kendisi uðrunda belli bir çaba, uðraþ ve fedakârlýk göstermeden, onun ilkelerini kendi hayatýmýzdan ve en yakýnlarýmýzdan baþlayarak dünyaya hâkim kýlmanýn sýkýntýsýný çekmeden, fildiþi kulelerden mücadele ortamýna, cihad arenasýna inmeden anlaþýlamaz; zaten bu Yüce Kitab da sýrlarýný onlara açmaz. Kur’an bir felsefe kitabý deðildir. O, Âlemlerin Rabbinin, hayatýn çeþitli ihtiyaçlarýna verdiði cevaplardýr. Bu bakýmdan Kur’ân, statikbir düþünce deðil, dinamik-aktifdüþünceler, yargýlar, ilkeler bütünüdür. Bu özelliðiyle hayata müdahale eder.
Kur’ân-ý Kerim Hayatý Dizayn Etmek Ýçin Ýndirildi
Sahabenin bu konudaki tutumunu Abdullah b. Mesud þöyle anlatýr:
"Biz Kur’an'ý on âyet, on âyet alýrdýk ve aldýðýmýz on âyeti anlayýp hayatýmýza aktarmadan diðer on âyeti almaktan kaçýnýrdýk. Kur’an insanlara, onunla amel etsinler diye nazil olmuþtur. Ýlk nesiller Kur’an'ý amel etmek için okudular. Sizin herhangi biriniz ise, Kur’an'ý baþýndan sonuna kadar okur; tek bir harfini dahi býrakmaz; halbuki onunla amel etmeyi tamamen terk etmiþtir."[2]
Abdullah Ýbn Mes’ûd’un bu ifadelerinden þöyle bir formülasyona gidilebilir: Bir mümin, her gün on ayeti okuyup tam manasýyla anlamaya, gönlüne sindirmeye ve uygulamaya çalýþmalýdýr. Her gün böyle yapmaya devam eden bir mümin, Allah Rasûlü (s.a.s.)gibi “yaþayan Kur’ân”olma hedefinde sürekli mesafe kazanýr, her gün kendisini yeniler, imanýný ve heyecanýný diri tutar, salih amellerini çoðaltýr ve Allah’ýn rýzasýna ve rahmetine kavuþur. Hz. Ali ise þöyle buyurur:
"Allah'ýn Kitabý'ný öðreniniz; çünkü Allah'ýn Kitabý, sözlerin en deðerlisidir. Dini iyi anlayýnýz; çünkü dini iyi anlamak kalpleri parlatýr. Kur’an'ýn nûrundan þifa isteyiniz; çünkü o, gönüllerdeki marazlara þifadýr. Kur’an'ý hakkýna riayet ederek okuyunuz; çünkü en güzel haberler ondadýr. Kur’an okunduðu zaman kulak veriniz; umulur ki Allah size merhamet eder. Kur’an vasýtasýyla hidayete erdiðinizde, öðrendiklerinizle amel ederek doðru yolda daim olasýnýz. Ýlmiyle amel etmeyen âlim, bilgisizliðinden dolayý doðru yolu bulamayan günahkâr cahil gibidir. Bana göre, cehaleti içinde bocalayan cahile nispetle, ilmiyle amel etmeyen âlimin vebali daha büyük ve âlim daha periþandýr. Her ikisi de mahvolmuþ sapýklardýr."[3]
Kur’an’ý okuyup anlama ve uygulama konusunda selefin tutumunu Hasan Basrî þöyle özetler:
"Siz Kur’an'ýn okunmasýný konaklar edinmiþsiniz, geceyi de deve... O deveye biner, onunla konaklarý geçersiniz. Hâlbuki sizden öncekiler, Kur’an'ý Rablerinden gelen risaleler, mektuplar ve fermanlar olarak görürlerdi. Geceleyin sabahlara kadar Kur’an'ý düþünür, gündüz de onun ahkâmýný infaz eder, pratiðe aktarýrlardý."[4]
Kur’ân’la Hayata Müdahale Ederek Tarihin Öznesi Olabiliriz
Allah’ýn Kitabý ile ve onun “hayat veren” (Enfal 8/24) mesajý ile irtibatý kesmek, kuþku yok ki, baþýmýza gelen felaketlerin biricik sebebidir. Yüce Rabbimizin Kur’an’da, Rasûl’ünün (s.a.s.)dili ile ikaz buyurduðu üzere, ümmet olarak “Kur’ân’ý mehcûr býrakmanýn” (Furkan 25/30) yani O’ndan uzaklaþmanýn; O’na iliþmemenin, O’nun hükümleriyle amel etmemenin bedelini ödüyoruz.
Ashabýn Kur’ân hocalarýndan Ebû Musa (r.a.), O’ndan uzak kalmanýn bedeline dikkat çekmiþtir:
“Kur’ân’dan uzun süre uzaklaþmayýnýz! Aksi halde ehl-i kitabýn kalplerinin katýlaþmasý gibi sizin kalpleriniz de katýlaþýr.”[5]
Elbette Kur’an’dan uzaklaþan zihinler kararýr, gönüller paslanýr, kalpler katýlaþýr. Kur’an’dan, O’nun diriltici ilkelerinden beslenmeyip duyarsýzlaþan kalplerin sahipleri ise “yaþayan ölüler” haline gelirler. Yaþayan ölülerden oluþan bir toplumun zelil ve periþan olmasý da kaçýnýlmaz olur.
Bu þaþmaz hakikati, Allah Rasûlü (s.a.s.) þöyle formüle eder:
“Allah þu Kur’an’la bazý toplumlarý yükseltir; bazýlarýný da alçaltýr.”[6]
Allah Azze ve Celle, daha önce kendilerine kitap verilip de zamanla onun mesajlarýna duyarsýz hale gelen topluluklarýn kalplerinin ‘katýlaþmasý’ve bunun sonucu olarak da doðru yoldan sapmalarýný hatýrlatarak, Asr-ý Saadet müminlerini ve kýyamete kadar gelecek tüm müminleri bu konuda uyarýr:
“Ýnananlar için hala vakit gelmedi mi ki, kalpleri Allah’ýn zikrine (Kur’ân’a) ve inen hakka huþû duysun ve bundan önce kendilerine kitap verilmiþ, sonra da üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katýlaþmýþ, çoðu da yoldan çýkmýþ kimseler gibi olmasýnlar.” (Hadid 57/16)
Ayette iþaret edilen ‘kalplerin katýlaþmasý’nýn nedeni açýktýr:
Katýlaþmaya baþlayan kalbin yeniden yumuþamasý, zayýflayan imanýn tekrar güçlenmesi, erozyona uðrayan müslüman kimliðin aslî hüviyetine kavuþmasý ise ancak ve ancak Kur’an’a dönmekle mümkün olabilir. Hadîd sûresinin 17.âyeti de bu gerçeði iþaret buyurur: “Bilin ki, Allah cansýz(ölü) hale gelen topraða yeniden hayat verir! Belki aklýnýzý kullanýrsýnýz diye size ayetleri açýkladýk.” (Hadid 57/17) Bu âyete iliþkin olarak Ýbni Abbas’ýn söylediði gibi, ancak Allah’ýn Kitabýdýr ki, “kalpleri kasavet ve katýlýktan sonra yumuþatýr, Rabbine yöneltir ve mutmain kýlar; ölmüþ kalpleri ilimle, hikmetle diriltir.”[7]
Týpký ‘ölü topraðýn’ yaðmurla/rahmetle tekrar hayat bulmasý gibi, üzerine ölü topraðý serpilen, yaþayan ölülerhaline gelen, umudunu, inancýný yitirme noktasýna gelen inanan insanlarýn “yeniden diriliþi” de sadece Kur’an’a dönüþle mümkün olabilir.
Dipnot
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - Ebû’l-A‘lâ el-Mevdûdî, Kur’ân'ý Anlamak Ýçin Temel Prensipler, çev: M. Söylemez, Ýmko Y., Adana, s. 67-70.
[2]- Ýmam Gazali, Ýhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.3, s. 13.
[3]- Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hadislerle Müslümanlýk, 1977-Ýstanbul, c.5, s.1839.
[4]- Ýmam Gazali, Ýhyâ, c.3, s. 13.
[5]- M.Yusuf el-Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlýk,s.1585.
[6]- Müslim, Müsâfirîn 269; Ayrýca bk. Ýbni Mâce, Mukaddime 16.
[7]- Sünen-i Tirmizi, Tefsin 24.
|