Kur’an’da Öfke Kontrolü

Allah Teala, gazap (öfke) sıfatını insanın fıtratına yerleştirmiş, ancak onun
terbiye edilmesini, itidal çizgisinde hareket edilmesini istemiştir.
04/10/2013


İnsan, zayıf ve aceleci bir tabiatta yaratılmıştır. (Nisa, 4/28; Enbiya, 21/37.) Cimrilik, öfke, cömertlik, şehvet gibi çeşitli kuvvetlerle donatılan insan, bu özelliklerini kontrol altında tuttuğu ve itidal sınırını koruduğu sürece kendini geliştirebilir ve kemale erebilir. 


 


Kur’an-ı Kerim’de öfke sözcüğünü ifade eden kelimelerin anlamlarını vererek yazımızı sürdürmeye çalışacağız. El-ğayzu: Öfkenin en şiddetlisine denir. Kalbin kan basıncının artması sebebiyle insanın hissettiği hararettir. Allah Teala, insanları, öfkenin vuku bulduğu sırada nefislerine sahip olmaya ve kontrol altında tutmaya davet etmiştir. (Rağıb el-İsfehani, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Tahkik, Safvan 


Adnan Dâvûdî, Daru’l-Kalem, Şam, 2011, s. 619.)


 


Bu konuda şöyle buyrulmuştur: “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. 


Allah, iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran, 3/134.)


 


Bu ayetin metin içerisindeki bağlamı (sibak ve siyakı) incelendiğinde bu özelliklerin muttakilere ait olduğu görülür. Onlar, öfkelerini yutarlar, kontrol altında tutarlar, öfkelerine yenik düşmezler. Öfkelenerek insanlardan öç almaya değil bilakis onları affetmenin yolunu ve çaresini ararlar. Affetmek, onların en önemli özelliğidir. Hatta öfkelendikleri insanları affetmekle de kalmazlar, onlara iyilik yapar ve yardımda bulunurlar. Allah Teala, “ğayz” ile yani öfke ile vasıflandırıldığında bununla intikam almak kastedilmiş olur. (Şuara, 26/55; İsfehani, a.g.e., s. 619.)


 


El-ğadabü: İntikam almak isteğiyle kalbin kan (basıncı)ının yüzde belirmesi, anlamındadır. (İsfehani, a.g.e., s. 608.) Bu kelime hem 


insan için hem de Allah için zikredilmiştir. Allah Teala’nın gazap etmesi yani öfkelenmesi bu kelime ile vasfedildiğinde, intikam alma anlamı (Bakara, 2/90.) kastedilmiş olur. (bkz. İsfehani, a.g.e., s. 608.) Bu kelime de el-ğayzu kelimesi ile eş anlamlıdır. Kızma, öfkelenme özelliği insana mahsus bir özelliktir. Şu ayet bunun bariz bir örneğidir: “Musa’nın öfkesi dinince (attığı) levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve bir rahmet vardı.” (Araf, 7/154.)


 


Musa (a.s.), Allah Teala’dan vahyi almak üzere Tur Dağı’na gitmiş, yerine kardeşi Harun (a.s.)’u bırakmıştı. Kavmi, Musa (a.s.)’nın arkasından, buzağı heykelini tanrı edindi. Tur dağında 40 gece kaldıktan sonra kendisine vahyedilen Tevrat levhaları ile geri dönen Hz. Musa, onların bu hâline çok üzüldü ve elinde bulunan Tevrat levhalarını yere attı. Kardeşi Harun’u niçin bunlara sahip çıkmadın diyerek paylamaya çekip çekiştirmeye başladı. Hz. Musa’nın gazabı (öfkesi) dinince Allah Teala, gazap (öfke) sıfatını insanın fıtratına yerleştirmiş, ancak onun terbiye edilmesini, itidal çizgisinde hareket edilmesini istemiştir.Tevrat levhalarını yerden aldı. (bkz. Araf, 7/138-154 ve benzeri ayetler.)


 


Görüldüğü gibi, ayette Hz. Musa’nın gazabı (öfkesi) sükût bulunca (dinince) ifadesi zikredilmiş, ‘yok olunca’ tabiri kullanılmamıştır. Demek ki, öfke insanda her zaman bulunan bir kuvvet, bir özelliktir. 


 


Es-sehatü: Cezalandırmayı gerektirecek şekilde, şiddetli bir biçimde gazaplanmak (öfkelenmek) demektir. Allah Teala hakkında kullanıldığında cezalandırma, anlamında zikredilir. (Âl-i İmran, 3/162; Maide, 5/80; Muhammed, 47/28; İsfehani a.g.e., s. 402, 403.) Es-suhtü: Rızanın (hoşnutluğun) zıddıdır. (Ebu Bekir er-Razi, Muhtâru’s-Sıhâh, Dâru’l-Marifeti, Beyrut, 2010, s. 265.) Şu ayette bu açıkça görülmektedir. “Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü varılacak yerdir!” (Âl-i İmran, 3/162.) Görüldüğü gibi her üç kelime de aynı anlamlara gelmektedir. Allah Teala, gazap (öfke) sıfatını insanın fıtratına yerleştirmiş, ancak onun terbiye edilmesini, gözetim altında tutulmasını, itidal çizgisinde hareket edilmesini istemiştir. 


 


Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in başarısını, insanlara yumuşak davranmasına, sert tavırla muamele etmemesine, merhametli bir kalple onlara yaklaşmasına bağlamıştır. (bkz. Âl-i İmran, 3/159.) Hz. Peygamber, bütün davranışlarında merhamet ilkesini öne çıkarmış ve kendi aralarında birbirine merhamet eden bir toplumu inşa etmiştir. (Fetih, 48/29.)Kur’an-ı Kerim’in, yumuşak muameleye ve davranışa büyük önem verdiğini görmekteyiz. Firavun, Kur’an’ın ifadesiyle azmış (bkz. Taha, 20/24; Naziat, 79/17.), İsrailoğullarına zulmetmiş ve onları bölüp parçalamıştır. (bkz. Kasas, 28/4.)Bu cürümlerle yetinmeyerek ilahlık iddiasında bulunmuş ve kendisini tanrı olarak ilan etmiştir. (bkz. Kasas, 28/38; Naziat, 79/24.) Bu kadar suç işlemesine ve başkaldırı eyleminde bulunmasına rağmen, Allah Teala, Hz. Musa ve Hz. Harun’a Firavun’a “kavl-i leyyinle/yumuşak sözle” tebliğ yapmalarını emretmiştir. (bkz. Taha, 20/41-44.)


 


Unutulmamalıdır ki, kontrol edilmeyen ve İslami bir disiplin altına alınmayan öfke hem kişinin şahsına hem de topluma zarar verir. Öfke, sirkenin aksine sadece küpüne zarar vermez. Öfke; dine, akla, ahlaka, toplumun birliğine, sosyal hayata ve en başta kardeşliğe büyük zarar verir. Toplumsal istikrarı ve güveni yok eder. Bu sebeple bir Müslüman olarak her zaman öfkemize hâkim olmalıyız.