Biz insanoðlu bu dünyada kendimiz, ailemiz, milletimiz ve tüm insanlýk adýna zorlu bir sýnav vermekteyiz. Bir yandan zaman bizleri günbegün tüketirken diðer yandan dünyanýn bin bir türlü meþakkati bizlere her gün acý-tatlý yepyeni tecrübeler yaþatmakta. Týpký Kur’an’da buyrulduðu üzere: “O (Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacaðýný sýnamak için ölümü ve hayatý yaratmýþtýr.” (Mülk, 67/2.)
Bu dünya hayatýnýn bütün zorluk ve meþakkatlerine sabýrla katlanmamýzýn yegâne gayesi Rabbimizin rýzasýný kazanmak suretiyle önce dünya ardýndan da ahiret mutluluðunu kazanabilmektir: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabýndan koru! derler.” (Bakara, 2/201.)
Acaba bizleri önce bu dünya hayatýnda ardýndan da ebedî ahiret yurdunda baþarýlý ve mutlu kýlacak olan en önemli þey nedir?
Bu hayati sorunun cevabýný bulabilmek için Kur’an ayetlerini hýzlýca bir gözden geçirmemiz yeterli olacaktýr. Zira bu hýzlý taramada gözümüze çarpacak olan en önemli kavram “amel-i salih” olacaktýr.
Peki, o hâlde nedir bu amel-i salih? Acaba sadece namaz mý, oruç mu, zekât mý? Hayýr, amel-i salih birebir bunlardan hiçbiri deðildir. Çünkü Allah Teala Kur’an’da bu ibadetleri amel-i salihin yaný sýra zaten ayrýca zikretmektedir: “Ýman edip salih amel iþleyen, namaz kýlan ve zekât verenler var ya, onlarýn mükâfatlarý Rableri katýndadýr. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.” (Bakara, 2/277.)
Amel-i salih, ilk kelimesinden anlaþýlacaðý üzere öncelikle bir düþünce veya tutum deðil bilakis bir iþ veya eylemdir; fakat sýradan deðil “salih” yani Allah’ýn rýzasýna uygun bir iþ veya eylemdir. Zira amel-i salih, içinde geçtiði hemen her ayette “iman” kavramýndan hemen sonra zikredilir. Buna göre sýradan bir iþ, eylem veya tutumun amel-i salihe dönüþebilmesi için öncelikle sahibinin Allah’a ve ahirete iman etmiþ olmasý þarttýr: “Ýman edip de amel-i salihte bulunanlar bilmelidirler ki biz güzel iþler yapanlarýn ecrini zayi etmeyiz.” (Kehf, 18/30.)
Amel-i salih, herhangi bir þekilde haksýz çýkar saðlamak, reklam yapmak veya kendini tatmin etmek için deðil yalnýz ve yalnýz Allah’ýn rýzasýný kazanmak için yapýlan iþ ve eylemlerin bütününü ifade etmektedir. Zira Kur’an’a göre bir kimse, ihtiyaç sahibi bir baþkasýna dinin emri olan sadaka veya zekât verse fakat buna riya veya eziyet karýþtýrsa bu durumda yapmýþ olduðu apaçýk bir ibadet bile olsa amel-i salih hükmü kazanamamaktadýr: “Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadýðý hâlde malýný gösteriþ için harcayan kimse gibi baþa kakmak ve incitmek suretiyle yaptýðýnýz hayýrlarýnýzý boþa çýkarmayýn.” (Bakara, 2/264.)
Allah rýzasý gözetilmek þartýyla aðýzdan çýkan güzel bir söz veya bir kimsenin hatasýný affetmek gibi basit þeyler dahi amel-i salih kapsamýna girer: “Güzel bir söz ve baðýþlama, peþinden eza gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah müstaðnidir, halimdir.” (Bakara, 2/263.)
Genel anlamda Allah rýzasý gözetilerek yapýlan küçük büyük her iyi ve güzel þey gibi, Müslüman bir birey olarak üzerimize düþen aslî insanlýk görevlerimiz de amel-i salih kapsamýna girer. Nitekim bir anne babanýn en büyük amel-i salihi, maddi ve manevi anlamda Allah’ýn rýzasýna uygun salih evlat yetiþtirmektir. Çünkü bu hususta Kur’an’da þöyle buyrulmaktadýr: “Emzirmeyi tamamlamak isteyen için analar çocuklarýný tam iki yýl emzirirler. Onlarýn normal ölçülerde yiyecek ve giyeceklerini saðlamak da babanýn borcudur.” (Bakara, 2/233.)
Bu durumda çocuklarýn en önemli amel-i salihi ise anne babasýna itaat edip onlara karþý evlatlýk görevlerini eksiksiz bir þekilde yerine getirmektir: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anne babanýza da iyi davranmanýzý kesin bir þekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanýnda yaþlanýrsa kendilerine ‘Öf!’ bile deme; onlarý azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (Ýsra, 17/23.)
Bunun ötesinde bir kimsenin sahip olduðu iþi Allah’ýn rýzasýna uygun olarak yapmasý onu (iþi) yine uhrevi sevap kazandýran bir amel-i salih kapsamýna dâhil eder. Buna göre herkesin en önemli amel-i salihi, kendi rýzkýný helalinden kazanmak için Allah’ýn rýzasýna uygun bir þekilde icra ettiði mesleðidir. Cenab-ý Allah Kur’an’da þöyle buyurmaktadýr: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakýtý insanlar ve taþlar olan ateþten koruyun.” (Tahrîm, 66/6.)
Buna göre bir öðretmenin amel-i salihi vermiþ olduðu eðitim, öðrencilerin amel-i salihi ise almýþ olduklarý eðitimdir. Zira Allah’ýn Kur’an’da bizlerden ilim talebi vardýr ki bunun muhatabý öncelikli olarak öðretmenler ve öðrencilerdir: “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Doðrusu ancak akýl sahipleri bunlarý hakkýyla düþünür.” (Zümer, 39/9.)
Bir hâkim, savcý veya avukatýn amel-i salihi yürütmüþ olduðu davalardýr. Zira Allah Teala’nýn Kur’an’da bizlerden adalet talebi vardýr ki bunun öncelikli gerçekleþme yeri mahkemelerdir: “Eðer hükmedersen aralarýnda adaletle hüküm ver. Allah adil olanlarý sever.” (Maide, 5/42.)
Bir güvenlik görevlisinin en önemli amel-i salihi sorumlu olduðu bölgede halkýn can güvenliðini korumaktýr. Zira Kur’an’a göre en büyük günah, haksýz yere bir kimsenin canýna kýymaktýr. Doðal olarak böyle büyük bir günaha mani olmak elbette öncelikli olarak bir güvenlik görevlisinin en büyük görevi ve amel-i salihidir: “Kim bir kimseyi, bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuða karþýlýk olmadan öldürürse bütün insanlarý öldürmüþ gibi olur…” (Maide, 5/32.)
Bir doktorun amel-i salihi de hastalarýna uygulamýþ olduðu tedavidir. Zira yine Kur’an’da Cenabý Allah’ýn bizlere yönelik insanlarý yaþatma talebi vardýr. Bunun maddi anlamda öncelikli muhatabý elbette doktorlar ve diðer saðlýk çalýþanlarýdýr: “… Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarýrsa) bütün insanlarý diriltmiþ gibi olur.” (Maide, 5/32.)
Bu noktada bir iþin amel-i salih kapsamýna girebilmesi için bizce onun ille de bedava yani maddi bir karþýlýk almadan yapýlmasý gerekmez. Ýslam’da en önemli þey, kul hakkýdýr. Zira Allah Teala hiç kimsenin en ufak bir hakkýnýn diðerinde kalmasýndan razý olmaz. Bu nedenle herkes yaptýðý iþin karþýlýðýný daha alýn teri kurumadan tam olarak almalýdýr. Bu noktada önemli husus, yapýlan iþin Allah’ýn rýzasýna uygun olarak en iyi þekilde yerine getirilmesi ve muhataplarýn birbirlerinden razý olmalarýdýr. Dolayýsýyla bir Müslüman, mesleðini Allah’ýn rýzasýna uygun þekilde yürüttüðü takdirde bir yandan onun dünyevi ücretini diðer yandan da uhrevi sevabýný alacaktýr: “Erkek, kadýn, inanmýþ olarak kim iyi iþ iþlerse ona hoþ bir hayat yaþatacaðýz. (Ahirette de) ecirlerini yaptýklarýndan daha güzeli ile ödeyeceðiz.” (Nahl, 16/97.)
Prof. Dr. Muammer ERBAÞ | DÝYANET AYLIK DERGÝ
|