Secde, insanýn ilk yaratýlýþýndan beri hürmet ve saygýyý ifadesidir. (bkz. Bakara, 2/34.) Secdenin ve tazimin gerçekleþtiði yerlere de mescit (çoðulu mesacit) denilir. Bunun bir diðer ifadesi ise ibadet edilen mekân anlamýnda “mabettir.” Kur’an, üç semavi dinin ibadet mekânlarýna iþaret etmiþ ve bu alanlarýn saygýnlýðýnýn ve korunmuþluðunun altýný þöyle çizmiþtir: “Eðer Allah’ýn, insanlarýn bir kýsmýný bir kýsmýyla defetmesi olmasaydý, içlerinde Allah’ýn adý çok anýlan manastýrlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi…” (Hac, 22/40.) Ancak gerek Kur’an da gerekse Sevgili Peygamberimizin sözlerinde, bu mabetler arasýnda üçüne ayrý bir önem verilmiþtir. Bunlar; Mescid-i Haram (Kâbe), Mescid-i Aksa (Beyti’l-Makdis) ve Mescdi-i Nebevi’dir. Kâbe’nin inþasýnda Hz. Ýbrahim ve oðlu Hz. Ýsmail’in, Beyti’l-Makdis’in inþasýnda Hz. Süleyman’ýn, Mescid-i Nebevi’nin inþasýnda ise Sevgili Peygamberimiz bizzat çalýþtýðý bilinmektedir. Dolayýsýyla her üç mescitde bir peygamber hatýrasýdýr. Bir hadislerinde Efendimiz, “Yolculuk ancak þu üç mescitten birine yapýlýr. Benim þu mescidime, Mescidi Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya.” (Müslim, Kitabu’lHacc, 15/415, 511, 512.)
Cahiliye döneminde bazý kimseler, hürmet ve saygýya layýk gördükleri yerleri ziyaret için yolculuk yaparlar ve ziyaret ettikleri bu yerlerin bereket ve faziletinden kendilerine pay çýkarýrlardý. Ýslam geldikten sonraki süreçte bu konuda, dinin deðer atfettiði ve sembolik bir anlamýnýn bulunduðu bazý yerlerle alakalý karýþýklýða neden olabiliyordu. Ýþte bu duygu ile bu üç mescit dýþýnda baþka bir mescitte namaz kýlmaya nezr edip niyet eden kimseler hakkýnda bu hadisin söylendiði nakledilir. (Âbâdî Ebu’t-Tayyib, Avnu’l-Ma’bûd, Daru’l-Kutubu’l-Ýlmiyye, Beyrut, VI. 12; Sahih-i Buhârî Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Þerhi, Ankara, 1976, IV, 168.)
Mescid-i Aksa, Kudüs’te bulunan ve Beyti’lMakdis diye de anýlan yeryüzünde inþa edilen ikinci mescit olarak da anýlan (Buhari, Enbiya, 40.) mabedin adýdýr. Bugün Mescid-i Aksa diye de bilinen bu mekân, içinde yapýmýna Hz. Davud zamanýnda baþlanan; tamamlanmasý Hz. Süleyman’a nasip olan mabet (Beyti’l-Makdis) baþta olmak üzere ve Süleyman Mabedini de içine alan külliyeye karþýlýk gelir. Kur’an’ýn iþaret ettiði bu mescit, Hicaz’a bir aylýk mesafede olduðu için de “en uzak yer” anlamýnda “Aksa” diye nitelenmiþtir.
Mescid-i Aksa’ya ve onun bulunduðu bölgeye Kur’an’da birçok ayette de iþaret edilir. Örneðin Hz. Ýbrahim ve yeðeni Hz. Lut’un ele alýndýðý bir ayette “Ve onu (Ýbrahim’i) de, (kardeþinin oðlu) Lut’u da, gelecek bütün çaðlar için kutlu kýldýðýmýz bir beldeye ulaþtýrarak kurtardýk.” (Enbiya, 21/71.) denilir ki, ayete konu edilen mübarek mekân, Kudüs’ün yer aldýðý Filistin ve Þam civarlarýdýr. Daha sonrasýnda Hz. Musa’nýn Mýsýr dönüþü kavmine söylediði, “Ey kavmim! Allah’ýn size yazdýðý kutsal topraða girin. Sakýn ardýnýza dönmeyin. Yoksa ziyana uðrayanlar olursunuz.” Þeklindeki sözlerinde iþaret edilen mukaddes toprak/ el-arza’l-mukaddes, müfessirlerin açýklamalarýna göre yine Kudüs/Filistin ve Þam civarlarýdýr. Mabedin inþasý sonrasýnda Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya’nýn yaþadýðý yer de burasýdýr. Meryem’in çocukluðu da bu mekânda geçmiþtir. Ayette buna iþaret edilerek þöyle buyrulur: “Bunun üzerine Rabbi onu (Hanne’nin duasýný) güzel bir þekilde kabul buyurdu ve onu (Hz. Meryem’i) güzel bir þekilde yetiþtirdi. Zekeriya’yý da onun bakýmýyla görevlendirdi…” (Âl-i Ýmran, 3/37.) Ayette ifade edilen
“mihrap”, Mescid-i Aksa külliyesinin içinde mündemiç bulunan ibadet ve ihtiyaçlar için kullanýlan küçük bölmenin ve odanýn adýdýr. Meryem’in eðitim ve terbiyesiyle meþgul olan Hz. Zekeriya’nýn buraya sýk sýk uðradýðý anlaþýlmaktadýr. Ayný mekânda Hz. Zekeriya Allah’ýn kendisine bir evlat vermesini istemiþ ve kendisine, “Onun (Zekeriya (a.s.)’nýn) mihrapta namaz kýlmakta olduðu sýrada melekler kendisine, “Allah sana, Allah katýndan olan kelimeyi doðrulayýcý, efendi, kendine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yý müjdelemektedir.” diye seslendiler.” (Âl-i Ýmran, 3/39.) denilmiþtir.
Görüldüðü üzere ayetlerde biz inananlarýn ilk kýblesi olan Mescid-i Aksa, övgü ile yâd edilmiþtir. Hz. Peygamber de hadislerinde burada kýlýnan namazýn diðer mescitlerde kýlýnan namazlardan daha faziletli olduðunu þöyle bildirir: “...Mescid-i Aksa’da kýlýnan bir namaz (Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi hâriç), diðer mescitlerde kýlýnan namazlardan (derece olarak) bin kat daha sevaptýr...” (Ýbn Mace, Ýkametu’s-Salah, 196.)
Mescid-i Aksa, birçok nebinin uðrak yeri olan, baþta Yahudi ve Hristiyanlar olmak üzere bir dönem biz Müslümanlarýn da kýblesi olan ve bu yüzden her üç din mensuplarýnca da kutsal kabul edilen bir mekân olup, Hz. Peygamber’in yaþadýðý Ýsra ve Miraç yolcuðunda da bütün peygamberlerle buluþtuðu bir mekândýr. Kudüs, tarihte birçok kere el deðiþtirmiþ ve uzun süre Müslümanlarýn kendisine hizmette bulunduðu bir dönem yaþasa da, bugün hak ettiði deðerden yine mahrum olup layýk olduðu yönetim altýnda deðildir.
Hatta âdeta esir ve esaret dönemi yaþamaktadýr. Hatýrasýnda ve köklerinde biz inananlar için derin izler býrakan yerler olarak bu mahzun ve maðdur parçamýz, son dinin mensuplarýndan ilgi ve alaka beklemektedir. Sevgili Nebi, “Beyt-i Makdis’e gidiniz. Eðer gidemez ve içinde namaz kýlamazsanýz kandillerinde yakýlmak üzere oraya zeytinyaðý gönderiniz.” (Ebu Davud, Kitabu’s-Salat, 14.) þeklindeki sözleri, daha o mekânlar fethedilmeden söylenmiþ anlam yüklü bir mesajdýr. Kur’an’ýn zikrettiði birçok nebinin hatýrasýnýn yaþandýðý, baþta Hz. Ýbrahim ve ailesi olmak üzere Hz. Zekeriya ve Hz. Davut gibi peygamberlerin hâlen metfun olduðu bu kutlu mekân, bizlerden ilgi, alaka (sevgi) ve teveccüh beklemektedir. Yazýmýzý Mescid-i Aksa konusunda Hz. Süleyman’a nispet edilen Efendimizden (s.a.s.) nakledilen þu rivayetle noktalamýþ olalým: Hz. Süleyman (a.s.), Mescid-i Aksa’nýn inþaatýný bitirince, yaptýðý bir duada Allah’tan üç þey istemiþtir: a. Allah’ýn hükmüne uygun hüküm verme kabiliyeti, b. Kendisinden önce veya sonra hiç kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat c. Yaptýrdýðý mescidine ibadet niyetiyle girecek herkesin, oradan bütün günahlarýndan arýnmýþ olarak anasýndan doðduðu günkü gibi çýkmasý... Hz. Peygamber, Hz. Süleyman (a.s.)’a ilk iki dileðinin verildiðini söyler ve ‘Üçüncü dileðinin de verilmesini umarýz.’ buyurur. (Ýbn Mace, Ýkame, 196; Ahmed, Müsned, II, 176.)
Prof. Dr. Mehmet Ünal / DÝYANET AYLIK DERGÝ |