Sahip olduðu bütün yeteneklere ve ulaþtýðý baþarýlara raðmen insan temelde zayýf bir varlýktýr. Onu varlýk sahnesine çýkaran kudret, onun yükümlülüklerini hafif tutmuþ (Nisa, 28), ona gücünün yettiði kadar yük yüklemiþtir. (Bakara, 286) Çünkü "insan zayýf olarak yaratýlmýþtýr" (Nisa, 28). Kur’ân’ýn bu vurgusu, insanýn fizik yapýsýndan çok psikolojik yapýsýna, ruhsal alan özelliklerine yöneliktir.
Karamsarlýk, korku, endiþe ve ihtiras, insandaki zayýf tabiatýn en belirgin göstergeleri arsýnda yer alýr.
Geçmiþte yaþanan acý deneyimler, çekilen ýztýraplar, mutsuzluklar, görülen ihanetler bazý ruhlar üzerinde kalýcý etki býrakýrlar. Hayatýn geride kalan kýsmýnýn sunduðu bu "kara tablolar" insanýn içinde yasadýðý âný ve geleceðini de etkisi altýna alýr. Olaylar hep olumsuz bir bakýþ açýsý ile deðerlendirilir. Artýk, her þeyin geçmiþin bir kopyasý olarak gerçekleþeceði, hiçbir þeyin iyiden tarafa deðiþmesinin mümkün olmayacaðý varsayýmý hakim olur. Adý üstünde, karamsarýn dünyasý "kapkara" bir dünyadýr, bir zindandýr.
Korku ve endiþe, sahip olduklarýmýzý yitirmek ya da istemediðimiz þeylerle karþýlaþma düþüncesi ile insan ruhunun acý çekmesidir. Psikologlar korkuyu, "dýþarýdan gelen bir tehlikeye karsý ortaya konan duygusal tepki" diye tanýmlýyorlar. Ýhtiras ise, ulaþmak istediklerimiz uðrunda duyduðumuz aþýrý istektir. Karamsarlýk geçmiþten kaynaklanýrken, korku, endiþe ve ihtiraslar gelecekten beslenirler.
Karamsarlýk, geçmiþin olumsuzluklarýna takýlýp kalmak, ruh dünyasýnda pasif bir yýpranma meydana getirir. Bu ruh hali genelde, sahibini etkiler, hayattan koparýr. Korku, endiþe ve ihtiraslar ise olumsuz bir aktivite yüklüdürler. Sergilenen pek çok zulüm ve haksýzlýðýn arkasýnda bu duygular yer almaktadýr. Da ha çok imkâna, daha çok güce ulaþma ihtirasýnýn sebep olduðu sayýsýz trajediler ise toplumun her kesiminde sürekli yaþanmaktadýr. Tarih boyunca dökülen nice kanlar, verilen nice canlar; taç ve tahtý yitirme ve güçsüz kalma korkusunun, diðer bir deyiþle güven ihtiyacýnýn ürünüdürler.
Korkular ve endiþeler, insaný ezici bunalýmlarýn içine sokar. Ruhsal ve ardýndan fiziksel pek çok problem ile karþý karþýya býrakýr. Endiþe deðil, güven; ihtiras deðil ümit, hayatý yaþanabilir bir süreç kýlar. Ýslâm bu konuda çözüm getirici bir yöntem olarak tevekkülü ön plâna çýkarýr.
TEVEKKÜL, ANLAM VE ÖNEMÝ
Tevekkül, hukuk dilinde çok kullanýlan "vekâlet" kökünden türemiþ bir fiildir. Yine ayný kökten türeyen "tevkîl" fiili ile baðlantýlýdýr. Tevkil, bir iþi gördürmek üzere onu birine havale etmek ve bu konuda ona güvenmek demektir. Tevekkül de, havale edilen is konusunda sadece vekile güvenmek anlamýný ifade eder. Bir Kur’ân terimi olarak tevekkül ise, yapýlmasý gereken bir iþ konusunda gerekli olan her araç ve yönteme baþvurduktan sonra, beklenen sonu Allah’a havale etmek, bu konuda ona sonsuz bir güven beslemek demektir.
Tevekkül kavramý çesitli türevleri ile Kur’ân’da kýrk beþ yerde geçmektedir. Bu da Ýslâmî bakýþ açýsý ile tevekküle atfedilen deðerin bir ifadesidir.
Bazý Kur’ân ayetlerinde verilen mesajýn muhatabý doðrudan doðruya vahyi alan Hz. Peygamber’dir. Mesajýn taþýdýðý hüküm genel olmakla birlikte zata yönelik bir anlatým kurgusuna baþvurulmasý, mesaja verilen önemin ve ona yapýlan vurgunun bir göstergesidir. "Sen, o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et!" (Furkan, 58) ayeti ile benzeri ayetlerde (Nisa 81, Ahzab, 3) böyle bir yaklaþýma þahit oluyoruz. Allah, "hayy" (ebediy- yen diri olma) sýfatýna vurgu yaparak, kendinse tevekkül etmesini peygamberine emretmektedir. Tevekkül, sadece Allah’a güvenme konusundaki bu yönlendirme, ayrýca duruma göre çesitli anlatým biçimleri ile genelleþtirilmiþtir.
Ýnsan daima birine güvenme ve dayanma, birisinden destek alma, diðer bir ifade ile tevekkül etme ihtiyacýndadýr. Ýþte bu noktada Kur’ân "Te-vekkül edecekler ancak Allah’a tevekkül etsinler" (Ýbrahim,12) uyarýsýný yanmaktadýr. "Müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler" (ibrahim,11) ayeti de özellikle iman edenleri tevekkül konusuna doðru hedefe yönlendirmektedir. Neden "sadece Allah’a tevekkül" böylesine önemle vurgulanýyor ? Çünkü, Allah’ýn dýþýnda baþvurulabilecekler de "tevekkül" ihtiyacýndadýrlar. Onalar da, bir þekilde güvenecek, sýðýnacak, ümit baðlayacak bir varlýða muhtaçtýrlar. Bu sebeple, güvenleri boþa çýkarmayacak ve tevekküle layýk tek varlýk yüce Allah’týr. "Allah kuluna yetmez mi?" (Zümer, 36) "Kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter" (Talak, 3).
Yukarýdaki örneklerde görüldüðü üzere, bazý ayetlerde tevekkül açýkça ve doðrudan doðruya teþvik edilirken, bazen de Allah’ýn kâfî geleceði ve onun güzel bir vekil olduðu (Âli Imran, 177), O’nun her þeye vekil olduðu (En’am,102; Yusuf 66) ifade edilerek dolaylý þekilde teþvik edilmektedir.
Tevekkülün Felsefesi
Tevekkül pratik alan iþi deðil, bir muhakeme ve yargý iþidir. Esasý da, tevhid inancýna, son noktada her þeyin Allah’ýn kudret ve iradesinin eseri olduðuna inanmak esasýna dayanmaktadýr. Tevekkülünüz varsa, üzerinize düþeni yaparsýnýz; gücünüzün dýþýnda kalan konuda ise Allah’ýn hükmüne ve adaletine güvenirsiniz. Ýste tevekkül ile kaderin buluþtuðu hassas nokta burasýdýr. Bu inceliðin gözetilmemesi durumunda ise" kadere bühtan" tutumu ortaya çýkar: Ya, ‘olan biten her þeyin merkezinde insan ve onun iradesi vardýr ’anlayýþý ile ilâhi takdir ve hikmet göz ardý edilir, yada insan irade ve yeteneðini inkâr eden (pasif ka- derci) bir anlayýþa esir olunur. Halbuki, gerek karþýlaþmak istemediðimiz, kaçýndýðýmýz sonuçlar konusunda, gerek ulaþmak istediðimiz sonuçlar konusunda sahip olunmasý gereken zihinsel yapý þu ayette ortaya konmaktadýr: "De ki, ‘Bizim baþýmýza ancak, Allah’ýn bizim için yazdýðý þeyler gelir.O bizim yardýmcýmýzdýr. Öyleyse müminler, yalnýz Allah’a güvensinler" (Tevbe, 51) Ayette vurgu yapýlan gerçek þudur: ‘Acý tatlý baþýmýza her ne gelirse hepsi Allah’ýn takdiridir. O da sonuç olarak mutlaka bizim yararýmýzadýr. Ya bu dünya, ya da ahiret ile ilgili maslahat, yarar ve hayrýmýz içindir.O bizim yardýmcýmýzdýr. Üzerimizde bütün tasarruf ve velâyet yetkisi O’nundur. Nasýl dilerse öyle yapar ve hakkýmýzda hayýrlýsýný yapar. Ýste bundan dolayý müminler Allah’a güvenmelidirler. Bütün güç ve kudretin O’na ait olduðunu bilip durumlarýný O’na havale etsinler. Her konuda O’na güvenip da yansýnlar, emir takdirine güzel bir þekilde rýza göstererek teslimiyet göstersinler ve bunun gereðince kulluk görevlerine devam etsinler. Allah’a ne derece güven beslenirse O daha fazlasýna layýktýr.’(Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2566.)
Bütün bunlarý kýsaca "Allah hakkýnda iyi zan beslemek" diye özetlemek mümkündür. Hz. Peygamber’in "Allah hakkýnda mut- laka iyi zan besleyerek ölünüz" (Tirmizî, Sünen, Zühd, 14. (Hadis No.4167). II, 1395) hadisinde vurgulanan þey de budur. Ölüm ne zaman geleceði bilinmediðine göre mü’min tüm hayatýna bu anlayýþý hakim kýlacak, Allah’ý kefil bilecek demektir. Gazâlî konuyu su benzetme ile ortaya koymaktadýr: "Tevekkül edenin Allah’a güvenme ve O’nun kefaleti konusundaki tutumu, çocuðun, annesin yanýndaki durumu gibidir. Çocuk annesinden baþkasýný bilmez. Ondan baþka kimseye sýðýnmaz. Yalnýz ona güvenir. Onu gördüm mü daima eteðine yapýþýr, onu býrakmaz. Annesinin bulunmadýðý sýrada baþýna bir þey gelse, dilinden dökülen ilk söz "Anneciðim!" olur.
Aklýna ilk gelen kimse annesidir. Çünkü onun kendisi için kâfi olacaðýna ve onun þefkatine güvenmiþtir. Bütün bunlar bilinç altýndan gelen yönlendirme ile olur." (Gazâlî, Ihyaü Ulûmi’d-Dîn, II, 143.Müessesetü’l- Halebî, Kahire, 1387/1968. ( I-IV) Tevek- kül edenin Allah’a baðlanmasý ise bilinç ve gönlün ortak meyvesidir. Ýþte böyle bir tevekkül sayesinde endiþeler ümide, korkular güvene dönüþür. Zira Allah bu anlayýþta olan Müslümanlara "yasadýklarý korkunun ardýndan kanilerini mutlaka emniyete" kavuþturacaðýna dair vaadde bulunmuþtur" (Nur, 55).
Kötü olaylarla karþýlaþma endiþesi insanýn dünyasýný karartýr. Ölüm dahil istemediðimiz þeylerle karþýlaþabiliriz. Bunu saplantý haline getirmek asla bir çözüm yolu deðildir. Kötü olaylarla karþýlaþacaksak, endiþe ederek, karamsarlýða sýðýnarak bunlarý önlemek mümkün deðildir. Karamsarlýðý tabiat haline getiren, beynini olumsuzluklara odaklayan insan çok kere o olaylarý yaþar. "Ýnsanýn korktuðu þey baþýna gelir" sözü tecrübenin ortaya koyduðu bir gerçeði yansýtmaktadýr.
Tevekkülü Yanlýþ Anlamak
Hayatýn insanca sürdürülmesi için gerekli olan genel geçer kurallara (sünnetullah’a) aykýrý olarak, çalýþýp çabalamayý terk etmek tevekkül deðil, kiþinin yapmasý gerekenleri Allah’a gördürmeye kalkýþmasý anlamýna gelir. Oysa tevekkül, bir kalp ve iman isidir, tevhit inancýnýn bir sonucudur. Zira tevhit "müsebbibü’l-esbâb"a (bütün sebepleri var eder Allah’a) bakmayý, ortaya çýkan her sonuçta onun takdirinin ve iradesinin varlýðýný göz önünde bulundurmayý gerektirir.
Bedir savaþý öncesi teke tek vuruþmadan sonra Hz. Peygamber, hücum emri vereceði sýrada Ceb- rail’in talimatý üzerine yerden bir avuç toprak alýp Kureyþ ordusunun üzerine savurmasý ve düþmanýn görüþ imkânýnýn kýsýtlanmasý ve böylece müslümanlara zafer yolunun açýlmasý olayýna atýf yapan "(Savaþta) onlarý siz öldürmediniz, fakat onlarý Allah öldürdü. Attýðýn zaman da sen atmadýn, fakat Allah attý..." (Enfâl, 17) ayetinde dikkat çekilen gerçek de budur. Faaliyet ve gayret kaçýnýlmazdýr. Ama elde edilecek sonuç Allah’ýn yardýmý ile gerçeklesir. Kur’ân bu gerçegi þuayb (a.s.)’ýn dilinden söyle ifade ediyor: "Ben sadece gücüm yettiðince sizi düzeltmek istiyorum. Basarým ancak Allah’ýn yardýmý iledir. Ben sadece Ona tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum" (Hûd, 88).
Þu ayet bu konuyu daha da aydýnlatacak niteliktedir: "Onlarla savaþýn ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin,onlarý rezil etsin, olara karþý size yardým etsin…"(Tevbe 14). Görüldüðü üzere, Müslümanlarýn Allah’tan yardým görerek zafere ulaþmalarý, onlarýn savaþmalarý þartýna baðlanmýþtýr. þu halde Kur’ân’ýn emrettiði tevekkül, bütün önlemlerin alýnmasý, yapýlacak islerin tükenmesi evresi ile kayýtlýdýr. "Ey iman edenler! (Düþmana karþý) tedbirinizi alýn" (Nisa, 71), "Kendinizi tehlikeye atmayýn" (Bakara 195) ayetlerindeki mesaj da aynýdýr (Nisa, 102; Enfal, 60).
Yaðmur, bulut, rüzgar, toprak, tohum, tarlayý sürüp tohumu topraða atmak birer zahiri sebeptir. Bizi rýzýklandýran bunlarýn hiçbiri deðil, Allah’týr. Ýste, yukarýdaki sebepler zincirini oluþtur duktan sonra, Allah’tan baþka kimsenin rýzýk vermeye gücü yetmeyeceði bilinci ile rýzký O’ndan beklemek tevekküldür.
Tevekkül kelimesinin taþýdýðý "vekil edinme" "bir iþi görme konusunda yetki verip ona güvenme" gibi zahiri anlamlara takýlýp kalýnmasý halinde Kur’ân’ýn getirdiði tevekkül anlayýþýnýn dýþýna çýkýlmasý ve yanlýþ bir tevekkül anlayýþýna saplanýp kalýnmasý söz konusu olabilir. Nitekim Hz. Peygamber döneminde de bu konuda tereddüt yaþanmýþ olduðunu görüyoruz. Sahabilerden Hz. Enes (r.a.) in anlattýðýna göre bir adam "Ey Allah’ýn Resulü, devemi baðlayýp da mý tevekkül edeyim, yoksa onu serbest býrakýp da mý tevekkül edeyim!" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.) "Onu baðla,sonra tevekkül et" buyurmuþlardýr.(Tirmizî, Kýyâme,60 . No. 2517.)
Yukarýdaki ayet ve hadislerin ortaya koyduðu gerçek þudur: Allah’a tevekkül, yani ona güvenmek mü’minin bir görevi ve niteliðidir. Bu da, yararlý þeylere ulaþma, zararlý þeylerden uzaklaþma ve kurtulma konusunda gerekli etkinlikleri gösterdikten sonra gönlün ve kalbin Allah’a yönelmesi, sonucu O’ndan beklemesidir. "Birçoklarý bu gerçeði dikkatten kaçýrarak tevekkülü görevi terk etmekle eþdeðer zannederler.Yani kulluk görevini Allah’a havale edip emir yetkisini kendilerinde görmek isterler. Sanki kul vazifesiz oturacakmýþ, namaz, oruç, zekât, cihat gibi görevleri Allah onlara emredip yaptýramayacaktýr da, onlarýn emir ve havalesiyle bizzat yapýverecekmiþ gibi" Yazýr, IV, 2567.) bir tavýr takýnýrlar. Tevekkülü yanlýþ deðerlendirenler için Gazâlî’nin getirdiði benzetme de ilgi çekicidir:" Tevekkülün, beden ile kesbi (çalýsýp kazanmayý, üretmeyi, etkin olmayý) kalp ile (aklý kullanarak gerekli) tedbiri terk edip bir paçavra gibi yere atýlmak ve bir et parçasý gibi tezgâha konmak anlamýnda olduðu anlaþýlýr. Halbuki bu cahilce bir düþüncedir ve dinimizce haramdýr. Zira (tevekkül üstün bir makamdýr ve) dinimiz tevekkül edenleri övmüþtür. Dine aykýrý þeylerle dinin üstün makamlarýna ulaþýlamaz" (Gazâlî, IV). Tevekkülün yanlýþ anlaþýlmasý, daha çok, elde edilmesi istenen, aktivite gerektiren konularda ortaya çýkmaktadýr. Kur’ân’ýn genel anlamý ile "dünyanýn imarý" diye çerçevelediði çalýþýp üretme,kazanma, insanca yasamanýn gereklerini yerine getirme emri göz ardý edilmekte, üretkenlikten uzak,"hayat mücadelesi"nin gerektirdiði aktivite gösterilmemektedir. Bu yanlýþ algýlama, genellikle yanlýþ züht anlayýþý ile at basý gitmektedir. Dünyaya ve dünyalýk imkânlara gönülden ve esaret derecesinde baðlanmama halini ifade eden zühd, dünyalýklarda fizikî planda da uzak durma þeklinde anlaþýldýðý noktada "bir lokma bir hýrka" anlayýþýortaya çýkmakta, bu da yanlýþ tevekkül anlayýþýný tetiklemektedir.
Ýbni Abbas (r.a.)’ýn anlattýðýna göre, Yemen halkýndan bazýlarý "Bizler tevekkül etmiþ kimseleriz" diyerek yanlarýna azýk almaksýzýn hac yolculuðuna çýkýyorlar, Mekke’ye geldiklerinde de dileniyorlardý. Bunun üzerine " (Ahiret için) azýk toplayýn. Kuskusuz, azýðýn en hayýrlýsý, takva (Allah’a karsý gelmekten sakýnma) azýðýdýr" (Bakara, 197) ayeti inmiþtir (Buhari, Hac, 6.II, 143).yer alan ayetteki "azýk" kelimesi ahiret hazýrlýðý anlamýnda ise de, Ýbni Abas’ýn, tevekkülün nasýl anlaþýlmasý gerektiði konusundaki doðru görüsünü yansýtmasý bakýmýndan önem arz etmektedir. Ýbni Abbas ayetten; gerekli tedbirleri almadan hac için bile olsa yolculuða çýkmak, takvaya aykýrýdýr ve Allah’a karsý gelmektir, anlamýný çýkarmaktadýr.
Hz. Peygamberin,"Eðer Allah’a hakkýyla tevekkül etseydiniz, kuþlarýn rýzýklandýrdýðý gibi sizi de rýzýklandýrýrdý. Onlar sabahleyin aç olarak çýkarlar ve tok olarak dönerler." (Tirmizî, Zühd, 14. No: 4164. II, 1394.) hadisi de bu açýdan yanlýþ anlaþýlmaya müsaittir. ilk bakýldýðýnda bu hadisten tevekkülün pasif bir tutum olduðu sonucu çýkarýlabilir. Oysa hadiste Hz. Peygamber (s.a.s) gerçek tevekkülün ne olduðunu ortaya koymakta, tevekkül konusundaki yanlýþ anlama ihtimalini ortadan kaldýrmaktadýr. Dikkat edilirse kuþlarýn sabahleyin aç olarak çýktýklarýna vurgu yapýlmaktadýr. Yani kuþlar karýnlarýný doyurmak için yuvalarýný terk etmekte ve kendi usullerince rýzýk peþine düþmektedirler. Resûlullah’ýn hadiste dikkat çektiði esas nokta budur.
Erzurumlu Ýbrahim Hakký’nýn "Hak þerleri hayr eyler, Zannetme ki gayr eyler, Arif aný seyr eyler, Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler" dizeleri Ýslâm’ýn öngördügü tevekkül anlayýþýnýn essiz güzellikteki bir ifadesidir. Mehmet Akif’in su dizeleri de yanlýþ tevekkül anlayýþýna karþý çekilmis birer kýlýç gibidir: "Çalýþ dedikçe þeriat çalýþmadýn durdun, Onun adýna nice hurafeler uydurdun, sonunda bir de tevekkül sokuþturup araya, Zavallý dini çevirdin onunla maskaraya."
Kýsaca, tevekkül, müslümanýn temel niteliklerinden biridir. Tevhid inancýndan beslenen ve Allah’a karsý duyulan sonsuz bir güven halidir. Beser plânýnda sergilenecek gayretlerin sonuç vermesinin O’nun mutlak kudret ve iradesinin meyvesi olduðu þuurudur. Tevekkül asla tembellik, isleri Allah’a havale etmek, hazýr sonuca ulaþma beklentisi deðildir. Böyle bir anlayýþ Kur’ân ve Sünnete aykýrýdýr. Gerçek tevekkül, çaðýn ve gerektirdiði aktiviteyi sergilemektir. Tevekkül gösteren Müslümanýn baþkalarýndan farký, olaylarýn gerçek var edicisini bilmek, madde dünyasýnýn sebepler zincirine materyalist bir pencereden deðil, aktif bir hayat anlayýþý ile iman teslimiyet penceresinden bakmak demektir.
|