Allah Teâlâ, insaný yaratmýþ, ona doðru ve yanlýþ yolu gönderdiði peygamberler ve kitaplar vasýtasýyla bildirmiþtir. Peygamberler bu noktada insanlarla Allah arasýnda elçilik görevini üstlenmiþ ve Allah’ýn insanlara bildirilmesini emrettiði hükümlerin pratiðe yansýdýðý ilk model þahsiyetler olmuþlardýr. Ýnsanlardan bir kýsmý bu örnek kiþilere uyarak Allah’a imana yönelirken, diðer bir kýsým insan da peygamberlerin yolunu terketmek suretiyle yüce yaratýcýlarýna kulluktan uzak durmuþlardýr. Ýnsanlýðýn tarihine baktýðýmýzda her iki grupta yer alan insan ya da kitlelerin olduðunu görürüz. Bu iki grup, tarih boyunca þöyle ya da böyle birbirlerine karþý mücadele içinde bulunmuþlardýr. Allah’a imana yönelen insanlar “Mü’min”, inkar eden, O’na kulluðu reddeden kimseler de “Kâfir” kavramý ile ifade edilmiþtir. Akâid ve deðiþik ilim dallarýnda bu genel ayýrýmýn daha farklý sýnýflamalara tâbi tutulduðunu görmek mümkündür. Ancak bu ayýrýmlarý bir tarafa býrakarak, “Mü’min” kavramýnýn içerdiði en üst konumu teþkil eden “müttaki insan” terimi üzerinde âyetler doðrultusunda durmaya çalýþacaðýz. Öncelikle þunu belirtelim ki, müttaki insan örnek kiþiliðe sahip model mü’mindir. Daha açýk bir ifadeyle ideal ahlak sahibi insan, olmasý gereken anlamda (kâmil) mü’min. "Müttaki mü’min" ya da dilimizde de kullanýldýðý þekliyle "takva ehli" insanýn nitelikleri, Kur’an-ý Kerim’de farklý sûrelerde deðiþik þekillerde dile getirilmiþtir.(1) Örneðin, Bakara sûresinin ilk âyetlerinde muttakilerin ya da baþka bir deyiþle örnek mü’minlerin nitelikleri, “....Onlar gayba inanýrlar, namaz kýlarlar, kendilerine verdiðimiz mallardan Allah yolunda harcarlar....”(2) þeklinde belirtilmiþtir. Âyetlerde ehl-i takvanýn bazý niteliklerinin farklýlýk arzetmesi, bu özelliklerin onlarýn genelde yaþadýklarý toplumun gereksinimleri ya da içinde bulunduklarý þartlara göre deðiþkenlik göstermesi ile ilintili olsa gerek. Baþka bir ifadeyle takvayý belirleyecek kriterler veya özellikler, genelde içinde bulunduðumuz þartlara ve toplumun ihtiyaçlarýna göre þekillenmektedir. Buna göre ilime, ibadete, ahlaka, insana saygýya, yardýmlaþma ve dayanýþmaya önem verilmeyen toplumlarda, insanlýðýn erdemi için kaçýnýlmaz olan bu özelliklere deðer vermek ehl-i takva olmanýn gereði olacaktýr. Bu niteliklerin, birinin diðerine önceliði yok denecek derecede hepsi önemlidir. Takva ehli insanlarýn varlýðý, toplumlar için büyük bir kazanýmdýr. Onlar, örneðe muhtaç toplumlarýn adeta can damarýný teþkil ederler. Gerçek þu ki örnek davranýþlarýn da, çirkin davranýþlarýn da sergilenmesinde, bu davranýþlarla sembolleþen modellerin etkisi göz ardý edilemez. Toplumu teþkil eden bireylerin, birbirlerinden etkilendiði bir gerçektir. Bu nedenle iyilerin, erdemli insanlarýn çoðunlukta olduðu toplumlarda kötülükler en alt düzeye inecektir. Asrý saadeti asrý saadet yapan, insanlarýn tâbi olduklarý modelin güzelliði ve örnekliði ile deðerlendirilemez mi? Takva ehli insanlar bu baðlamda toplumlar için birer denge unsurudurlar. Bu noktadan hareketle Yüce Allah Âl-i Ýmrân sûresinin 134 ve 135. âyetlerinde bizim "örnek mü’min" olarak nitelendirdiðimiz muttaki müminlerin özelliklerini þu þekilde dile getiriyor: 1) O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlýkta da Allah için infak ederler Allah’ýn kendilerine lutfettiði nimetleri, olumlu ve olumsuz her türlü þart altýnda toplumda bu nimetlere muhtaç insanlarla paylaþabilmeleri, takvâ ehli mü’minlerin birinci özelliði olarak zikredilmektedir. Ýnsan topluluklarýna bakýldýðýnda, toplumda yaþayan her ferdin bir yönüyle diðer fertlere muhtaç olduðu görülür. Kimi insanýn malýna, kimi insanýn bilgisine, kimi insanýn aklýna toplumun bireyleri muhtaçdýr. Bu yönüyle toplum, bütün uzuvlarý ile bir bedene benzer. Uzuvlar nasýl birbir fonksiyonunu tamamlýyorsa, toplum da zengini, fakiri, alimi ve cahili ile birbirini tamamlamaktadýr. Bu açýdan bakýldýðýnda Allah, toplumu teþkil eden her ferde diðer fertlerin yararýna sunulduðunda faydalanabileceði türden nimetler vermiþtir. Ýnfakýn (Allah için gerekli yerde sarfetmenin), Ýslâm’da ne derece önemli olduðuna birçok âyet ve hadis delalet etmektedir. Öyle ki Kur’an-ý Kerim’de en çok yer alan kelimelerden birisi de infak kavramý ve onun türevleridir.(3) Bu konuda birkaç âyet ve hadis nakletmekle yetineceðiz. Yüce Allah buyuruyor ki, “Ey Ýman edenler! Kazandýklarýnýzýn iyilerinden ve rýzýk olarak yerden size çýkardýklarýmýzdan hayra harcayýn. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacaðýnýz kötü malý, hayýr diye vermeye kalkýþmayýn. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye layýktýr.”(4) “...Hayýr olarak verdiðiniz ne varsa, karþýlýðý size tam olarak verilir ve asla haksýzlýða uðratýlmazsýnýz."(5), “Mallarýný gece ve gündüz, gizli ve açýk hayra sarfedenler var ya, onlarýn mükafatlarý Allah katýndadýr. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.”(6), “...Siz hayra ne harcarsanýz, Allah onun yerine baþkasýný verir. O, rýzýk verenlerin en hayýrlýsýdýr.”(7), “Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakýn bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiðimiz rýzýktan harcayýn.”(8) Resûlullah (s.a.s.) de Allah için muhtaç kimselere vermeyi önermiþ ve kendisinden bu konuda mü’minleri teþvik edici mahiyette birçok hadis nakledilmiþtir. “Yarým hurma (tasadduk) etmek suretiyle de olsa, cehennemden korunmaya çalýþýnýz.”(9), “Sadece þu iki kiþiye gýpta edilir. Bunlardan birincisi, Allah’ýn kendisine verdiði malý Hak yolunda harcamayý baþaran kimse, diðeri de, Allah’ýn kendisine ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu baþkalarýna öðreten kimse”(10), “Allah rýzasý için sarfettiðin þeyle muhakkak me’cûr olursun. Hatta âilenin aðzýna koyduðun lokma yüzünden bile...”(11), “Her Allah’ýn günü iki melek iner. Bunlardan biri: Allah’ým! Malýný verene yenisini ver! diye duâ eder. Diðeri de: Allah’ým! Cimrilik edenin malýný yok et! diye bedduâ eder.”(12), “Kesenin aðzýný sýkma! Allah da senin rýzkýný daraltýr.”(13) hadislerini örnek olarak zikredebiliriz. Bu ve benzeri pek çok hadisi ile Peygamber (s.a.s.), mü’minleri sahip olduklarý mallardan Allah yolunda harcamaya teþvik etmiþtir. O bu konuda sadece sözleriyle deðil ayný zamanda her hususta olduðu gibi yaþam biçimiyle de mü’minlere örnek olmuþtur. Öz olarak ifade etmek gerekirse, Allah’ýn Peygamberi hiçbir zaman mal biriktirme sevdasýyla yaþamamýþ, ömrünü bu yolda harcamamýþtýr. O’nun hayatýný bize aktaran eserlere baktýðýmýzda, onun evinde bazen açlýðýný giderecek derecede herhangi bir yiyeceðin dahi bulunmadýðý, açlýk sebebiyle zaman zaman uyuyamadýðýný görürüz.(14) Hatta mü’minlerin annelerinin bu durumdan bazý kere þikayet ettikleri de nakledilmektedir. Hakkýn ve halkýn temsilcisi olmak, þüphesiz Haktan ve halktan birþeyleri paylaþmakla mümkün olabilirdi. O dileseydi, saraylarda yaþayabilirdi. Ýdaresinde bulunan kitle bunu seve seve yapmaya hazýr ve muktedirdi. Ancak o, sade bir insan olarak yaþamayý tercih etti. Zira onun için düþünmek doðru deðil ama, sýrça köþklerde yetiþip, halkýn hayatýndan, nefesinden birþeyler teneffüs etmemiþ insanlar, insaný anlamakta ya çok yoz düþünecek ya da idaresindeki kitleyi hiç anlamayacaktýr. Onun huzuru bozulmadýðý sürece idaresindekilerin huzuru hiç de önemli deðildir. Ama Hakký temsil eden gerçek insanýn huzur ve mutluluðu, idaresindekilerin huzur ve mutluluðuna endekslidir. Kitlesel bazdaki huzur ve mutluluk, kiþisel bazda mutluluk ve huzurun habercisidir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’i, Hz. Ebû Bekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ý, Hz. Ali’yi ve daha nice tarihe örnekliði ile damgasýný vuran þahsiyetleri, örnek yapan olgu ve anlayýþ bu noktada odaklanmaktaydý. Ýslâm dininde, belli bir yeterliliðe ya da ekonomik güce (nisap) ulaþan müslüman, sahip olduðu malvarlýðýndan belirli bir kýsmýný toplumun muhtaç veya hayat standardý düþük kesimlerine aktarmakla yükümlü tutulur. Ömrünü adeta mal biriktirmeye adayan, kendinden baþka hiçbir kimseyi düþünmeyen insanlarýn, hayatlarýný verimli ve Allah’ýn istediði doðrultuda geçirdiklerini söyleyemeyiz. Zira insanlarý ölümsüzleþtiren, eserleri ve iþledikleri salih amellerdir. Karþýlaþtýðý çeþitli açmaz ve imkansýzlýklar sebebiyle hayata küsmüþ insanlarýn problemlerini bir þekilde çözerek tekrar hayata döndürmek, herhalde en güzel eser ve amellerden birisidir. Ýslâm, müntesiplerine Allah için vermeyi emreder veya önerirken, ihtiyacý olmadýðý halde almayý da deðiþik vesilelerle yermiþtir. Nitekim Resûlullah (s.a.s.), “Veren el, alan elden üstündür.”(15) ifadesiyle Ýslâm’da, alan deðil veren, tüketen deðil üreten insan olmanýn hedeflendiðini vurgulamýþtýr. "Hiçbir kimse asla kendi kazancýndan daha hayýrlý bir rýzýk yememiþtir...”(16) ifadesiyle de kiþinin emeðinin kutsallýðý ve deðeri dile getirilmiþ ve insanýn emeði ile elde ettiði maiþetten daha güzel bir kazanýma ulaþamayacaðý vurgulanmýþtýr. Yukarýda da ifade ettiðimiz gibi Ýslâm’da bir kimsenin dilenmesi hiç de hoþ karþýlanmamýþ, samimi mü’minlerin ihtiyaç içinde olsalar bile iffetlerinden dolayý istemekten uzak durmalarý övgüye deðer bir davranýþ olarak dile getirilmiþtir.(17) Bu baðlamda Peygamber (s.a.s.), halktan istemeyeceðine dair kendisine söz veren kimsenin, cennete girmesini garanti edeceðini haber vermiþtir.(18) Günümüzde çokca karþýlaþtýðýmýz ve gerçekte muhtaç konumunda olmayan dilenciler için de, “Servet biriktirmek için halktan dilenen, gerçekte ateþten kor istiyor demektir. Artýk ister az, ister çok dilensin”(19) buyurmuþtur. Buraya kadar Allah için vermenin önemini vurgulamaya çalýþtýk. Ancak biz "infak" kavramýnýn kapsamýný biraz daha geniþ tutmak suretiyle bu âyete farklý bir yorum getirmeye çalýþacaðýz. Þunu belirtelim ki, yapacaðýmýz yorum Yüce Kur’an’ýn bu âyeti üzerinde sadece fikir yürütmek olacaktýr. Varlýkta ve darlýkta Allah için infakta bulunmalarý, örnek ya da ideal ahlaka sahip mü’minlerin birinci özelliði olarak zikredilmiþti. Allah Teâla her insana þöyle ya da böyle bir nimet vermiþtir. Ýman, ilim, mal, akýl, sevgi, huzur aklýmýza gelen baþlýca nimetlerdir. Âyetten, karþýlaþtýðýmýz veya içinde bulunduðumuz bütün olumlu ve olumsuz þartlar altýnda bile verilen nimetlerin bir þekilde insanlarýn faydasý doðrultusunda kullanýlmasýnýn örnek mü’minin niteliði olduðunu anlamaktayýz. O mü’min, Allah’ýn kendisine verdiði ilim nimetini, maddi ve manevi bütün olumsuzluklara raðmen toplumu aydýnlatmada kullanýr. Onun infaký, ilmini ona muhtaç insanlarýn faydasý doðrultusunda kullanmasý olacaktýr. O mü’min, aklýný ona toplumda ihtiyaç duyan insanlara, her türlü þart altýnda kullanma özverisine sahiptir. Mü’minin sevgisini, þefkatini, içinde bulunduðu huzursuzluklarý, bunalýmlarý bir tarafa býrakarak toplumda sevgi ve þefkat mahrumu insanlarla paylaþmasý ne kadar da güzel olsa gerektir. Bu baðlamda Peygamber (s.a.s.)’in, "Güzel söz sadakadýr”(20) ifadesi ne kadar da manidardýr. Sadaka bugünkü anlaþýldýðý gibi sadece mali ya da parasal yardýmý içermez. Nice yüklü paralarýn, malýn tamir edemeyeceði kýrýk kalpleri, dünyasý kararmýþ insanlarý, bir sevgi ve þefkat sözcüðü hayata döndürebilmektedir. 2- Örnek mü’minlerin diðer bir özelliði de öfkelerine hakim olmalarýdýr Toplumsal hayata baktýðýmýzda, zaman zaman birçok insanýn öfkesine hakim olamamasý sonucu faturasý aðýr bedellerle karþýlaþtýðýný görürüz. Bir anlýk öfkeyle nice hayatlar sönmekte, kanlar dökülmekte, yuvalar yýkýlmakta, dostluklar bozulmakta, kalpler kýrýlmaktadýr. Bu noktada âyet, kiþinin öfkesine hakim olmasýný örnek mü’min olmanýn bir özelliði olarak dile getirmektedir. Peygamber (s.a.s.) efendimiz de, “Yiðit dediðin, güreþte rakibini yenen kimse deðildir; asýl yiðit hiddet anýnda öfkesine hakim olan adamdýr”(21) ifadesiyle, gerçek güçlü kimsenin, karþýlaþtýðý problem ve beklenmedik davranýþlara, sekinet ve sabýrla göðüs geren kimse olduðunu vurguluyor. Resûlullah (s.a.s.), karþýlaþýlan güçlüklerde, sabredilmesi gerektiðini ifade ediyor(22) ve bu noktada gerçek sabrýn ölçüsünü, “Sabýr, (musibetin, felaketin) geldiði ilk andadýr”(23) sözüyle dile getiriyor. Nitekim onun hayatýna baktýðýmýzda, karþýlaþtýðý nice güçlüklere karþý sabýr ve teenni ile göðüs gerdiðini görüyoruz.(24) Ýslâm dini, mensuplarýna öfkeyi deðil sekineti, teeniyi, sabrý tavsiye etmekte hatta emretmektedir.(25) Zira öfkeye sabýrla tahammül çoðu defa güzel dostluklarýn baþlangýcý ve baþarýya ulaþmanýn en güzel yolu olabilmektedir. 3) Örnek mü’minler, insanlarý affederler Yüce Yaratýcýnýn, Kur’an’da en çok zikredilen sýfatlarýndan birisi de affedici oluþudur. Rahmani bir sýfat olan affetme, burada takvâ ehli mü’minlerin niteliði olarak zikredilmiþtir. Kur’an-ý Kerim’de, Hz. Peygamber’in þahsýnda bütün mü’minlere, “(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliði emret ve cahillerden yüz çevir”(26) buyurulmaktadýr. Peygamber (s.a.s.) de birçok hadisinde affýn güzelliðini dile getirmiþtir.(27) Dikkat çekici bir örnek olmasý açýsýndan þu hadisi nakledeceðiz. “Bedevilerden birisi mescide bevletti. Halk onu azarlamaya kalkýþtý. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), “Onu býrakýn ve bevlettiði yere bir kova su dökün. Siz kolaylýk gösterici olarak gönderildiniz, zorlaþtýrýcý olarak deðil”(28) buyurdu. Bu hadis bize affýn boyutu hakkýnda bir fikir vermektedir. Mü’minlerin kutsal mekanlarýna karþý hiç de hoþlanmadýklarý bir davranýþýn sergilenmesi ve Rahmet Peygamberinin davranýþý. Âyette yer alan ve insanlar anlamýna gelen “nâs” kelimesinin imanlý-imansýz (mü’min-kâfir), þeklinde herhangi bir kayýtla kayýtlanmaksýzýn mutlak olarak gelmesi, affýn kapsamý konusunda bize bir fikir vermektedir. Allah’ýn Peygamberinin ifadesiyle, insanlarý yapmýþ olduklarý hatalardan dolayý affetmek, kiþinin ancak deðerini artýrýr.(29) Yukarýdaki özellikler sayýldýktan sonra, “...Allah da güzel davrananlarý sever”(30) buyurulmaktadýr. Aslýnda âyetin bu cümlesi ile dolaylý olarak takvâ ehli mü’minlerin bir özelliði daha dile getiriliyor. Bu da muttaki mü’minlerin, ayný zamanda ihsan sahibi kimseler oluþudur. Peygamber (s.a.s.) ihsaný, “...Allah’ý görüyormuþsun gibi ibadet etmendir, her ne kadar sen O’nu göremesen de O, seni görür.”(31) þeklinde tanýmlýyor. Bu söz, gayet veciz bir þekilde, mü’minin yaptýðý her türlü iyilikte, ibadette, maddi ve manevi yardýmda taþýmasý gerekli duyguyu ifade ediyor. Onun amellerinde temel saik ya da gözetmesi gerekli ölçü, ihsan olmalýdýr. Ýþlediði her ameli, adeta Allah’ýn gözetimi altýnda yapýyor olma duygusunu taþýma ve bu duyguyu daima canlý tutma, takvâ ehli kiþinin temel hareket noktasýný teþkil etmelidir. Muttaki mü’minin, infaký, affý, öfkesine hakim oluþu, dahasý maddi ve manevi her türlü iyiliði ihsan(32) kapsamýnda deðerlendirilmektedir. Buna göre muttaki mü’minin, bu nitelikleri ya da sergilediði salih amelleri, ihsan duygusu ile ilintili olduðunda bir anlam ifade edecektir. Samimiyetten uzak, desinler için yapýlan iyiliklerin, Allah katýnda bir deðeri yoktur. Mükâfaatýný Allah’tan bekleyen mü’min, yaptýðý ibadet ve iyiliklerin odaðýnda, O’nun rýzasýný aradýðý takdirde böyle bir duygu ile hareket etmiþ olur. 4) Örnek mü’minler bir kötülük yaptýklarýnda veya nefislerine zulmettiklerinde Allah’ý hatýrlayarak hemen günahlarýndan tevbe ederler ve günahlarda bile bile ýsrar etmezler Ýnsan yaratýlýþý gereði hem iyilik, hem de kötülük yapmaya elveriþli bir varlýktýr. Ýnsanýn hata yapmasý, günah iþlemesi olaðandýr. Âyette yer alan, “fâhiþe” kelimesi, çirkin, ahlaka ve dine aykýrý her türlü günahý içeren bir sözcüktür. Bu yönüyle kiþilerin iþledikleri gerek kiþisel bazda kalan, gerekse toplumun diðer fertlerini de kapsayan ve etkisi altýna alan günah ve hatalarý, bu kelimenin kapsamýna girmektedir. Nitekim çaðýmýz müfessirlerinden merhum Elmalý’lý Hamdi Yazýr da, “fâhiþe” kelimesini, “âhere taallûku olan günah”(33) þeklinde açýklamaktadýr. Yani iþlenen günah, bir þekilde günahý iþleyen kiþiden baþkalarýný da etkisi altýna almakta veya onlarýn hakkýný ilgilendirmekte. Örneðin, zina suçu ortaya çýkardýðý zararlar açýsýndan deðerlendirildiðinde, etkisi sadece kiþisel bazda kalan bir günah deðil, toplumun diðer fertlerine de zararý dokunan çirkin bir fiil olduðu anlaþýlýr. Âyette yer alan “...onlar nefislerine zulmettiklerinde...” ifadesi, iþlenen ve zararý kiþisel bazda kalan günah ve hatalara iþaret etmektedir.(34) Örneðin bir mü’minin üzerine farz olan namazlarý kýlmamasý hatadýr, günahtýr. Ancak namazlarýn terkinde zarar, kiþinin kendi nefsi ile ilgilidir. O, namazlarý terketmekle bir anlamda kendi nefsine zulmetmiþ konumunda deðerlendirilir. Her insan, nitelik ve niceliði deðiþse de günah iþler ve hata eder. Ama erdem ve gerçekten iman sahibi mü’min, iþlediði günah veya yaptýðý hatadan piþmanlýk duyarak hemen Yüce Rabbine sýðýnýr ve O’ndan af dileyerek tevbe eder. O günah ve hatada, bile bile ýsrar etmez. Tevbeleri kabul merciinin sadece Allah olduðunu bilir ve O’na yönelir. Allah Teâlâ, kendisine samimiyetle yönelen elleri, gönülleri asla boþ geri çevirmez. Birçok âyet ve hadis mü’minleri tevbeye çaðýrýr.(35) Örnek olarak bir âyet ve bir hadisle konumuzu bitirmeye çalýþacaðýz. Yüce Allah, “Ey iman edenler! Allah’a samimiyetle tevbe edin.”(36) buyuruyor. Peygamberimiz (s.a.s.) de, “Ey insanlar! Allah’a tevbe edip ondan af dileyin. Zira ben günde yüz defa tevbe ederim”(37) buyuruyor. Þu dizeler tevbeye yönelen kulun durumunu ne kadar da güzel ifade etmektedir: "Ýlahi! Sana karþý isyan eden kulun, günahlarýný ikrar etmiþ olduðu halde senin huzuruna geldi, Eðer af edersen, Sen affa kadirsin, eðer kapýndan kovarsan, Senden baþka kim merhamet eder.” Al-i Ýmrân sûresinin 134-135. âyetlerini temel alarak model mü’minin özelliklerinden bir kýsmýný arzetmeye çalýþtýk. Model ya da örnek mü’minin özellikleri bu kadar mý? þeklinde bir soru akla gelebilir. Âyette zikredilen bu özellikler dýþýnda örnek mü’minin elbette baþka özellikleri de vardýr. Nitekim Kur’an-ý Kerim’de, örnek mü’min olarak nitelendirdiðimiz muttaki mü’minin, baþka özelliklerine de deðinilmiþtir. Gerçek þu ki, muttaki mü’minlerin, Allah’ýn hükümlerine uymada gösterdikleri özen ve titizlik, bütün bu özelliklerin ortak noktasýný teþkil etmektedir. Onlar, Allah’ýn emir ve yasaklarýna uymada ihmalkâr davranmaz, bu emir ve yasaklar arasýnda fark gözetmeksizin hepsine gönülden inanýr ve tatbik etmeye çalýþýrlar.
Dipnotlar:
1- Örnek olarak, bkz. Bakara, 3-5; Zârîyat, 15-18.
2- Bakara, 3.
3- Bkz. Abdülbâki, M. Fuâd, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzý’l-Kur’ani’l-Kerim, “N.F.K.” maddesi.
4- Bakara, 267.
5- Bakara, 272.
6- Bakara, 274.
7- Sebe, 39.
8- Münâfýkûn, 10.
9- Buhârî, Edeb, 34, Zekât,
10; Müslim, Zekât, 66-70; Tirmizi, Kýyamet, 1; Nesâi, Zekât, 63. 10- Buhâri, Ýlim, 15, Zekât, 5; Müslim, Musâfirîn, 268.
11- Buhâri, 41, Cenâiz, 363; Müslim, Vasiyyet, 5; Ebû Davud, Ferâiz, 3; Tirmizi, Vesâyâ, 1.
12- Buhâri, Zekât, 27; Müslim, Zekât, 57.
13- Buhâri, Zekât, 21; Müslim, Zekât, 88; Ebû Davud, Zekât, 46.
14, Bkz. Buhâri, Et’ýme, 23, Rikâk, 17, Müslim, Zühd, 22, 28; Ýbn Hanbel, Müsned, III, 213; Kahdehlevî, Hayâtü’s-Sahabe, II, 732 vd.
15- Buhâri, Vesâyâ, 9, Zekât, 18; Müslim, Zekât, 94; Ýbn Hanbel, Müsned, II, 4.
16- Buharî, Buyû, 15, Enbiya, 37.
17- Bakara, 273.
18- Ebû Davud, Zekât, 27; Tirmizi, Zühd, 61.
19- Müslim, Zekât, 105; Ýbn Mâce, Zekât,. 25.
20- Buhâri, Sulh,11, Cihâd, 72; Müslim, Zekât, 56; Ebû Davud, Tatavvu, 12.
21- Buhâri, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107-108.
22- Buhâri, Zekât, 50, Rikâk, 20, Müslim, Zühd, 64; Ebû Davud, Zekât, 28.
23- Buhâri, Cenâiz, 32; Müslim, Cenâiz, 14,15.
24- Örnek olarak bkz. Riyazü’s-Salihin, II, 63, (646 no’lu hadis).
25- Âl-i Ýmran, 200; Bakara, 153-155; Zümer, 10; Þûrâ, 43.
26- Araf, 199.
27- Örnek olarak bkz. Buhârî, Bed’ül-Halk, 7; Müslim, Birr, 69, Cihad, 111; Tirmizi, Birr, 82.
28- Ebû Davud, Taharet, 136; Riyazü’s-Salihîn, II, 58 (639 no’lu hadis).
29- Müslim, Birr, 69; Tirmizi Birr, 82.
30- Âl-i Ýmrân, 134.
31- Buhâri, Ýlim, 31.
32- Bilgi için bkz. Karagöz, Ýsmail Kur’an’da Dört Kavram, s. 70.
33- Elmalý’lý M.Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur’an Dili, II, 1177.
34- Elmalý’lý II. 1177. 35- Tevbe ile ilgili âyetler için bkz. en-Nûr 31; Hûd, 3; et-Tahrîm, 8; Hadisler için bkz. Buhâri, Daavât, 3,4; Müslim, Zikir, 42-43, Tevbe, 1,7,8, 31; Tirmizi, Daavât, 98; Ýbn Mâce Edeb, 57. 36- Tahrîm, 8. 37- Müslim, Zikir, 42; Ebû Davud, Vitir, 26; Ýbn Mâce, Edeb, 57.
|