Modernistler, mevcut tefsir ve fýkýh usulü ile Kur’an-ý Kerim’in anlaþýlamayacaðýný, mutlaka batýlýlarýn geliþtirdiði çaðdaþ anlambilimin verilerinden istifade edilmesi gerektiðini söylemektedirler. Üç telif tefsirin sahibi olarak ne söyleyeceksiniz? Kur’an-ý Kerim’i anlarken fýkýh/tefsir usulünde yetersizlik gördünüz mü? Görmediyseniz, bu çaðrýnýn arka planýnda ne olabilir?
M. Ali SÂBÛNÝ: Allah Teala’ya hamd ve O’nun bütün beþeriyete rahmet olarak gönderdiði Muhammed Mustafa’ya salat-u selam olsun.
Kur’an-ý Kerim Allah Teala’nýn bütün insanlýða gönderdiði Arabi bir kitaptýr. Bütün insanlýk O’nun nuru ile aydýnlansýn diye nebilerin sonuncusu olan Muhammed Mustafa’ya -sallallahu aleyhi ve sellem- Arapça olarak indirilmiþtir. Çünkü; Allah Resul’ü Arap’tý ve Arabi bir çevrede yaþýyordu. Bu yüzden fesahat ve beyanýn zirvesi olan Kur’an’da Arapça olarak indi. Niçin indiðini, gayesinin ne olduðunu bizzat kendisi açýklýyor: “Bu Kur’an, Rablerinin izniyle insanlarý karanlýktan aydýnlýða çýkarman için sana indirdiðimiz bir kitaptýr.” (Ýbrahim: 1)
Allah Teala Kur’an-ý Kerim’i irþat için indirdi. O, bütün alemi aydýnlatacak, insanlýk da O’nun nuru ile aydýnlanacaktýr.
Kur’an’ýn nurundan istifade ede bilmek için, O’nu Arapça’nýn esaslarýna göre anlamalýyýz. Usul kitaplarý bunun için telif edilmiþtir. Bütün müfessirler de bu esaslarý kullanmýþlardýr.
Kur’an-ý Kerim’i anlamak için müsteþriklerin usulüne ya da onlarýn geliþtirdikleri anlambilime hem ihtiyacýmýz yok, hem de kullanmamýz durumunda Allah’ýn muradýna aykýrý manalar ortaya çýkar. Bu nasýl olabilir ki?! Arapça’yý Arap gibi bilmeyenlerden Arapça inen Kur’an-ý Kerim’i anlamanýn usulünü nasýl alabiliriz?!
Müsteþrikler kýsmen Arapça konuþabilirler; fakat ibarenin mantûk ve mefhumunu Arap gibi anlayamazlar. Bu durum “ben Türkçe’nin felsefesini sizin kadar iyi bilirim” dememe benzer.
Kur’an-ý Kerim, ilahi bir nur olarak indi. Nitekim Allah Teala “Biz size apaçýk bir nur (Kur’an) indirdik.” (Nisa: 174) buyurmaktadýr. Bu yüzden O’nu anlayacak kiþinin kalbinde nur olmasý gerekir. Nur olacak ki, nur olan Kur’an-ý Kerim’i anlayabilsin. Kalbinde zulmet olan ya da küfür ve fýsk içinde yüzen kiþiler Kur’an’ý doðru bir þekilde anlayamazlar. Çünkü Cenab-ý Hakk böyle bir kalbi Kur’an’ý anlayacak þekilde açmaz. Allah Teala þöyle buyuruyor: “Yeryüzünde haksýz yere büyüklük taslayanlarý ayetlerimden uzaklaþtýracaðým. (Onlar) her ayeti görseler de ona iman etmezler. Doðru yolu görseler de onu yol edinmezler. Ama sapýklýk yolunu görseler onu hemen yol edinirler. Bu onlarýn ayetlerimizi yalanlamalarý ve onlardan gafil olmalarý sebebiyledir.” (A’raf: 146) Bu ayet göstermektedir ki, asilerin ya da fasýklarýn son nebi Muhammed aleyhisselam’a indirilen ve nur olan Kur’an-ý anlamalarý mümkün deðildir. Buna göre müsteþriklerin dar akýllarý ve yetersiz dil bilgileri ile Allah’ýn ayetlerini anlamalarý nasýl mümkün olabilir?! Allah fasýklarý, nurunu anlamaktan mahrum ederken kafirlere nasýl bu imkaný verebilir?! Bu durumdaki kiþilerin anlambilimlerini kullanmak sadece Kur’an’ýn anlamýný tahrif etmeye yarar. Bu, batýl bir davadýr.
Kur’an-ý Kerim’i anlamak isteyen kiþi öncelikle meani, beyan, bedi’, usul-u fýkýh, usul-ü tefsir,…, gibi ilimleri bilmesi gerekir. Aksi takdirde kendi görüþüne göre Kur’an’ý Kerim’i tefsir eder ki bu fahiþ hatalara ve batýl anlamlara irtikap edilmesine yol açar. Týpký ayetleri zahir anlamalarýna göre tefsir edenlerin fahiþ hatalara düþmeleri gibi... Nitekim Adiyy b. Hatim -radiyallahu anh- Allah Resulü’ne -sallallahu aleyhi ve sellem- gelip þöyle der: “iþittim ki Allah Teala þöyle buyuruyor: ‘sabahýn beyaz ipliði (aydýnlýðý), siyah ipliðinden (karanlýðýndan) ayýrt edilinceye kadar yiyin, için.’ (Bakara: 187)” Bu ayet, Allah’ýn Kitabý Kur’an’ý Kerim’dedir. Kitap Arapça, bu sahabi de Arap’týr. Fakat usul bilmediðinden ayeti anlayamýyor. Sahabi ayetten güneþin doðmasýna yakýn bir ana kadar yani beyaz ipin siyah ipten ayrýlmasýna kadar yemek yemeye devam etmeyi çýkarýyor. Halbuki “beyaz iplik” fecir vaktini yani tan yerinin aðýrmaya baþladýðý aný, “siyah iplik” de gecenin karanlýðýný anlatmaktadýr. Yoksa gerçek anlamda iplikleri birbirinden ayýrmak deðildir.
Bu yüzden asýl kaynaklara dönmemiz gerekir. Kur’an’ý Kerim, ihatasý imkansýz bir deniz gibidir. Lügat ve belagat bilmeyenler O’nun anlamlarýný bulup çýkaramazlar. Müfessirlere bakýn; her biri lügat, usul ve fesahatta zirve þahýslardýr. Buna raðmen takrib yoluyla Allah’ýn muradýný anladýlar. Kesin bir þekilde anladýklarýný belirtmediler. Herkes nasibi nisbetinde Kur’an’dan istifade etmiþtir. Onlar bu halde iken açýklamalarýnýn altýna “her þeyin en doðrusunu Allah Teala bilir.” kaydýný düþmekten imtina etmediler.
Âma olanlar, gören kiþilere yol gösteremezler. Müsteþrikler ulemaya nisbetle âmadýrlar. Bu kiþilerin Kur’an’ýn anlaþýlmasýnda referans kabul edilmeleri ya da görüþlerine itibar edilmesi âmanýn görenlere yol göstermesine benzer. Müsteþrikler nasipsiz olmalarý cihetiyle âmadýrlar.
Usul Bilmeyenler Kur’an’ýn Muradýný Anlayamazlar
Ýhsan ÞENOCAK: Çaðdaþ anlambilimden etkilenen yakýn dönem tefsir telakkilerinin bir çoðuna göre ahkam ayetlerinin mevcut halleriyle modern dünyada uygulama alaný bulmalarý imkansýzdýr. Bunlara göre, -örneðin- müslüman bir kadýna mirasta erkek kardeþinin yarýsý kadar pay alacaðýný ya da iki kadýnýn bir erkek þahide denk olabileceðini anlatmak güçtür. Böyle bir yaklaþým ya da usul, Ýslami bir esasla izah edilebilir mi?
M. Ali SÂBÛNÝ: Bu usul deðil, cehalet ve ahmaklýktýr. Bunlar Kur’an’ýn muradýný anlayamayan cahil kiþilerdir. Mesela þehadetle ilgili ayete bakalým: Bunda ki sýr nedir? Bu konu maddi ve mali hususlar ile alakalýdýr. Erkekler bu alanlarda ihtisas sahibidirler. Kur’an-ý Kerim kadýný aile meselesinde ihtisas sahibi kabul ettiðinden mali hususlarda erkeði mütehassýs olarak görür. Erkek gece, gündüz mali hususlar ile ilgilenir. Zihni bu alanda daha canlýdýr. Mali meselelerde unutkanlýðý kadýna nisbetle daha azdýr. Bu yüzden kadýn mali iþlerde erkek kadar baþarýlý olamaz. Sonra kadýn, erkeðe nisbetle daha unutkandýr. Ayet baðlamýnda düþündüðümüzde kadýnýn bu iþlerle iþtigal etmemesi unutkanlýðýnýn artmasýna etki eder. Çünkü; insanýn sahasýna girmeyen iþlerde zabdý zayýftýr. Konuya kadýn cihetinden bakýldýðýnda onunda ihtisas sahibi olduðu alanlarda zabdýnýn erkekten daha güçlü olduðu görülür. Mesela yemekle alakalý meselelerde kadýn, bir gördüðü yemeði baþarýlý bir þekilde yapabilirken, erkek ön bilgiye sahip olmadýðýndan kadýn kadar tez kavrayamaz.
Kadýn, erkek kadar mütemekkin de deðildir. Daha duygusaldýr. Daha unutkandýr. Daha tez kýzar. Allah Teala kadýn ve erkeðin mevcut konumlarýna göre bu hükmü takdir etmiþtir.
Erkek de kadýn da duygusal ve akýllý varlýklardýr. Fakat kadýnýn duygusallýðý genelde aklýna galiptir. Bu durum göz ardý edilmemelidir.
Allah Teala kadýný evin mürebbiyesi olarak yaratmýþtýr. Niçin? Çünkü çocuklarý yetiþtirmede duygusallýk ve þefkat önemlidir. Bunlar kadýnda daha öndedir.
Erkeðin aklý genelde duygusallýðýna galiptir. Ayrýca erkek, iktisadi hayatýn içerisinde olduðundan ticari teamülleri daha iyi bilir. Bu itibarla onun mali iþlerde ki konumu kadýnýnkinden daha güçlüdür.
Erkeðin mirastan iki, kadýnýn bir pay almasýna gelince; bahsettiðiniz kiþiler bu hükmü anlamýþ olsalardý göreceklerdi ki kadýn (bir pay almasýna raðmen) gerçekte erkekten daha müreffehtir. Niçin? Bir örnek üzerinden meseleyi deðerlendirelim: Bir adam ölüyor ve geride bir erkek ve bir kýz çocuk býrakýyor. Allah Teala’nýn hükmüne göre erkek iki, kýz bir hisse alacak. Yani adamýn üç bin riyali olsa iki binini erkek, binini kýz alacak. Bu çocuklarýn her biri evlenecek. Bu açýdan bakýldýðýnda iki bin riyal alan erkek evlenirken mehr verecek. Mirasýn bin riyalini mehr verdiðini düþünelim geriye bin riyali kalacak. Bin riyalle de ev kiralayacak, eþine elbise temin edecek, onun nafakasýný saðlayacak, tedavi giderlerini karþýlayacak. Fakat kýz böyle deðildir. Miras kalan bin riyalin hepsi kendisine kalmaktadýr. Harcama zorunluluðu yoktur. Çünkü o, mali hiçbir þeyle mükellef deðildir. Ýþte sosyal adalet budur. Allah Teala yarattýðý insanýn maslahat ve ihtiyacýný en iyi bilendir: “Babalarýnýz ve oðullarýnýzdan, hangisinin size daha faydalý olduðunu bilemezsiniz. Bunlar (mirasla alakalý hükümler), Allah tarafýndan farz kýlýnmýþtýr. Þüphesiz Allah hakkýyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa: 11)
Modernistlerin Kadýn Telakkisi
Ýhsan ÞENOCAK: Hocam kadýnýn þahadeti baðlamýnda konuya baktýðýmýzda þöyle diyebilir miyiz; Kur’an-ý Kerim, kadýný çocuklarýn hem annesi hem de öðretmeni olarak görmektedir. Bugün her ne kadar kadýn cemiyetin farklý noktalarýnda çeþitli konumlarda görev almýþ olsada bu, Kur’an’ýn telkin ettiði bir cemiyet fotoðrafý deðildir. Bu yüzden modernistlerin kadýn telakkisi temelde Kur’an’la çeliþmektedir. Onlar itirazlarýný çeliþen bu telakki üzerine bina etmektedirler…
M. Ali SÂBÛNÝ: Evet kadýnýn yeri evidir. Kadýný evinden çýkarmak ona yapýlan en büyük ihanettir. Kadýný sokaða itenler ona hürriyet verelim derken onu tehlikenin içine ittiler. Nafakasýný kendisi kazanan bir kadýnýn mali iþlerden vakit bulup asýl vazifesi olan annelikle ilgilenmesi ne kadar mümkün olabilir?! Bu yüzden Ýslam, modern dünyanýn zýddýna kadýný mürebbiye olarak düþünmüþ ve onun iffet ve kerametini korumuþtur.
Modernistler akýllarýyla konuþmuyorlar. Kadýna nafakaný kazan, hayatýný kurtar, kamuya açýl, meslek sahibi ol diyorlar. Peki çocuklarý kim yetiþtirecek?! Eðer çocuklarý anne terbiyesinden mahrum býrakýrsak o zaman diledikleri gibi yaþarlar, kendileri bozulduklarý gibi cemiyeti de bozarlar. Kadýnýn çocuk terbiyesi ile ilgilenmesi mali meselelerle ilgilenmesinden daha önemlidir. Çünkü; çocuk terbiyesini en güzel anneler yapabilir. Buna raðmen kadýnýn mali iþlerde ilgilenmesinde bir beis yoktur.
Þehadetle alakalý ayet, malý korumayý da hedeflemektedir. Mal, canýn yongasýdýr. Ýslam malýn israf edilmesine karþýdýr. Nitekim Allah Teala þöyle buyurmaktadýr: “Allah’ýn sizin için geçim kaynaðý yaptýðý malllarýnýzý aklý ermezlere vermeyin.” (Nisa: 6) Ayet, insanlara hitap etmektedir. Sefih (aklý ermez kiþi) malýný harcýyor ona kimse karýþamaz diyemezsiniz. Ýsraf edilen mallar milli serveti tüketir, bu da cemiyete zarar verir. Bu yüzden mal korunmalýdýr. Bunun hamilerinden biri de þahitlerin güvenilir olmalarýdýr. Erkeðe nisbetle daha çok unutan ve daha duygusal olan kadýnýn erkek kadar güvenilir olmadýðý aþikardýr.
Yeni Arayýþlarýn Arkaplaný
Ýhsan ÞENOCAK: Buraya kadar ki ifade ve örneklerinizden fýkýh ve tefsir usulünün modern dünyanýn problemlerini çözebilecek þekilde Kur’an-ý Kerim’in anlaþýlmasýný temin edeceði çýkmaktadýr. Hal bu iken niçin modernistler yeni usul arayýþlarý içerisine girmiþlerdir?
M. Ali SÂBÛNÝ: Bu, öncelikle iman zayýflýðýndan sonra da Kur’an’ýn sýrlarýný ve hükümlerini anlamamaktan kaynaklanmaktadýr. Kur’an-ý Kerim herkesin anlayabileceði bir kitap deðildir. Lügat ve usul okumayan bir Müslüman O’nu anlayamaz. Bu yüzden Kur’an’ý anlayacak kiþinin istinbat için gerekli olan ilimleri bilmesi gerekir. Çünkü hükmünün istinbatý salim bir anlayýþa dayanmaktadýr. Mesela Cenabý Hak “Onlar (kadýnlar) size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz/hünne libasun leküm ve entüm libasun lehünne” (Bakara: 187) buyurmaktadýr. Kiþi ayetin muradýný anlayamazsa büyük bir hataya düþer. Nitekim lügat ve belagat ilminden mahrum bir Fransýz, Kur’an-ý Kerim’i tercüme ederken ayette geçen “libas” kelimesini “pantolon” olarak çevirmiþtir. Halbuki ayet-i kerimede geçen “libas” kelimesinin anlamý bu deðildir. Bir Arap da, “libas”ý “ þalvar” olarak tefsir etmiþtir. Ayette güçlü bir anlatým vardýr. Eþler arasýndaki iliþkiden bahsedilmektedir. Elbise ve örtü nasýl insaný soðuk ve sýcaktan koruyorsa eþlerde birbirlerine karþý koruyucu olurlar denmektedir. Buna göre “libas” kelimesinin anlamý “erkek kadýn için, kadýn da erkek için örtüdür.” þeklindedir. Yani birbirlerini tamamlarlar.
Müfessir olduðunu zanneden kiþi, tefsir usulünü ve hüküm istinbatý için gerekli olan ilimleri bilmezse kesinlikle Kur’an-ý Kerim’i anlayamaz.
Arap dilini bilmeyen, beyan, bedi’, meani gibi ilimlerden mahrum olan kiþilerin Kur’an-ý anlama gayretleri beyhudedir. Bu ilimlere vakýf olan çocuklar bile bunlardan daha nasipdardýrlar. Esmai’in anlattýðý þu olay bunu tescil etmektedir: “Bir gün içerisinde derin manalar barýndýran þiirler inþad eden dört beþ karýþ boyunda bir kýz çocuðuna rastladým. Þiirini iþitince ‘bu kýz ne kadar fasih konuþuyor.’ dedim. Çocuk bana þu þekilde karþýlýk verdi: ‘yazýklar olsun sana! Þu ayetten sonra fesahat mý olur: “Musa’nýn annesine, ‘Onu emzir, baþýna bir þey gelmesinden korktuðun zaman onu denize býrak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceðiz ve onu peygamberlerden kýlacaðýz’ diye ilham ettik.” (Kasas: 7) Bu ayet son derece kýsa olmasýna raðmen iki emir (emzir ve denize býrak), iki nehiy (korkma, üzülme), iki haber (ilham ettik, baþýna bir þey gelmesinden korktuðun zaman) ve iki müjdeyi (biz onu sana döndüreceðiz, onu peygamberlerden kýlacaðýz) bir araya getirmiþtir. Bunu hiçbir beþer yapamaz.”
Modernistler tefsirle alakalý ilimlere vakýf olsalardý yeni usul arayýþlarýna girmeyeceklerdi. Nasipsizlikleri bu kýz çocuðu kadar Kur’an-ý anlamalarýna engel olmuþtur.
Kur’an-ý Kerim Bir Denizdir
Ýhsan ÞENOCAK: Kur’an-ý Kerim’i anlama noktasýnda hangi tefsirler ölçü alýnmalýdýr? “Þu tefsir, þundan daha baþarýlýdýr” denebilir mi?
M. Ali SÂBÛNÝ: Kur’an-ý Kerim bir denizdir. Tek baþýna hiçbir müfessir O’nu ihata edemez. Her müfessir O’nun farklý bir yönünü keþfetmiþtir. Biri O’ndan fýkhi hükümleri çýkarmýþ, namaz, hac, zekat gibi… Diðeri belaðat perdesini kaldýrmýþ, bir diðeri Arap Dili ile alakalý inceliklerine dikkat çekmiþtir. Bir baþkasý kýssalarýn ihtiva ettiði haberleri izahta daha baþarýlý olmuþtur. Tek baþýna bir müfessirin bütün yönleri ile Kur’an’ý anlamasý beþer takatini aþan bir durumdur. O’nu anlamak için ihtisas gereklidir.
Ayrýca zaman ilerleyip geliþtikçe mütekaddimin ulemaya nasip olmayan bazý Kur’an hakikatleri de ortaya çýkmaktadýr. Mesela insan önceden yukarýya doðru çýkýldýkça oksijenin azalacaðýný bilmiyordu. Bugün biliyoruz ki, semaya doðru yükseldikçe oksijen azalmakta ve buna paralel olarak kiþinin sadrý daralmaktadýr. Bu gerçek Kur’an-ý Kerim’in þu hakikatini doðru bir þekilde anlamamýza yardýmcý olmaktýr. Allah Teala kiþinin kalbini aydýnlatmak istediðinde onu Ýslam’a açar. Bir baþkasýnýn dalaletini isterse sanki semaya çýkýyor gibi onun kalbini daraltýr: “Allah her kimi doðruya erdirmek isterse onun göðsünü Ýslam’a açar. Kimi de saptýrmak isterse, onun da göðsünü göðe çýkýyormuþcasýna daraltýr, sýkar.” (En’am: 125) Ayetin zahir anlamý kiþi semaya doðru çýkmak ister fakat buna gücü yetmez. Fakat gerçek anlam bu deðildir. Semaya doðru ilerledikçe oksijenin azaldýðýný buna baðlý olarak kiþinin nefesinin daraldýðýný bilmemiz bu ayetin sýrrýný ortaya çýkarmýþtýr.
“Evet bizim, insanýn parmak uçlarýný (benane) bile düzenlemeye gücümüz yeter.” (Kýyame: 4) “Benane” parmak uçlarý demektir. Modern ilim parmak uçlarýnýn sýrrýný ortaya çýkarana kadar bunun hikmeti bilinmiyordu. Fakat bugün anlaþýlmýþtýr ki, bir insanýn parmaðýndaki basit çizgiler bir diðer insana benzememektedir. Ýþte bu, Kur’an-ýn i’cazýdýr. Ýnsanýn yaratýlýþý da böyledir. Gayr-i Müslim bir tabip insanýn yaratýlýþý ile ilgili ayetleri duyunca hayretini gizleyememiþ ve “daha düne kadar bilinmeyen bu hakikatleri, ümmi olan Muhammed’in -sallallahu aleyhi ve sellem- bilmesi mümkün deðildir. Kur’an mutlaka Allah’ýn vahyidir.” demiþtir. Doktorun Müslüman olmasýna sebep olan ayetlere bir bakýn: “Sonra onu az bir su (meni) halinde saðlam bir karargaha (ana rahmine) yerleþtirdik. Sonra bu az suyu ‘alaka’ haline getirdik. Alakayý da ‘mudga’ yaptýk. Bu ‘mudga’yý da kemiklere dönüþtürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaþka bir yaratýk olarak ortaya çýkardýk.” (Mü’min: 13-14)
“Sizi annelerinizin karnýnda bir yaratýlýþtan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlýk içinde oluþturuyor.” (Zümer: 6)
Kur’an’ý Allah Teala vahyetmemiþ olsaydý Araplar bu hakikatleri nereden bilebilirlerdi?!
Hasan Hanefi
Ýhsan ÞENOCAK: Hasan Hanefi katýldýðý bir toplantýda Kur’an-ý Kerim’in nuzulünü anlatýrken, örnek olarak erkeðin eþine yaklaþmasýný kullanýyor. Yani vahyin geliþini o hale benzetiyor. Kur’an-ý Kerim’i anlama iddiasýnda olan bir zihinde, bu tür bir teþbihin oluþmasý nasýl izah edilebilir?
M. Ali SÂBÛNÝ: Bu adam cahil deðil sefihtir, ahmaktýr. Bu ifade hastanelik derecede bir cinnettir. Bu ibare, üzerinde konuþulmayacak kadar çirkindir. Sefahetin sýnýrýdýr. Bu cahil herif, Kur’an’ýn nuzülünün esrarýný idrak etmekten uzaktýr.
Hz. Ýsa’nýn Ýnmesi
Ýhsan ÞENOCAK: Modernistler Kur’an-ý Kerim’i anlama usulünde olduðu gibi anladýklarý mana itibariyle de ulema ile çeliþmektedirler. Ýsterseniz biraz da modernitenin sürekli gündemde tuttuklarý geleneðe itiraz noktalarý üzerinde konuþalým. Þüphesiz ki bunlarýn baþýnda Hz. Ýsa’nýn –aleyhisselam- iniþi meselesi gelmektedir. Kur’an-ý Kerim’de Hz. Ýsa’nýn öldüðünü ima eden bir karine var mýdýr?
M. Ali SÂBÛNÝ: Allah Teala “Onu ne öldürdüler, ne de astýlar; fakat (öldürdükleri) onlara Ýsa gibi gösterildi.” (Nisa: 157) buyurmaktadýr. Yahudiler kesinlikle Ýsa’yý –aleyhisselam- asamadýlar. Hz. Ýsa zannederek O’na benzetilen kiþiyi öldürdüler.
Yahudiler, O’nu öldürdüklerini iddia ediyorlar. Ne gariptir ki Hristiyanlar da onlarýn iddialarýný tasdik ediyor. Kur’an-ý Kerim de onlarý “Onu ne öldürdüler, ne de astýlar” diyerek tekzip ediyor. Burada tuhaf olan bir durum var ki, o da Hristiyanlar Hz. Ýsa’nýn ilah olduðunu iddia ediyorlar sonra da ilahýn asýldýðýný söylüyorlar. Bu ne kadar tuhaf bir durumdur. Þair ne güzel söylemiþtir:
Yahudi bir kulun eliyle asýlan ilah, nasýl bir ilahtýr?!
Yahudi ve Hristiyanlarýn Hz. Ýsa’nýn ölümü ile alakalý inançlarý zan üzerine ibtina etmektedir. Çünkü; onlar öldürülen kiþinin Hz. Ýsa mý yoksa O’nun yerini gösteren münafýk mý olduðu noktasýnda þüpheye düþmüþlerdir. Zira “Eðer bu öldürülen Ýsa ise bizim arkadaþýmýz (þikayet eden) nerede? Yok eðer bu arkadaþýmýz ise o takdirde Ýsa nerede? demekten kendilerini alamamýþlardýr. Bu yüzden akideleri þüphe üzerine ibtina etmektedir. Nitekim Allah Teala þöyle buyurmaktadýr: “Onun hakkýnda ihtilafa düþenler bundan dolayý tam bir kararsýzlýk içerisindeler; bu hususta zanna uymak dýþýnda hiçbir (saðlam) bilgileri yoktur.” (Nisa: 157)
Ýhsan ÞENOCAK: Hz. Ýsa’nýn yeryüzünden ayrýlýþýný ifade eden “teveffa” kelimesi Kur’an-ý Kerim’de Hz. Ýsa ile ilgili “müteveffike” ve “teveffeyteni” (Al-i Ýmran:55; Maide: 117) þeklinde iki ayrý yerde kullanýlmaktadýr. Zemahþeri “Esasu’l-Belaða”da “teveffa” kelimesinin “öldürmek” anlamýnda mecazen kullanýldýðýný söylemektedir. Buna göre “teveffa” kelimesinin mecaz anlamý, “bir þeyi bütünüyle kabzetmek” demek olan asýl anlamýnýn önüne geçmektedir. Neler söyleyeceksiniz?
M. Ali SÂBÛNÝ: Modernistler “mütevvifike” kelimesini anlayamamýþlardýr. Bu, ölümü vaattýr. Yani “sen ey Ýsa! Ýlah deðilsin, bir gün diðer insanlar gibi öleceksin.” demektir.
“Seni öldüreceðim demek” týpký “sana þunu vereceðim” demek gibidir. Yani þu an vermediniz fakat gelecekte vereceksiniz. Bu cümle verilecek þeyin gelecekte olacaðýný göstermektedir. Ayete dönersek Cenab-ý Hakk, Hz. Ýsa’nýn ilah olmadýðýný, günü gelince diðer insanlar gibi öleceðini bildirmektedir. Fakat þu an semaya yükseltilmiþtir.
Ýmam Taberi “Ey Ýsa! Seni vefat ettireceðim, seni nezdime yükselteceðim/ya Ýsa innî müteveffîke ve rafiuke ileyye” ayetinde takdim ve tehir olduðunu söylemektedir. Buna göre anlam; “seni katýma yükseltecek sonra vefat ettireceðim.” þeklindedir. Burada mucize vardýr. Fakat asýldýktan sonra ruhunun göklere çýkmasýnda hiç bir olaðanüstülük yoktur. Bu herkes için geçerli olan bir durumdur.
Hz. Ýsa günü gelince yeryüzüne inecektir. Peki ineceðini söylerken ne ile istidlal ediyoruz. Kur’an-ý Kerim O’nun kýyametin alameti olduðunu söylemektedir: (Zuhruf: 61) Ayrýca bu konudaki hadisler tevatür derecesindedir.
Ýhsan ÞENOCAK: Keþmiri’nin “et-Tasrih bima Tevatere fi Nüzuli’l-Mesih” adlý eseri tevatürü gözler önüne sermektedir.
M. Ali SÂBÛNÝ: Evet.
Ýhsan ÞENOCAK: Zuhruf Suresi’nde ki “Þüphesiz ki O (Ýsa) kýyamet için (onun yaklaþtýðýný gösteren) bir bilgidir.” mealine gelen ayet açýk bir þekilde Hz. Ýsa’nýn ineceðini göstermektedir diyebilir miyiz?
M. Ali SÂBÛNÝ: Evet, ayet açýkça nüzülün olacaðýný bildiriyor.
Ýhsan ÞENOCAK: Hz. Ýsa yeryüzüne peygamber olarak deðil, Muhammed Mustafa’ya -sallallahu aleyhi ve sellem- tabi olarak gelecek…
M. Ali SÂBÛNÝ: Ýsa –aleyhisselam- Allah Resulü’nün þeriatýyla amel edecektir. Yeni bir din getirmeyecektir. Nebinin nebiye tabi olmasý caizdir. Bütün nebiler kendilerinden önceki þeriatlarý tamamlayýcý olarak gelmiþlerdir.
Yahudilerin ve Hristiyanlarýn
Ahiretteki Durumu
Ýhsan ÞENOCAK: Yahudi ve Hristiyanlarýn küfür üzere olduklarýný tasrih eden ayetler hakkýnda neler söyleyecekseniz?
M. Ali SÂBÛNÝ: Kýldýðýmýz namazlarýn her rekatýnda okuduðumuz Fatiha Suresi’nde “nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna ilet. Gazaba uðrayanlarýn ve sapkýnlarýnkine deðil.” âyeti vardýr. Allah Resulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- buradaki “gazaba uðrayanlarý” Yahûdiler; “sapkýnlarý” ise Hristiyanlar olarak tefsir etmiþtir. Allah Resulü’nün bu tefsirinden sonra artýk kimseye söz düþmez. Kur’ân-ý Kerim’de Yahûdi ve Hristiyanlarý cehennemlik olmalarý noktasýnda müþriklerle eþ deðer tutan bir çok âyet vardýr: “Gerek Ehl-i kitaptan, gerek müþriklerden olan kâfirler, hem de devamlý kalmak üzere cehennem ateþindedirler. Onlar bütün yaratýklarýn en þerlisidirler.” (Beyyine: 6) Yahûdilerle ilgili þöyle buyrulmaktadýr: “Küfürleri ve Meryem hakkýnda pek büyük bir iftirada bulunmalarý sebebiyle (lânete uðramýþlardýr)” (Nisâ: 156) Hristiyanlarla ilgili þöyle buyrulmaktadýr: “Andolsun ki, ‘Meryem oðlu Mesih, Allah’týr.’ diyenler kâfir olmuþlardýr.” (Mâide: 17); “And olsun ki, ‘Allah üçten biridir’ diyenler kâfir olmuþtur.” (Mâide: 73)
Bu ayet-i kerimeler, Yahûdi ve Hristiyanlarýn küfür içinde olduklarýný açýk bir þekilde belirtirken ve onlar Allah’ý ve Rasulü’nü yalanlayýp dururken biz onlarýn îman sahibi olduklarýna ve cennete gireceklerine nasýl hükmedebiliriz? Ayrýca Allah Teala Hz. Îsa’nýn diliyle þöyle buyurur: “Oysa Mesih, ‘Ey Ýsrailoðullarý! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin; kim Allah’a ortak koþarsa muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacaðý yer ateþtir, zulmedenlerin yardýmcýlarý yoktur’ dedi.” (Mâide 72)
Onlarý cennete girmekten mahrum býrakan biz deðiliz; ancak onlar küfrederek, Üzeyr ve Mesîh’in Allah’ýn oðlu olduðu iddiasýnda bulunarak, Mesîh’in çarmýha gerildiðine inanarak ve O’na ilahlýk isnad ederek cennete girmekten yüz çevirdiler.
Ýhsan ÞENOCAK: Günümüzde yaþayan Yahudi ve Hristiyanlarda benzer akýdeye sahip olduklarýndan onlar içinde yukaradaki ayetler geçerlidir…
M. Ali SÂBÛNÝ: Tabii ki, günümüz Yahudi ve Hristiyanlarýndan Peygamberimiz’in -sallallâhu aleyhi ve sellem- resul olduðuna iman eden ve Kur’an’ý tasdik eden kimse var mýdýr? Böyle birileri varsa bunlar nerede yaþamaktadýr? Bizim gezegenimizde mi, yoksa baþka alemlerde mi? Yahûdi veya Hristiyan olup da Peygamberimize iman eden bir kiþi gösterebilir misiniz?
Ýhsan ÞENOCAK: Bütün bu deliller göstermektedir ki cennete girmenin vazgeçilmez þartlarýndan birisi de Hz. Muhammed’e -sallallâhu aleyhi ve sellem- îmân etmek ve O’na tâbi olmaktýr…
M. Ali SÂBÛNÝ: Evet, cennete girmenin vazgeçilmez þartlarýndan biri de, Hz. Muhammed’e -sallallâhu aleyhi ve sellem- iman etmek ve Allah’tan getirdiði her þeye tâbi olmaktýr. Ne Katoliklerin lideri Vatikan’daki “Papa”, ne de en alt seviyedeki bir papaz ya da bir haham, Peygamberimiz’in ve Kur’an-ý Kerîm’in hak olduðuna inanmaktadýr. Bütün Yahûdi ve Hristiyanlar Peygamberimiz’in risaletini yalanlamaktadýr. Farz-ý muhal kabilinden bir an için onlarýn Allah Resulü’nün -sallallâhu aleyhi ve sellem- peygamberliðine inandýklarýný, Mesîh’in ilahlýðýný ve Allah’ýn oðlu olmasý þeklindeki inançlarýný tashih ettiklerini düþünsek bile bu yeterli deðildir. Mutlaka, Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’e -sallallâhu aleyhi ve sellem- tâbi olmalarý ve O’nun getirdiði dîne ters düþen dîni terk etmeleri gerekir. Þurasý kesin bir vâkýadýr ki, Hz. Peygamber Yahûdi ve Hristiyanlarýn iddia ettikleri gibi sadece Araplar’a deðil, bütün beþeriyete gönderilmiþtir: “Ey Rasûlüm! Biz seni bütün insanlýða rahmetimizin müjdecisi, azabýmýzýn uyarýcýsý olarak gönderdik.” (Sebe: 28); “Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah tarafýndan gönderilen Peygamberim.” (A’râf: 158) âyetleri sebebiyle Hz. Muhammed’in -sallallâhu aleyhi ve sellem- peygamberliðinin evrensel olduðunu hiç kimse inkâr edemez. Allah Resulü bütün insanlýða gönderilmiþse O’na tâbi olmanýn vâcip olmadýðý nasýl söylenebilir?! Yoksa Allah Teâlâ O’na îmân etmeyi vâcip kýlýp daha sonra O’na tâbi olmayý mübah mý addetmiþtir?!
Allah Teâlâ, Resulü’ne -sallallâhu aleyhi ve sellem- îmân etmeyi, getirdiklerine tâbi olmayý bütün peygamberlere farz kýlmýþ ve bu hususta onlardan söz almýþtýr: “Hani Allah, peygamberlerden: ‘Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiðinde Ona mutlaka inanýp yardým edeceksiniz’ diye söz almýþ, ‘kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?’ dediðinde, ‘kabul ettik’ cevabýný vermiþler, bunun üzerine Allah: ‘O halde þahit olun; ben de sizinle birlikte þahitlik edenlerdenim’, buyurmuþtu.” (Âl-i Ýmrân: 81). Bu ayete göre bütün Peygamberler Hz. Muhammed’in dönemine yetiþmeleri durumunda O’na tâbi olmayý kabul etmiþken o peygamberlerin ümmetlerinin Hz. Muhammed’in dînine tâbi olmakla mükellef olmadýklarýný söylemek ne kadar tuhaftýr.
Allah Teâlâ, Yahûdi ve Hristiyanlarýn îmânlarýnýn makbul olmasýný Hz. Muhammed’e -sallallâhu aleyhi ve sellem- tâbi olmalarýna baðlamýþtýr: “Onlar ki yanlarýnda Tevrat ve Ýncil’de yazýlý bulacaklarý o Rasûle, o ümmî Peygambere ittiba’ ederler.” (A’râf: 157) Bu âyette sözü edilen peygamber kimdir? Hz. Mûsâ mýdýr? Hz. Nûh ya da Hz. Ýbrâhim midir? Hiç þüphesiz, burada zikredilen peygamber Hz. Muhammed’tir -sallallâhu aleyhi ve sellem-. Çünkü âyet-i kerîme o peygamberi ümmîlikle vasýflamýþ ve Tevrat ve Ýncil’de adýnýn geçtiðini belirtmiþtir. Bu vasýflara sahip olan peygamber de Hz. Muhammed’den baþkasý deðildir. Allah Teâlâ burada peygambere imân etmekten veya risâletini tasdik etmekten deðil de O’na tâbi olmaktan söz ediyor. Tabi olmak da O’nun getirdiði þerîatla amel etmek ve dînine sarýlmaktýr. Yoksa ittibâ içermeyen îmânýn anlamý yoktur.
Allah Teâlâ þöyle buyurur: “Eðer onlar da sizin inandýðýnýz gibi inanýrlarsa doðru yolu bulmuþ olurlar.” (Bakara: 137) Bu âyetin ifade ettiði gibi hidâyetin þartý Müslümanlarýn îmân ettiði her þeye îmân etmektir ki Müslümanlar son peygamber Hz. Muhammed’e -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun getirdiði Ýslâm dînine tâbi olurlar.
Nesh Meselesi
Ýhsan ÞENOCAK: Kur’an-ý Kerim’de hükmü kaldýrýlan/mensuh ayet var mýdýr? Varsa neshi reddedenler neye dayanarak bu hakikate itiraz ediyorlar?
M. Ali SÂBÛNÝ: Öncelikle þunu söyleyeyim ki neshi reddetmek icmayý reddetmektir. Çünkü red, hem mütekaddimun hem de müteahhirun ulemanýn icmaýna aykýrýdýr.
Nesh ile alakalý nasslar açýktýr: “Biz bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldýrýr veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.” (Bakara: 106) Nitekim müslümanlar hicretten sonra on altý ya da on yedi ay Beyt-i Makdis’e doðru namaz kýlmýþ daha sonra bu hüküm yürürlükten kaldýrýlmýþtýr.
Ýhsan ÞENOCAK: Neshi inkar edenler Beyt-i Makdis’e doðru namaz kýlmanýn Kur’an-ý Kerim’de olmadýðýný bu yüzden “artýk yüzünü Mescid-i Haram tarafýna çevir.” (Bakara: 144) ayetinin her hangi bir ayeti nesh etmediðini idda etmektedirler.
M. Ali SÂBÛNÝ: Kur’an “(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün semaya doðru çevrilmekte olduðunu (yücelerden haber beklediðini) görüyoruz.” (Bakara: 144) diyor. Bu ayet delalet etmektedir ki Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- Mescid-i Haram’a yönelmeden önce baþka bir tarafa doðru namaz kýlmakta idi. Bunun içindir ki, Mescid-i Haram’a dönmek için vahiy bekliyordu. Bu “yön” de önceki ve sonraki ulemanýn icmaý ile Beyt-i Makdis’tir. Ayrýca “Ýnsanlardan bir kýsým beyinsizler: yönelmekte olduklarý kýblelerinden onlarý çeviren nedir? diyecekler.” (Bakara: 142), Yahudi ve münafýklarýn kýble deðiþince neler konuþacaklarýný haber veren bu ayet de Beyt-i Makdis’e doðru namaz kýlýndýðýna delalet etmektedir.
Ýhsan ÞENOCAK: Buna göre Allah Resulü ve müslümanlarýn Kabe’den önce Beyt-i Makdis’e doðru namaz kýldýklarý mefhum olarak Kur’an-ý Kerim’de vardýr dolayýsýyla nesh karþýtlarýnýn istidlalleri batýldýr diyebiliriz.
M. Ali SÂBÛNÝ: Evet… Kur’an-ý Kerim’in Yahudilerin “Muhammed’i önceki kýblesinden çeviren nedir?!” türünden konuþacaklarýný haber vermesi sarih bir þekilde Beyt-i Makdis’e doðru namaz kýlýndýðýný göstermektedir.
Bu bir imtihandýr. Allah Teala dilediði gibi hüküm koyar. Dilediðini helal yapar dilediðini haram. Modernistler bu noktada yeniden düþünmelidirler.
Nesh ile alakalý Kur’an-ý Kerim’de daha bir çok örnek vardýr. Kocasý ölen kadýnýn iddetinden bahseden ayet iddetin bir yýl olduðunu söylerken sonra gelen ayet iddetin dört ay on gün olduðunu bildirmektedir. Bu açýkça bir nesihtir. Sonra gelen ayet öncekinin hükmünü yürürlükten kaldýrmýþtýr. Zina da böyledir. Ýlk olarak zina eden kadýnlarýn evlerinde hapsedilmeleri emredilmiþti. (Nisa: 15) Sonra gelen ayet zina eden bekar kadýna yüz sopa vurulmasýný emretmiþ (Nur: 2) ve açýkça hapis hükmünü nesh etmiþtir.
Yine Allah Teala bir ayeti baþka bir ayetle deðiþtirdiðini bildirmektedir: (Nahl: 101).
Ýhsan ÞENOCAK: Modernistler bu ayetin (Nahl: 101) Mekke’de indiðini Mekki ayetlerde de nesh olmadýðýný dolayýsýyla ayetin neshin isbatýna delil olamayacaðýný söylüyorlar. Bu durumda ayet önce inmiþ fakat sebebi sonradýr denebilir mi?
M. Ali SÂBÛNÝ: Evet! Allah Teala haber veriyor ki, nesh olacak ve buna itiraz edecekler. Muhammed bunu kendi nefsinden uyduruyor diyecekler. Bu ayet neshin olacaðýný ve gayri müslimlerin ne diyeceklerini önceden bildirmektedir. Olmadan önce haber veriyor ve diyor ki Allah Resulü’nün neshe dahli olmayacaktýr. Çünkü Peygamberin görevi aldýðý vahiyi teblið etmektir.
Ýhsan ÞENOCAK: Modernistler neshin varlýðýnýn kabul edilmesi durumunda Allah Teala’ya “beda” isnat edileceðini iddia etmektedirler. Neshin kabulü böyle bir hükme ihtimal verebilir mi?
M. Ali SÂBÛNÝ: Allah Teala hikmeti gereði bir tabip gibi insanlýðý tedavi etmektedir. Doktor bir hastaya tedavi sürecinde farklý ilaçlar kullandýrýr. Vücuttaki deðiþime paralel olarak ilaçlarýn dozunu artýrmakta ya da azaltmaktadýr. Bu durum doktora cehalet isnat edilmesine sebep olabilir mi?! Allah Teala’da her þeyi en iyi bilendir. Cemiyetin durumuna göre hüküm ayetlerinde deðiþikliðe gitmiþtir. Doktor önceden nasýl bir tedavi programý uygulamasý gerektiðini bilir de Allah Teala bilmez mi?!
Ýçkinin haram kýlýnma sürecine bakýn: Araplar bizim su içtiðimiz gibi içki içiyorlardý. Kur’an-ý Kerim’de onu tedricen yasakladý. Eðer ilk ayet “içki içmeyi terk edin.” þeklinde olsa idi, “onu býrakmayýz” derlerdi. Bu örnek Allah Teala’nýn hüküm koyarken insanlarýn içinde bulunduklarý konumu dikkate aldýðýný göstermektedir. Ýnsanlarýn talim ve terbiyesi de böyledir. Hayatýn her aþamasýnda tedricilik vardýr.
Hz. Aiþe -radiyallahu anha- ilk olarak cennet ve cehennemden bahseden tergib ve terhib içerikli ayetlerin indiðini rivayet etmektedir. Ýman, insanlarýn içine yerleþince helal ve haramla alakalý ayetler inmiþtir. Tersi olsa idi insanlar ilahi emirlere karþý çýkarlardý.
Hz. Adem’in Ýndiði Cennet
Ýhsan ÞENOCAK: Günümüzde bazý tefsirciler Hz. Adem’in indiði Cennet’in, Kur’an-ý Kerim’de anlatýlan cennet olmadýðýný, yeryüzündeki mamur bir bölgeden Hicaz’a gönderildiðini iddia etmektedirler…
M. Ali SÂBÛNÝ: Hz. Adem’in dünyaya gelmeden önce içinde yaþadýðý yer müminler için hazýrlanan ve inanlarýn içerisinde ebedi olarak kalacaklarý Cennet’tir. Hz. Adem’i yeryüzünde yaratan Canab-ý Hakk, O’na semada secde edilmesini emretti. Ýblis hariç herkes secde etti. Dolayýsýyla yeryüzündeki bir bahçeden indirildiði iddiasý yanlýþtýr.
Ýhsan ÞENOCAK: Hz. Adem’in indiði Cennet’ten bahseden ayette orada acýkma ve susama gibi hasletlerin olmadýðýndan bahsedilmektedir. Dünyada acýkmadan ya da yemeden yaþayan hiçbir canlýnýn olmadýðý düþünüldüðünde Kur’an-ý Kerim açýk bir þekilde Hz. Adem ile Havva’nýn bilinen Cennet’ten çýkarýldýklarýný bildirmiþtir denebilir mi?
M. Ali SÂBÛNÝ: Müfessirlerin tamamý bu Cennet’in müminlerin içerisinde ebedi yaþayacaklarý uhrevi cennet olduðunda hem fikirdirler. Çünkü; ayette anlatýlan vasýflar baþka hiçbir yere uymamaktadýr. (Taha, 118/119) Kur’an-ý Kerim önce “Sen ve eþin Cennet’te kalýn…” diyor ardýndan “orada acýkma ve susama” olmadýðýndan bahsediyor. Dünyada acýkmanýn olmadýðý bir yer ya da susamayan hiçbir insan yoktur. Krallar ve devlet baþkanlarý dahil yeryüzünde acýkmayan, susamayan, güneþin isabet etmediði tek bir þahýs gösteremezsiniz. Bu vasýflar ancak ebedi olan cennete uymaktadýr.
Ýhsan ÞENOCAK: Cenneti tartýþanlarýn önemli bir bölümü, kafirler için cehennemin ebedi olmasýna da itiraz ediyorlar…
M. Ali SÂBÛNÝ: Bu, insanlarýn akýllarýna hükmeden þeytana ait bir sözdür. Cehennemin ebediliði gaybi bir konudur bu yüzden de gaybý bilen Allah Teala’ya býrakýlmalýdýr. Sadece biz O’nun -celle celaluhu- cennet ve cehennemin ebedi olduðunu bildiren sözünü naklederiz.
Cenab-ý Hakk’ýn bu konudaki hükmüne itiraz edenler ölümün olmadýðý ahiret gününde cennet ehlinin cennette, cehennem ehlinin cehennemde ebedi kalacaklarýný göreceklerdir. Kur’an durumuna göre cehennem ehlinin orada ebedi kalacaðýný, cennette olan kiþinin de oradan çýkarýlmayacaðýný bildirmektedir: (Hicr; 48). Dilediðini yapan Allah Teala Kur’an’da neyi, nasýl bildirdiyse müminler O’na iman ederler.
Ýhsan ÞENOCAK: Eserlerinizi okuyan ya da Ýnkiþaf vesilesi ile sizi tanýyan okurlarýnýza neler söyleyeceksiniz?
M. Ali SÂBÛNÝ: Allah Teala hepimizi itaat, ibadet ve faydalý ilmi tahsil etmede muvaffak kýlsýn. Ýlmi sadece “ilahi rýza” için okumalarýný onlara tavsiye ediyorum.
Eðer Allah Teala katýnda ilimden daha deðerli bir þey olsa idi, Resulü’ne -sallallahu aleyhi ve sellem- onu emrederdi. Fakat O’na malýmý ya da makamýmý artýr diye deðil “ilmimi artýr” (Taha; 114) diye dua etmeyi emretmiþtir.
Cahiliyye devrinde Araplar taþlara ibadet ediyor, Kabe’yi de analarýndan doðduðu gibi çýrýlçýplak tavaf ediyorlardý. Onlarý böyle yapmaya þeytan ikna etmiþti. Ýnsanlara gelip: “Nasýl elbiselerin içerisinde tavaf edersiniz. Allah’a asi oldunuz. Hemen elbiselerinizi çýkarýn, öyle tavaf edin.” dedi. Erkekler çýrýlçýplak, kadýnlarda avret yerlerini elleriyle kapatarak tavaf ederlerdi. Tavaf eden kadýnlar þu þiiri okurlardý:
Bu gün bir kýsmý ya da tamamý ortaya çýktý,
Görünen kýsmý kimseye helal kýlmýyorum.
Kur’an-ý Kerim cehalet üzerine ibtina eden bu davranýþa “fahiþe/çirkin amel” diyor.(A’raf, 28) Üstelik Ýbn Abbas’ýn naklettiðine göre bu çirkin ameli onlara Allah Teala’nýn emrettiðini söylemekte idiler.
Cahilliye kültürünün esasýnda, h akikati çarpýtma ve kendi deðer yargýlarýna göre þekillendirme vardýr.
Hadiseye Ýslam zaviyesinden bakýldýðýnda insan fýtratýyla birebir örtüþen bir güzellikle karþýlaþýyorsunuz. Hac ya da umre yapýlacaðý zaman dünya elbiseleri çýkarýlacak fakat yerine mahþeri çaðrýþtýran izar ve ridadan oluþan iki parça elbise giyilecek.
Ýnsanlar ilmi derinliðe ulaþýrlarsa þeytan onlar üzerinde ki tasarrufunu büyük oranda kaybeder. Bunun içindir ki Allah Resulü þöyle buyurmuþtur: “Þeytana bir fakih bin abitten daha þedid gelir.”
Ýhsan ÞENOCAK: Ýlim yolcularý modern dünyada müstakim duruþlarýný koruyabilmeleri için nasýl bir yöntem benimsemelidirler?
M. Ali SÂBÛNÝ: Talebeleri kalbinde eðrilik olan (Al-i Ýmran: 7) kiþilerin eserlerinden korumalýyýz. Onlarý bidatçýlarýn kitaplarýyla baþ baþa býrakmamalýyýz. Çünkü; onlar Müslümanlarý “din” ve “ilim” adýna sömürüyorlar.
Hevasýna ya da oryantalistlerin usulüne göre Kur’an-ý anlamada ýsrar eden bu kiþiler Ýblis’in öðrencileri konumundadýrlar.
Ýhsan ÞENOCAK: Hocam sohbete baþladýðýmýz andan þimdiye kadar saatler geçti, gece yarsý oldu. Sohbet ve misafirperliðiniz için teþekkür ederim.
M. Ali SÂBÛNÝ: Ben teþekkür eder Cenab-ý Hakk’tan hepimizi muvaffak kýlmasýný temenni ederim.
Mülakat: Ýhsan ÞENOCAK
|