1- Müteþabih, mânâsý kapalý olup kesin maksadý anlaþýlamayan ayetlerdir. 2- Buna binaen bu ayetlerin tefsir ve teviline giriþmek doðru deðildir. 3- Müteþabihler “yedullah”, “er-Rahmanu ale’l-arþi’steva”, “men fi’s-semai” gibi, Allah Teala’ya mahluklarda bulunan bazý özellikler nisbet eden ve sayýlarý son derece az birkaç ayetten ibarettir.
Bu anlayýþýn iyice irdelenmesi gerekir. a) Her þeyden önce müteþabih ayetlerin sayýsý bu kadar az deðil, yüzlercedir. Çünkü yaygýn anlayýþtaki müteþabihler, “müteþabihu’s-sýfat” denilen kýsým olup bunlar, misalleri çok az olan küçük bir bölümünü teþkil eder. Oysa bunlar “hakiki müteþabihler” kýsmýnýn bir bölümüdür ve huruf-i mukatta’anýn da içinde yer aldýðý bu kýsým, bir önceki bölüme göre biraz daha fazladýr. Ama kevnî meselelerden, uhrevi hallerden ve baþka bir kýsým hakikatlerden bahseden “izafi müteþabihler” vardýr ki bunlarýn sayýsý yüzleri geçer. b) Diðer taraftan, Allah Teala mânâsý anlaþýlamayacak tarzda muhataplarýna hitab etmekten münezzehtir. Ýlim ve hikmet sahibi bir insanýn bile yapmayacaðý yersiz bir davranýþ, nasýl olur da O’nun hakkýnda düþünülebilir? c) Bir de þunu hiç unutmamak gerekir: Teþabüh problematiði, aklý ve bütün kapasiteleri sýnýrlý olan insan yapýsýnýn ayrýlmaz ontolojik bir gerçeðidir. Ýnsanýn bu özelliði onun ifadesine de yansýmýþ, lisanýna yerleþmiþtir. Beþer dilini kullanma durumunda olan Kur’ân da, haliyle müteþabih ifadelerle dolu olmuþtur. d) Hem iyi deðerlendirilmesi halinde, insanlar için müteþabihlerin Kur'ân’da bulunmasý büyük bir nimet, hatta mucizedir. Zira bu özelliðe sahip bir kitap, ilmi her þeyi ihata eden Allah’tan gelebilir. Kur’ân beþer sözü olsaydý, müteþabihler bulunmaz ve bilhassa müteþabihler konusunda insanlarýn dikkatlerini çekip onlarý uyarmazdý.
Bu makalemizde düþüncelerini ele alacaðýmýz müellif, konuyu sathi bir þekilde ele almakla yetinmeyip bu hususta zor olaný gerçekleþtirmiþ, meseleyi fikri ve felsefi yönden temellendirmiþtir. Böylece müteþabihleri, nerdeyse mühmel, meskut, gölgede kalma durumundan kurtararak, tefsir için büyük bir zenginlik kaynaðý olduðunu göstermiþtir. Makalemizde bunu ispat edeceðimizi umuyor, bir yandan da son dönemde, Türkiye’de orijinal müelliflerin pek bulunmadýðý zannýný gidermeye de katký saðlayacaðýný ümid ediyoruz.
Elmalýlý M. Hamdi Yazýr’ýn Müteþabihatla Ýlgili Görüþleri
Müfessirimiz müteþabihi açýklamaya baþlarken önce þu önemli hususu vurgular: Esasýnda Mütekellim olan Cenab-ý Allah yönünden, keza iþin gerçeði yönünden Kur’ân’da hiçbir þüphe olmadýðý halde, muhatabýn anlamasý yönünden duruma göre, çeþitli þekillerde kapalýlýk ve farklý ihtimaller bulunur. Bu ihtimaller, muhkem ayetlerin ýþýðýnda vuzuha kavuþturulur.1
Onun vurguladýðý diðer mühim husus þudur: Kur’ân’da mühmel yoktur. Huruf-i mukkatta’alarda bile çeþitli anlayýþ vecihleri vardýr. Mesele, mefhumlarýn tahdit edilip muhkemleþtirilmesi ile, kastedilen mânânýn tayin edilmesindedir. Faide-i hitab ise bu tayine baðlý deðildir. Saymaya gelmez derecede araþtýrma konularý sezdirmek, beþer ilminin deðerini tayin ettirmek, insanlarýn seviyelerine göre onlara deðiþik zevkler tattýrmak, nihayet rasih âlimleri sonsuz bir tefekkürle imtihan etmek gibi birçok faide-i hitab vardýr.
1. Müteþabih’in Tarifine Katkýsý
“Müteþabihat denildiði zaman mânâsýz bir ibham-ý külli iddia edildiðini zannetmek büyük bir hata teþkil eder. Müteþabihat mânâsýz ve mühmel deðil, kesret-imeânîden dolayý muayyen bir murad tayini mümkün görünmeyen ve daha doðrusu ifade ettiði hakâik-i muhîta, zihn-i beþerle kabil-i istiab olmadýðýndan mübhem görünen bir ifadedir. Bu öyle bir beyandýr ki hakikat-mecaz, sarih-kinaye, temsil-tahkik, zâhir-hafî gibi vücuh-i beyanýn mecmuunu havidir. Bunun için bâlâda buna “el-ma’lûmü’l-mechul” ifadesini arzetmiþ idik. Zaten kelamda ibham, mevkiine göre en büyük vücuh-i belagatten birini teþkil eder.”
“Müteþabihat, murad olunabilecek gibi görünmekte birbirlerine benzer müteaddit mânâlara muhtemildir ki hepsi mi veya birisi mi murad olduðu zâhir bir surette seçilemez.” Müfessirimiz bu tarifini baþka bir yerde biraz daha geniþleterek þöyle der: “Ýki þeyin birbirine mütekabilen alettesâvi benzemelerine teþabüh ve bunlarýn her birine müteþabih denilir ki yekdiðerinden seçilemez, zihin temyizlerinden aciz kalýr. Teþbih ve müþabehette bir taraf fer’ ve nakýs, diðer taraf asýl ve tam olur. Teþabühte ise tarafeyn, ayný kuvvette mütesavi olurlar. Teþabühleri tefavütlerini setreder de iþtibah u iltibas hasýl olur: “Ýnne’l-bakara teþâbehe aleyna”,” teþâbehet kulûbuhüm”, “ve ütû bihi müteþâbihen” gibi. Demek ki teþabüh, seçilememeye sebeptir. Temyiz olunamamak bunun bir mânâ-yý lâzýmîsidir. Bu münasebetle, insanýn doðrudan doðruya temyizine yol bulamadýðý bir þeye dahi müteþabih ýtlak edilir ki hafî, müþkil demek gibidir. Bu ýtlak, var ile yok beyninde müsavi olmasý nokta-i nazarýndan da olabilir.” Bu sözün devamýnda müteþabihin baþka anlamýna geçerek þöyle devam eder: “Bu suretle Kur’ân’ýn ve âyât-ý Kur’ân’ýn ihkam ve teþabühü; elfazý, tenasuku, hüsnü, maânîsi, ahkamý gibi muhtelif vücuh ile mülahaza olunabilir. Ayetlerin fasýlalarý, müvazenetleri ve sairesi gibi sanayi-i bediiyyesi itibariyle teþabüh ve tenasuk, muhkemliðe mukabil deðildir. Belki ayn-ý ihkamdýr. Bu cihetle “uhkimet âyâtuhu”8, “kitaben müteþâbihen” mütekabil deðil, yekdiðerinin izahýdýr. Fakat nazmýn delaleti itibariyle mülahaza edildiði zaman muhkem ile müteþabih, zýd ve mütekabildirler. Þüphe yok ki mânâsýný kat’iyyetle bildiren muhkem, bildirmeyen gayr-ý muhkemdir. Bu ayette (Ali Ýmran, 7) muhkem ile müteþabih mukabil olarak zikredildikleri gibi maba’dinde te’vil karinesi de mânâya aittir ki Ýlm-i Usul’de de þer’an muhkem ve müteþabih, bu haysiyetle mülahaza edilmiþtir.”
2- Müteþabihin Kapsamýný Geniþletmesi
Müfessirimiz þu pasajlarda müteþabih teriminin kapsamýný geniþletmektedir:
“Zâhir mukabilinde hafî, nass mukabilinde müþkil, müfesser mukabilinde mücmel, muhkem-i has mukabilinde mânâ-yý ehassýyla müteþabih vardýr. Binaenaleyh kitab, külliyetiyle mülahaza olunduðu zaman, bu üslub-i hikmetle müteþabihatýn muhkemata rücuu haysiyetiyle hepsi muhkemdir, “la raybe fih”11, “kitabun uhkimet âyâtuhû”12dur. Bilakis bu hikmete muhalif olarak müteþabihat ümmü’l-kitab farz edilir de muhkematýn müteþabihat ile te’viline gidilirse o zaman da hepsi müteþabih olur. “Kitaben müteþabihen mesani tekþa’irru minhu cüludü’llezine yehþavne rabbehüm” hükmü tezahür eder.” Görüldüðü üzere burada hafî, müþkil ve mücmeli müteþabih kapsamýna dahil ederek geniþletme cihetine gitmiþtir. Þu halde Kur’ânda hafî geldiðinde onu zâhir ýþýðýnda, müþkil geldiðinde onu nass ýþýðýnda, mücmel geldiðinde onu müfesser ýþýðýnda, mânâ-yý ehass ile müteþabih geldiðinde onu muhkem-i has ýþýðýnda anlamaya çalýþmalýyýz. Böyle yapmakla iþtibah ve ihtimaller izale olunabilir.
Burada bir husus dikkat çekmektedir: Müteþabihatý esas alýp muhkematý ona göre anlamaya çalýþmak, tenkit ve reddedilen bir iþtir. Merhum müfessirimiz, naklettiðimiz mezkur ifadesinde, iþi tersine çevirerek muhkemi müteþabihe irca edenler hakkýnda “kitaben müteþâbihen mesânî” ayetiyle istiþhad etmesi tereddüde yol açmaktadýr. Zira bildiðimiz kadarýyla bu ayette, 'ayetlerinin belagatte, hakikatleri bildirmekte birbirine benzer olmasý' itibariyle Kur’ân medh olunmaktadýr. Yoksa burada muhkem mukabili olarak müteþabih söz konusu deðildir. Dolayýsýyla bu siyaka münasip olan ayet-i kerimenin, muhkemi býrakýp müteþabihleri fitne sebebi yapmak isteyenleri kýnayan “fe emme’llezine fi kulûbihim zeyðun fe yettebiûne ma teþâbehe minhu…” olduðunu düþünüyoruz.
“Bir lafzýn mücerret siðasýna nazaran mânâ-yý muradý malum olursa ona zâhir denilir ki enva-ý muhkemin edna derecesidir. Bunun te’vile veya tahsise veya nesha ihtimali bulunabilir. Fakat bunlar karineye muhtaç olduðundan, karine olmadýðý müddetçe zâhirinde kat’i olur. Eðer bu mânâ kelamda ma sîka leh olmuþ, mütekellim, sözü bunun için sevk etmiþ ise nass olur. Bunda artýk te’vil ihtimali kalmaz. Ancak tahsis veya nesih ihtimali bulunabilir. Nihayet nesih ihtimali de yoksa ki ihbarat, te’yid edilmiþ inþaiyyat bu kabildendir- bu da mânâ-yý hassýyle muhkem olur. Bunlarýn hepsinin hükm-u icabý ilm ü ameldir. Ýndetteaâruz akvâ tercih olunur.
Bunlara mukabil, bir lafzýn mânâ-yý muradý siðasýndan deðil, baþka bir emr-i ârýz sebebiyle gizlenmiþ bulunursa hafî, böyle deðil de mânânýn nefsinde ince, her nefsin nüfuz edemeyeceði, edenlerin de teemmülsüz kavrayamayacaðý derecede gamýz olmasý veya bir istiare-i bediiye bulunmasý gibi bir sebepten nâþi gizli, muhtac-ý teemmül bulunursa müþkil, siða müteaddit mânâlara alesseviyye muhtemil olur ve hiçbirinin tercihine karine bulunmaz ve fakat bir beyan-ý tefsirin lühûku me’mul bulunursa mücmel, mânâ-yý muradý anlamak ümidi münkatý’ olursa hâlis müteþabih olur. Müteþabihat-ý Kur’ân’dan birçoðu böyle kesret-i meânîden dolayý bir þa’þaa-yý beyan içinde bulunduðundan nazarlarý kamaþtýrýr…”
3-Müteþabihin Hikmet-i vücudu Hakkýndaki Katkýsý:
Müfessirimiz, ilahi kitaplarda müteþabihat bulunmamalý idi, gibi bir tevehhüme kapýlmanýn doðru olmayýp, bunlarýn yer almasýnýn hikmet-i vücudunu bildirmek üzere þöyle der: “Zira böyle bir tasavvur, cereyan-ý vücudun inkýtaýný veya suret-i vahide altýnda yeknesak ve camid bir tevalisini ve malumat-ý ilahiyyenin tenahisini farz etmek veya bütün namütenahiliði ile ve bütün hayatiyetiyle malumat-ý ilahiyyenin muhkem bir surette beþere talimi ve Allah Tealaya bir þerik ve nazîr ihdasý mümkün olduðunu tevehhüm eylemek ve yahut Allah Tealanýn ilm-i beþeri sabit bir nokta-i tenahide tevkif edip malumattan mechulata18, noksandan kemale doðru ebedi bir hayata müteveccihen ilerlemesine mani olmasý lazým geleceðini iddia etmek, hasýlý feyz-i ilahide buhl istemektir. Her tavr-ý terakkinin ilerisinde kat’ olunacak mesafe, keþf edilecek hakâik ve hiçbir zaman nüfuz edilip bitirilemeyecek mebâdi ve mekasýd mevcut olduðu halde, Allah Tealanýn bunlarý istidadat-ý muhtelifeye göre sezdirmeyip ezher cihet gizlemesi ve bu mechulatý mümkün olduðu kadar hall ü keþfe medar ve mi’yar olmak üzere bahþettiði usûl ve delâil-i muhkemeyi, mütenahi ve camid bir noktada tutmasý, dünkü ilimden yarýn, dünyadan ahiret için istifade ettirmemesi nasýl olur da mukteza-yý hikmet-i ilahiye farz edilebilir?”19 Müellif mütalaasýnýn devamýnda her þeyi ispatlayýp vuzuha kavuþturduðunu iddia etmenin cehaletten baþka bir þey olmadýðýný anlatýr.
Bir baþka hikmet-i vücut þudur: “Sonra edeb ü ahlak veya diðer hikmetlerden dolayý tasrihi hayýr olmayan, kinaye ve ta’riz daha belið ve müessir bulunan mezâmin vardýr”20. Görüldüðü gibi bazen adab gereði olarak bazý meseleleri üstü kapalý tarzda bildirmenin daha güzel ve etkili olduðunu vurgular.
Bir baþka hikmet: “Nihayet bütün beyanat nizamý, tevhid üzere vahdetten kesrete veya kesretten vahdete giderken gerek nisbetlerde ve gerek hudud-i tasavvuratta lisan-ý beþerin henüz lügatini vaz’ etmediði, hatta hiç sezmediði, düþünmediði, misalini görmediði nice maânî ve hakâik vardýr ki bunlar bir muhkem ile ifade olunmakla beraber, müteþabih bir misal ve ima ile sezdirildikleri zaman daha müfid olur. Bu gibilerin bazýsýný bugün anlayamayanlar yarýn anlayabilirler”
Bilinen bir hikmeti de þöyle ifade eder: “Hükema derler ki: Ýlmin baþý hayrettir. Bu itibar ile de Kur’ân’ýn baþýnda irþad ve hidayetin bidayetinde böyle hayretengiz bir tebliðin belið bir kuvve-i teshiriyyesi vardýr.” Bunun mânâsý þudur: Ýnsanýn bir þeyi merak etmesi önemlidir. Merakla baþlayýp, derken hayret derecesine ulaþan insanýn, hayreti nisbetinde konuya duyduðu ilgi artar, heyecan duyar. Mesele ile ilgili en ufak ayrýntýlarý bile kaçýrmak istemez. Halbuki rasgele, sathi bir bakýþ atfetmekle konuyla sýký bir irtibat kuramaz. Ýnsan ilgilendiði konuda, zihninin ihata edemediði taraflarýn kaldýðýný bildiði takdirde, onlarý öðrenmeye ihtiyacý ve iþtiyaký artar. Bilimler böylelikle geliþip mükemmelleþir. Hayret uyandýrýlmazsa, genel bir bakýþla, insan bazý ayrýntýlarý kaçýrabilir.
4-Müteþabihleri Sýnýflandýrmaya Katkýsý:
“Birçoðu da bir mânâ-yý muhkem etrafýnda onunla kabil-i ictima ve meratib-i muhtelife üzere müterettib müteaddit iþarat ve delâlâtý ihtiva ettiðinden dolayý icmal veya iþkal ve hafa ile calib-i dikkat olur. Bu suretle muhkem zýmnýnda müteþabih, müteþabih maiyetinde muhkem de bulunur.” Buna göre bir kýsým müteþabihler, muhkem bir mânâ ile bir arada bulunabilirler. Bu muhkem mânâlar, çeþitli aþamalarda ve merdiven basamaklarý gibi sýralanan, birbiri üzerine bina edilecek tarzda birçok iþaret ve delaletler ihtiva etmeleri sebebiyle mücmel veya müþkil veya hafî haline gelebilirler.
Aþaðýda görüleceði gibi hafî, müþkil ve mücmeli müteþabihin kýsýmlarý arasýnda sayar: “Hasýlý aksam-ý müteþabihten hafînin hükmü taleb u taharri, müþkilin hükmü, bununla beraber teemmül, mücmelin hükmü bunlardan bir beyan-ý tefsire intizar ve taharri, asýl müteþabihin hükmü de tevakkuf ve Allah’a tefviz ile ilticadýr.”
Aþaðýdaki tasnif müfessirimizden önce de bulunup ona mahsus olmamakla beraber, onun tarafýndan derli toplu ifade edildiðini görmekteyiz:
“Müteþabihat için bir de þu taksim vardýr: Lafýz
cihetinden müteþabih, mânâ cihetinden müteþabih, her iki cihetten müteþabih. 1- Lafýz cihetinden müteþabih ya elfaz-ý müfredede veya kelam-ý mürekkebdedir. Elfaz-ý müfrededeki mesela “ebben”, “yeziffûn” gibi garabetten veya “yed” ve “ayn” gibi iþtirakten neþ’et eder. Kelam-ý mürekkebdeki: a) ya ihtisardan b) veya basttan c) veya hususiyet-i nazýmdan olmak üzere üç kýsýmdýr. 2- Mânâ cihetiyle müteþabih evsaf-ý ilahiye ve evsaf-ý ahiret gibi hissi veya gayr-ý hissi bir suret-i misaliyyesine malik olamadýðýmýzdan dolayý tasavvuruna yetiþemeyeceðimiz maânîdir. 3- Her iki cihetten müteþabih baþlýca beþtir: a) Umum veya husus gibi kemmiyyet cihetinden, b) vücub veya nedib gibi keyfiyet cihetinden, c) nasih veya mensuh gibi zaman cihetinden, d) mekan cihetinden, veya e) ayetin nazil olduðu adet cihetinden -ki “Leyse’l-birre bi en te’tü’l-büyûte min zuhûrihâ”25 gibi- fiilin sýhhat u fesadýndaki þurût cihetinden.”
5-Müteþabihin Ýþlevlerini Bildirmeye Katkýsý:
Müteþabih ayetlerin iþlevleri konusunda müfessirimiz þu orijinal vurguyu yapar: Müteþabihlerin, muhkem bir hakikati ihtiva ettiklerini unutmamak gerekir.
Müteþabihin önemli bir iþlevini ve insanlýðýn ayrýlmaz bir parçasý olmasýný þu pasajda ayrýntýlý olarak bildirir:
Meçhul meçhul ile, þüphe þüphe ile hallolunmaz. Meçhulat, malumat ile ve o malumatýn derece-i kuvveti ile mütenasib olarak hallolunur. Ta’lim u irþad, malumat üzerine meçhulatý sezdirmek ve o meçhulatý malumata irca ettirmektir. Talibte malumat arttýkça, muallim, kuvvetine göre meçhulatý peyderpey sezdirir, ba’dehu hallettirir. Bu suretle mehulü sezmek de onu bilmenin bir þart-ý mütekaddimi olur. Cenab-ý Hak kullarýna ilm-i hakký böyle ihsan eder. Ýbtida kendini ve gayrý temyiz ettiren bir ilm-i muhkem bahþeder. Ba’dehu müteþabih bir halde meçhulatý sezdirir. Bunlarý kademe kademe muhkemata irca ettirerek malumat-ý yakiniyyeye tahvil eder…
Müfessirimizin bu mütalaasýný þöyle özetleyebiliriz:
Göklerde, yerde, bütün kâinatta Allah’a gizli hiçbir þey yoktur. Ama O’ndan baþkasý için durum böyle deðildir, onlar için çok sayýda bilinmeyen þeyler mevcuttur. Aynen bunun gibi, hakikatlere tam tamýna mutabýk olan Kur’ân-ý Kerim için de benzer bir durum söz konusudur. Öðretim, bilinenlere dayanýp bilinmeyenleri sezdirmek, derken bilinmeyenleri de bilinen þeylere dönüþtürmektir. Bir meçhulü sezmek, onu bilmediðinin farkýnda olmak, onu öðrenmenin ön þartýdýr. Allah, meçhulleri müteþabih halinde sezdirir, bunlarý derece derece muhkem, yani kesin bilgi haline dönüþtürür. Allah’ýn ilmi sýnýrsýz, beþerinki ise sýnýrlýdýr. Ýnsanýn bunu idrak etmesi en büyük bir marifettir. Ýnsanýn bilgisi ne kadar fazla olursa olsun, önünde bilmediði çok þeyin bulunduðunu sezmeye muhtaçtýr. Bu ise, müteþabihat karþýsýnda bulunduðunu bilmektir. Gerek maziye, gerek istikbale dair hiçbir beþeri bilgi, teþabühten kurtulamaz. Kesinlik sadece çok kýsa bir an olan hazýr zamanda olup her tecrübe anýnýn bir adým gerisi veya bir adým ilerisi teþabühle alakalýdýr. “Ýlmin en kuvvetli müeyyidesi olan tecrübe bile zaruri (kesin) bir müeyyide deðildir. Bu babda en saðlam ve en umumi vesika beka-yý illetten çýkan ýttýrad-ý âdidir (bu alanda en saðlam belge, varlýk sebebinin devam etmesinden ileri gelen normal nizamdýr) ki bu da irade-i ilahiyyeye istinaddýr. Binaenaleyh ilm-i beþerin müteþabihattan kurtulmasý gayr-i mümkindir.”
Daha ileride, “Ýnsanlarýn, Allah’ýn ilmine havale edecekleri hakikatlerin her zaman bulunacaðýný bildirip 'muhkemattan sonra bile hakaik-i müteþabihenin mücerret mevcut olduðunu bilmek de ilm-i beþer için pek büyük bir kemal ve gaye-i beþer için pek mühim bir hayýrdýr' der. Bu pasajý dikkatle inceleyen bir muhatap, müteþabihatýn nefis bir felsefesini ve müfessirimizin onu nasýl temellendirdiðini görerek hayran kalmaktan kendisini alamaz.
6-Müteþabihler Konusunda Rasih Âlimlerin Rolü:
Müellifimiz, cumhura uyarak “Ve ma ya’lemu te’vilehû illallah ve’r-râsihûne fi’l-ilmi”30 ayetinde lafz-ý celâle üzerinde vakf etmeyi tercih eder. Fakat az sonra açýkça söylemeksizin, sanki vakf “fi’l-ilmi”de imiþ gibi tefsire baþlar. Rasih âlimlerin üzerine düþen görevi vurgular. Bu tefsirin de, önceki gibi Ýbn Abbas (r.a)’dan nakledildiðini, mütekellimin ile müteahhir âlimlerin birçoðunun bunu tercih ettiklerini belirtir. Daha sonra her iki görüþün sentezi halinde þöyle der: “Bu babda te’vil ve içtihad baþkalarýnýn deðil, meratib-i muhkemat ile meratib-i müteþabihatý seçer, te’vili caiz olup olmayanlarý temyiz eder, fitneden kendini ve herkesi iðfal etmekten sakýnýr, haddini bilir, ilm-i ilahiye tefviz edilmesi lazým gelenleri O’na tefviz eyler, imaný kamil, tarik-i ilimde kavi, temiz ve ince akýllý, doðru düþünmesini bilir ve sever, hasýlý hikmete mazhar ulema-yý rasihinin hakk u selahiyyetidir”31
Bir baþka yazýda müteþabihler konusunda Bediüzzaman Said Nursi’nin izahlarýný da deðerlendirip onlarýn bu deðerli mütalaalarýnýn müteþabihler konusundaki anlayýþý yerli yerine oturtmanýn da ötesinde, Kur’ân tefsir ve anlayýþýna da büyük bir zenginlik kattýðý kanaatimizi paylaþmayý düþünüyoruz.
* Marmara Üniv. Ýlahiyat Fak. Öðrt. Görevlisi
[email protected]
Dipnotlar
1. Yazýr, Elmalýlý Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, 2/1036.
2. Yazýr, a.g.e., 2/1047-1048.
3. Yazýr, a.g.e., 1/159.
4. Yazýr, a.g.e., 2/1037.
5. Bakara sûresi, 70.
6. Bakara sûresi, 118.
7. Bakara sûresi, 25.
8. Hud sûresi,1.
9. Zümer sûresi, 23.
10. Yazýr, a.g.e., 2/1037.
11. Bakara sûresi, 2.
12. Hud sûresi, 1.
13. Zümer sûresi, 23.
14. Yazýr, a.g.e., 2/1036.
15. Zümer sûresi, 23.
16. Al-i Ýmran sûresi, 7.
17. Yazýr, a.g.e., 2/1037-1038.
18. Metinde böyledir. Zannedersem burada bir zühul bulunmakta olup siyaka göre: “meçhulattan malumata” olmasý gerekmektedir.
19. Yazýr, a.g.e., 2/1042-1043
20. Yazýr, a.g.e., 2/1038
21. Yazýr, a.g.e., 2/1038-1039
22. Yazýr, a.g.e., 1/159.
23. Yazýr, a.g.e., 2/1038.
24. Yazýr, a.g.e., 2/1039.
25. Bakara sûresi, 189.
26. Yazýr, a.g.e., 2/1039-1040.
27. Yazýr, a.g.e., 2/1043.
28. Yazýr, a.g.e., 2/1041.
29. A.g.e.,2,1042.
30. Al-i Ýmran sûresi, 7.
31. Yazýr, 2, 1045.
|