Ýnsan, zayýf ve aceleci bir tabiatta yaratýlmýþtýr. (Nisa, 4/28; Enbiya, 21/37.) Cimrilik, öfke, cömertlik, þehvet gibi çeþitli kuvvetlerle donatýlan insan, bu özelliklerini kontrol altýnda tuttuðu ve itidal sýnýrýný koruduðu sürece kendini geliþtirebilir ve kemale erebilir.
Kur’an-ý Kerim’de öfke sözcüðünü ifade eden kelimelerin anlamlarýný vererek yazýmýzý sürdürmeye çalýþacaðýz. El-ðayzu: Öfkenin en þiddetlisine denir. Kalbin kan basýncýnýn artmasý sebebiyle insanýn hissettiði hararettir. Allah Teala, insanlarý, öfkenin vuku bulduðu sýrada nefislerine sahip olmaya ve kontrol altýnda tutmaya davet etmiþtir. (Raðýb el-Ýsfehani, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Tahkik, Safvan
Adnan Dâvûdî, Daru’l-Kalem, Þam, 2011, s. 619.)
Bu konuda þöyle buyrulmuþtur: “Onlar bollukta ve darlýkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanlarý affedenlerdir.
Allah, iyilik edenleri sever.” (Âl-i Ýmran, 3/134.)
Bu ayetin metin içerisindeki baðlamý (sibak ve siyaký) incelendiðinde bu özelliklerin muttakilere ait olduðu görülür. Onlar, öfkelerini yutarlar, kontrol altýnda tutarlar, öfkelerine yenik düþmezler. Öfkelenerek insanlardan öç almaya deðil bilakis onlarý affetmenin yolunu ve çaresini ararlar. Affetmek, onlarýn en önemli özelliðidir. Hatta öfkelendikleri insanlarý affetmekle de kalmazlar, onlara iyilik yapar ve yardýmda bulunurlar. Allah Teala, “ðayz” ile yani öfke ile vasýflandýrýldýðýnda bununla intikam almak kastedilmiþ olur. (Þuara, 26/55; Ýsfehani, a.g.e., s. 619.)
El-ðadabü: Ýntikam almak isteðiyle kalbin kan (basýncý)ýnýn yüzde belirmesi, anlamýndadýr. (Ýsfehani, a.g.e., s. 608.) Bu kelime hem
insan için hem de Allah için zikredilmiþtir. Allah Teala’nýn gazap etmesi yani öfkelenmesi bu kelime ile vasfedildiðinde, intikam alma anlamý (Bakara, 2/90.) kastedilmiþ olur. (bkz. Ýsfehani, a.g.e., s. 608.) Bu kelime de el-ðayzu kelimesi ile eþ anlamlýdýr. Kýzma, öfkelenme özelliði insana mahsus bir özelliktir. Þu ayet bunun bariz bir örneðidir: “Musa’nýn öfkesi dinince (attýðý) levhalarý aldý. Onlarýn yazýsýnda Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve bir rahmet vardý.” (Araf, 7/154.)
Musa (a.s.), Allah Teala’dan vahyi almak üzere Tur Daðý’na gitmiþ, yerine kardeþi Harun (a.s.)’u býrakmýþtý. Kavmi, Musa (a.s.)’nýn arkasýndan, buzaðý heykelini tanrý edindi. Tur daðýnda 40 gece kaldýktan sonra kendisine vahyedilen Tevrat levhalarý ile geri dönen Hz. Musa, onlarýn bu hâline çok üzüldü ve elinde bulunan Tevrat levhalarýný yere attý. Kardeþi Harun’u niçin bunlara sahip çýkmadýn diyerek paylamaya çekip çekiþtirmeye baþladý. Hz. Musa’nýn gazabý (öfkesi) dinince Allah Teala, gazap (öfke) sýfatýný insanýn fýtratýna yerleþtirmiþ, ancak onun terbiye edilmesini, itidal çizgisinde hareket edilmesini istemiþtir.Tevrat levhalarýný yerden aldý. (bkz. Araf, 7/138-154 ve benzeri ayetler.)
Görüldüðü gibi, ayette Hz. Musa’nýn gazabý (öfkesi) sükût bulunca (dinince) ifadesi zikredilmiþ, ‘yok olunca’ tabiri kullanýlmamýþtýr. Demek ki, öfke insanda her zaman bulunan bir kuvvet, bir özelliktir.
Es-sehatü: Cezalandýrmayý gerektirecek þekilde, þiddetli bir biçimde gazaplanmak (öfkelenmek) demektir. Allah Teala hakkýnda kullanýldýðýnda cezalandýrma, anlamýnda zikredilir. (Âl-i Ýmran, 3/162; Maide, 5/80; Muhammed, 47/28; Ýsfehani a.g.e., s. 402, 403.) Es-suhtü: Rýzanýn (hoþnutluðun) zýddýdýr. (Ebu Bekir er-Razi, Muhtâru’s-Sýhâh, Dâru’l-Marifeti, Beyrut, 2010, s. 265.) Þu ayette bu açýkça görülmektedir. “Allah’ýn rýzasýna uyan kimse, Allah’ýn gazabýna uðrayan ve varacaðý yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü varýlacak yerdir!” (Âl-i Ýmran, 3/162.) Görüldüðü gibi her üç kelime de ayný anlamlara gelmektedir. Allah Teala, gazap (öfke) sýfatýný insanýn fýtratýna yerleþtirmiþ, ancak onun terbiye edilmesini, gözetim altýnda tutulmasýný, itidal çizgisinde hareket edilmesini istemiþtir.
Kur’an-ý Kerim, Hz. Peygamber’in baþarýsýný, insanlara yumuþak davranmasýna, sert tavýrla muamele etmemesine, merhametli bir kalple onlara yaklaþmasýna baðlamýþtýr. (bkz. Âl-i Ýmran, 3/159.) Hz. Peygamber, bütün davranýþlarýnda merhamet ilkesini öne çýkarmýþ ve kendi aralarýnda birbirine merhamet eden bir toplumu inþa etmiþtir. (Fetih, 48/29.)Kur’an-ý Kerim’in, yumuþak muameleye ve davranýþa büyük önem verdiðini görmekteyiz. Firavun, Kur’an’ýn ifadesiyle azmýþ (bkz. Taha, 20/24; Naziat, 79/17.), Ýsrailoðullarýna zulmetmiþ ve onlarý bölüp parçalamýþtýr. (bkz. Kasas, 28/4.)Bu cürümlerle yetinmeyerek ilahlýk iddiasýnda bulunmuþ ve kendisini tanrý olarak ilan etmiþtir. (bkz. Kasas, 28/38; Naziat, 79/24.) Bu kadar suç iþlemesine ve baþkaldýrý eyleminde bulunmasýna raðmen, Allah Teala, Hz. Musa ve Hz. Harun’a Firavun’a “kavl-i leyyinle/yumuþak sözle” teblið yapmalarýný emretmiþtir. (bkz. Taha, 20/41-44.)
Unutulmamalýdýr ki, kontrol edilmeyen ve Ýslami bir disiplin altýna alýnmayan öfke hem kiþinin þahsýna hem de topluma zarar verir. Öfke, sirkenin aksine sadece küpüne zarar vermez. Öfke; dine, akla, ahlaka, toplumun birliðine, sosyal hayata ve en baþta kardeþliðe büyük zarar verir. Toplumsal istikrarý ve güveni yok eder. Bu sebeple bir Müslüman olarak her zaman öfkemize hâkim olmalýyýz.
|